ULAŞ SEVER: “DÖNÜŞ’Ü OKUDUĞUNUZDA KENDİNİZLE BULUŞACAKSINIZ”
Sırlarla dolu bir aile dramı… Geçmişinin karanlık sırlarını öğrenen genç bir kadın… Ulaş Sever’in kaleme aldığı “Dönüş”, aile bağları ve içsel çatışmalarla dolu hikayesiyle oldukça sürükleyici ve merak uyandırıcı bir roman. Destek Yayınları tarafından yayımlanan kitap, geçmişten gelen travmaların ve kişisel keşiflerin derinlemesine işleyerek okuru içine çekiyor. Ulaş Sever ile “Dönüş”ü konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Yakın zamanda bu defa Destek Yayınları tarafından basılan bir üçüncü romanla yeniden edebiyat severlerle bir araya geldin. “Dönüş”ün sayfalarını çevirmeye başlamadan önce yazıyla olan ilişkini, yazmaya nasıl başladığını dinlemek isterim.
Yazma arzusunun yazma eylemine dönüşme sürecinden bahsetmek isterim. Çok insanın hayatında mana verdiği birileri hep olmuştur. Ben hem yirmili yaşlarda hem de devam eden tüm yaşlarda Okan Bayülgen’i değerli buldum. Onun için dayak bile yemiştim, fikri uyuşmazlıkları yumruklarıyla perçinleyen bir grup tarafından. Gece yarısı televizyonda, hatta birçoğunun sevmeyeceği üslupla bağırıp çağıran bir adam vardı ve hatta bu adam “diyalektikten” bahsederdi. Kelimelerin anlamlarından öte yasaklı gibi görünen bir kelimeyi yaygara yaparak rahatça konuşabilen biri vardı. İlk roman “Suçu Yaratan Adalet ve Aşk” uyumakta zorlandığım gecelerden birinde uykuya dalmışken Okan Bayülgen’in de içinde olduğu bir rüyada doğdu. Suç, adalet ve aşk olguları üzerine bir film kurgusu yapmıştık. Bir önceki gece olduğu gibi yine uyanmıştım, karşı kanepede yatan kardeşim epey kitap okuyan biriydi. “Ne oldu?” diye sordu. Okan’la bir sinema filmi kurgusu yaptık, dedim. “Sabaha bırakmayalım, sen anlat ben yazayım,” dedi. Ben anlattım o üç sayfalık not aldı. Ve yazan adamın hikayesi başladı…
Yeni romanın “Dönüş”ün kapağında şöyle bir ifade var: “Büyük sonlar, hele ki acılı olanlar, yepyeni güzel başlangıçlara gebedir!” Bunu biraz daha açar mısın?
İnsan, bize sunulan olağanüstü güzelliklere rağmen kendini hep korkularıyla cebelleşirken bulur. Arzu ve iradesi dışında, onun koymadığı kurallar, sınırlar ve onun kararları olmayan bir yaşamı benimsemek zorundalığı ile hayatının önemli bir kısmını geçirir. Bir gün mutlaka aksini düşünür ve yepyeni güzel başlangıçlara giden büyük, acılı sonlarla yüzleşir. İşte o vakit herkes kendi özgürleşmesini yaşamanın hazzı ile kendini var edebilecektir. Kitap bittiğinde okuyucunun kendi ile buluşacağını düşünüyorum.
Profesör Cem Güneş, Dede Hüseyin Soydan, Can Güney, Gümüş Hanım, Veysile Teyze… Kim bu karakterler? Gerçek hayatın içinden mi geliyorlar?
Yaşamın toplumsal gerçekliklerinin oluşturduğu karakterler diyebiliriz. Etrafımızda, evimizin içinde, hatta kendi iç dünyamızda, her yerde var bu insanlar. Dede karakteri Hüseyin Soydan’ın acılarından doğan karakterler ve şunu diyebilirim ki onun acıları gerçek hayatta bile güzel başlangıçlara meyil almamızı yöneltebilecektir. İnsanların içindeki öz benleriyle çatışma hali genel itibariyle sevilme muhtaçlığı yüzünden ortaya çıkmaktadır. Bu muhtaçlık sevmenin o muhteşem güzelliklerinin huzuruna, saflığına ve bireyde yaratacağı tüm olağanüstülüklere en büyük engel olarak karşımıza dikilmektedir. Asıl önemlisi, engelleri aşmak üzere yola düşenlerin öz benlerine kavuşmasının gerçeğe dönüşebileceği kendi hayat hikayelerini oluşturmalarının yolunu açabilmekti.
