
NİHAN AYPOLAT: “BAĞIMSIZ TİYATRO OYUNCULUĞU BU ÜLKEDE DİRENİŞ DEMEK”
En son Çocukluk dizisiyle ekranlarda seyirciyle buluşan İstanbul Drama Topluluğu oyuncusu Nihan Aypolat ile pandemi günlerinde sinema ve tiyatroyu konuştuk. Sahneyi çok özlediğini söyleyen Aypolat’ın en büyük oyunculuk hayalini de öğrendik: “Ölmeden öce Medea’yı oynamak”.
Söyleşi: Zehra Güngör
zehradem85@icloud.com
Hiç kuşkusuz onu en iyi hatırlayacağınız yapımlardan biri Türkiye’de korku filmi denince akla ilk gelen filmlerden biri: Dabbe. Her ne kadar sinema ve dizilerde oynasa da kalbi en çok tiyatro sahnesinde atan Nihan Aypolat, yeniden oyun provalarında koşturacağı günlerin hayalini kuruyor ve inanıyor, çok yakında “Ve perde!”
Bugün Ajandakolik’te konuğumuz olan Aypolat ile yalnızca oyunculuktan değil, doğadan ilham aldıklarından, özgürlükten ve kadın mücadelesinden de bahsettik.
Sevgili Nihan uzaktan olsa seninle sohbet etmek çok güzel. Heyecanla sorularıma başlıyorum. Seni ilk defa sevgili Ayça Güçlüten’ in kitabı Disko Topu’na yaptığın okuma performansınla tanımıştım. Kitap adeta yeniden canlanmıştı. Sanat hayatına nasıl başladın?
Ah Disko Topu’m, evet orada tanışmıştık seninle, büyük heyecanıma ortak olanlardandın. Canım kadın Ayça Güçlüten’’in kitabının okuma performansı meslek hayatımın en heyecan verici deneyimlerindendi. Yeri hep ayrı kalacak.
Oyunculuğa tiyatro ile başladım. Kendimi öncelikle tiyatro oyuncusu olarak tanımlıyorum. Köküm tiyatro. Orta son sınıftayken Suç ve Ceza oyununu izlemiştim Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde. Oyunun bir anında Raskolnikov’un yüzünü yıkadığı sular sahnenin dışına taştı. O an büyülendiğimi hatırlıyorum. Bu bir işaretti bana göre. Gözlerimin önünde kanlı canlı bir sanat vardı fakat dokunulmaz ve ulaşılmazdı. Buna rağmen o bana kendi dünyasında sularını sıçratabiliyordu. O oyundan sonra tiyatro aklımdan hiç çıkmadı. Üniversiteyi ailemin tercihi üzerine İktisat Fakültesi’nde okudum. Sonrasında 2007’de iki yıllık bir oyunculuk okulu olan Gösteri Sanatları Merkezi’ni bitirdim. Aktif oyunculuk hayatıma ise koşulları uygun hale getirdikten sonra 2012 yılında başladım. Tercihen konservatuvar okumadım. Nedenlerini, okul dediğimiz kurumla ilgili görüşlerimi belki başka bir sohbetimizde ayrıntılı konuşuruz. (Gülüyor.) 2012’den beri tiyatroyu hiç bırakmadım. Ta ki pandemiye kadar, fakat az kaldı, kavuşacağız.
Tiyatro bu dönem en çok etkilenen sanat dallarından. Oynadığın oyunları konuşalım istiyorum. Pandemi öncesi nasıldı, nerelerde oynadın?
Sekiz yıl hiç ara vermeden tiyatro yaptım. Her sezon en az iki oyunum oldu yetişkin tiyatrosunda. Dört farklı oyunumun olduğu bir sezonu hasretle hatırlıyorum mesela, 2016/2017 sezonuydu sanırım. Eş zamanlı olarak bir yıl öncesine kadar her zaman çocuk tiyatrosu da yaptım. Sezonda 5 ya da 6 farklı oyunum olurdu. Ne şanslıyım ki klasikte ve çağdaşta çokça karakterle buluşabildim. Daha da fazlasını temenni ediyorum. Çünkü bu beni hayatta tutuyor.
Tiyatronun senin için anlamını sorsam…
Benim için tiyatro hayatta bugüne kadar yapabildiğim en iyi şey. Dünyaya geliş amacım konusunda içimi rahatlatan yer. Bir gün herhangi bir şeyi tiyatrodan daha iyi yapar ve yaptığımda daha tamamlanmış hissedersem onu yaparım ama bugüne kadar öyle bir keşfim olmadı. Belki buna en yakın his doğada olmak olabilir.
