Advertisement Advertisement

YILDIZ KENTER BELGESELİNE EMEK VERENLER “SANAT ABİDESİ”Nİ AJANDAKOLİK’E ANLATIYOR


Bugün 27 Mart Dünya Tiyatro Günü… Bu çok özel günde Türk tiyatrosunun duayeni, Kenter Tiyatrosu’nun kurucularından, büyük usta, hoca, UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi değerli sanatçı Yıldız Kenter’i, haziran ayında ENKA Sanat sponsorluğunda prömiyerini yapacak olan belgeselin yaratıcılarıyla anıyoruz. ENKA Kültür Sanat Direktörü Gül Mimaroğlu, belgeselin danışmanlığını üstlenen Dikmen Gürün, yönetmen Selçuk Metin ve senarist Zeynep Miraç, Türk tiyatro tarihinin yapı taşlarını oluşturan isimlerden Yıldız Kenter’i Ajandakolik’e anlatıyor. 

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Bundan üç yıl önce 91 yaşında aramızdan ayrılan Türk tiyatrosunun çok önemli isimlerinden Yıldız Kenter‘in hayatını genç kuşaklara da aktarabilmek ve geçmişten geleceğe ışık tutmak amacıyla hazırlanan belgeselin çekimleri devam ediyor. Bu sürecin yapım aşamasının izlerini sürmek ve Dünya Tiyatro Günü’nde ustaların ustası Yıldız Kenter’i hiç unutmamak, hep hatırlamak için çok kapsamlı ve epey merak uyandırıcı bu özel belgesele emek veren isimlerle konuştum. Her şeyi ilmek ilmek örmüş, tüm zorluklara göğüs gererek bir tiyatro kurmayı ve yaşatmayı başarmış bir kadının hikayesini dinlemek insanın hem yüreğini titretiyor hem de ilham veriyor. Tıpkı ismi gibi yıldız olan bir sanatçının tiyatro gibi sonsuza kadar yaşayacak olması müthiş bir şey!

Sevgi, saygı ve özlemle…

 Fotoğraf: Vedat Arık

“İYİ Kİ BENİM ONU SEVDİĞİM KADAR YILDIZ KENTER DE BENİ SEVDİ. BANA İNANDI, GÜVENDİ” 

BELGESELİN DANIŞMANI TİYATRO ELEŞTİRMENİ, AKADEMİSYEN, YAZAR DİKMEN GÜRÜN:

Yıldız Kenter ile ilk tanışmanız, karşılaşmanız ne zaman oldu? Üzerinizde nasıl bir etki yaratmıştı, hatırlıyor musunuz?

Tam olarak hatırlamıyorum ne zaman tanıştık Yıldız Kenter’le. Herhalde eleştiri yazmaya başladığım ilk yıllar olsa gerek. Ama daha öğrenciyken kendisini Ankara Devlet Tiyatrosu’nda izlemiş ve hayran olmuştum. Hep devam etti bu hayranlık.

Belgesele yön veren kitabınız “Tiyatro Benim Hayatımın (Yapı Kredi Yayınları) önsözünde çok sevdiğim bir ifadeniz var: “Yıldız Kenter, benim gözümde kıraç bir iklimde yetişmesi kolay olmayan nadide bir ağaç. Yeşil dallarıyla narin ama sağlam bir ağaç…Bu dallar onun öğrencilerine, yetiştirdiği sanatçılara, seyircilerine uzanıyor.” Yani yalnızca bir yıldızdan, aktristen bahsetmiyorsunuz. Kültür sanatla pek barışık olmayan bir coğrafyanın ikliminde kurduğu özel tiyatronun mücadelesini veren, tırnaklarıyla kazıyarak ilk özel tiyatroyu Kenter Tiyatrosu’nu inşa etmek için taaa 1960’larda elini taşın altına koyan çok güçlü bir figür o. O dönemin sıkıntılarından ve Yıldız Kenter’in mücadelesinden biraz bahseder misiniz?

1960’lar özel tiyatro hareketinin başladığı yıllar. 1961 Anayasa’sının getirdiği özgürlük ortamında pek çok özel tiyatro kuruluyor. Yıldız ve Müşfik Kenter’in kurduğu Kent Oyuncuları da bunlardan biri.  Ama, yerleşik bir mekanları yok. Karaca Tiyatro’dan başlayan ve Site Tiyatrosu, Ses Tiyatrosu’na (Dormen Tiyatrosu) uzanan bir trafik söz konusu.  İşte bu süreçte karar veriyor Yıldız Kenter kendilerine ait bir tiyatro binasına sahip olmaları gerektiğine. Düşünün ki bir devlet desteği, herhangi bir fon yok yararlanabilecekleri.  Ama, Yıldız Hanım inatla uğraşıyor, didiniyor bu düşüncesini hayata geçirmek için. Kolay bir iş değil onca borç altına girmek, koltuk satmağa çalışmak, sıklıkla turnelere çıkmak… Sıfırdan ve büyük uğraşlarla ortaya çıkıyor o güzelim Kenter Tiyatrosu. Müşfik Kenter, Şükran Güngör ve Kamran Yüce elbette sanatçının yanında duruyorlar. Ama, gözünü karartarak doğrudan elini taşın altına koyan kişi Yıldız hanımdır.

