
Mahmut Çınar: “Hayallerimden biri, Ezginin Günlüğü albümünde bestelerimin olması”

Fotoğraf: Selçuk Demirci
Tam da ilk albümü “Bul Beni”nin birinci yaş günü arifesinde yapıldı bu söyleşi. Onu daha çok Bülent Ortaçgil’in “Bu Su Hiç Durmaz” kitabını yazan olarak tanıyordum çünkü yerinde olmak istediğim bir işe el atmış ve ne de güzel bir kitap ortaya çıkarmıştı. Sonra bir baktım akademisyen, gazeteci ve müzisyen olan bu adam bir de Ezginin Günlüğü’nün son vokalistiymiş meğer! Sevgili Mahmut Çınar, Nadir Göktürk söyleşisinin hemen ardından Ajandakolik’te konuğum oldu.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Ezginin Günlüğü tribute/saygı albümünün çıkışı öncesinde bir seri Ezginin Günlüğü söyleşisi yapıyorum! Birçoğumuzun hayatına dokunan, içimizi dışımızı en soğuk, en zor zamanlarda sarıp sarmalayan şarkıların 40 yıllık sahibi Ezginin Günlüğü’ne bir vefa borcu gibi bu, bir yandan… Grubun en yeni vokalistlerinden Mahmut Çınar ile Ezginin Günlüğü macerasından Ortaçgil kitabına, karantinalı günlerden gelecek günlere dair söyleştik. Bir gün yüz yüze sohbet etmek dileğiyle…
Önce şunu sorayım, nasıl geçiyor karantina günleri? Ailecek evdesiniz. Saç sakal da gitmişti en son ama uzamıştır artık…
Uzuyor evet. Yıllardır ilk kez sakalsız gördüm kendimi ve “iyi ki sakalım var” dedim. Aslında nasıl olsa dışarıya çıkmayacağım, kimse görmez diye düşünerek cesaret ettim ama sosyal medya faktörünü hesaba katmamışım. Karantina günleri, durumla ilgili genel kaygı dışında güzel geçiyor. Oğlumuz Ali Yağmur, dışarıya çıkamamaktan şikayetçi olsa da tüm günü anne ve babasıyla geçirdiği için çok mutlu. Hiç yorulmadan, her saniye bizimle oynamak istiyor. E tabii bu biraz yorucu. Gerçi geçenlerde “Oyuncaklarımdan ve sizden çok sıkıldım” dedi. Herhalde henüz 3 yaşına gelmemiş bir çocuğun “Yalnız kalmak istiyorum” dediğine de tanık olacağız bu süreç uzarsa…
Çok güldüm! Ali Yağmur dobra bir çocuk olacak!
Tam da şu an bir canlı yayındasın. Ama kopya çekmemek için kulak misafiri olmuyorum. Bu ara sosyal medya da sosyallik olarak en altın çağını yaşıyor hiç kuşkusuz. Bu canlı yayın muhabbetlerini nasıl buluyorsun? Açıp dinlediklerin oluyor mu?
Ben çok olumlu bakıyorum duruma. Sosyal medyada, her şeye laf söylemek, hele de mutlaka olumsuz laf söylemek zorunda hisseden çok kalabalık bir kitle var. Neden öyleler bilmiyorum ama bu canlı yayınlarla ilgili ilk günden beri sürekli ya alaycı yahut öfkeli yorumlar yapıyorlar. Benim içinse insanlara bağlanmanın en güzel yollarından biri oldu, evde kapalı kaldığımız bugünlerde. Eskiden pek ilgi göstermezdim, şimdi açıp birçok canlı yayını izliyorum. Bana da böyle bir teklif geldiğinde mutlaka katılıyorum. Kendim de şarkılar, türküler söylediğim canlı yayın yaptım.
“BİLİM BİZİ BU KRİZDEN KURTARACAK HEMEN ARDINDAN YİNE MANEVİ BİR ARAYIŞ PATLAMASI YAŞANACAK”
Bugünler geçince kolayca döner miyiz sence eski günlere? Her şeye alışıyor insanoğlu, bugünlere de alışır mıyız iyiden iyiye?
Kolay döneriz tabii. Ben toplumsal krizleri düşünürken genelde tarihten yararlanıyorum, buna çabalıyorum. Yıllarca süren savaşlardan, milyonlarca kayıptan, sınırların, dillerin, kuralların değiştiği büyük kırılmalardan sonra nasıl hızla toparladıysa insanlık, bu nispeten daha küçük krizden sonra da o kadar hızlı kendine gelecektir. Salgınla birlikte görünür olan küresel sorunlara, kapitalizmin vahşi doğasına yönelik eleştirilerin hemen tekrar sönümleneceğini düşünüyorum maalesef. Bilim bizi bu krizden kurtaracak ancak göreceğiz ki hemen ardından yine manevi bir arayış patlaması yaşanacak. Kısa süre sonra da “Ne günlerdi!” diye konuştuğumuz bir anıya dönüşecek. Anlayacağın, ne olumlu ne de olumsuz bir kırılma olacağını düşünmüyorum.
