TİMUR SOYKAN: “İDDİANAME OKUMAK YÜZÜNDEN KİTAP OKUMAYA DAHA AZ VAKİT AYIRABİLİYORUM”


“İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik” kitabını hazırlayan sevgili Barış İnce ile yaptığım söyleşinin girişinde de yazdığım gibi: “İki sevdiğim gazeteci aynı kitapta!” Evet, şimdi klavyenin diğer ucunda, sorularımızı yanıtlayan bir başka isimde sıra… DeliDolu Yayınları’ndan çıkan yılın önemli kitaplarından birinin baş kahramanı (gerçi kahraman kelimesini sevmez ama o) Timur Soykan. 

SÖYLEŞİ: NilüferTürkoğlu & Batuhan Sarıcan
nilufer@ajandakolik.com
batuhan@ajandakolik.com 

FOTOĞRAFLAR: SERVET DİLBER

“Her şeye rağmen ille de gazetecilik” diyen bir gazeteci! Mesleğinde etik değerlerden, ahlaktan, vicdandan, doğruluktan şaşmayan biri. 90’lar Türkiye’sinde yükselmeye başlayan yeni medya düzeninin kuruluşuna birinci elden tanıklık eden ödüllü gazeteci Timur Soykan ile Barış İnce‘nin hazırladığı “İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik” kitabı vesilesiyle sohbet etme fırsatı yakaladık. Günlerdir beklediğimiz cevapları, yoğun günlerinde nihayet yanıtladı. Bugünlerde gazeteciliğin bu güzel ülke için mücadele etmek ve gerçeği savunmak anlamına geldiğini söyleyen Soykan yine de “Bunun için direnmeye değer” diyor. 

NİLÜFER: Posta’dan sabahın beşinde telefonuma gelen bir mesajla işten çıkartıldıktan neredeyse beş yıl sonra seninle ilk defa karşılaşıyor, karşılaşıyoruz. Nasılsın öncelikle? Seçimlerden sonra her şeye rağmen iyi misin, nasıl gidiyor yaşamak?

Seçimlerden sonra Türkiye’nin önemli bir kısmı gibi ben de büyük bir hayal kırıklığı yaşadım ve yaşıyorum. Ülke yıllardır ucuz bir film senaryosundaki kadar kötülerin kötü, iyilerin iyi olduğu bir dönem yaşıyor. Organize kötülük ve yönetme beceriksizliği aynı iktidarda bütünleşti. Ranta bağımlı yolsuzluk rejimi, hakimiyetini sürdürebilmek için kuvvetler ayrılığını yok ederek yargıyı organına dönüştürdü. Tüm denge ve denetleme sistemlerini, yani demokrasilerde devletin bir rant çetesinin ele geçirmesine karşı geliştirilmiş tüm koruyucu mekanizmaları yok etti. Medyanın büyük kısmını kontrolüne alarak büyük bir algı canavarı yarattı.

Ayrıca laiklik başta olmak üzere Cumhuriyet devrimleri boğuldu, bunun yerine istismar yuvası olan tarikatların çağdaş yaşamı hedef aldığı gerici bir dönem inşa edildi.

Kara paranın ve onun kirli sahibi uluslararası mafyanın çöktüğü bir ülke haline getirildik.

Ekonomi, eğitim, adalet, dış politika, güvenlik, aklınıza gelecek her alan bu bataklığın içinde dibe sürükleniyor. Tek adam rejiminde ekonomist olduğunu iddia eden liderin saçma sapan teorisi milyonlarca insanı yoksullaştırdı. İktidar ‘ensar’ adı altında Ortadoğu’dan tarihin en büyük göç dalgasını davet ederken yetişmiş, eğitimli, aydın gençlerini Türkiye’den kaçırdı. AKP hükümetlerinin büyük yıkımını daha sayfalarca anlatabiliriz. Buna rağmen iktidarda kalmayı başardılar. Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına büyük bir karanlığın içinde girdik. Bunun sonuçlarıyla şu an zamlar ve gericilerin artan baskılarıyla yüzleşiyoruz. 28 Mayıs’ın gerçek ve çok önemli sonuçlarını zaman geçtikçe daha net göreceğiz. Bu seçimin bedeli Türkiye için ağır olacak. Çünkü güçlü bir demokrasi yerine tek adamın otoriter rejimi galip çıktı.