Her ne kadar her zaman kardeşi Müşfik Kenter’in ve çalışma arkadaşları (eşi) Şükran Güngör ile Kamran Yüce’nin desteğini alsa da bir kadın olarak yalnız kaldığını hiç düşündünüz mü?

Ben, kadın olarak yalnız kaldığını veya yalnız bırakıldığını düşünmüyorum. Çünkü, o yıllar,  bugün olduğu gibi kadının ötekileştirildiği yıllar değil. Yönetici kadroların tiyatroya, sanata bakışları da bugünlerden farklı. Belki Müşfik Kenter’le önceleri bir tiyatro inşa etme konusunda fikir ayrılığı yaşıyorlar ama sonrasında hep ablasının yanında duruyor Müşfik Bey. Keza, Şükran Güngör, Kamran Yüce de Yıldız Kenter’in yanındalar. Öte yandan, koltuk satma olayının fikir babası Talat Halman’dan tutun dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e kadar pek çok kişi yalnız bırakmıyor sanatçıyı.

Yıldız Kenter’in oyunculuğuyla ilgili yaptığınız ilk tiyatro eleştirisi 11 Mart 1965 tarihli Kim dergisinde “Pembe Kadın” oyunuyla ilgili. Müşfik Kenter’in sahneye koyduğu bu oyunda mı onu ilk defa izleyip keşfetmiştiniz? Nasıl değerlendirmiştiniz oyunculuğunu?

Yıldız Kenter’i “Pembe Kadın”dan çok önce Ankara Devlet Tiyatrosu’nda Müşfik Kenter’le karşılıklı oynadıkları “Çöl Faresi”nde seyretmiş ve adeta büyülenmiştim. İnanır mısınız, bugün bile o oyundaki giysilerini, ses tonunu, hüznünü, mutluluğunu hatırlarım sanki dün gibi. Yıllar sonra izlediğim “Pembe Kadın” ise farklı bir deneyimdi ve yine beni kendine hayran bırakmıştı sanatçı. Zaten oyun hakkında yazdıklarımı  Yıldız Kenter’in sakladığı evraklar arasında bulunca bir daha okudum. “Bir sanat abidesi” olarak söz etmişim…

Yıldız Kenter’i Yıldız Kenter yapan başlıca unsurlar sizce neler?

Tiyatro Benim Hayatım’ın yazım sürecinde hemen her gün beraberdik. Çok kıymetli bir ilişkimiz oldu ve sanatçımız vefat edene kadar da sürdü bu dostluk. Saygı, sevgi ve neşe doluydu. Okumayı severdi. Sadece tiyatroya dair gelişmeler değil, dünya halleri onun ilgi odağındaydı. Hoşsohbet bir insandı. Hemen her buluşmamızın sonunda akşamüstü Boğaz’a  karşı şarap yudumlamak ikimizin de keyif aldığı bir olaydı. İyi ki yakından tanıdım Yıldız Kenter’i ve iyi ki benim onu sevdiğim kadar o da beni sevdi. Bana inandı, güvendi.

Yazdığınız kitabı yaşarken okumuş olması büyük bir şans. Eminim kitapta olmayan ama sizde saklı olup da anlattığı pek çok şey vardır. Çok müdahale etmiş miydi size yazım sürecinde, kendisiyle ilgili ön plana çıkmasını istediği özel bir şey var mıydı?

Evet, sevgili Yıldız Kenter’in kitabını okumuş olması beni çok mutlu eden bir olaydır. Koşa koşa götürmüştüm ilk baskıyı elime alır almaz. O da sanırım bir solukta okudu ve mutluluğunu çok güzel sözlerle paylaştı benimle. Birkaç yılda ortaya çıktı bu kitap. Dolayısıyla tabii ki uzun sohbetlerimiz oldu. Benimle paylaştığı ama sonrasında yazılmasını istemediği şeyler de oldu. Hepsini hafızamdan sildim. Unuttum… Ve, ne güzel ki Yıldız Kenter hiç müdahale etmedi kitaba. Bu, karşılıklı bir güven meselesi. Son provaları bile okumadı. Bana gösterdiği bu incelik büyük bir onurdur benim için.

Bugün Yıldız Kenter’i, Kenter Tiyatrosu’nu hem kitabınızla hem danışmanlığını yaptığınız belgeselle bir kez daha anarken, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’yle ilgili neler söylemek istersiniz?

Yıldız Kenter’in ve Kenter Tiyatrosu’nun Tiyatro Benim Hayatım adlı kitabımla ve bu belgeselle 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde anılması gururlandırıcı bir olay. Belgeselde kitabımdan yararlanılması beni ayrıca mutlu etti. Selçuk Metin ve Zeynep Miraç muhakkak ki mükemmel bir işe imza atacaklar. ENKA Sanat’a böyle değerli bir çalışmayı  desteklediği için, başta Gül Mimaroğlu olmak üzere Murat Ovalı ve tüm ENKA Sanat ailesine teşekkür ederim kendi adıma.