Geçen haftalarda havadisi adık! Ezginin Günlüğü’nün “40 Yıllık Şarkılar” tribute albümü yakında çıkıyor. Sen bu sürece dahil oldun mu? Grubun en son ve yeni solisti olarak proje ile ilgili düşüncelerini merak ediyorum.
Hayır, dahil oldum diyemem zira proje ben gruba girdiğimde en azından kağıt üzerinde bitmişti. Henüz karar verilmemiş birkaç isim vardı, grup içerisindeki istişarede belki o konuda bir şeyler söylemişimdir. Onun dışında, zaten sevgili Burhan Şeşen’in müzik direktörlüğünü yaptığı bir proje. O konu, Burhan Ağabey’le Nadir Ağabey ve tabii ki yapımcı firma arasında gidip gelen bir konu…
Albümde Ezginin Günlüğü şarkısını nasıl yorumlayacağını merak ettiğim bi’ dolu isim var açıkçası. Aralarında favorin olmuştur muhakkak…
Oldu evet ama hangisi olduğunu söylemem pek doğru olmaz. Bu tür saygı albümlerini, şarkıları söylenen sanatçıya, gruba verilen bir hediye gibi düşünmek lazım. Size hangi hediyenin alınacağına her zaman karar veremeyebilirsiniz. Hediyenin niteliği, kutuda ne olduğundan ziyade hediye olmasıdır diye düşünüyorum. Gerisini çok tartmak, “o iyi, bu o kadar iyi değil” gibi yorumlar yapmak istemem.
Haklısın. İlk albümün “Bul Beni”den bu yana bir yıl geçti. Nasıl geçti o dönem?
Bugün tam olarak birinci yaş günü “Bul Beni”nin. Albüm sürecimiz uzundu aslında çünkü yapımcı dostlar benimle albüm yapmak istediklerini söylediklerinde henüz ortada bu kadar şarkı yoktu. Şarkıları peyderpey yapıp düzenledik, kaydettik ve çoğunu tekli olarak yayınladık öncesinde. Ardından geçen yıl 19 Nisan’da uzunçalar albüm olarak hem dijital mecralarda hem de CD formatında yayınlandı. Çok heyecanlı bir dönem o, özellikle de şarkıların hayata geldiği, doğduğu zamanlar… Tabii bütün emeklerimizin sonunda elimize bir albüm almanın hazzı da eşsizdi. Sonraki yorumlar, dinleyicideki karşılığı da benim açımdan çok güzel, çok tatmin ediciydi.
Peki Ezginin Günlüğü olarak yeni albüm ne zaman gelecek? Şimdi “40 Yıllık Şarkılar”dan hemen sonra ya yeni bir albüm gelmezse diye de düşünmüyor değilim. Konserlerinizden sonra artık bir albüm paklar… Yoksa daha vakit var mı?
Henüz şarkı üretmek dışında bir hazırlık, bir takvim yok. Tabii en önemli konu, bu günleri sağlıkla atlatmak. Sanıyorum evde kapalı kalma psikolojisinin bir etkisi olarak hızla bir şeyler üretmeye koyuluruz. Benim en büyük hayallerimden biri, Ezginin Günlüğü albümünde bestelerimin olması ve tabii o albümlerde şarkı söylemek. Çok da geç kalacağımızı sanmıyorum.
Şimdi “Geldin”i dinliyorum da bir kez daha sanki senden başkası olamazmış Ezginin Günlüğü’ün yeni solistlerinden biri… Açıkçası ben tam o hikâyeyi bilmiyorum. Belki benim gibi bilmeyenler de vardır. Nasıl grubun solisti oldun? Hüsnü Arkan ile “Bul Beni” şarkısını birlikte seslendirdiniz. Onu biliyorum. Sonra? Nadir Göktürk’le daha önceden tanışıyor muydunuz?
Benim şarkıcı olma hikâyem 2016’da başladı. Yapım şirketinin yönlendirmesiyle çalışmaları Stüdyo Harems’te gerçekleştirdik. Şimdi Ezginin Günlüğü’nün gitaristi olan Deniz Bayrak da o stüdyo çevresinden. En çok onun rolü var bu buluşmada aslında. Hüsnü Ağabey ile şarkı söylediğimde ortada henüz Ezginin Günlüğü ile ilgili bir şey yoktu -ki zaten Hüsnü Arkan gruptan ayrılalı 10 yıl oldu. Nadir Göktürk’le tanışmıyordum. Gruba girdikten sonra yüz yüze tanıştım ilk kez.