Üstelik adil olmayan, şaibelerle dolu bir seçim süreciydi. Parti devletinin bütün kollarıyla müdahale ettiği, iktidarın kazanmak için bütün ahlaki değerleri ayaklar altına aldığı, otoriter rejimin yargıyı, güvenlik teşkilatını, bürokrasiyi, medyayı kullandığı bir seçim yarışıydı. Demokrasinin ağır yara aldığı bir süreçti.

Bunları düşündükçe tabii ki iyi olmak mümkün değil. Adaletsizliğe karşı sessizliğe alışmak mümkün değil. Memleket bir bataklığa gömülürken üzülmemek mümkün değil.

NİLÜFER: Bu kitabın biraz da tanıtımı için sanırım geçtiğimiz günlerde Seferihisar’daydınız. “İyi Gazetecilik İyi ki Gazetecilik” üzerine bir panel miydi bu? Yenileri olacak mı ve olursa nerelerde olacak?

Evet Seferihisar’da Barış İnce ve Özlem Gürses ile birlikte kitabı ve medya düzenini konuştuk. Şu an bu paneller konusunda bir plan yok. Benim üzerinde çalıştığım bir kitap var ve bu nedenle çok fazla panellere katılamayacağım bir süreçteyim.

BATUHAN: Kitaba dönelim. Üniversite sınavına girmeden önce “Under Fire” (Ateş Altında) filminin gazetecilik bölümünü seçmende epey etkisi olduğunu söylüyorsun. Merak ediyorum yıllar sonra o filmi yeniden izledin mi ve izlediysen eğer Nick Nolte’nin oynadığı Gazeteci Russel Price karakteri seni yine aynı şekilde etkiledi mi?

Filmi defalarca izledim. Açıkçası üniversite sınavına girmeden önce izlediğimde filmi tam olarak analiz edebildiğimi söyleyemem. Sanırım daha çok tarihe tanıklık etmek, macera ve kötüye karşı duruş kısımları beni etkilemişti. Ayrıca sürprizler barındıran çok iyi bir senaryo. Latin Amerika’da geçen hikaye tüm dünyanın gerçeğini anlatıyor.  Emperyalizm, diktatörlük ve ona halkın direnişini ideolojik olarak net ortaya koyan bir film olduğu için seviyorum. Russel Price için gazetecilik sınırlarını aştığı eleştirisini yapabiliriz ama o koşullarda doğrunun ne olduğu çok tartışılır. Bence güzel de bir tartışma olur.

“İKTİDARIN BASKISI SÜREKLİ ÜZERİMİZDE”

BATUHAN: Haber öncesi uyuşturucu baronlarıyla konuşuyorsun. Mafyalar ve yönetimi de ilgilendiren kirli ilişkilere dair de haberlerin var. Muhtemelen hep merak edilen ve çok sorulan bir sorudur bu ama… Çok tehdit alıyor musun?

Tehditler oluyor. Bu hakikatin peşinde olan tüm gazetecilerin yaşadığı bir durum. Genellikle sosyal medya üzerinden oluyor. Ayrıca iktidarın, tarikatların trolleri de sık sık hedef alıyor. Ayrıca iktidarın baskısı da sürekli üzerimizde. Bu istibdat döneminde haber yapmanın, gerçeği savunmanın bir bedeline dönüştü. Sadece tehditler değil, yalanlar, iftiralar, hedef göstermelere karşı güçlü durmak zorundasınız.

BATUHAN: Tüm bunlara rağmen çok korkusuz bir gazetecisin. Peki ama bu tehditler bazı durumlarda otosansüre neden oluyor mu? Mesela haberi yapmaktan son anda vazgeçtiğin hiç oldu mu?

