
Selen Uçer: “Hayatta en büyük teşekkürüm anneme…”
Ben bu soruları hazırlarken tam da o gece Ümit Ünal’ın çok sevdiğim “Aşk, Büyü, vs.” filmi, İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film” ve “En İyi Kadın Oyuncu” kategorilerinde ödülü kucaklamıştı. Birkaç gün sonra filmin başrollerinden Selen Uçer ile aşktan, büyüden vesairelerden konuştuk.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Yıllardır denk gelemedik. En son “Güle Güle Diva!” oyunu için söyleşi yapalım demiştim, ne ben oyunu izleyebildim ne de söyleşi yaptık sonrasında. “Aşk, Büyü, vs”yi bekliyormuş demek ki her şey… Belki de işin büyüsü buradaymış, kim bilir… İzler izlemez Türk Sineması için çok değerli olduğuna inandığım film, yıla damgasını vururken hem yönetmeni Ümit Ünal ile hem de başrollerinden Selen Uçer ile söyleşi yapmak beni mutlu kıldı. Umarım siz de filmi bir an önce izler ve bu söyleşiyi o vakit yine okursunuz.

Soldan sağa; Selen Uçer, Ümit Ünal ve Ece Dizdar. Fotoğraf, “Aşk, Büyü, Vs”nin instagram hesabından alındı.
Yeniden tebrik edeyim. Daha çok ödülü olsun “Aşk, Büyü, vs”nin”! Neler hissettirdi bu ödül sana? Ümit Ünal ile yıllara dayalı bir yönetmen oyuncu ilişkiniz ve dostluğunuz olduğunu biliyorum. Biraz anlatır mısın?
Evet! “En İyi Film Ödülü” özellikle beni çok sevindirdi. Beklemiyordum açıkçası. Ben Ümit Ünal’ı tanıdığımda “Anlat İstanbul” ile İstanbul Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü almıştı. Benim de o filmde küçük bir rolüm vardı. Sene 2005 sanırım. Ondan sonra ben “Ara”da oynadım, kariyerim başladı. Ama 15 yıldır Ümit’in ne kadar sıkıntı ve zorluk yaşadığını hem oyuncusu hem öğrencisi hem dostu olarak biliyorum. Bu kadar zaman sonra beraber ödül almak gerçekten büyük bir olay oldu benim için.
Üstelik filmin bir diğer başrolü Ece Dizdar ile birlikte “En İyi Kadın Oyuncu” ödüllerinin sahibi oldunuz.
Evet evet, Ece ile birlikte “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü paylaştık. Altın Portakal En İyi Kadın Oyuncu ödülü beni haliylen çok sevindirmişti ama beraber ödül almak bu sefer ayrı mutlu etti. Klasik bir laf ama, “Aşk, Büyü vs“de beraber bir hayalle yola çıkmıştık bir buçuk yıl önce ve sonuç güzel oldu. Bu söylediğimi Sevgili Ümit Ünal ve benim hikâyem kapsamında düşünürseniz senelere yayılan, ne kadar heyecan verici bir sonuç olduğu aşikar sanırım. Teşekkür ediyorum, sükrediyorum. Ödülü çocukluğumun kahramanı, annemin en sevdiği, güldüğü duayyen Metin Akpınar’dan almak da ayrıca duygusaldı benim için. Annemi yeni kaybettim ve ödülü de benim ilk oyunculuk hocam olarak anneciğime ithaf ettim. Hayat tuhaf işte… Ne olacağını bilemiyorsunuz ve “olacak olan da oluyor”.
Başın sağ olsun. Bunu bilmiyordum.
Teşekkür ederim.
İlk oyunculuk hocamdı dedin annen için. Nasıl katkısı oldu sana?