Dünya Tiyatro Günü vesilesi ile, tiyatroların sadece türlü maddi sorunlarla değil, tutucu zihniyetlerle, baskı ve sansürle mücadele etmek zorunda kaldıkları şu günlerde tiyatronun önemini bir kez daha vurgulamak isterim. Evet, tiyatro önemli… Şiddetin her türlüsünün tavan yaptığı bir dönemde tiyatronun güçlü nabız atışlarıdır toplumları yüreklendirecek olan. Bu böyledir ve böyle olagelmiştir.


“TÜRKİYE ŞARTLARINDA BİR TİYATRO KURMAK, ONU AYAKTA TUTMAK BİLE BAŞLI BAŞINA BİR BELGESEL KONUSU” 

BELGESELİN YÖNETMENİ SELÇUK METİN:

Önce Metin Akpınar sonra Genco Erkal ve şimdi de Yıldız Kenter belgeseliyle Türk tiyatrosunun usta isimlerine bir vefa borcu niteliğindeki belgesellerinizi takip etmek heyecan verici. İnsan bir sonraki projeyi merak etmeye başlıyor. Bu belgesel serisine başlamaya nasıl karar verdiniz?

Ben 21 yıl boyunca İKSV’den onur ödülü alan sanatçılar için filmler hazırladım. Onlar, kendileri için düzenlenen törenlerde ödüllerini alırken yaptığım filmler gösterildi. Kimler yoktu ki! Yalnızca Türk sanatçılar değil; Sophia Loren, Harvey Keitel, Gerard Depardieu ve daha birçok isim. Yüzden fazla isim için bu çalışmaları yaparken sanatçıların tüm eserlerini bulup inceleyerek 3-4 dakikalık kısa filmler hazırladım. Kocaman bir hayatı 3-4 dakikada anlatmak elbette çok zordu. Bu çok değerli isimleri daha geniş zamanlarda anlatmanın yolu da elbette belgesellerdi. Önce Haldun Taner için hazırladığım “Ve Perde”, ardından da Leyla Gencer için hazırladığım “Leyla Gencer: La Diva Turca” geldi. İstanbul Film Festivali için Metin Akpınar’a onur ödülü filmini hazırlarken karar verdim aslında bu belgeselleri yapmaya. Haldun Taner’in belgeseline başladığımda, Metin Akpınar ile de yapmayı hayal etmiştim. Birkaç yıl sonra kapısını çalıp projemi anlattım ve bu serüven başladı. Usta sanatçıların hikâyelerini yaşarken kendilerinden dinleyebilmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.


Kesinlikle, çok değerli! Peki…
Yıldız Kenter demek Kenter Tiyatrosu demek… Koskoca bir arşivin sayfaları açılmış olmalı! Dikmen Gürün’ün kitabının da elbette bunda faydası çok. Bu belgesel de tıpkı diğerlerinde olduğu gibi yine tarihe tanıklık ediyor. Biraz da sizden dinlesek… 

Aslında durum hiç de düşündüğünüz gibi değil. Arşiv süreci biraz zorlu olacak. Bir defa Kenter Tiyatrosu’nun bir arşivi yok ortada. Hiçbir zaman olmamış. Bu çok şaşırdığım bir durum da değil açıkçası. Türkiye’de bırakın kişileri, kurumların bile arşivleri maalesef çok düzenli değil. Hep ihmal edilmiş ya da çeşitli sebeplerle ötelenmiş bir konu bu. Bu çok üzüldüğüm bir durum açıkçası. Ne mutlu ki, hem bugüne kadar yaptığım çalışmalardan dolayı oluşturduğum kişisel arşivim sayesinde hem de belgeselin yapımından haberdar olan kişilerin destekleriyle Kenter Tiyatrosu arşivi de bir yerde toplanmış olacak. Çekimlere başladıktan bir süre sonra sosyal medyadan hiç tanımadığım bir kişi bana ulaştı. Yıllar önce Müşvik Kenter’in asistanlığını yapmış olan Emre Şen. Kenter Tiyatrosu’nda geçirdiği dönemde tiyatrodaki tüm fotoğrafları dijital hale getirdiğini söyledi. Emre Şen elindeki tüm arşivi bana teslim etti. Kendisine bu vesileyle de teşekkür etmek isterim.

Aslında bu belgeselin başlaması Kenter Tiyatrosu’nun el değiştirerek İstanbul Büyükşehir Belediyesine geçişiyle hızlandı. ENKA Sanat’ın Açıkhava Tiyatrosu’nda gerçekleşen Genco Erkal belgeselinin galasında, sevgili Gül Mimaroğlu beni Kenter Tiyatrosu’nun tadilatını gerçekleştiren mimar ile tanıştırdı. Sohbet sırasında tiyatronun iki üç ay içinde koltuklarının sökülüp tadilatın hızlanacağı bilgisini alınca aniden başlama kararı aldım. Çünkü Yıldız Kenter’i yakından tanıyan, onunla çalışmış sanatçılarla yapacağımız röportajları tiyatroda çekmeliydim. Tiyatronun tadilatı bitmeden, tiyatronun kokusu ve ruhu henüz ordayken… Ve gerçekten de tüm katılan sanatçılar tiyatrodan girdikleri andan itibaren bu duygularla anlattılar bize Yıldız Kenter’i. Hepsinin anıları canlandı. Yaşadıklarını bize sadece koltukta oturarak değil; kulislerde, odalarda, dekor imalathanesinde gezerek anlattılar.