Korkusuz bir gazeteci değilim. Herkes korkar ve bu çok normal. Kahraman da değiliz. Sadece işimizi iyi yapmaya çalışıyoruz. Bir gazeteci işinin ilkeleri, onuru gereği demokrasinin yanında durmak zorundadır. Evrensel olarak basının tarifi, etiği budur. Ben 20 yıla yakın bir süre merkez medyada çalıştım ve AKP iktidarının FETÖ’cülerle ortak olduğu dönemde de sonrasında da merkez medyadaydım. Sansürün medyanın tüm damarlarına işlemesine tanık oldum. Gazetede yöneticiyken çalışma arkadaşlarını korumak için ya da gazetede kalan özgürlük alanlarını muhafaza edebilmek için sansüre boyun eğdiğim zamanlar oldu. Kitapta bunlardan bahsettik. Otosansür de böyle işliyor içimize.

Şimdi televizyonda yorum yaparken de dikkat etmek zorundasın. RTÜK denilen sansür kurumu, bir cümlenden dolayı kanalı kapatabilir. Buna hassasiyet göstermemek gibi bir şansın yok. Sansür dediğiniz sistem birey olarak sizi esir alamayabilir ama hep düşünmek zorunda olduğunuz başkaları vardır. Bu bir ahtapot gibi çevrenizi sarar.

Bunların hepsinin özeleştirisini yapıyorum. Ve hepimiz yapmak zorundayız. Ama merkez medyadan ayrıldıktan sonra bir tehdit nedeniyle haber yapmaktan hiç vazgeçmedim. Her zaman yanıt haklarına da yer vererek haberlerimi yazdım.

“HABERİN DEĞERİNİ DÜŞÜREN BU KİRLİ MEDYA DÜZENİ, SANSÜR”

BATUHAN: Hem küresel trend hem de baskı maliyetleri açısından basılı medya dijitale doğru kayıyor. Sence haberin basılı olmaması, değerini düşürür mü?

Haberin değerini düşüren bu kirli medya düzeni, sansür. Medyanın en temel işlevi, kamu adına iktidarı denetlemektir. Yani halkın yararını önceler ve iktidarı halka anlatır. Bu sayede insanlar, kendilerini yönetenler hakkında bir kanaate ulaşır. Ama Türkiye’de sadece tek adamı alkışlayan bir medya düzeni var. Bu düzende haberin bir değeri yok. Hatta skandalları örtmek, gündemden düşürmek misyonunu üstlenmiş medya organları var. Ya da muhalefete saldırmakla görevli devasa bir medya ordusu var. Önemli haberi yok eden bu düzen. Yoksa büyük haberi, sokaklarda yürüyüp bağırarak anlatsanız bile önemlidir. Türkiye’de yazılı basının tirajlarına baktığınızda çok büyük bir düşüş var. Dijitalde haber çok daha hızlı ve etkili yayılabiliyor.


NİLÜFER: Peki bağımsız gazeteciliğe nasıl bakıyorsun? Örneğin benim kurucusu olduğum Ajandakolik bağımsız bir kültür sanat web sitesi. Posta’dan işten çıkartıldıktan sonra oradaki köşemi böyle bir mecraya dönüştürerek kendi kendimin “patronu” olmaya karar verdim. Sürdürülebilir olmasını sağlamak, eğer maaş alan bir gazeteci değilsen, çok zor ama bir şekilde devam ettirmeye çabalıyorum. Gazetedeki büyük/küçük patronlardan sıkılan ya da onlar tarafından işten çıkartılan ve kendi mecrasını kuranlar hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum.

Eskiden etkili bir medya olabilmek için büyük sermayelere ihtiyaç duyardınız. Bu tekelleşmeye neden oluyordu. Bilişim çağında medyanın kanalları ve tanımı çok değişti. Bu bağımsız haberciliğin, yayıncılığın önünü açan harika bir teknoloji. Türkiye gibi iktidarın medya havuzlarında gerçeğin boğulduğu bir ülke için çok büyük ihtiyaç. Ama bu olanağı da sansürle boğmak istiyorlar. Oysa bağımsız mecraların oluşması sadece haberciler ya da içerik üretenler için demokrasiler için önemli bir avantaj. Türkiye’de gazeteciler uzun yıllardır sendikasız bırakılarak, mesleki örgütleri yasaklanarak sömürüldü. İş güvencesinden mahrum bırakıldı. Bu noktada sadece emekçi düşmanı patronlara değil, gazetecilerin kendilerine de bakması gerekiyor.

