
SEVİM AK: “İNSANA İNANCIMI GİDEREK YİTİRDİĞİM BİR DÖNEMDEYİM”
Bugüne kadar 44 çocuk kitabı yazan ve bu yıl yazın hayatında 37. yılına adım atan usta yazar Sevim Ak ile yeni bir kitabı için yeniden buluşmak mutluluk verici! Can Çocuk tarafından yayımlanan son kitabı “Herhangi Bir Günden Fazlası” için bir araya geldiğimiz Ak ile ada hayatını, şehirden uzakta olmayı, bir kitabını daha resimleyen sevgili Öykü Akarca’yı, zor konulu çocuk kitaplarını ve çok daha fazlasını konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Sevgili Sevim Ak, ne mutlu ki bana sizi yine yeniden Ajandakolik’te ağırlıyorum. En son edebiyattaki 35. yılınız şerefine “Kuşlu Köy” kitabı için bir araya gelmişiz ve şimdi de yakın zamanda yayımlanan “Herhangi Bir Günden Fazlası” kitabınız için buluştuk. Yeni kitabın çizgilerinde de “Kuşlu Köy”ü resmeden Öykü Akarca ismini görmek beni ayrıca mutlu etti. Hoş geldiniz Ajandakolik’e… Öncelikle nasılsınız, nasıl geçiyor 2025?
Kış ayları benim için okurlarla buluşma, sohbet ayları… 10 yıldır Ev Kütüphanemiz adı altında kaliteli çocuk kitaplarını çocuklarla buluşturup okuma kültürüne katkıyı amaçladığımız organizasyonumuz var. Bir buçuk yıldır kitaplarımızın büyük bir bölümünü Kadıköy Belediyesi’ne bağlı Alankadıköy’e taşıdık. O mekana ayak alışkanlığı oluşturmak, yeni çıkan yayınlardan seçmeler yapmak, atölyeler organize etmek, okullarla iletişimle çocukları kitap sohbetlerine davet etmek epeyce emekli işler. Ayrıca yeni kitabım “Herhangi Bir Günden Fazlası” okurlara ulaştı. Yetişkinler ve çocuklar okudukça üstüne sohbetler gelişiyor. Bu süreç benim için ders niteliğinde; farklı yaş ve bakışlardan çok şey öğreniyorum.
“Herhangi Bir Günden Fazlası”, özel bir isme sahip olduğunu düşündüğün bir roman… Bu adı koyarken aklınıza ilk gelen neydi?
Romanın ana kahramanı Çağlar, şehir hayatının dinamikleri içinde yaşam kültürü oluşturmuş ailenin çocuğu. Büyükada’daki dayısının geçici süreliğine kiraladığı eve kısa bir tatil için gider. Başlangıçta şehirde alıştıklarını bulamama endişesiyle sıkıcı günler geçireceğini öngörür. Oysa ki orada geçirdiği her gün onun rutininin dışında, farklı farklı zenginliklere kapı açarak, sorular sordurup düşündürterek geçer. Hatta adadaki hergünü herhangi bir günden fazlasıdır artık.
11 yaş üstüne hitap eden bu yeni romanınız, Çağlar isimli bir çocuğun ara tatilinde senarist dayısının Büyükada’daki evine misafir olmasıyla birlikte şehir hayatının kaotik ortamından ada hayatının dingin atmosferine geçerek başka bir hayatı fark etmesini anlatıyor. Kitabı okurken üç yıl önce İstanbul’dan Ayvalık’a taşınarak burada doğan kızıma ve kendime büyük bir iyilik yaptığımı düşündüm. Her ne kadar şehir hayatını bir tutam özlesem de doğanın içinde yaşamak büyük bir şans. Sizin böyle bir deneyiminiz oldu mu?
Ben 25 yaşımdan beri Heybeliada ve Büyükada’da senelerin yarısını geçirerek yaşadım. Ada evleri iç mekanlar kadar dışarıda da yaşamaya olanak verdiği için canlılar arasındaki ilişkiler de esnektir. Bu roman benim artık adalarda uzun süreli yaşama el sallamam aynı zamanda. Bu vedada şehirden gelen çocuk karakter gözünden entelektüel bir dayı, paralı askerliği seçen atanamayan bir sanat öğretmeni, hayal kuran, denemeden kaçınmayan, şiirle, yazıyla haşır neşir bir çocuğu, hüzünlü yeşil gözleri, derin sessizliğiyle ilk aşkın tadını duyumsatan kızı ve mahalle kültürü içinde yaşayan başka kişileri selamladım. Çağlar karakteri, yer yer hayalle gerçeğin iç içe geçtiği olanca saf, samimi duyarlığıyla her adaya adım atışında değişen ritmi hissederek kendini yavaş yavaş keşfetme sürecine girerken biz de onun büyümesine tanıklık ederiz. Dünya tarihinde 10 yıl çok kısa bir süreyken hızla değişim büyük kentlerde olduğu gibi küçük sit alanlarında bile bir sokağın karakterini değiştirebilir, bu da gerçeğin başka yüzü.