Sevgili Dikmen Hocamın kitabı ise bambaşka bir konu. Kitap ilk çıktığı gün kendisiyle birlikteydik. Çıkar çıkmaz okuduğum, çok sürükleyici bir eser. Bir solukta okunan kitaplardan… Kitabı bitirir bitirmez Dikmen Hocamla konuşmuştuk ve o gün kitabın belgeselini yapmak istediğimi söylemiştim. İkimiz de çok heyecanlı bir şekilde arayışa girdik, hatta birkaç kurum da gezdik ama olmadı. Ne yazık ki Yıldız Kenter hayattayken bu dileğimizi gerçekleştiremedik. Ben her şeyin ancak olması gerektiği zaman olabileceğine inanıyorum artık. Ama vazgeçmeden, sabırla… Yeter ki isteyin. Ve bugün ENKA Sanat’ın destekleriyle projemizi hayata geçirebildik.

Kitabın isminden yola çıkarak “Tiyatro Benim Hayatım” mı olacak belgeselin adı da?

Belgeselin adı maalesef henüz belli değil. Senaryomuzu yazan Zeynep Miraç ile birkaç isim konuşuyoruz ama şimdilik bir şey söylemek mümkün değil. Çünkü Metin Akpınar belgeselinin ismini son izlemeyi yaparken bulmuştuk. Şu an bitirmek üzere olduğumuz Haldun Dormen belgeselinde ise ilk gün bir isim belirledik ama kurgu aşamasında ismimiz değişti. O yüzden isim son güne kadar sürpriz bir şekilde bizi bekliyor.

Haldun Dormen’den Genco Erkal’a, Kadriye Kenter’den Müjdat Gezen’e çok değerli isimlerle röportajlara da yer veriyorsunuz belgeselde.  Sonra Yıldız Hoca’nın öğrencisi olan Demet Evgar, Engin Hepileri, Bülent Şakrak, Jülide Kural, Hakan Gerçek gibi isimler de var. Tiyatronun tüm bu aktörlerini aynı çatı altında buluşturmak konu Yıldız Kenter olunca daha mı kolay oldu, ne dersiniz? Biraz bu röportajlardan bahsedelim…

Söz konusu Yıldız Kenter için yapılan bir belgesel olunca elbette tüm isimler yoğun programlarını zorlayarak takvime uymaya çalıştılar. Çok konuşmacımız olunca da elbette belli günler belirledik. Tüm sanatçılar büyük bir mutlulukla geldiler sete, bunu hissettik. Çekimlerimize katılan oyuncuları düşündüğümüzde, üç farklı kuşağın en önemli sanatçılarını ağırlamak bambaşka bir duygu. Tiyatro tarihimiz açısından farklı bir eser olacağını düşünüyorum.

Yıldız Kenter’in hayatını belgeselleştirirken sizi en çok etkileyen şey ya da şeyler ne oldu?

Elbette kişiliği çok etkileyici! Hayatındaki kırılma anları ve sürekli mücadeleyle geçmiş bir yaşam. Ben kendisini üç ya da dört kez izleyebildim ancak güçlü oyunculuğu tüm katılanların birleştiği ortak nokta. Haldun Dormen “Ben O’nun gibisini izlemedim!” diyor örneğin. Tabii her şeyin üstünde hocalığı var elbette. Türkiye şartlarında bir tiyatro kurmak, onu ayakta tutmak bile başlı başına bir belgesel konusu aslında.

Sırada yine aynı ekiple birlikte çalıştığınız Haldun Dormen belgeseli var sanırım. Gelecek kuşakların da bu çok değerli sanatçıları hatırlaması için hem bu alanda tek hem de nitelikli bir işe imza atıyorsunuz. Bunun üzerinizde yarattığı sorumluluk da çok büyük olsa gerek. Neler dersiniz?

Aslında ortaya çıkan eserler bu değerli isimlere bir şükran niteliğinde. Bunun yanı sıra tiyatroyu gelecekleri olarak seçen gençlere de bir kılavuz olması en büyük isteğimiz. Tiyatronun mihenk taşları olan bu isimler geçmişte neler yaşamış, alkışları hak etmek için nasıl zorlu günler geçirmişler. Bunların bilinmesi gerekli. Günümüz popüler kültürüyle yoğrulan sanatçı adaylarının bu yaşamlardan feyz alması bizim de sorumluluğumuzu arttırıyor elbette. Ama en başında her şeyin doğru aktarılması önceliğim.

Sizin tiyatroya olan ilginiz nasıl? Bu belgeselleri çekerken tiyatroya olan bir tutku da var mı yoksa tamamen yönetmen gözüyle profesyonel olarak baktığınız bir iş mi?

