PORTRE: CATE BLANCHETT – HER ROLDE SIRTINDAN TERLER AKIYOR
Büyüleyici Elf Kraliçesi Galadriel’den Sindirella’nın üvey annesine, Kraliçe Elizabeth’ten Bob Dylan’a, antidepresanları yercesine tüketen Mavi Yasemin’den 1950’lerin vamp lezbiyeni Carol’a ya da tam bir “women power” filmi Ocean’s Eight’teki Lou’ya uzanan onlarca film, onlarca rol… Yalnızca, 13 karakteri oynadığı “Manifesto” filmi bile kariyerinde dev bir manifesto niteliğinde, kocaman bir alan kaplıyor. Şimdilerde “Mrs. America” dizisinde boy gösterip Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu kategorisinde yarışırken bir yandan da “Queen Bitch and the High Horse” filminin yapımcılığına soyunmuş durumda. Ez cümle aktris Cate Blanchett üzerine konuşacak çok şey var!
Yazı: Nilüfer TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Sinemadaki geçmişine baktığınız zaman hiç çaba sarf etmeden oynadığını düşünebilirsiniz. Film listesi bu kadar kalabalıkken ve 51 yaşında olmasına rağmen, hâlâ yönetmenlerin en çok tercih ettiği oyunculardan biri olarak kabul edilirken söz ettiğiniz kişi Cate Blanchett olunca, oyunculuğun onun için son derece basit ve doğal olduğu fikrine kapılmanız oldukça kolay. Aksini iddia etmek de bir hayli güç zaten! Ancak iki Oscar, üç BAFTA, üç Altın Küre ödüllü aktris, canlandırdığı tüm rollerde sırtından ter aktığını ve her defasında içinde bir yerlerde yapamamış olmanın derin endişesini duyduğunu itiraf ediyor.
2015 yılında Guardian’a, Donald Trump’ı oynamak isteyip istemeyeceği sorusuna “Tüm kalbimle ve ruhumla oynamak isterdim. Nerede kılı kırk yarmak gerekiyorsa oradayım. Todd Haynes (“Beni Orada Arama” ve “Carol” filmlerinin yönetmeni) yeni bir film çekse mesela… Donald Trump’ın altı farklı kişiliği de filmin konusu olsa… Epey ilginç olurdu!”
Avustralya’nın Melbourne kentindeki Ivanhoe kasabasında 14 Mayıs 1969 yılında gözlerini açan Catherine Elise Blanchett, parasız geçen çocukluğunda en net hatırladığı şeyin 10 yaşında babasını yitirmek olduğunu söylüyor. “Babam işe gidiyordu. O sırada piyano çalıyordum. Babam bana her zamanki gibi çıkarken el salladı ve bir daha geri gelmedi. O gün işyerinde kalp krizi geçirdiğini öğrendik. Annem için her şey kâbusa dönmüştü. Çok zor bir çocukluk geçirdim. Hiç paramız yoktu ve çok yalnızdık. Her çocuk için iyi bir eğitim çok önemlidir. Bu yüzden annemin ne kadar çabaladığını iyi biliyorum. ‘Dişini tırnağına takmak’ deyiminin tam karşılığıdır annem. Benim iyi bir eğitim alabilmem için çok uğraştı ve bunu başardı da.”
“YETİŞKİN” BİR ÇOCUKLUK
Bir başka söyleşide para konularından ve annesinin verdiği mücadeleden bahsetmeyi çok da sevmediğini söyleyen Blanchett, sadece “Parasızlığın ne demek olduğunu gerçekten iyi biliyorum” demeyi uygun bulmuştu. Cate’in ailesinin hikâyesi hem romantik hem de üzücüydü. Teksas doğumlu baba Robert DeWitt Blanchett Jr., Amerikan Donanması’nda astsubay kıdemli üstçavuştu. Gemileri Antarktika’da bozulunca, Cate’in öğretmen annesi June Gamble’ın subayları dansa davet edeceği bir kıyı kenti olan Melbourne’a rotayı çevirmek zorunda kalmıştı.