BATUHAN: Bildiğin gibi gazetelerde belli köşe başları tutulmuş durumda. Üstelik bu insanlar,  gazeteciliklerinin niteliğine bakılmaksızın ikili ilişkileri sayesinde oralarda bulunuyor ve yeri geliyor altlarında çalışan iyi gazetecilere her türlü kötülüğü yapıyorlar. Bu konuda ne söylemek istersin? İyi gazeteciler bu tip durumlarda ne yapmalı?

Otoriter rejimler, kötü ve liyakatsiz insanları bir mıknatıs gibi çeker. Çünkü yetenekleri, birikimleri ya da emekleriyle hedeflere ulaşamayacaklarını bilenler için kestirme yollar vardır. Biat ederek, emirlere uyarak, kötülüğe ortak olarak makamlara kurulabilirler. Bu makamlarda en büyük korku o makamı hak eden vasıflara sahip olanlardır. Bunun için onlar temizlenir ve liyakatsizlik tüm kurumları kısa sürede ele geçirir. Türkiye’de devlet gibi medya da bunu yaşıyor. Buna ürkek sessizlik hizmet ediyor. İyi gazetecilerin özgür olacakları alternatif mecralara yönelmesi gerekiyor. Çünkü aslında haber vermeyen, gazetecilik yapmayan, sadece iktidarın yayın organı olan gazeteler tamamen manasız hale geliyor. Üreterek direnmek ve basın özgürlüğünü savunmak dışında bir seçenek yok.

NİLÜFER: Seni yazmaya, üretmeye ve gazeteci olmaya yönlendiren edebiyatla olan bağın devam ediyor olmalı. Bu ara neler okuyorsun? Seni hangi yazarlar, kitaplar besliyor?

Gazetecilik dışında politik polisiye yazıyorum. “Zavallı”, “Liste” ve son olarak Kırmızı Kedi Yayınevi’nden yeni çıkan “İblis’i Öldür” isimli politik polisiye kitabım var. Polisiye yazmayı seviyorum. Çok çeşitli okumalar yapmaya çalışıyorum. Ama iddianame okumak yüzünden kitap okumaya daha az vakit ayırabildiğimiz bir dönemde olduğumu söylemeliyim. Şu an uluslararası suç örgütleriyle ilgili okumalar yapıyorum. Okuduğum son roman Carlos Ruiz Zafon’un Rüzgarın Gölgesi’ydi.

BATUHAN: Her işte olduğu gibi gazeteci olmak da bir ruh gerektirir. Ancak başka sorumluluklar da. Ahlaklı olmak, cesur olmak, doğru olanı direkt verebilmek gibi… Hâlâ bir şekilde gazeteci olmak için okuyan, çalışan, “direnen” gençlere neler söylemek istersin?

Vazgeçmemelerini ve çok çalışmalarını öneriyorum. Şu an gençlere gazetecilikte direnmelerini söyleyen gazeteci bulmak zor. Ama ben bu mesleği çok seviyorum. Hele bu günlerde gazetecilik, bu güzel ülke için mücadele etmek anlamına geliyor. Gerçeği savunmak anlamına geliyor. Bunun için direnmeye değer.

NİLÜFER: Masanda yazılmayı bekleyen yeni bir kitap var mı?

Evet, şu an bir araştırma inceleme kitabı üzerinde çalışıyorum.

NİLÜFER: Türkiye’de aydınlık, güneşli günler görebilecek miyiz? Buna inancın var mı?

Güçlü fikirler asla yenilmez. Ama bunun gecikmesi kuşakları harcar. Benim umudum her zaman var. Zaten umudunun kalmadığı yerde yenilmişsin demektir. Size hayal kırıklığı yaşatabilir, çok üzebilir, hatta yıkıldığınızı hissettirebilir. Ama umut iyi bir şeydir. Yeniden başlamanı ve hayatının bir anlamının olmasını sağlar. En önemlisi de bu sanırım.

BARIŞ İNCE: “KORKARSANIZ İYİ HABER YAPAMAZSINIZ”

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media