
OLCAY BAĞIR: “SİNESÖZLÜK’ÜN İDDİASI SİNEMA İÇİN GÜNCEL BİR GENEL KÜLTÜR KİTABI OLMAK”
Gazeteci yazar Olcay Bağır’ın hazırladığı “SineSözlük Sinemaya Giriş”, pandemi döneminde temelleri atılmış, kapsamlı ve yararlı bir kaynak kitap. Bağır’ın “Herkesin temel bir sinema bilgisi olsun” hedefiyle yazdığı SineSözlük, sinemanın derinlerine iniyor ve hem sinema tarihiyle hem de sinema terimleriyle okura kılavuzluk ediyor. “Sinemaya dair kolay okunan bir bilgi deposu ortaya çıkarmaktı amacım” diyen Olcay Bağır ile KaraKarga’dan çıkan ilk kitabını konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
Tıpkı önsözde de belirttiğiniz gibi sinemaya dair bir kitap hazırlamak oldukça iddialı bir iş. Hele ki bir sözlük! Sinesözlük! Böyle bir işin altından kalkmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz? Yazma sürecinden bahseder misiniz?
2016’da GodFather adında bir sinema dergisi çıkarıyorduk. Genel yayın yönetmenliğini yaptığım bu derginin her sayısında birkaç sinema terimini okurlar için kısaca açıklama fikri doğdu. Bir sayfa ayırmıştık bu köşeye ve her sayfada üç kavramdan bahsediyorduk. O dergi ömrünü tamamlayınca Sine K adında başka bir sinema dergisi çıkardık. Bu sözlük köşesi burada da devam etti. Ancak söz konusu kavramları ayırdığımız sayfa nedeniyle çok kısa açıklıyorduk. Üstünkörü değiniyorduk yani.
O dergi maceramızdan sonra bu sözlük işi yarıda kalmış bir hikâye gibi geldi bana ve sözlük düşüncesi aklımda dönüp durdu. Pandemiden önce ufak ufak yazmaya başladım. Bu kez yüzeysel değil, derinlemesine inmek istiyordum konuya. Pandemi döneminde de uzaktan çalışma pratiğinin de katkısıyla çalışmalarım hızlandı ve ortaya Sinesözlük çıktı.
Akademik bir dil kullanmamayı tercih ediyorsunuz. Peki bir sinema sözlüğü hazırlarken en çok nelere dikkat ettiniz, kitabın çerçevesini nasıl belirlediniz?
Önsözde de değindiğim gibi kuru bir akademik dille yazılan kitaplar gibi olmak en büyük çekincemdi. Bunun gibi araştırma/inceleme türündeki kitapların akademinin ağdalı diliyle genel okuyucu kitlesinin huzuruna çıkması bana yanlış geliyor. Herkese hitap edecek bir anlatım tarzı ve alana yabancı okurun da rahatlıkla kavrayabileceği sade bir dil için çabaladım. Sinemaya dair kolay okunan bir bilgi deposu ortaya çıkarmaktı amacım. Kitabın çerçevesini belirlerken, bugünün sinemayla ilgilenen okurunu yakalayacak güncel bir metin yazmak ve mütevazı bir kaynak çalışma ortaya çıkarmak hedefindeydim.
“SADECE DÜNYA SİNEMASI DEĞİL, TÜRK SİNEMA TARİHİ HAKKINDA DA KİTAPTA ÇOK ŞEY VAR”
Sinesözlük – Sinemaya Giriş kitabını eline alan ve sinemayı kavramlarıyla, terimleriyle bilmeyen pek çok kişi eminim bu kitap sayesinde cameo görünümü, dublajı, epik filmin ne demek olduğunu ya da sinopsisin anlamını, vs. öğrenecek. Sinesözlük’ü yazarken tam olarak neyi amaçladınız? “Herkesin temel bir sinema bilgisi olsun” muydu ilk hedef?
Çok doğru ifade ettiniz. Çalışma boyunca “Herkesin temel bir sinema bilgisi olsun” amacı baskındı. Sinema için güncel bir genel kültür kitabı olmak Sinesözlük’ün iddiasıydı zaten. Kitabın alt başlığındaki “Sinemaya giriş” de tam olarak bunu kastediyor aslında. Bu kitabı baştan sona okuyan bir okur sinema tarihi, film türleri, sinema akımları ve alana dair pek çok kavram hakkında bilgi sahibi olacak.