Robert ve June, o gece boyunca hep dans etti. Gemi iki hafta boyunca rıhtımdayken, birbirlerini görmeyi sürdürdüler. Robert, Melbourne’dan ayrıldıktan sonra da yazışmaya başladılar. Üç yıl boyunca birbirlerine yazdıkları aşk mektuplarının ardından Robert, Avustralya’ya taşındı. Evlendiler ve üç çocukları oldu. Ancak çok geçmeden Robert kalbinde bir problem olduğunu fark etti ve özellikle de Cate’in çocukluğu döneminde bu hastalıkla uğraştı. Cate’in hafızasındaki en erken anılardan biri 32 yaşındaki babasını hep yatakta görmesiydi. Henüz 18 aylıktı, sekiz yıl sonra babasını kaybetti.
Ivanhoe İlkokulu’ndaki öğretmeni, genç Cate’in babasını kaybetmesinin, ağabeyi Bobby ve kız kardeşi Genevieve’in sorumluluğu almasında etken olduğunu söylüyor. Şimdi emekli öğretmen olan Kath Hutchens, yıllar sonra Blanchett için ilk defa şunları açıklıyor: “Cate, en iyi öğrencilerimden birisiydi. Çok anaç ve korumacı bir tarafı vardı. Ağabeyi Bobby entelektüel anlamda zeki bir çocuktu ama fiziksel bir engeli vardı; üç tekerlekli bisikletle hareket etmek zorundaydı. Bir gün okula geldi ve oyun alanındaki çocuklar ona pek de nazik olmayan bir şeyler söyledi. Bunu fark eden Cate öne atılarak Bobby’nin onun kardeşi olduğunu, sevsinler ya da sevmesinler bu haliyle onu kabul etmeleri gerektiğini söyledi. Sanki o an yetişkin bir insan konuşuyordu. Sanki ağabeyinin annesiydi. Çocuklara orada adeta ders verdi.”
Cate Blanchett de babasının ölümüyle birlikte erken gelen olgunluğunun kendisinde nadiren görülebilecek bir özgüven bıraktığını şöyle anlatıyor: “O zamanlarda annelerin pek yapmadığı bir şeyi yapıyordu annem. Öğretmen olduğu için her gün işe gidiyordu. Her zaman evin dışında da bir işi vardı ve bu beni çok etkilemişti. Hayat boyu ilham kaynağım olduğunu söylemeliyim.”
“DÜŞECEĞİNİZİ BİLSENİZ BİLE ŞEREFLİCE DÜŞÜN”
Annesinin her şeye rağmen çalışma azmi, Cate’in de 14 yaşında çalışmasına yardımcı oldu. Yaşlı insanların evinde bir tür bakıcılık göreviydi bu. Yıllar sonra yaşıyla ilgili söylediği yalanı itiraf ediyor. “Evet, yalan söyledim, çünkü çalışmak için, hele ki böyle bir iş için çok gençtim. Okul bittikten sonra bir çiftin evine gidiyordum. Aşçı yemeği hazırlamış oluyordu, ben de onu ısıtıp, servis edip, onlarla oturuyor ve sohbet ediyordum. Sonra da bulaşığı yıkayıp eve dönüyordum. Aslında işi sevmiştim. İnsanları sevmiştim. Babam öldükten sonra, büyükbabam bizimle yaşamaya başlamıştı. Her zaman üç nesil bir arada yaşamış olmanın müthiş bir ayrıcalık olduğunu düşünmüşümdür. Pek çok insan yaşlılardan korkar. Onlarla yaşamak istemez. Benim içinse tam aksiydi. Koca bir ömür geçirmiş birilerinin etrafımda olması inanılmaz bir duyguydu.”