Peki romanda geçen Büyükada ile özel bir bağınız var mı?
Büyükada büyük ölçekli, turistik cazibesi öne çıkarılmış, günübirlik trafiği hızlı bir ada. Yürüyüşle, bisikletle, üç kişilik faytonlarla ulaşım sağlanırken zamanla motorlu taşıtlar, otobüsler geliyor adaya. Küçük ölçekli bir şehir hayatı adalara monte edilmek isteniyor. Değişim, demografik yapıda ve insan ilişkileriyle kol kola gelişiyor. Bir gün yine adalara merhaba demek istesem Heybeliada’yı seçerim.
Öykü ile yeniden yollarınız kesişmiş. Siz özel olarak mı tercih ettiniz onunla çalışmak için yoksa Can Çocuk’un seçimi miydi? Sevgili Öykü Akarca’ya buradan neler söylemek istersiniz?
Doğa ile iç içe yaşanan hikayeler için, pastoral atmosferler için uygun isim Öykü, o yüzden yine hevesle onun kapısını çaldık. Kitabın okur yaşını 10 yaş ve üstü olarak düşündüğümüz için yalnızca kapak deseni istemiştik. İçeride ise bölüm başlarında minicik vinyetler düşünmüştük. Öykü’nün güzel yanı, kitap ne kadar kalın olsa da tamamını okuyarak işe koyulması. Okurken etkilendiği bölümlere dikkat çekici resimler çizmiş. Bizim için sevindirici, tatlı bir sürpriz oldu.
Şehrin koşuşturmasında insanın yavaşlaması gerçekten zor. Bunu buraya gelince daha iyi anladım. Monoton ve harala gürele geçen hayatlarımızda buna odaklanmışız sanki… Hızlı olmazsak hiçbir şeye yetişemezmişiz gibi… Ne dersiniz?
Şehirdeki hız bir konu üstünde çalışmayı, yoğunlaşmayı kısıtlıyor aslında. Ada gibi dingin, gökyüzünü, denizi, ağaçları, çiçekleri, rüzgarı, güneşi içinizde hissettiğiniz ortamlarda zaman uzuyor sanki, kısa sürede şehirdekinden daha çok iş yapabiliyorsunuz. Çağlar’ın dayısının çalışma mekanını adalara taşımasının nedeni de bu.
İşte o yüzden “cittaslow” – “yavaş şehir” kavramı çok önemli. Türkiye’de, biraz araştırdığımızda, 18 kent Cittaslow üyeliğine sahipmiş; Gökçeada, Köyceğiz, Halfeti, Seferihisar, Şavşat göze çarpanlar arasında… Hepimiz bu kentlere “kaçamayacağımıza” göre sizce yavaşlamak için neler yapmak, nasıl bir yol bulmak gerek?
Bir değişim yaşamak istiyorsak kendi küçük evimizden başlamalıyız. Küçük bir balkon bol çiçekli bir bahçeye dönüşebilir mesela. Mahalle Sineması kitabımda mavi eşofmanlı adam, “Bir tohum ek ve sula. Bak, nasıl değişir dünya,” der. Kentsel dönüşüm adı altında benim sokağımın dört katlı bahçeli, geniş salonlu, balkonlu yapıları yıkılıyor, yerine 15 katlı balkonsuz dar daireler inşa ediliyor. Sokaklara araba trafiğinden girilemiyor. “Önemli olan bugün ve benim hayatım” mottosu, yaşadığımız kentlere, sokaklarımıza huzur getirmeyecek. İnsana inancımı giderek yitirdiğim bir dönemdeyim.