Hiçbir zaman bir oyuncu ya da tiyatro yönetmeni olmak gibi bir idealim olmadı. Ancak uzun yıllardır sanatın içinde olan biri olarak tiyatroyu tüm branşların temeli olarak görmekteyim. Yaptığım işi de bir iş olarak görmüyorum. Sevdiğim işi doğru yapmaya gayret ediyorum sadece. Tiyatroya bir nebze katkım olabiliyorsa ne mutlu bana.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü için okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Haldun Taner’den bir alıntı yapmak isterim.

“Ben size bir şey söyleyelim mi; hürriyetmiş, demokrasiymiş, insan haklarıymış, hepsi fasa fiso bunların. İnan olsun böyle. Şu baygın baygın hanımeli kokan İstanbul gecesi ve her evden yıldızlı semaya yükselen şu çeşitli radyo sesleri yok mu, işte hürriyet de bu, demokrasi de, insan hakları da. Hürriyetin bir tarifini yap deseler bana, hür adam, radyosunda istediği şarkıyı dinleyebilen adamdır derim.” (Tuş adlı kitabından, İstediği Şarkıyı Dinleyebilmek)


“YILDIZ KENTER’İN YAŞAM ÖYKÜSÜ UMUDUN ÖYKÜSÜ AMA TOZPEMBE BİR ÖYKÜ DEĞİL”

BELGESELİN SENARİSTİ ZEYNEP MİRAÇ:

Yıldız Kenter’in belgeselini Dikmen Gürün’ün kitabının izinden giderek senaryolaştırdınız. Şimdiye kadar Yıldız Kenter ile ilgili yazılmış en kapsamlı kitap bu, öyle değil mi? Belgeseli kaleme alırken Gürün ile hep bir dirsek temasında bulundunuz mu? Hazırlanma ve yazma süreci nasıl oldu?

Dikmen Hanım’ın kitabı Yıldız Kenter üzerine yazılmış tek kitap. İyi ki de böyle bir çalışma yapmış, yoksa çok eksik kalırdık. Elbette Dikmen Hanım ile hep bir dirsek temasında bulunduk. Tiyatro konusunda Türkiye’deki en yetkin kişilerden biri. Bize yol gösteriyor her zaman. Kitap, senaryonun belkemiği… Bu omurganın yanı sıra Yıldız Hanım’ı onu tanıyanlardan, birlikte çalıştığı, hayatı paylaştığı insanlardan dinledik, dinliyoruz. Onlar anlattıkça ete kemiğe bürünüyor bu portre.

Kenter Tiyatrosu denince demin de söylediğim gibi akla kocaman bir tarih ve raflarda çoktan yerini almış, deyim yerindeyse, tozlu bir arşiv geliyor! Müşfik Kenter, Şükran Güngör, Kâmran Yüce gibi Yıldız Kenter ile birlikte kurucu isimler bir yana… Cahit Irgat, Genco Erkal gibi sayısız oyuncunun gelip geçtiği bir tiyatro okulu burası… Kitabın yanı sıra kaleminizi güçlendiren şeyler başka neler oldu? Nelerden yararlandınız, neleri araştırdınız?

Ne yazık ki ülkemiz, Selçuk Metin’in de dediği gibi arşiv konusunda geçer not alan bir ülke değil. Sözünü ettiğiniz arşivin var olduğunu söylemek gerçekten zor. Dönemi anlatan farklı kaynaklara, başka yaşam öykülerine başvuruyoruz. Gazete haberleri, tiyatro tarihi kitapları, sözlü tarih çalışmaları bize yol gösteriyor. Deniz Yüce Başarır’ın babası, Kent Oyuncuları’nın kare ası içinde yer alan Kamran Yüce’nin zengin arşivini paylaştığı kitabı “Perde Kapanmasa Görecektiniz”i de anmalıyım. Ben özellikle 1950-1980 arası özel tiyatroların program dergilerini topluyorum. Bunlar da kılavuz görevi görüyor.

Sahneye çıkınca bütün dünyayı kucaklayan, sahnenin tozunu, kokusunu seven, varoluş nedeni adeta tiyatro olan aynı zamanda çok güçlü bir kadından, eğitmenden, anneden, insan Yıldız Kenter’den bahsediyoruz. Onun hayatına tanıklık eden yakınlarının sizinle paylaştıklarında kalbinize en çok dokunan bir hikâye oldu mu?

Filmin sürprizlerini kaçırmamak için burada söylemeyeyim. Herkesin hayatında bir Yıldız Kenter dokunuşu var, bazen bundan kendisinin haberi bile olmasa da… Öğrencileri için çok önemli, hayatlarını değiştiren, bir ömür boyu onlara eşlik eden bir figür. Bana kalırsa biz seyircileri için de öyle…

Belgeselde Yıldız Kenter ile ilgili özellikle ön plana çıkarmak istediğiniz belli noktalar var mı?