Melbourne Üniversitesi’nde sanat tarihi okudu. Şanslıydı ki kız kardeşi Genevieve, hobiden çok profesyonel bir iş olarak oyunculuğu yapması için ona cesaret verdi. “Kız kardeşimin de gelip beni izlediği bir tiyatro oyunuydu. Bana o gün, ‘Sahnede seni değil, karakteri görüyorum’ dedi. Bu bana çok ilginç gelmişti!”
Üniversiteyi bırakıp Sidney’de Avustralya Ulusal Enstitüsü Drama Sanatları bölümüne kaydoldu. Oyunculuğunun ilk yılları ekonomik sıkıntılarla geçti. “Benim işimde kabul edilmekten çok reddedilmek daha fazla olan bir şey. Bunun üstesinden gelebileceğime pek emin değildim. Bir de üstüne üstlük beş parasızdım. Sidney çok pahalı bir şehir. Drama okumak için geldiğimde penceresiz bir odaya pencere yapmaya çalıştım, duvarı kırmıştım. Çalışmıyordum, bir kahve içebilecek kadar bile param yoktu. Bunun için ağlanıp sızlanmıyorum. Şimdilerde finansal olarak bu kadar güvendeyken ve tahminimden çok para kazanırken geçmişte böyle farklı bir hikâye yaşadım, emin olun.”
ALTIN ÇAĞI İLK OSCAR ADAYLIĞINI KAZANDIĞI “I. ELIZABETH” İLE OLDU
Blanchett, Avustralya ve Amerikan televizyonlarında yer alan dizilerle sahneden ekrana geçti. Sinemadaki ilk rolünü ise 1997 yapımı “Cennet Yolu” filmiyle yakaladı. 1998’de Ralph Fiennes’le birlikte başrolünü oynadığı “Oscar ve Lucinda” filmindeki Lucinda Leplastrier rolüyle Avustralya Film Enstitüsü’nün En İyi Kadın Oyuncu ödülüne aday gösterildi. 1997’de Enstitü ona “Thank God He Met Lizzie” filmiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü verdi.
1998 yılı, Cate Blanchett için “Altın Çağ” oldu. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’i canlandırdığı “Elizabeth” filmiyle Akademi’de ilk Oscar adaylığını kazandı. 29 yaşındaydı. 71. Akademi Ödül Töreni’nde o yıl Oscar’ı kucaklayan En İyi Kadın Oyuncu, yine bir dönem filmi olan “Aşık Shakespeare” ile Gwyneth Paltrow oldu.
Bir yıl sonra Paltrow’la birlikte “Yetenekli Bay Ripley” filminde rol aldı. Peter Jackson’ın “Yüzüklerin Efendisi” serisi, Cate Blanchett sinematografisi için de adeta bir “güzelleme”ydi. Aktris, Elf Kraliçesi Galadriel rolüyle erkeklerin kalbini fethetti. Efsunluydu, gizemliydi ve çok zarif, çok asildi. Anlaşılan o ki sinemanın “kraliçe” koltuğunu Cate Blanchett, hem tarihsel hem de fantastik olarak iyi dolduruyordu. Üçlemenin üç filminde yer alarak yazar Tolkien’in edebi ve ütopik serisinin sinemadaki başlıca karakterlerinden biri oldu.
OSCAR’LI OYUNCU OYNAYARAK OSCAR KAZANAN İLK YILDIZ
2005 yılında sinema kariyerindeki en önemli başarısına imza attı. Başrolünü Leonardo DiCaprio’yla birlikte oynadığı, Martin Scorsese imzalı “Göklerin Hakimi” filminde canlandırdığı aktris Katherine Hepburn portresiyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu kategorisinde ilk Oscar’ını elde etti. Böylece Oscar’lı bir oyuncuyu oynayarak Oscar kazanan ilk oyuncu olmayı da başardı.