İlk sinema filmin ne peki?
Bir korku filmi olan Dabbe.
Sinema mı tiyatro mu senin için daha önde gelir?
Dabbe benim tiyatro dışında ilk uzun soluklu işim. Ondan önce Hasan Karacağ ile tanışmamızı da sağlayan Kurşun Bilal dizisiyle başladım kameraya. İyi bir deneyimdi Dabbe. Korku filmi oyunculuğuna dair bir fikir oluşturmamı da sağlamıştı. Henüz mesleğin başındayken iyi bir okul olmuştu bana. Ama henüz Özcan Alper, Emin Alper, Yeşim Ustaoğlu, Reha Erdem, Serdar Akar, Kaan Müjdeci ve Kıvanç Sezer ile (ufak bir çalışmamız olmuştu, ama tadına varamadığım için onu saymıyorum) çalışamamışken tiyatro sinema kıyaslamasını yapamam. Fakat şunu söyleyebilirim ki dinamikleri, dokunulmazlığı, hikayenin ve anlatıldığı dünyanın akışının asla bozulamaması özellikleri sebebiyle tiyatro her zaman önde gelecektir. Tiyatro büyülüdür.
En son Fox TV’de Çocukluk dizisinde oynadın. Güçlü bir performanstı. Anne olmamana rağmen bir anneyi canlandırmak zor oldu mu? Üstelik böyle bir anneyi…
Çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. Oynadığım karakterin adı Lale’ydi. Oldukça zorlayıcı oldu evet. Dediğin gibi anne değilim ve öncelikle bu duyguyu keşfetmem gerekiyordu. Yerine bir şeyler koymam, bendeki karşılığını bulmam gerekiyordu. Sonrasında da deformasyona uğramış bir annelik duygusunu anlamam, kavramam gerekiyordu. Uzun bir süreçti. Lale’yi anlamamda Müfit Aytekin’in, Nadim Güç’ün ve Merve Girgin’in çok büyük emeği var. Anlayabildikten sonra artık oynaması benim için çok keyifli olmaya başladı. Hepimizin kafasında bir anne ideası vardır değil mi ve onu görmek isteriz. Arketipin dışına çıkıldığında seyirciyi de ikna etmek zorlaşıyor ve benim için asıl tutkulu macera orada başlıyor.
Pandemi döneminde çalışmak, üretmek de oldukça zorlayıcı olabiliyor. Çalışma şartlarınız nasıldı? Set ortamından bahseder misin?
Benim bu işteki en büyük şansım çocuklu set olmasıydı. Bir yerde çocuk varsa orada saflık, temizlik vardır ve onu görmeyi bilirseniz ne yorulur ne üzülürsünüz. Çocuklardan çekimler boyunca özellikle oyunculukla ilgili çok fazla şey öğrendim.
Şöyle bir an anlatmak istiyorum; bir gün çocuklardan biri diğer çocuğa, “Sen burayı hiç güzel oynayamadın” dedi. Dikkatle yorumu alan çocuğu izlemeye başladım. Kesin ağlayacak, üzülecek, sete devam edemeyecek dedim. Çocuk önce bu yoruma şaşırdı, bir an durdu, “Çok güzel oynayacağım şimdi” dedi gülerek ve gitti oynadı. İşte bu kadar basit. Bir yetişkin olarak bu yorumu alsak başa çıkmamız çok zor olabilirdi. Ama çocuklar sadece oyunlarıyla ilgileniyorlar. Dünyaya geliyorlar ve oyun oynuyorlar. İlham verici bu.
Gerçekten de iyi bir kadro ve güzel bir yapımdı. Herkesin ellerine sağlık tekrar. Yeni bir proje üzerine çalıştığın bir rol var mı? Bu dönemi nasıl geçiriyorsun?
Çok naziksin çok teşekkür ederim. Tiyatro yapmayı çok ama çok özledim. Şu dönemde kendi kendime hem antrenman olması hem de belki her şey düzeldiğinde sahneleyebileceğim umuduyla tek kişilik bir oyuna çalışıyorum. Henüz yeni bir diziyle anlaşmadım ama yakında olacak gibi görünüyor. Seslendirmelerim devam ediyor. Şu an Enerjisa’nın eğitim videoları projesi var elimde. Ama sahne ve set benim yuvam ve yuvaya döneceğim günü bekliyorum.
En çok oynamayı düşlediğin rol hangisi?