Beni çalıştırmıştı ilkokul mezuniyeti oyunu için. Müthiş bir tiyatro izleyicisiydi. Kenter ve Dormen Tiyatrosu’nun bütün oyunlarına giderdik. Devlet Tiyatrosu’na, Devekuşu Kabare’ye de… Edebiyat meraklısıydı. Alman Lisesi’nden ve İTU Kimya Mühendisliği’nden mezundu. Emekliliğinde Almancadan iki Kafka kitabı – Babama Mektup ve Dönüşüm”, İş Bankası Kültür Sanat’tan iki tarih kitabı çevirdi. Hermann Hesse şiirlerini Almanca olarak ezbere bilirdi.
Ruhu şad olsun! Seninle gurur duymuştur hep! Güven’in kızı Selen şanslıymış!
Bak, annem için yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsin.
Okuyacağım. Peki, Ümit Ünal ile 12 yıl sonra yeniden birlikte çalıştıktan sonra deneyimlediğin de çok şey olmuştur. Teşekkür konuşman nasıldı?
2008’de bana ilk başrolümü “Ara” filmiyle Ümit verdi. Ve Adana Altın Koza’da “En iyi Kadın Oyuncu” ödülü almıştım onunla. Diğer bölümleri biraz önce anlattım. “Aşk, Büyü, vs” ile aldığım ödülü tüm hikâyemde yanımda olan kadın dostlarıma, üzerimde emeği olan ilk başta annem olmak üzere tüm kadın dostlarıma, tüm hayatıma girmiş-çıkmış kadın oyuncu meslektaşlarıma, birbirinin kurdu değil yurdu olmuş tüm kadınlara, şu günlerde özellikle #istanbulsözleşmesiyaşatır diyenler adına aldım. Alırken söylediklerim bunlar… Tabii ki Ümit’e, Tayfur Aydın’a Ece Dizdar’a ve tüm film ekibine teşekkürlerimle.
ÜMİT ÜNAL İLE “BEN SİZİN HAYRANINIZIM DİYEREK TANIŞTIM”
Filmin oyuncularından Emrah Kolukısa’ya verdiğiniz bir söyleşide Ümit Ünal için “Onu ben tanımadan sevmişim. Ümit Ünal’ın frekansı beni vuruyor” diye bir açıklaman var. Nasıl bir frekans bu?
Küçükken TV2 yeni açılmıştı. Tüm yaşıtlarım “Starwars” izlerken ben “Teyzem” izlemiştim ve büyülenmiştim. 10 yaşında filan olmalıyım o zaman. Mesela “Hayallerim Aşkım ve Sen”, sonraki zamanlarda beynime kazınmış bir film. Ben neden olduğunu tam bilmeyerek bir Beyoğlu aşığıyım -beni oraya gömün derim hatta yarı espri- o filmdeki tasvir, anlatım, hayal, gerçek, yaş, büyümek, benim hikâyemde hep bunlarla paralel. “Milyarder, Arkadaşım Şeytan”, hep onun senaryoları düşünsene… Türk sinemasına kocaman bir alan açmış bir kalem. Sonrasında “9” ve kendi çektiği filmle, frekansı hikâye olarak hep beni etkiledi. Oyunculuk mesleğini seçen biri olarak da 2005’te bir kafede “Merhaba, ben hayranınızım” diye tanışmıştım onunla. Olması gereken oluyor işte… Denecek başka birşey yok. (Gülüyor.)
“Aşk, Büyü, Vs”nin Ümit Ünal sinemasında çok özel bir yer edindiği de aşikar. Bir olgunlaşma filmi de diyebiliriz… Senaryoyu okuduğunda neler belirdi aklında, Reyhan karakterinin havasına hemen büründün mü? Roller ikinize de cuk oturmuş aslında… Yani senden Eren olmazdı sanki ya da Ece’den Reyhan! Sizler oynamanız gereken karakterlersiniz!