İki yıl sora Blanchett, sinema kariyerinin en önemli karakterlerinden biriyle geri döndü. “Elizabeth: Altın Çağ”da Kraliçe Elizabeth rolüyle bir kez daha Oscar adaylığına yeşil ışık yakan aktris, yine ödülü bir başka dönem filmi olan “Kaldırım Serçesi”nde Edith Piaf rölünü oynayan Marion Cotillard’a kaptırdı.
Tarihe damgasını vuran isimleri canlandırma konusundaki ustalığı bunlarla da sınırlı kalmadı. Çok geçmeden bu defa bir erkeği, müzik dünyasının efsanevi ismi Bob Dylan’ı oynadığı “Beni Orada Arama” ile Oscar ve Altın Küre gibi ödüllere adaylıklar kazandı. Aynı yıl Time dergisinin “Dünyadaki En Etkili 100 İnsan” listesinde yer aldı. Daisy isimli bir dansçıyı canlandırdığı “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi”nde rol arkadaşı Brad Pitt’ti. O dönem Telegraph’a verdiği bir söyleşide Brad Pitt’le bir daha asla çalışmayacağını söyleyen aktris, “Angelina’ya (Jolie) olan aşkını görmek midemi bulandırıyordu. Şimdi kontratımda bir daha onunla çalışmayacağım yazıyor” açıklamasında bulunmuş, sonra da şaka yaptığını söylemişti. Filmin kendisini derinden etkilediğini de belirten Blanchett, “İnsanların birbirlerini kaybetme hikâyesi bu. Sonuçta hepimiz kendi bireysel seyahatlerimizin parçasıyız. Eğer doğru zamansa, biriyle kesişiyorsunuz ve bir bağ oluşturuyorsunuz. Eğer doğru zaman değilse, kendinizi izole edilmiş hissediyorsunuz, yalnızlaşıyorsunuz” demişti.
YÖNETMEN WOODY ALLEN’LA ÇALIŞTIKTAN SONRA GELEN İTİRAF
2014 yılında Woody Allen’ın yönettiği komedi-dram türündeki “Mavi Yasemin” filminde ise beklenmedik bir karakterle izleyiciyi şoke etti. Şizofrenik sanrıları ve bir sürü antidepresan ilacıyla yaşama tutunmaya çalışan Jasmine karakteriyle güldürdüğü kadar hüzünlendiren bir kadını oynuyordu. Guardian’a Woody Allen’dan şöyle bahsediyor: “Bu film bir hediyeydi. Bu tip filmler çok sık gelmez. İlk prova günü çok sert ve kabaydı. Geldi ve ‘Çok korkunç, sen de öylesin’ dedi. Üç hafta sonra kostümleri beğenmedi, mekânları beğenmedi, sahneyi beğenmedi. Sonra dönüp ‘Bu filmi kurtarmak için yardımcı olmalısın bana’ dedi.”
Blanchett, o andan itibaren ipleri eline aldığını, durumu değiştirmeye karar verdiğini ve yönetmeni soru yağmuruna tuttuğunu söylüyor. “Anladım ki ondan bir şeyler talep etmeliydim. Bazen bana şaşkın şaşkın bakıyordu. Genellikle pek çok zaman oyuncular yönetmene ‘İyi miydim? Beğendin mi?’ gibi sorular sorar. Ama benim sorularım teknikti. ‘Burada mı durmalıyım? Bunu bu şekilde mi söylemeliyim?’ gibi… Zamanının yarısını sorularıma cevap vererek yarısını da beni duymazmış gibi yaparak geçirdi.”
