Advertisement Advertisement

THE DIG: ARKEOLOJİK KAZIDAN ÇOK AŞK KAZISI GİBİ…


Konusunu tarihe damgasını vuran 27 metrelik bir gömü gemisinin ortaya çıkarıldığı arkeolojik kazıdan alan “The Dig”, geçtiğimiz haftalarda Netflix’te yayınlanmaya başladı. Filmin başrolünde neredeyse her sahnede elinden düşürmediği piposuyla Ralph Fiennes ve kendinden epey yaşça büyük bir kadını oynayan Carey Mulligan var.

YAZI: GİRAY YAVUZ
gyavuz71@gmail.com
Instagram adresi: @serendipity.sinefil

Yıl 1939…Kıvılcımların aleve dönüşmeye başladığı, savaşın anbean yaklaştığı günler… Bisikletin üzerinde bir adam arkeolojik kazı yapmak üzere davet edildiği İngiltere kırsalındaki Sutton Hoo’ya doğru yol alıyor. Adamın adı Basil Brown, İngiliz arkeoloji tarihi için önemli sonuçları olacak bir çalışmayı başlatacak olan “kazıcı”. Kazıcı diyorum çünkü o kendisini arkeolog değil kazıcı olarak görüyor. Bundan anladığımız, Brown’un kendini okul dışında yetiştirmiş bir alaylı olduğu. 1888-1977 tarihleri arasında İngiltere’de yaşamış bu gerçek karakter, filmde unutulmaz “İngiliz Hasta” filmiyle hafızalara kazınan Ralph Fiennes tarafından canlandırılıyor. Fiennes benim için tek başına herhangi bir filmi izleme ve muhtemelen de bu yüzden beğenme sebebi. Hayal bu ya, dünyaca ünlü yönetmen olsam mutlaka bir Atatürk filmi çeker, başrolü ona emanet ederdim. Her açıdan Fiennes’in Atatürk’e fazlasıyla benzediğini bir ben düşünmüş olamam!

Ralp Fiennes ve Carey Mullighan, The Dig filminin başrollerini paylaşıyor.

Bir küçük hayal arasının ardından yazıya devam edelim. Kazılacak olan arazinin sahibi Edith Pretty (Carey Mulligan), kalp rahatsızlığına rağmen, oğluna olan sevgisi ve tarihi kalıntıları bulma hayali sayesinde ayakta durabilen varlıklı bir kadındır. Babası gibi annesini de kaybetmekten korkan oğlu ile birlikte malikanelerinde geçirdikleri monoton günler, kazıcının gelmesiyle hareketlenir.

FİLMDE YAMA GİBİ DURAN O AŞK ÖYKÜSÜ NEDEN?

Hikâye geliştikçe “işveren” Edith ile “işçi” Basil arasındaki ilişkinin karşılıklı hayranlıktan aşka doğru evrilmesini beklesek de film bu aşk köprüsünü hükümetin kazıyı devralmak için gönderdiği ekipte yer alan genç arkeolog Peggy (Lilly James) ile Edith’in yeğeni Rory (Johnny Flynn) arasında kurmayı tercih ediyor. Bu tercihin, izlemekten keyif aldığım Lilly James’e rağmen filmin aleyhine sonuç verdiğini düşünüyorum. Tabii filmin yaratıcı ekibi, senaryoda adeta yama gibi duran bu “imkansız” aşk öyküsünü, M.S 6 ile 7. yüzyıldan kalma Anglosaksonlara ait bir gemi kalıntısını gün yüzüne çıkarmaya çalışan arkeologların mesaisinden daha çekici bulmuş da olabilir. Ayrıca, her şey filmde gördüğümüz gibi cereyan ettiyse arkeolojiye özel merakı olmayan bir sinemasever için bu kazı sürecinin yeterli dramatik çatışmadan yoksun olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Nitekim söz konusu olan iki ekibin küçük gerginlikler dışında gayet uyumlu olarak yürüttükleri bir çalışma.

Lilly James ve Johnny Flynn, filmde yama gibi duran bir aşkın iki oyuncusu. 

Filmde illa ki bir gerginlik arıyorsak kazı alanının üzerinden geçen savaş uçaklarına bakmamız daha doğru olur zira bu uçakların aşağıya bırakacağı bir bombanın asırlardır orada duran eserleri yok edeceğini düşünmek bile korkunç. Bir sahnede “mağara duvarındaki ilk insan el izinden bu yana sürekliliği olan bir şeyin parçası olduğumuz yani aslında hiç ölmediğimiz” söyleniyor. Bu “yakışıklı”  ifadenin yaklaşmakta olan savaşın ölümcül olduğu gerçeğini değiştiremiyor olması da ne acı.

KEŞKE SİNEMADA İZLEYEBİLSEYDİK… 

Yazıya başlarken pozitif ayrımcılık yaptığım Ralph Fiennes bir tarafa, bu filmin asıl akılda kalanı Carey Mulligan. Edith rolü için her açıdan mükemmel bir seçim olduğunu düşündüğüm Mulligan, bu kırılgan ama tutkulu kadına nüanslı bir performansla hayat veriyor. İngiliz oyuncunun adını bu yılın ödül sezonunda sıklıkla duyabiliriz.

Genç İngiliz yönetmen Simon Stone’un henüz ikinci sinema filmi olan The Dig, özellikle pastel renklerin ve büyüleyici gün ışığının hakim olduğu Mike Elley imzalı sinematografisi ile göz kamaştırıyor. Filmin her sahnesinde kameranın çok doğru yerde planlanması ortaya fotoğrafik karelerin de çıkmasını sağlamış. Keşke Covid izin vermiş olsaydı da İngiltere’nin güzelim kırsallarında çekilmiş geniş açılı aydınlık planlarla dolu bu filmi sinemada izleyebilseydik. Keşke…

Filmin puanı : 7/10

*Filmin sonunda Basil Brown ve kazı ekibinin gerçek fotoğraflarını görmek istiyor, insan. Biraz Google’layınca Brown’dan geriye kalan fotoğrafları da sizinle paylaşalım istedik. 

 

 

 

Comments
  • Değerli yorumcu Giray Yavuz’u ajandakolik çatısı altında görmek çok güzel. Yine titiz ve detaylı bir yorum. kendisinden.Ajandakoliği ilgiyle takip etmeye devam.

    Şubat 6, 2021
  • Giray Yavuz

    Çok teşekkürler güzel düşünceler için. Sevgiler.

    Şubat 7, 2021
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media