Toplumca kolay kabul görmeyecek her rol beni çok heyecanlandırıyor. Tiyatroda ise ölmeden Medea’yı oynamak istiyorum.
Doğaya ve gezi sporlarına ilgilisin bildiğim kadarıyla. Özgür hissettiğin yerler sanırım oralar daha çok. Biraz bu serüvenden bahseder misin? Ara verdin mi, yoksa uzak daha izole yerlerden devam mı ediyorsun?
Evet, her ama her fırsatta şehirden gidiyorum ve dağlarda, denizlerde, ağaçların yanında yani aslında olmamız gereken yerde kendimle buluşuyorum. Arada bu buluşmaları gerçekleştirmezsem kaybolur giderim ve birçoğumuz kayboluyoruz. Bize ait olmayan bilgilerle, ezberlerle yaşayıp gidiyoruz. En kötüsü bize ait olmadıklarını fark edemiyoruz bile. Bizi öyle güzel oyalıyorlar ki kendimizi bulamıyoruz. Yaşadığımız düzende ürkütücü bir seçeneklilik durumu söz konusu. Ben bu kadar seçenekte boğuluyorum. Sürekli manipüle ediliyoruz. “Sen onu aldın ama daha iyisi var, onun da iyisi var ve daha da iyisi. Çünkü ben senin aklını karıştırmak için çok çalışıyorum. Algılarını yönetmek için çok çalışıyorum.” Bunu diyen birileri var.
Doğada ve küçük yerlerde zaten ne yiyeceğiniz ne giyeceğiniz ne yöne doğru gideceğiniz bellidir. Bu seçeneklilikten sıyrıldığınızda ve neyi seçmem gerekiyor mesaisini azalttığınızda kendinizle, düşüncelerinizle, kalbinizle daha fazla vakit geçiriyorsunuz.
Ben kendimi anlarsam insanı anlarım, bununla birlikte yaşamı anlarım. Bunları anlamamın en iyi yolu ise doğayı izlemek. Orası ilahi bir okul.
Müzikle de ilgilisin… Başka?
Müzikle ilgileniyorum evet. Yıllardır kendi kendime şarkılar söylerim, hatta sahne aldığım bir dönem de olmuştu. Söyleyebildiğim, sesimin yettiği her şarkıyı söylemekten büyük keyif alıyorum. Şimdi bu pandemi sürecinde gitar çalmaya başladım biraz. Yani şarkılarıma eşlik edebilecek seviyede. Aslında bu özgürlük de hoşuma gidiyor. Biraz daha iyi çalmaya başladığımda dostlarıma, arkadaşlarıma ve hatta seyahatlerimde tanıştığım insanlara da çalıp söyleyeceğim. (Gülüyor.)
Bir de poi çevirmeyi çok seviyorum, henüz yaklaşık 10 kombinasyonuyla çalışıyorum ama yaklaşık 3000 kombinasyonu var dünyada. Uzun bir yolculuk poi de. Resim, sinema ve dans ise sığınaklarım. İyi bir seyirciyim.
Bir günün nasıl geçiyor? Okuyor musun, mutfağa sık girdiğini söyleyebilir miyiz yemek yapmak için falan?
Evdeki bir günüm okuyarak, izleyerek, şarkı söyleyerek, kaset dinleyerek ve meditasyonla geçer genellikle. Ama bazen saatlerce dururum da. Çok da güzel dururum. (Gülüyor.) Durmak kıymetlidir. Kitaplarla aramın nasıl olduğunu anlatabilmek için şöyle bir şey söyleyeceğim; dışarı çıkarken okuyamayacağımı bildiğim bir ortama gidiyor olsam bile yanıma kitap alırım. Kitabım yoksa kendimi güvende hissetmem. (Gülüyor.)
Yemek yapmayı çok severim, hele ki sevdiklerime yapıyorsam dünyanın en tatlı meşguliyeti olur benim için.
Sana ilham veren, idolün olan oyuncular kimler? Birlikte oynamayı hayal ettiğin birileri var mı?
Çokça ilham aldığım oyuncu var. Gerçekten saymakla bitiremem. Ben bir taşın başında dakikalarca duran ve büyülenen biriyim. Her insan engin bir okyanus, düşünün halimi.