Blanchett, filmden birkaç yıl sonra verdiği bir söyleşide Allen hakkında üvey kızı Dylan Farrow tarafından ortaya atılan iddiası hakkında sesiz kalmayacağını söylemiş, film sürecinde konu hakkında bilgi sahibi olmadığı için yönetmenin teklifini kabul ettiğini açıklamıştı: “Açıkça görülüyor ki, Dylan Frrow acı dolu bir dünyada yaşıyor, Farrow’un olayı tekrar mahkemeye taşıması gerektiği kanaatindeyim. Tekrar Woody ile birlikte çalışır mıyım? Onunla beraber oldukça üretken bir dönem geçirdim, kadınlar için çok güçlü roller yazdı. Ancak, onunla çalıştığım zaman neler olduğu hakkında (Farrow’un taciz iddiası) en ufak bir fikrim yoktu.”SEKTÖR KADINLARA HAKSIZLIK YAPIYOR
2015 yılında genç aktris Rooney Mara ile bir kadın filmiyle izleyici karşısına geçen Blanchett, yine farklı bir roldeydi. 1950’lerde geçen filmde Carol isminde bir ev kadınının bir satış asistanı kadına duyduğu aşk anlatılıyordu. “Carol” filmi her iki oyuncuya da Oscar ve Altın Küre adaylığı getirdi. Blanchett, Variety dergisine geçmişte kadınlarla ilişkilerinin olduğunu ama bunların hiçbirinin cinsel içerikli olmadığını açıklamıştı. Rolüne hazırlanırken lezbiyenlik üzerine pek çok kitap okuduğunu ve filmin kostüm tasarımcısı Sandy Powell ile erojen bölgeler hakkında konuştuğunu söylemişti. Sinema sektöründe kadın erkek ayrımcılığına da dikkat çeken aktris yine aynı söyleşide, Hollywood’un ödeme konularında eşitlikçi davranmadığının altını çizdi. “Meryl Streep, Reese Witherspoon ve Nicole Kidman gibi sayılı aktrisin bu endüstride belli bir yeri var. Diğerlerinin kazançları konusunda erkeklerin gölgesinde kaldığını düşünüyorum. Bu endüstride haksızlık hep kadınlara yapılıyor. Yapılması gereken daha çok şey var” diyerek “ Bir değişim gerçekleştiğinde, her zaman bu değişimin doğru yolda gerçekleşip gerçekleşmediği de sorgulanır. ‘Hangi nedenle gerçekleşiyor? Bunun altında gizli bir gündem var mı?’ gibi… Fakat şu anda yaşanan değişimin sadece kadınlar için değil, film endüstrisinde çalışan herkes için olumlu olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı.
GÜVENİLİR BİR EVLİLİK, BEDENİYLE BARIŞIK BİR ANNE
1997 yılında oyun yazarı eşi Andrew Upton’la tanışan ve aynı yıl evlenen oyuncunun Dashiell John, Roman Robert ve Ignatius isminde üç oğlu ve 2015 yılında evlat edindikleri Edith isimli bir kızı var. Blanchett’e göre iyi evliliğin formülünde dürüstlük bulunuyor: “Kocamla herhangi bir şeyi yargılanmadan, korkusuzca konuşabildiğim için çok şanslıyım. Ama öte yandan o tam bir Avustralyalı. İhtişama, gösterişe pek anlayış gösteremiyor. Gülünç bir duruma düştüğümde bunu kesmem gerektiğini söyleyecek kadar da açık sözlü. En büyük oğlum kendini ‘Deney’ olarak tabir ediyor, her şeyi ilk onda denediğimiz için. Ebeveyn olmadan önce bir sürü kitap okuyabilirsiniz ama unutmayın yine de bir sürü hata yapacaksınız.”
Çocuk doğurmasına ve ilerleyen yaşına rağmen fiziğini korumayı başaran aktris, 2009 yılında Vanity Fair dergisine birçok kadına ilham verecek sözleriyle konuk oldu: “Çocuk sahibi olunca bedeniniz değişecek. Ben bu evrimleşme sürecini seviyorum. Bunu sevmezseniz, kendinizle yaşamayı beceremezsiniz.”