Genel olarak bir romanı kurgulamaya başlarken yazım aşamasında seni en zorlayan süreç hangisi oluyor dersin?
Benim için ilk cümleyi yazmak oldukça zor. Kitabın yazım süreci devam ederken yaptığım tüm okumalarda ilk cümle defalarca değişmiştir. Bir romana başlamaya karar verdiğimde sadece kelime ya da kelimeleri seçerim. Tüm hikaye seçtiğim kelime ya da kelimelerin olgusal derinliklerinden şekil alır. İlk roman “suç ve adalet” kelimelerinin olgusu üzerine kuruldu. İkinci kitap “ZÜL” ise “ihanet” olgusunun derinliklerinde oluştu. “DÖNÜŞ” için seçtiğim kelime çoğu zaman beni ürküttü. Çünkü “DÖNÜŞ” için “aidiyet” olgusunu seçmiştim. Aidiyet tehlikeli olabilirdi ve zordu. Yazar insan için yazarlığında özgürleşememek çok sancılı. Hem duyguların derinliklerinde hem de toplumsal derinliklerde kısıtlar koymak gerekti. Aidiyet; doğa, insan, toplum, inanç kısacası yaşamın bütünü idi.
Daha önceki iki romanını “Suçu Yaratan Adalet ve Aşk” ile “ZÛl”ü de düşünürsek romanlarında duygusal anlatımların kadar derin karakter analizlerin de göze çarpıyor. Peki kendine yakın bulduğun karakterler de oluyor mu aralarında? Onlarla duygusal bir bağ içine giriyor musun?
“Suçu Yaratan Adalet ve Aşk” romanımda hukuk öğrencisi Özgür, zeki ve güçlü iradesi olan, iyi insan olma hevesine fazlaca kapılmış bir karakterdi. Sanırım kendi yaşamımın o yaşlardaki özdeşlik hayali yansıdı. “ZÜL”, Deniz Durul karakteri hep kendine özgüydü, çünkü ihanet ancak kişilerin kendi eylemliliklerini neye evirmek istediğiyle de şekil alabilir. “DÖNÜŞ” çok kahramanlı ve seçilen “aidiyet” kelimesinin tüm derinliklerinin her bir insanda oluşturduğu farklılıklarıyla birlikte kendi bütünleşmeleri ve diğerlerine yansımalarının sonuçlarıydı. Yazarlığımın ivme kazandığı hissini veren önemli bir çalışma oldu.
Şu an üzerinde çalıştığın yeni bir kitap, proje vs. var mı?
Halihazırda çalıştığım bir kitap vardı ancak, sanırım başka bir kitap olması gerektiği fikrini verecek derecede uzaklaşma hissi duyuyorum. Masalımsı bir hikayeye, çizgi romana dönüşmeye başladığı fikri ilerlememe engel oluyor. Üç romanımda da okuyucunun zihninde -sinematografik- hareketli görüntüler yaratmak ve anlatılmak istenenlerin anlamını elde edebilmelerini sağlamak amaçlarımdandı. Okuyucu dönüşlerinde, bu kitabın sinema filmi yapılmalı önerilerini duymak bir nevi başarma sevinci yaratıyor. Teknik olarak bilgim olmasa bile senaryo yazma çabalarına sokabilir. Gelecek zaman projelerinden olabilir.
Çalışma masanı hayal edelim. Üzerinde neler var?
Hemen solumda kendi kitaplarım beni iyi hissettiriyorlar. Yaklaşık on iki yıldır notlarımı topladığım defterim sağımda, küçük kağıtlara alınmış çokça not var, onlar biraz dağınık halde. Önümde bilgisayarım ve gerisinde kimi okunmuş kimi okunmayı bekleyen fazlaca kitap. Kahvem ve içime çekip sonra üflediğim zararlı alışkanlığım. Gerisi kendime telkinlerim…
Ajandakolik’in genellikle yazarlara ve çizerlere sorduğu bir soru var. Ajandan ya da not defterin var mı? Varsa içlerinde neler var?
Kaçınılmaz gereksinimim diyebilirim, çantamda not defterim vardır. Özensizce parçalara ayrılmış kağıtlarda tutulan notlarım daha çok oluyor. “Muhtaçlık gerçekliğin gizleyenidir” önceki kitaplarımda kullanmıştım mesela. Saldırgan olabilecek bir adamın tanımadığı insanlara muhtaç olması, o adamdan muhteşem naiflikte birini ortaya çıkarmıştı. Son zamanlarda, herkesin kendinin en haklı olduğunu ve sıradan olmayı reddeden üstünlüklerle boğuştuğunu görüyorum. Notlarımda insanlar ve duyguları var aslında.