Yok öyle birşey! Benim rollere yaklaşımım böyle değil yani. Ben Eren de olurdum, Ece de Reyhan belki… Başka bir yorum olurdu ama olurdu. Sen bu seçimin olumlu sonucunu gördüğün için doğal olarak öyle görüyorsun, amaç da o zaten. Bir rol oynamam gerektiğinde hazırlanıyorum, çalışıyorum, dönüşüyorum ve bir karakter çıkıyor, benim kafamdaki yapıda. Aslında bu arada benim “Ara”da oynadığım Gül karakteri Eren’e benziyordu bazı açılardan. Yani ben öyle bir karakteri, o tür bir rolü oynamıştım zaten diyebilirim. Reyhan’ın kırıklığı, kendini gerçekleştirememişliği, ama yine de hayatta kalışı, yüzleşmesi ve yüzleşmesi, realistliği benim kendi hikâyemde uğraştığım yerlere iyi tekabül etti diyebiliriz. Anlayabileceğim bir karakterdi Reyhan. Sanırım sonuç da güzel oldu. Aslında 12 yıl önce “Ara”daki Gül karakteri de o zaman için denkti. İşte biz oyuncuların hayatındaki roller, filmler, hikâyeler olması gereken zamanda ve şartlarda olabiliyor bazen. Mesleğin en büyülü taraflarından biri bu sanırım.

Selen Uçer ve Ece Dizdar, “Aşk, Bütyü, Vs”nin çekimlerinde. Fotoğraf, filmin instagram hesabından alındı.
Kesinlikle! Filmde 20 yıl sonra birbirini bulan iki aşık kadını canlandırıyorsunuz. Ece Dizdar, Eren rolünde ve maskulen bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Birbirinize uyum sağlamak ve filme adapte olmak kolay oldu mu?
Açıkçası ben iki kadın olmalarıyla hiç ilgilenmedim. Bunun bir yüzleşme bir aşk hikâyesi olması durumu ile ilgilendim. Eren erkek de olabilirdi. Fark etmez. Ümit de öyle bakıyordu. Ama iki kadın arasında anlatmayı tercih etti. Onun verileri ile ilerledik biz de. Ece ile de iyi bir partnerlğimiz oldu. Erkek ya da kadın olmamızın bir önemi yok benim için. O da çok özenle role hazırlanan bir oyuncu. Altı ay boyunca didik didik senaryo ve karakter çalıştık. Adada prova yapıyorduk, uzun vapur yolculuklarında çalıştık. Çok güzeldi. Birbirimizi tanıdık ve uyum oluştu kendiliğinden, olması gerektiği gibi yani…
“ADA ORTAMI VE HAVANIN SICAKLIĞI ROLLERE KONSANTRE OLMAMIZI SAĞLADI”
Eren ve Reyhan arasında sınıfsal farklılıklar var ancak cinsiyet farkı yok. Zengin kızın fakir kıza nihayet ulaşması ve onu bulmasıyla Büyükada’da geçen iki gün… Nasıl geçti o iki gün? Yaz sıcağında Aya Yorgi tepelerine çıkarak film çekmek nasıldı?
Evet, Yeşilçam’ın hikâyelerinde yıllarca izlediğimiz en klasik çatışma, sınıf farkı ve aşk. Filmin de ana malzemesi bu. 2019’da da çok fark yok hayatta aslında. Bu hikaye, bu coğrafya, bu kültür aynı şeyi üretiyor bir yandan. Bu hikâyelerden herkesin yaşamında o kadar çok var ki… Herkesin kendinde bulabileceği dertleri var, Eren ve Reyhan’ın. Çevremizde onlardan da çok var. Ve evet onlar hemcins, o da bu hikâyenin bir detayı. Ama dışlanmak, ötekileştirilmek, ekonomik yaşam dertleri, baskı görmek, kendini gerçekleştirememek cinsiyet ile alakalı değil. “Aşk, Büyü, vs”nin de esas derdi bunlar zaten.
Aya Yorgi tepeleri yokuşlar zordu hakikaten. Havanın sıcak olması ve ada ortamı, Eren ve Reyhan’a daha çok konsantre olmamızı sağladı diye düşünüyorum ben. Zaten izole ve sıradışı koşullardaydık.