Sadece dünya sineması değil elbette, Türk sinema tarihi hakkında da çok şey var kitapta. Sinemamızdaki Ulusal Sinema Hareketi veya Milli Sinema Hareketi hakkında detaylara hâkim olmak dışında Yeşilçam maddesi sayesinde yerli sinemamıza neden “Yeşilçam sineması” denildiğini de öğrenecek okur. Ayrıca örneğin film türleri veya akımlarla ilgili maddelerin sonunda Türk sinemasındaki örneklerden de bahsediliyor.
Sonuç olarak okuyucu; sinopsis ile senaryo arasındaki farklar, tipleme ile karakter arasındaki ayrım, spagetti western türünün kökeni, ilk renkli filmler ve sinemaya sesin gelmesi gibi detaylar hakkında güvenilir ve titizlikle hazırlanmış metinler okuyacak.
“İYİ FİLM İZLEMEK İYİ KİTAP OKUMAK GİBİDİR”
Türkiye’deki sinema izleyicisini entelektüel birikim anlamında nerede buluyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kabul edelim bu biraz tuzak soru! Bir diğer şekilde bu soru şu soruyla kardeş aslında: “Türk seyirci filmlerde seçici mi?” Haksızlık etmeyelim, seçici bir kitle var elbette. Mesela Recep İvedik’in (artık bir tür sembol olduğu için bu filmi özellikle anıyorum) yeni filmini dört gözle bekleyenler olduğu gibi, atıyorum Zeki Demirkubuz’un ya da Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerini sabırsızlıkla bekleyenler de var. Ancak sinemamızın bu iki harika yönetmeninin filmleri elbette Recep İvedik veya muadilleri kadar izlenmiyor. Sadece onlar değil, sanat filmi dediğimiz filmlerin hiçbiri bu tür filmler kadar izlenmiyor. Kaba komedinin sinemamızı ve mizahımızı bir adım bile ileriye götürmediğini, aksine geriye götürdüğünü bilmemiz bir şeyi değiştirmiyor, üzüldüğümüzle kalıyoruz!
Bu sonuç bir başka soruyu doğuruyor: “Sanat filmlerine neden bu kadar az ilgiliyiz? Türkiye’de en çok izlenen filmler neden komedi ve dram oluyor?” Komedi seviyoruz çünkü gülmek istiyoruz, çok ihtiyacımız var gülmeye. Dram izliyoruz çünkü ağlamayı, üzülmeyi, kahrolmayı çok seviyoruz! Evet, ironik ama böyle. Belki de o dramları izleyip, “Bizim durumumuz o kadar da kötü değil canım” diye düşünüp kendimizi rahatlatıyoruz, bu da olabilir.
Sanat filmleri az izleniyor çünkü “genel izleyici kitlesi” sıkılıyor! O filmleri anlayıp analiz edecek bir kültürel altyapıya sahip olmayan bir genel izleyici kitlesi var. Küçümsemek veya birilerini, bir şeyleri yüceltmek için söylemiyorum, durum tespiti yapıyorum. Biliyorum ki iyi bir film izlemek, iyi bir kitap okumak gibidir. İnsana bir şeyler katan bir deneyim olmalı film izlemek. Salt gülmek veya ağlamak değil, bana bir şeyler katacak filmleri izlemeliyim.
Dev bir perdede bir adamın gaz çıkarması veya deli gibi sağa sola koşturup insanları tokatlaması, küfretmesi, hakaret etmesi bana ne katabilir?
Muhakkak ki hiçbir şey katmayacak! Kitabı hazırlarken çok fazla kaynaktan yararlandınız mı? Sözlük yaratmak için bir kaynak tufanı kopmuş olmalı!
Evet, yerli ve yabancı çok fazla kaynaktan faydalandım. Bu çalışma sayesinde kitaplığımın sinema kısmı çok daha zenginleşti açıkçası. Sadece sinema da değil bu arada. Değişik disiplinlerden de faydalandım. Örneğin “Dördüncü Duvar”, “Metot Oyunculuğu” veya “Tipleme” maddeleri için tiyatro alanında da okumalar yaptım.
Ancak kendimden de çok fazla şey var kitapta. Yani kaynaktakileri alıp kitaba yalın haliyle, olduğu gibi yansıtmış değilim. Bir kere birbiriyle çelişen çok fazla bilgi de vardı. Bunların doğrularını ayıklamak, şüphe duyduklarımı teyit etmek de oldukça fazla zamanımı aldı. Ayrıca kaynaklarda olmayan pek çok şeyi de kendimden de vererek yazdım.