Aaa, ben daha önce tanışıyorsunuz sanmıştım! Peki ya Deniz Sujana ile bir araya gelişiniz?
Biraz önce sözünü ettiğim sürecin sonunda oldu. Deniz, zaten bildiğim, sesini, tavrını çok beğendiğim, hatta Ezginin Günlüğü sürecinden çok önce birlikte, belki solo albümüm için şarkı söylemek için bir araya gelip konuştuğumuz bir isim. Kader, o zaman olmasa da çok sonra bu vesileyle birlikte şarkı söylemeyi olanaklı kıldı.
İki yıl öce İnkılap Yayınları’ndan çıkan Bülent Ortaçgil ile nehir söyleşin “Bu Su Hiç Durmaz” kitabını da knuşmak gerek tabii. Demek Ortaçgil ile limonata içmek için oturduğunuz o masada bu kitabın oluşacağından onun haberi yoktu. Nasıl çeldin aklını; Ortaçgil uzak görünümüyle sanki hemen “Olmaz” diyecek bir adam…
Telefon ettim, sizinle görüşmek istiyorum, aklımda bir kitap var dedim. Başka da detay vermedim. Sonra kalkıp hem tatil de yaparım diye Bozburun’a gittim. Oturduk, sohbet ettik. Tabii Bülent Ağabey biraz dışarıdan göründüğü gibi biri. Yani mesafeli. O mesafeyle karşıladı beni. Fakat sonra ciddi olduğumu anladı, bir kapı araladı sağ olsun. Birkaç ay sonra İstanbul’da, evinde buluştuk ve artık şüpheye yer olmadan ikna olmuştu. Çok da sevdi söyleşi zamanlarımızı. Uzun uzun konuştu, hafızasını tazeledi. Bir yandan da, kendi ifadesiyle, “genç bir akademisyenin” kendisi hakkında bu kadar bilgiye sahip olması çok hoşuna gitti Ortaçgil’in.
Valla çok imrenilesi! Söyleşe söyleşe onu daha iyi tanıdın muhakkak. Aklında nasıl bir Bülent Ortaçgil vardı? Söyleşiden sonra daha bi’ farklı gelmiştir muhakkak…
Şüphesiz ki aklımdaki portreden farklı yönleriyle tanıştım. Ancak ben genel olarak zaten kafamda, yıllarca Ortaçgil’e dair biriktirdiklerime binaen bir portre çıkarmıştım ki o portre büyük oranda doğru çıktı. Onun asla burnu havada, snob, soğuk bir adam olduğunu düşünmemiştim mesela. Ben daha çok bir iletişim yöntemi olarak insanlarla hemen kaynaşmayan, samimiyetsiz yakınlıklara girişmeyen bir adam hayat etmiştim. Zaten öyle biri. Sadece tahmin ettiğimden çok daha cana yakın olabildiğini gördüm. Ha bir de, çok gülen, çok kahkaha atan bir adam Bülent Ağabey, bunu bilmiyordum ve yaşayarak öğrendikçe çok sevdim bu yönünü de.

Mahmut Çınar’ın Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşiden oluşan “Bu Su Hiç Durmaz” kitabı, İnkılap Kitabevi’nden çıktı.
“BÜLENT AĞABEY ÇOK SAMİMİ, ÇOK GÜNDELİK, ÇOK KÜFÜRBAZ”
Sana daha önceki yazışmamızda da söylemiştim aslında ama gerçekten yapmak isteyeceğim bir nehir söyleşi yapmışsın Ortaçgil ile. Öncelikle sırf bunun için bile tebrik edebilirim seni… Türkiye’den birkaç isim say deseler aklıma ilk geleceklerden biri o olurdu kesinlikle… Ne kadar sürdü bu söyleşi tam olarak? Bir de acaba sıkıldı mı dediğin oldu mu hiç, merak ediyorum.
2016’nın Şubat’ında başladık, Mayıs sonu gibi bitmişti. Bir tek son söyleşi için yazın, Temmuz ayında Bozburun’a gittim tekrar. Bu zaman aralığında haftada en az bir kez buluştuk. Çoğu zaman haftada iki gün, onun evine gittim, uzun uzun söyleştik, sohbet ettik, bazen kayıt cihazını kapattık, öyle devam ettik.