Galiba filmin bir de kış çekimi mevcut. Ece Dizdar’ın saçları uzun, fonda Büyükada soluk renkte… Neden sonra bir yaz filmine dönüştü?
Aslında o sadece film için yapım desteği sağlamak için çekilmiş bir trailer, filmden bir sahnenin ön deneme çekimi.
Çok düşük bütçeli bir film olduğunu biliyorum. Çok küçük bir kadrosu var. Aslında tüm bunlar filmi çok daha özel ve anlamlı kılıyor bir yandan.
Kültür Bakanlığı desteği içerik dolayısıyla denenmedi sanırım. Ümit zaten küçük bütçeli, kendi yöneteceği bir süreç olsun istiyordu. Öyle tercih edildi yani. Tayfur Aydın yapımcı olarak, sonra Fuat Volkan küçük bir bütçe ile dahil oldu. Bunlar dışında sponsorumuz yoktu.

Fotoğraf: Muhsin Akgün
“İNSAN ÇÖZÜMSÜZ KALDIĞINDA ELİNDE SADECE İNANCI KALIYOR”
Ayşenil Şamlıoğlu’nun kısacık o büyücü rolü de epey akılda kalıcı. Ben o rolü de çok sevdim! Peki senin aşkla ve büyüyle aran nasıl?
İnsan çözümsüz kaldığında elinde sadece inancı kalıyor. Kendine inancı, hayata inancı, başka neye inancı varsa onlar devreye giriyor, bazen küçük oyunlarla bu desteklenebiliyor. Büyünün de öyle bir işlevi olabilir diye düşünüyorum. Ayşenil zaten çok hayran olduğum bir usta oyuncu. Geldi bizi büyüledi, gitti valla hakkaten. Onun sahnesi gerçekten çok etkileyici. Filmin en vurucu sahnelerinden biri bence de.
Türkiye’de hâlâ LGBTİ konusunu işleyen filmler yapmak cesurca bulunuyor. Kadın aşkını sinemaya taşıyan pek Türk yönetmen olduğunu söylemek de mümkün değil zaten… Perihan Mağden romanından sinemaya uyarlanan Kutluğ Ataman’ın yönettiği “İki Genç Kız” geliyor aklıma. Başka var mı?
Valla hâlâ bu konuların cesaret sayılması bile üzücü. İnsan hikâyesinde olan konular bunlar. Çok detaylı bilmiyorum. Ferzan Özpetek’in “Hamam”ı o zamanlar çok ses getirmişti. Daha eskilerde de bu konuları kullanan birçok film var, ana tema olmamış olabilir belki.
Senin yüzünde cesur kadın ifadesi var. Tavrın, duruşun, geçtiğimiz yıl gerçekleşen Altın Portakal’ın ardından yaptığın konuşmalar hep bu cesaretiniortaya koyuyor. Rollerin de bununla örtüşüyor sanki… Ne dersin? Hayata karşı muhalif, sivri ve asi bir yapın mı var?
Ben öyle olduğumu düşünmüyorum. Daha gençken biraz asi denebilir belki. İnsan önemli benim için, gerçek olan, samimi olan önemli. Çalışmak, özenli olmak önemli. Bunda bir muhaliflik, sivrilik yok. Olması gereken, normal olan bu. Farklı anlatım biçimleriyle, farklı türlerde işler yapılabilir, yapılmalıdır bence. Komedi, dram, absurd, ya da hafif bir anlatım veya karanlık bir yapı da olabilir, ayrıca sinema, tv, internet, tiyatro da fark etmez, yaptığım işi iyi yapmaya çalışırım sadece. Eğlenmek, keyif almak ve aldırmak da hikâye anlatmanın önemli bir tarafı. Güzel aktarmak lazım diye düşünüyorum naçizane.

Firuze Engin’in yazıp yönettiği “GÜle Güle Diva!” oyununda Selen Uçer tek başına rol alıyor.