Ders gibi izlediğim bazı oyuncular var. Cate Blanchett, Meryl Streep, Sean Pean, Daniel Day Lewis, Haluk Bilginer, Ercan Kesal bu isimlerden bazıları. Karşılıklı oynamak istediğim bir oyuncu var evet, beni tanımaz ama ben onun her işini izledim. Artık Türkiye’de değil. Onu izlerken “Ne yapıyorsun, şu an ne yapıyorsun?” diye hayret ediyor ve ona hayranlık duyuyorum. Bahsettiğim aktör Nadir Sarıbacak. Bir kere bir oyunuma gelmişti, çıkışta beni tebrik etmişti, tek yaşanmışlığımız bu. (Gülüyor.)
Oyunculukla ilgili hayalleri olan genç yeteneklere bir şeyler söylesen…
Yapın! Bu kadar. İçinizde ateş yakan her şeyi yapın. Bu oyunculuksa bunu mutlaka yapın. Evet, bizim ülkemizde zor, çılgınlık hatta. Evet, aileler çok haklı, sigortalı bir işimiz olsa iyi olurdu. Evet, iş alanı az ve çok fazla oyuncuyuz. Ama yaşam enerjisi paradan daha kıymetli bir şey ve sevdiğiniz iş size yaşam enerjisi verir. Yaşam enerjisiyse size hayatta kalmak için çözümler buldurur. Sahne bulamıyorsanız kendi kendinize oyun çalışın, konservatuvara almıyorlarsa dışarıda kendinizi eğitin. Ama şöyle bir gerçek var, mutlaka elinizden başka bir iş de gelsin. Size para kazandıracak bir alanda da kendinizi geliştirin. Çünkü yaşamak zorundayız ve oyunculukla ilgili her şey her zaman yolunda gitmeyebilir. İşsiz kaldığınızda o süreci atlatmanıza yarayacak bir beceriniz olsun elinizde. Bakınız: gerçekler. Oyunculuk, özellikle bağımsız tiyatro oyunculuğu bizim ülkemizde direniş demek.
Her gün kadınlar için sesimizi duyurmaya çalıştığımız bir güne dönüştü. Amerika’da oyuncular arasında başlayan MeToo Hareketinin yankısı bitmedi. Neler diyeceksin?
İşte bu mesele çok ama çok büyük bir açık yara. Bu mesele benim kelimelerimin kifayetsiz kaldığı büyük bir acı. Ben burada bunları yazarken bir kadın şu an evinde şiddet görüyor. Biz meydanlarda kadın haklarını savunurken de o kadınlar evlerinde şiddet görüyor. Şöyle bir teklifim olmuştu twitter üzerinden, meydanlara çıkalım tamam ama asıl gidip bu kadınların evlerinin önünde nöbet tutalım demiştim. O kadınların ihtiyacı olan bu. O kadınların tek duası gece boyu dayak yedikten sonra birinin kapıyı çalması ve yeter deyip onu oradan çekip alması. Ben çok yakından biliyorum bu kadınlardan birini maalesef. Yapacağımız şudur, sessiz kalmamak, dönüp gitmemek.
2016-2017 sezonunda, psikoloji literatürüne Seyirci Etkisi olarak geçmiş Kitty Genovese olayını sahnelediğimiz oyunda da bunun altını çizmeye çalışmıştık. Bir şiddet olayına şahit olduğumuz an -tabii ki kendi güvenliğimizi de sağlayarak- müdahale etmek zorundayız.
Metoo Hareketi, maruz kalanı bir nebze özgürleştiren, yalnız olmadığını hissettiren, maruz bırakanı da deşifre korkusuyla biraz da olsa temkinli davranmaya iten bir hareket oldu. Ama bu maruz bırakanlar var ya, daha zekice yollar buluyorlar. Onlarla savaşımız ömür boyu sürecek gibi!
Umarım buna gerek kalmaz diyeceğim ama… Ajandakolik’in klasik sorusunu sorayım o zaman şimdi sana. Bir ajandan ya da not defterin var mı?
Her zaman not defterim olur. Uzun uzun yazmasam da kilit anların cümlelerini not alırım. Geriye dönüp baktığımda yol gösterici oluyorlar. Geçmişteki Nihan’ı unutmamamı sağlıyorlar.
En çok neyi özledin bugünlerde?
Tabii ki sahneye çıkmayı çok özledim. Bir de gerçekten doya doya sarılmayı özledim.
Bu sıcak sohbet için çok teşekkür ederim, Nihan. Diliyorum en kısa zamanda tekrar sahnelerde seni alkışlayalım.
Kıymetli soruların için ben çok ama çok teşekkür ederim. Soruların sayesinde ben de kendimle sohbet etmiş oldum yeniden. Dhaa güzel günlerde, yüz yüze göz göze de sohbet etmek dileğiyle. Sevgiler benden…