Herhangi Bir Günden Fazlasına dönersek Çağlar, çok değil 10 yıl sonra bir zamanlar anılar biriktirdiği o yokuşa geri döndüğünde çaldığı kapılarda yabancı yüzlerle karşılaşır. Kendi ailesi gibi bu sokağın sakinleri de yer değiştirmiştir. Oturdukları evde daha önce kimlerin yaşadığını bilmeyen komşular, ona ben gerçekten aynı sokakta mıyım, dedirtir. Posta kutusunun altındaki silik tavus kuşu desenini görene kadar. Göz pınarlarında biriken yaşlar da tuzlu bir kimyasaldan daha fazlasıdır o an.
Onlarca kitap yazdınız. Onlarca hikaye ürettiniz. Yazdıklarınızın hiç birbirine benzer olabileceği kaygısı yaşadınız mı?
Tekrara düşmekten korkmayan yazar yoktur sanırım. Ben de sık bu kaygıları taşırım. Zaman zaman daha önce denemediğim kurguları, yazın türünü, dil ve anlatım tarzlarını seçerim. Geçenlerde “Şarkını Denizlere Söyle” kitabımı çocuklarla konuşurken masalsı bir dili nasıl metne yedirdiğimi dışardan bir bakışla fark ettim. O süreçte dur duraksız masal derlemeleri okuyordum, masalsı sözler dilime nasıl da yerleşivermiş! Aradan zaman geçseydi, şimdi örneğin, o zenginlikte bir dil kuramazdım. Zamanı geldiğinde denemeye açık kapı bırakmayı seviyorum.
Farklı dünyalar yaratırken bambaşka hayallerin içine dalıp çıkarken çocuk dünyası için bir şeyler üretmenin sizde yarattığı en büyük haz nedir?
Çocuklar yetişkinler gibi çıkar odaklı iletişimler kurmuyor, dolaysız, samimi ve olduğu gibiler. Yetişkinlerin entrikalı, bol yalanlı, hesaplı, sahteliklerle dolu halleri beni çocuk dünyasının içtenliğine sığınmaya itti. İyi yürekli insanların çok, dünyanın iyi bir yer olabileceği inancımı diri tutuyorum bu sayede.
Şu cümleyi tamamlayın lütfen. İyi ki çocuklar için yazıyorum çünkü…
Çocukların içtenliğine güveniyorum.
Türkiye çocuk edebiyatında artık ölüm, boşanma, ayrılık, göç gibi zor konulara daha çok eğiliyor yazarlar. Sizin bu konudaki bakış açınızı merak ediyorum. Sizce yeterli mi yoksa eksiklik hissediyor musunuz?
Toplumsal meseleler çocuk dünyasını da yakından etkiliyor. Ben zor konuların çocuk edebiyatında daha çok yer edinmesini önemsiyorum. Sokağımızda, semtimizde yaşanan olayları yok sayarak çocukları daha sonra yüzleşeceği sert gerçeklere savunmasız atmamalıyız. Okul çağı çocuklarına uygun dil ve anlatım tekniğiyle her konuyu anlatabiliriz; anlatmalı, konuşmalı, tartışmalıyız.
Sizin bir baş ucu kitabınız var mı ve bu sıralar okuduklarınız neler?
Ev Kütüphanemiz için her hafta 20-30 kitap alıyorum, resimli kitapları hemen okuyorum, okul çağı kitaplarını da sıraya koyuyorum. Beğendiğim çok yazar var, yeni keşiflerim de oluyor, onları takip ediyorum. Andreas Steinhofel, Johne Boyne, Peter Carnavas kitaplarını ise her zaman öneririm
Yazan üreten çok genç var. Çocuklar için bir şeyler yazmak isteyen de…Ancak kiminin cesareti kiminin şansı kiminin yayınevlerine ulaşma konusunda imkanı yok. Bu konuda onlara cesaret verecek olsanız neler söylersiniz?Piyasada aynı kişi yazmış gibi dil ve anlatımı birbirine benzeyen çok sayıda kitap var. Sanırım yayınevleri yayın sürekliliğini sağlamak için basıyor çoğunu. Raflarda yıllarca kalamayacaklar belki de. Ben kalıcı yazınsal metinler üretiminin desteklenmesinden yanayım. Yazmak için yola çıkan kişi kendinden daha önce yazılmış örnekleri okumalı, kendi dil ve üslubunu onlardan farklılaştırarak oluşturmalı, öncelikle de kendine beğendirmeli, diye düşünürüm. Ortaya çıkan eserden çok, o eserin üretim sürecinden alınan keyfe odaklanmak kişiyi geliştirir. Yazmaya tutkuyla sarılan kişi yaza- boza, okuya- deneye kendi sesini, yolunu bulacaktır.