Bugünün gençlerinin dilinden düşmeyen bir sözcük varsa o da umut. Umudu, devam etme gücünü arıyor herkes. Yıldız Kenter’in yaşam öyküsü, umudun öyküsü bence. Ama romantik, tozpembe bir öykü değil. Zorluklarla, engellerle dolu. Tam da bu nedenle umut veriyor bana göre; “Yapabilirsin” diyor, “Ben bu topraklarda yeşerdim, sen de o tohumu ekmekten vazgeçme” diyor. “Çok çalış, çok sev, çok iste ve tadını çıkar” diyor. Bunlar seyirciye geçerse, ne mutlu bize…

Onunla hiç bir araya gelme fırsatınız oldu mu? Aklınıza bir gün onun belgeselini sizin yazacağınız hiç gelir miydi? Ve Yıldız Kenter yaşasaydı, şimdi hayatını daha iyi bilen Zeynep Miraç ona neler söylemek isterdi?

Evet, Müşfik Kenter vefat ettiğinde onunla Milliyet gazetesi için bir söyleşi yapmıştım. Hüzünlü bir gündü, buna rağmen çok kucaklayıcıydı. Aklıma bir gün bu vesileyle yeniden “buluşacağımız” gelmemişti elbette. Yine karşı karşıya gelsek ona teşekkür etmek isterdim. Yaşam öyküsüne daha da vakıf olunca acaba ona şükranlarımızı yeteri kadar sunabildik mi diye düşünmeden edemedim. Hayatımızda nasıl bir yeri olduğunu, bizleri nasıl zenginleştirdiğini daha iyi anlıyorum şimdi. Bu topraklarda ömrünü tiyatroya adamış, yüzlerce tiyatrocuya el vermiş, hiçbir zaman kolaya kaçmamış biri Yıldız Kenter. Belki bu belgesel teşekkür etmek için bir vesile olur.

Belgesel aynı zamanda seyirciye 1940 ve 50’lerin Ankara’sı ile İstanbul’un son 50 yılı hakkında ipuçları da sunuyor olacak. Bu dönemleri ele alırken sosyopolitik açıdan da inceleme fırsatı bulmuşsunuzdur. Sanat ve ülke yönetimi açısından karşımıza nasıl farklar çıkıyor?

Değişim kaçınılmaz ancak tarihin hep ileri doğru hareket ettiğini düşünürsek olumlu bir değişim beklemek daha akılcı. Lakin işler pek öyle yürümemiş buralarda. Geçmişe kuru güzellemeler yapmanın faydası yok, ancak yine de 70 yıl öncesinin “muasır medeniyet” yolunda yürüyen ülkesini görünce nelerden vazgeçildiği daha da belirginleşiyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında doğmuş Yıldız Kenter. Bir inşa dönemi bu ve “insan kazanmak” üzerine çalışan bir sistem var. Şimdi, -bu sözcüğü kullanmaktan çekinmeyeceğim- bir yıkım döneminden geçerken o günleri hatırlamanın bize güç vermesini dilerim.

Beni kitapta hüzünlendiren şeylerden biridir, Yıldız Kenter’in kızı Leyla’nın 11 yaşındayken günlüğüne yazdıkları… Annesinin tüm zamanını tiyatroya vermesi, sıklıkla turnelere gitmesi ve bu turnelere babası Nihat Akçan’dan sonra ikinci evliliğini yapacağı Şükran Güngör ile çıkması… Annesini tiyatrodan ve başka bir adamdan kıskanan bir evlat var ortada. Belgeselde buna değindiniz mi? Aynı zamanda bir anne olarak neler hissettiniz?

Her mesleğin kendi kuralları, zorunlulukları, dayattığı bir yaşam biçimi var. Tiyatro da böyle… Çocukların anne ve babalarını tiyatro ile paylaşmak zorunda kaldıkları zamanlar oluyor. Öte yandan bir ülkenin tarihine adını altın harflerle yazmış bir annenin kızı olmak gurur veriyor. Her iki tarafa da hak veriyorum. Hepimizin hayatında ikilemler var, ben artılara ve eksilere bir bütün olarak bakma taraftarıyım.

27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’ne özel yaptığımız bu söyleşide  okurlara tiyatroya, Yıldız Kenter’e ve sanata dair söyleyecekleriniz neler? 

Tiyatro benim hayatımda çok önemli ve çok belirgin bir yer tutuyor. Tiyatroya duyduğum sevdayla ben ben oldum. Benim için bir aile büyüğü kadar yönlendirici, öğretici oldu. Kendimi inşa etme yolunda bana yol gösterdi. Yıldız Kenter müthiş bir rol model bence; bir işi tutkuyla yapmanın, hayata sevgiyle sarılmanın, yıkıcı anlarda bile yapıcı bir enerjiyle yol almanın örneği… Hepimizin güce, ilhama, yapıcı enerjiye ihtiyacı var bu günlerde. Aradığımızı tiyatroda bulacağımıza inanıyorum.