Hayır, hiç sıkılmadı ya da bana hiç belli etmedi. Benim de gündelik programımın çok yoğun olduğu bir dönemdi, dolayısıyla söyleşi zamanları dışında zamanını hiç çalmadım diyebilirim. Yalnız, çok arşivci bir adam değil Ortaçgil, onunla ilgili gerilimler yaşadığı, daha doğrusu kendi hafızasına dönüp orada bir şeyler ararken gerildiği zamanlar oldu tabii. Ama şöyle düşünün: adamın biri gelmiş, size çocukluğunuz, aileniz, özel hayatınız da dahil, belki ayrıntıları hiç hatırlamadığınız, üzerine pek düşünmediğiniz konular ve dönemlerle ilgili sorular soruyor, uzun yanıtlar bekliyor. Bu, yorucu bir şey.
Yine de neredeyse tamamında keyifliydik. Bülent Ağabey, sohbet sırasında çok samimi, çok gündelik, hatta çok küfürbaz. Bu da sohbeti epeyce güzel kılıyor.
Peki sana takıldı mı? İnce esprileri olan bir adam var karşında…
Pek takılmadı, yani daha doğrusu öyle inceden laflar çarpmadı hiç. Açıktan, doğrudan şeyler söyledi tabii. Hâlâ da, görüştüğümüzde bir şey söyleyecekse şak diye söyler. Bu çok güzel bir özellik. O sıra yeni evlenmiştim, en çok onunla uğraştı. “Yedin bir b.k, hadi bakalım” filan diye.
Kulağıma geldi şu an sesi! Galiba “Bu Su Hiç Durmaz”, Ortaçgil külliyatının en çok bilinenlerinden de bir yandan. En azından zamane gençlerinin “Şık Latife”den daha çok bildiğine eminim. En sevdiğin TOP 5 Ortaçgil listen ne?
Bu çok zor bir soru. Yani duygu durumuma göre bu liste her an değişebilir ama şöyle bir düşününce, “Bu Su Hiç Durmaz, Her Şey Sevgiyle Başlar, Sana Geldim, Kimseye Anlatmadım, Bozburun” diyebilirim sanırım.
Birlikte şarkı söylediniz mi söyleşi sırasında?
Hayır, maalesef. Ortaçgil uzun zamandır evde eline gitar alıp şarkı çalıp söyleyen biri değil. Eskiden çok yaparmış tabii. Hatta salonda, köşede hep duran bir gitar vardı, “Bak, bu eskiden hep kanepenin üzerinde olurdu” demişti. Bir kez kendisine, “Ağabey, bir gün birlikte şarkı söyler miyiz?” diye sordum, “Şüpheli” diye yanıtlayıp çok güldü. Ama inanıyorum ki bu hayalim de gerçekleşecek.
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandan ya da not defterin var mı?
Ajanda kullanmam, Nilüfer. Hiç beceremedim. Not defterlerim var ama. Akademik, edebi notlar ve tabii artık şarkı sözleriyle, şarkı söz çalışmalarıyla dolu. Ha bir de hemen her sayfaya bir şeyler karalarım, resim gibi, karikatür gibi…
Sana da öyle geliyor mu; karantina günlerinde sanat çok daha ulaşılır oldu. Yani gidemediğimiz konserleri, belgeselleri, sergileri bir tıkla izleyebiliyoruz. Pink Floyd daha dün 90’lardaki bir konser kaydını YouTube’a koydu. Birçok sanatçıya sosyal medyada canlı yayınında ses edebiliyoruz. Dünyanın bir ucundaki kütüphanedeki kitaplara online ulaşabiliyoruz gibi gibi… Sanatın değeri de daha anlaşılır oldu, ne dersin? Yoksa bunca insan evde ne yapardı?
Tabii, çok doğru. Yine de insan, sanatın değerinin, “boş zaman”ın artmasıyla daha çok anlaşılıyor olmasına içerliyor. Sanat bizim zaman doldurma aracımız değil, hayatın en önemli birkaç unsurundan biri. İnsanlar böyle zamanlarda, “filmler, müzikler, kitaplar olmasaydı ne yapardık?” diye soruyorlar kendilerine. Bu tabii olumlu ama sanata yönelik genel bakış açısını dönüştürecek bir veri değil. Tabii ben “İnsanlar sanattan anlamıyor” filan demiyorum. Sanata çok değer verildiğini her zaman görüyorum. Sözüm daha ziyade, zamanını sanata uğramadan geçirmeye alışıp da evde kapalı kalınca aslında sanatın nasıl önemli, gerekli, anlamlı bir şey olduğunu görenlere…
Karantina sona ersin ilk yapacağın şey ne olacak?
Kadıköy’e gidip çok sevdiğim bir barda sarhoş olacağım.