Fizik demişken, güzellik takıntısı olmayan kadınlardan biri Cate Blanchett. Sadece sektörde değil, günlük hayatta da kadınların hemcinslerini sürekli eleştirdiğini belirtiyor. “Çok uzun bir süre ‘Kadın kadının kurdudur’ düşüncesinden uzak durmaya çalıştım. Ve diğer kadınlar ne yaparsa yapsın eleştirmekten hep uzak kaldım. Kadınların nasıl görünmesi gerektiğiyle ilgili çok fazla baskı var. Kişiliklerinden, karakterlerinden çok daha önemli bir şeymiş gibi atfediliyor bu. Ve ne yazık ki bunu da en çok kadın kadına yapıyor.”
O DA HARVEY WEINSTEIN KURBANLARINDAN
2018 yılında Cannes Film Festivali’nde juri başkanı olan Blanchett, Variety dergisine kariyeri ve film sektöründeki cinsiyet eşitsizliğine dair açıklamalarıyla gündeme geldi. Daha önce yaklaşık 100 kadın tarafından taciz ve istismarla suçlanan yapımcı Harvey Weinstein’ın kendisine de tacizde bulunup bulunmadığı sorusuna “Evet” yanıtı verdi fakat istismarla ilgili detay vermekten kaçınarak şunları söyledi: “Sanırım Weinstein yırtıcı bir hayvan gibi ilk önce en savunmasız olanları avladı. Yani, onunla ilgili her zaman içimde kötü bir his vardı. Bana sık sık ‘Biz dost değiliz’ derdi. Onun yapmamı istediği şeyleri yapmak istemedim. “Umarım hapse girer. Tecavüz yasal bir suçtur. İnsanların hukuksal bir sistemte yargılanmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu durum , çok çeşitli farklı alanlardan tehdit altında olduğu için korunması gereken gerçekten önemli bir demokrasi koludur.”
VE MRS. AMERICA İLE KADIN HAREKETİNİN BAŞROLÜNDE
Cate Blanchett’i 78. Altın Küre’de “en iyi kadın oyuncu” dalında aday gösteren FX dizisi “Mrs. America”, kadın hareketinin tarihini konu ediyor. Feminizmin yükselişini ve ABD’deki eşit hak yasasının hazırlanışına giden süreci ünlü aktivist Phyllis Schlafly’nin gözünden anlatan mini dizi, kadın hareketinin, siyaset ve kültür dünyasını nasıl değiştirdiğini gözler önüne sererken 70’lerde cinsiyet eşitliğine karşı savaşan, anti-LGBTİ+ hareketine katılan muhafazakâr Phyllis Schlafly’nin gerçek yaşamına odaklanıyor. Dziyle ilgili bir söyleşisinde “Bence şu anda mücadele ettiğimiz şey hâlâ çok eşitsiz bir siste” diyen Cate Blanchett, kendisiyle uyum içindeki bu rolüyle yine büyük oynuyor ve yine göz alıcı starlığıyla dünyaya meydan okuyor.
KISA KISA CATE BLANCHETT
Burcu: Boğa.
Boyu: 1.74
Rekor: Bugüne kadar iki Oscar kazanan ilk ve tek Avustralyalı.
Onur madalyası: Avustralya hükümeti tarafından Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirildi.
Elf kulakları: Oynadığı Elf Kraliçesi Galadriel’in kulaklarını bronzlaştırıp saklamış.
Yönetmen: Gillian Armstrong, Shekhar Kapur, Steven Soderbergh, Todd Haynes ve Peter Jackson’ın birden fazla filminde rol aldı.
Oyunculuk kahramanı: Judy Davis.
Klip: Massive Attack’in The Spoils klibinde oynadı.
Parfüm: Armani Beauty’nn Si parfümünün değişmeyen biricik yüzü.
BU YAZI, PSYCHOLOGIES TÜRKİYE İÇİN 2017 YILINDA KALEME ALINMIŞ VE AJANDAKOLİK İÇİN GÜNCELLENEREK YENİDEN YAZILMIŞTIR.
PORTRE: KATE WINSLET – DÜNYANIN EN ÜNLÜ FİLMİNİN BAŞROLÜNDEKİ KADIN