“YILDIZ KENTER’İN HAYATININ GENÇLERE ULAŞMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM”

ENKA SANAT DİREKTÖRÜ GÜL MİMAROĞLU:

Genco Erkal ile başlayan Cumhuriyetin öne çıkan sanatçılarını birer belgeselle anlatma projesi Yıldız Kenter’le devam ediyor. Sanırım bir seriye dönüştü bu ve ENKA Sanat’ın en yeni ve en özel projelerinden biri olduğunu söylesek yanlış olmaz. Gençleri sanata daha da yaklaştırmak için rol model isimlerin hayatlarını aktarma fikri nasıl ortaya çıktı? Önce sizden bunu dinleyelim…

 ENKA Sanat olarak kurulduğumuz günden bu yana yürüttüğümüz çalışmalar ile sanatçılar, kurumlar ve izleyiciler arasında yeni ilişkiler yaratmaya, sektörün ülkemizdeki gelişimine katkı sağlamayı hedefliyoruz. Amacımız, kültür sanat sektörünün gelişimine her alanda destek verirken, üretimi ve yaratıcılığı teşvik etmek, bu üretimleri izleyiciyle buluşturmak ve bunu sürdürülebilir kılmak oldu.

Kültür ve sanatın sürdürülebilirliğinin, ancak uzun dönemli ve kesintisiz destekle sağlanabileceğine inanıyoruz. Dolayısıyla bu süreçte, her dönemin değişen koşullarını gözetiyor, farklı destek, proje ve programlar geliştiriyoruz. Değişim ve dönüşümlere açık bir kurum olarak, biz her 8-10 yılda bir rotamızı yenilemeyi seviyoruz. Aynı zamanda sektörün önde gelen kurumları ile omuz omuza vererek neler yapabileceğimizi konuşuyor, tartışıyor, güçlerimizi bir araya getiriyoruz. İşte pandemi de rotamızı bir kez daha gözden geçirdiğimiz, kaynaklarımızı yeniden değerlendirdiğimiz bir dönem oldu.

Bu dönemde, Türkiye tiyatrosunun belleğini oluşturmak ve bu yönde farkındalık yaratmak açısından çok önemsediğimiz “Genco” belgeselinin Yapım Sponsorluğunu üstlendik. Projelerimizi ve etkinliklerimizi tasarlarken sadece geleceğin sanatçılarını değil, dokunabildiğimiz tüm gençlerin iyi birer sanat izleyicisi olabilmelerini de hedeflediğimizden, bu belgeselin gelecek nesiller için ülkemiz tiyatro tarihi alanında önemli bir kaynak oluşturduğunu görmek bizi son derece memnun etti.

Ancak aynı zamanda, gençlerin bizim duayen olarak tabir ettiğimiz, özellikle Cumhuriyet ilk yıllarında öne çıkan pek çok sanatçıyı yeterince tanımadığını gözlemledik. Türk tiyatro tarihinin en önemli yapı taşlarından biri olan ve 2019 yılında aramızdan ayrılan Yıldız Kenter’in hayatının ve ilham verici hikayelerinin de gençlere ulaşması gerektiğini düşündüğümüzden, bu yıl da Yıldız Kenter belgeselinin yapım sponsorluğunu üstlenmeye karar verdik.

Yıldız Kenter belgeseli, Haziran ayında ENKA Açıkhava Tiyatrosu’nda ilk gösterimini gerçekleştirilecek. Şimdiden heyecan verici. Türk tiyatrosunun yalnızca çok iyi oyuncularından biri olmasının dışında çok fazla öğrenci yetiştiren Yıldız Kenter’in bir kadın olarak üzerinizde nasıl bir etkisi var? Hiç tanışma fırsatınız oldu mu?

Elbette kendisini çok kez sahnelerimizde ağırlama fırsatımız oldu, kendisi aynı zamanda etkinliklerimizi de bir izleyici olarak takip ederdi. Hiç unutmuyorum, Kenter Tiyatrosu’nu ağırladığımız bir yaz günü Açıkhava sahnemizde değerli Yıldız Hanım’ı anne rolünde izledik. Yaklaşık bin kişilik bir seyirci ile birlikte, kah gülerek kah gözlerimiz dolu dolu, nefes bile almaya korkarak ilgiyle izledik onu. Oyun bitiminde bu kalabalık seyircinin yüreğinden kopup gelen alkışlar dinmek bilmedi; anne rolü ile Yıldız Kenter, tüm izleyicilerin kalbini fethetmişti. Bu hislerimi daha sonra ENKA’nın Sesi adlı kurumsal dergimizde kaleme almıştım.

Yıldız Kenter’in büyük tutkusu tiyatro aşkından yola çıkacak olursak sizin performans anlamında sanatla bir yakınlığınız oldu mu? Tiyatrocu olmayı hiç düşündünüz mü mesela? Sahnede bir oyuncuyu izlerken orada olmayı hayal ettiniz mi?

Sanatla gençliğimden bu yana iç içe bir hayat yaşıyorum diyebilirim. 1971 yılında ülkemizde Kültür Bakanlığı’nın kuruluşunun verdiği heyecanın üzerine, 1973’de yurt dışında Kabuki Tiyatrosu’ndan harikulade kostümleri ve dekorları ile son derece etkilendiğim bir Noh oyununu izledikten sonra kendimi dönemin tek kuramsal tiyatro okulu olan Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsü’nde buldum. Burada Sevda Şener, Metin And ve Özdemir Nutku gibi pek çok duayen ismin öğrencisi olma fırsatını yakaladım. Elbette bu isimlerin öğrencisi olabilmek hem büyük bir şans hem de kariyerimin şekillenmesi açısından oldukça ilham verici oldu.