Ne yazık ki henüz “Güle Güle Diva!” oyununu izleyemedim. 10 ve 15 Ağustos’ta DasDas Açıkhava Sahne’de vardı. Pandemi sürecinden sonra nihayet tiyatro seyircisine de kavuştun.
Evet Temmuz ve Ağustos’ta iki oyun oynadım DasDas Açıkhava Sahnesi’nde. Pandemi kurallarına uygun olarak seyirci yerleştirildi. “Güle Güle Diva”, Firuze Engin’in kaleminden müthiş bir hikâye, seyirci ile buluştuğumuz için tekrar sevinçliyim. Devam edeceğiz uygun şartları oluşturarak.
Sen bu dönemi nasıl geçirdin? Şunu yapacağım, yaptım dediğin hedefler, uğraşlar oldu mu yoksa hayat akıp geçti mi?
Annemi 15 Mart’ta kaybettim. Esas gündemim oydu ne yazık ki. Onun dışında Halil Babür’ün yazıp yönettiği “İçimdeki Yangın” oyununu prova yaptık, önce online sonra da pandemik şartlarda. Emre Erdoğdu, tiyatro oyununu sinemasal bir perspektifle çekti. Yani oyun canlı oynanmayacak, TiyatrolarTV’de yayınlanacak. Yani sinema ve tiyatroyu buluşturan bir deneme yaptık. Umarım güzel olur izleyiciye geçer. Heyecanla bekliyoruz.
İstanbul Sözleşmesi’nin ve ona dayanılarak çıkarılan 6284 Sayılı Kanunu kadınlar ve LGBT bireyler için çok önemli. Sesimizi yeterince duyurabildiğimize inanıyor musun?
Devam etmek lazım… Bir anda düzelmiyor hiç birşey.
Yapımcı Harvey Weinstein’ın oyunculara yöneltttiği cinsel taciz saldırılarılarına karşı ilk olarak başlatılan “Me Too” hareketinden ve kadın erkek oyuncuların eşit olmayan kazançlarından yola çıkacak olursak sen de cinsiyet ayrımcılığına maruz kaldın mı?
Kadın ve erkeklerin ne meslekte olursa olsun, eşit şartlarda çalışacakları, eşit ödeme alacakları, eşit değer görecekleri her anlamda, bir dünya hayal ediyorum. Daha fazla ayrıntıya girmeye gerek yok bence.
Kadın gücüne inanıyorum ancak bir yandan iş hayatında kadın yöneticilerin hemcinslerine çelme taktığını da bizzat yaşamış biri olarak “Kadın kadının kurdu değil, yurdudur” sloganının gerçek olmasını diliyorum. Sen de hak verir misin bana?
İkisi de var tabii ki. Ben yurt olanlarla yola devam ediyorum. Sana de aynı şeyi öneririm, Nilüfer. (Gülüyor.)
Önümüzdeki günlerde yeni projeler var mı? Nelere hazırlanıyorsun?
Televizyon için yeni projeler olabilir. Görüşüyoruz.
Oyunculuğunu güçlendiren şeyler, filmler, insanlar neler, kimler?
Yaşadıklarım, okuduklarım, ailem, dostlarım, sevdiklerim, sevmediklerim, izlediklerim…
Hayatta en büyük teşekkürün kime?
Anneme.
Ödül kazanmak seni daha çok gaza getirir mi, hırslandırır mı?
Ödül kazanmak beni teşekkür ettirir. Çalışmaya devam ettirir.
Erkeksiz bir dünya seçme şansın olsa seçer miydin? Bazen erkeklerden bıkan kadınlar şaka yollu da olsa şu ifadeleri kullanabiliyor: “Lezbiyen mi olsak! Kadın kadına birbirimizi daha iyi anlayabiliriz!” Senin de hiç böyle düşündüğün oldu mu?
Seçmezdim. Birbirini anlamak cinsiyetle alakalı değil bence. Ben erkek ve kadın eşit bir dünya hayal ediyorum.