Bu bir yandan da bir ilk kitap. O yüzden başlangıç için kurgu yerine bir sözlük kitap iddialı ve meşakkatli gibi geliyor düşününce insana… Sinema üzerine yeni kitapların devamı gelecek mi ya da başka bir kitap belki?
Kurgu dışı kitap yazmak kurguya kıyasla bir nebze daha meşakkatli bence de. Sinema konusunda başka kurgu dışı kitap çalışmalarım da sürüyor. Bunun dışında mitolojiyle ve masallarla ilgili kitap çalışmalarım da var. Zamanı gelince bunların da yayımlanması gündeme gelecektir elbette.
Sinemadaki anti kahramanınız ve kahramanınızı sorsam…
Sergio Leone filmlerini çok severim. Kitapta da bahsettiğim Spagetti Western türü filmlerin ustasıdır Leone. Onun filmlerindeki esas kişiler aslında anti kahramandır. 1964 yapımı Bir Avuç Dolar filminin girişinde Clint Eastwood’un hayat verdiği yalnız kovboy Joe benim sinemadaki favori anti kahramanımdır. Daha filmin başında bir grup haydudun bir aileye musallat olduğunu görürüz. Haydutlar, bir babayla oğlunu tartaklıyorlardır. Adamın karısını da zorla alıkoyuyorlar filmde. Genç kadının yardım dileyen bakışları kovboy Joe’yu harekete geçirmez. Yalnız kovboyumuz başkası için kendi postunu deldirmek niyetinde değildir çünkü! Kitapta da değindiğim gibi böyle bir sahneyle karşılaşan klasik western kovboyu (örneğin bir John Wayne karakteri), derhâl tabancasına davranır ve haydutların leşini yere serip kadını kurtarırdı. Anti kahraman ile kahraman arasındaki farkı bu örnekten daha iyi açıklayan bir sahne bulunmaz bence.
Sinemadaki favori kahramanım maalesef yok! Bana hep zaafları da olan, gri alanlarda gezinen kişiler daha sahici gelmiştir. “Kahraman” tanımında bunlar yok. Çünkü kahramanlar siyah/ beyaz ayrımında hep beyaz yani iyi tarafındalar. Onların zaafı olmaz, her zaman en doğru kararı verirler, neredeyse hiç hata yapmazlar. Gerçek bir “insan” gibi durmuyorlar benim için. Bu yüzden yeterince bağ kuramıyorum kahramanlarla.
Sözlüğü hazırlarken en çok hangi bölümü yazmayı sevdiniz?
Biri “Sinematograf” maddesiydi diyebilirim. Sinemaya dair tüm hikâyeyi başlatan icat Sinematograf makinesi çünkü. Hareketli görüntüyü kaydeden bir makine bu. Özel anlamı var yani sinema için her şeyin temeli. Ayrıca kitapta da bahsettiğim ilginç bir anekdot var bu makineyle ilgili. Bu yüzden de çok hoşuma gidiyor bu bölüm.
Bu anekdota göre sinemanın, daha doğru ifadeyle Sinematograf’ın mucidi Fransız Lumière kardeşler, sinemayı “sanat” yapanlardan biri olan Georges Méliès’e, “Sinematograf geleceği olmayan bilimsel bir icattır” diyor. Bu sözlerin bugün gülümsemeyle anılması gayet normal elbette. Lumière kardeşlerin, hatta Méliès’in tahminlerinin ötesinde sinema sadece bir sanat değil, “çok kollu bir sanat” oldu zaman içinde. Tiyatro, edebiyat, müzik, dans ve daha nice estetik disiplinleri kendi içinde harmanladı.
Bir diğeri ise “Cameo Görünüm” maddesi. Sinema jargonunda Cameo Görünüm, ünlü bir simanın “sürpriz” bir şekilde, “çok uzun olmamak koşuluyla” filmde görünmesi anlamına geliyor. Bir nevi bulundukları sahneyi süslemek… Zaten İngilizcede cameo’nun anlamlarından biri de “süsleme”dir. Sinemanın büyük ustalarından Alfred Hitchcock’un başının altından çıkmıştı bu! Neredeyse filmlerinin üçte ikisinde cameo görünüme imza attı Hitchcock. Filmlerinde bazen otobüsün arka koltuğunda otururken, bazen otobüse yetişemezken, kontrbas kutusuyla itiş kakış trene binmeye çalışırken, trende iskambil oynarken, köpekleriyle hayvan dükkânından çıkarken, bazen asansörde, bazen otel lobisinde bazen de postanede gördük onu. Eğlenceli bölümlerden biridir Cameo Görünüm. Bu yüzden bu bölümü hazırlarken çok eğlenmiştim.