Mezuniyetimin hemen ardından 1983 yılında, kuruluşuna şahitlik ettiğim ve kültür sanat alanındaki faaliyetlerinin uzun yıllardır başında olduğum ENKA Vakfı ile yollarımız kesişti. Sahnede olmak değil, sanatın sürekliliğini sağlamak için çalışmak bana hep daha iyi geldiği için o günden bu yana, sanatın tüm dallarına kucak açtığımız ulusal ve uluslararası projeler, etkinlikler ve iş birlikleri ile sektörün ülkemizdeki gelişimine ekibimle birlikte katkı sağlamayı hedefliyorum. Vakfımız çatısı altında yürüttüğümüz bu faaliyetlerde, üç temel kavram, özgür düşünce, estetik bakış ve yenilikçilik, faaliyetlerimizin omurgasını oluşturdu.

Pandemiyle birlikte insanların sanata olan ilgisinin azaldığını düşündünüz mü hiç? Bu sizde bir yılgınlık yarattı mı?

Pandemi süreci hem sosyal hayatımızda, hem de iş yapış şekillerimizde köklü değişiklikler yaşadığımız, alışılagelmişin dışında bir dönem oldu. Bu dönemin beraberinde getirdiği dijitalleşmenin en önemli kazanımı ise bugüne kadar çeşitli sebeplerle sanatçıların konserlerine, oyunlarına, söyleşilere ve sergilere gitme fırsatı bulamayan pek çok sanatseverin, özellikle de gençlerin bu içerikleri evlerinde izleme olanağı bulması oldu. Bu dönemde hep birlikte sanatta sınırların dijital yolla nasıl eridiğine şahit olduk.

Yaşadığımız ilk şokun hemen ardından biz de kısa sürede toparlanıp, sanatın iyileştirici gücünden aldığımız ilhamla, sanat üretimi, pratikleri ve izleyici deneyimini genişletici yeni ve yaratıcı bir sürecin içerisine girdik. Ekip olarak değişimlere açık, yeni fikirlerin üretildiği, yeni üretim formlarının, yeni sunuş biçimlerinin, yeni modellerin ve bu doğrultuda çözümlerin konuşulduğu öğretici, deneysel ve tecrübe katan bir süreç yaşadığımızı söyleyebilirim.

Bu süreçte, ENKA Sanat olarak sanatın her dalından en güncel örnekleri #sanatabağlan etiketi altında dijital platformlarımıza taşırken, tiyatronun dünü, bugünü ve geleceğinin konuşulduğu, kimi usta kimi genç tiyatro sanatçılarımızın katıldığı canlı yayınlar gerçekleştirdik. Ayrıca kurumumuzun etkinlik arşivini YouTube kanalımıza taşıdık. Düzenlediğimiz geçmiş dönem etkinliklerinden kayıtları sosyal medya hesaplarımıza taşıyarak bir nevi dijital müzik arşivi oluşturmuş olduk. Ayrıca sanatçılarımız sosyal medya hesaplarımızdan bizler için online söyleşi ve konserler düzenledi. O dönem tüm etkinliklerimiz muazzam bir ilgi gördü.

Bu süreçte yaşadığımız deneyimler bize gösterdi ki, fiziki etkinliklerle izleyiciyle etkileşimi destekleyen çevrim içi projeler yan yana hibrit bir şekilde pandemi sonrasında da hayatımızda olmaya devam edecek.

Bu dönem tamamen sona ermemiş bile olsa pek çok sanat kurumu işleyişlerini sürdürüyor. Sinemalar, tiyatrolar, konserler, sergiler vs… Artık kapılar tamamen açıldı diyebilir miyiz? Seyircinin geri döndüğüne inanıyor musunuz?

Kültür-sanat etkinlikleri, insanların bir araya gelerek sosyalleşmeleri, eğlenmeleri ve rahatlamaları için en güzel vesile. Pandemi şartlarının hafiflemesi ve etkinliklerin yeniden başlaması hem seyircilere hem de sanatçılara iyi geldi. Ekonomik anlamda da sektör yeniden hareketlenmiş oldu. İki yıldır yaşadıklarımızı göz önünde bulundurursak, pandemi sürecinin ardından bir anda sosyalleşme psikolojik açıdan elbette kolay olmuyor. Yine de bu yıl önce Açıkhava Tiyatrosu’nda şimdi de ENKA Oditoryumu’nda düzenlediğimiz tüm etkinliklerin tamamen dolduğunu söyleyebilirim. Bu da elbette bizi çok mutlu ediyor.

Ve son olarak siz 27 Mart Dünya Tiyatro Günü için okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

Tiyatro, yaşamın bir parçasıdır; geçmişi günümüzü ve geleceği anlamamıza yardımcı olur. Düşünce gücü ile düşünce özgürlüğünü öğretir ve ancak aşk ile yapılabilir. Tiyatroya gönül vermiş, sahne üstünde ve gerisinde aşkla çalışan herkesin, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyorum.

 

BELGESELDEN KARELER 

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media