AYŞEGÜL YALÇINER: “ABLAMIN YAŞADIKLARINI FRIDA OYUNU ÜZERİNDEN GÖSTERMEK İSTEDİM”
Bundan yaklaşık dört yıl önce buluşmuşuz ilk kez. Bağımsız tiyatroların ayakta kalabilme mücadelesinden pandemi sürecine ve o dönem oynadıkları “Mor” isimli oyundan; oyunun konusundan yola çıkarak kadına şiddetten konuşmuşuz. Kadıköy Halk Tiyatrosu’nun kurucularından başarılı oyuncu Ayşegül Yalçıner ile yine yollarımız kesişti. Şimdilerde “Frida” oyunuyla sahnede olan Yalçıner ile tarihin önemli kadın figürlerinden ressam Frida Kahlo’dan tiyatronun hallerine yine bi’ dolu şeyi masamıza koyduk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
Seni sahnede güçlü kadın portreleriyle görmeye alıştık! Nazım Hikmet’in annesi Celile ile yıllardır sahnede büyük alkış alıyorsun. Oraya da geleceğim ama şimdilerde bir de dünya tarihinin en önemli kadın karakterlerinden ressam Frida Kahlo olarak sahnedesin. Eşin Ali Yalçıner’in yazıp yönettiği “Frida”dan biraz bahsedelim istiyorum önce. Biraz anlatır mısın?
Frida Kahlo çok uzun zamandır gerçekleştirmek istediğimiz bir projeydi. Evet Frida çok güçlü bir kadın ve ben (özellikle kadın seyirciye) bu ülkede, bu zamanda güçlü olmak gerektiği düşüncesinin altını çizmek istiyorum. Ama Frida Kahlo’nun hayatını sahneye taşımak istememin başka özel sebepleri de var. Konservatuvarı kazandığım sene ablam çok büyük bir trafik kazası geçirmişti. Araçta yanındaki arkadaşı ablamın öldüğünü zannedip olay yerinden kaçmıştı. Ablamın aylarca kaldığı yoğun bakım, geçirdiği onlarca ameliyat ve paramparça olan bir yaşamının koca bir aileyi nasıl etkilediğini Frida üzerinden göstermek istiyordum yıllardır. Anlatmak istediğime az çok yaklaşabildiysek ne mutlu. Kısacası Celile’den çok daha önce düşünüp, araştırıp, tartıştığımız bir projeydi. Ama her şey kendi vaktini bekler ya; Frida’yı çıkarmamız için doğru zaman buymuş diye düşünüyorum. Ablamın geçirdiği kaza üzerinden 18 sene geçti, 50’den fazla ameliyat geçirdi, yürümesi hatta yaşaması bile imkansız diyordu doktorlar ama o hayata tutunmayı tercih etti, tıpkı Frida gibi.
“BİZİM OYUNDAKİ FRIDA’YI SAVAŞÇI OLARAK TANIMLAYABİLİRİM”
Çok geçmiş olsun! Umarım şimdi çok daha iyidir ablan! Frida da hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok acılar çekmiş bir kadın. Bunca acıya rağmen acıdan beslenerek sanatıyla var oluyor ve çok büyük izler bırakıyor. Oyunda Frida’yı hangi duygularla ele alıyorsun?
Bence her türlü acı besliyor sanat üreten insanları. “Acıyı bal eyledik” (Hasan Hüseyin Korkmazgil) sözü var ya; onun gibi aslında. Acı başka kapılar açıyor insanın içinde ve o kapılardan geçtikçe kendi derinliğine iniyor insan, kendini ve dış dünyayı keşfettikçe de ürettiği sanat eserleri daha değerli oluyor. Frida’yı o dönemde çağının ötesinde resimler yapmaya iten de bu bence. Kendisiyle çok fazla vakit geçiriyor, kendisini, insanları, hayatı ve dış dünyayı algılama biçimi değişiyor. Defalarca yaptırdığı ameliyatları, deforme olmuş vücudu, sevdiği adamlar tarafından kırılan kalbi ve her şeye rağmen ölüme direnen küçücük bedeni… Savaşçı olarak tanımlayabilirim bizim oyundaki Frida’yı. Bol şarkılı, bol danslı, seyirciyi sıkmayan, bunaltmayan, Frida’nın eğlenceli ve çapkın yanını da ortaya çıkaran bir iş yapmak istedik.
Çok fazla yazılıp çizilen üzerine filmler, oyunlar yapılan bir kadın, Frida Kahlo. Metne hazırlanırken Frida’ya çalışırken sen nasıl bir yol izlediniz? 13 kilo verdiğini öğrenmiştik mesela…
Frida’nın yaşamı çok biliniyor ve bu durum onun hayatını sahneye taşımak istememiz açısından riskli. Bir de Türkiye’de yaşadığımız gerçeğini ele alırsak… Bilgisi olmasa bile herkesin her konuyla ilgili fikri var. Biz her türlü eleştiriye açık olarak daha önce yapılanlardan farklı bir anlatım biçimini seçtik. Celile’de olduğu gibi yine sinematografik bir reji, bolca zaman atlaması, efektle, ışıkla ve müzikle sahne geçişleri… Kadıköy Halk Tiyatrosu olarak tekdüze giden tarihsel bir sıralama, didaktik, sıkıcı anlatımı sevmiyoruz. Beraber iş yaptıkça, yeni oyunlar ürettikçe kendi dilimiz, anlatım biçimimiz, üslubumuz oturuyor sanırım. Aslında çok kilolu değildim oyun öncesi. Frida ortalamadan zayıf bir kadın ve ince bacağıyla dalga geçiyor arkadaşları. Bu gerçekliğe uyması için normalden daha ince olmam gerektiğini düşündüm ve bilinçli bir şekilde 13 kilo verdim. Prömiyer öncesi virütik bir rahatsızlık yaşadım. 40 derece ateşle sahneye çıktım. Ertesi gün doktora gittiğimde yanlış ilaç tedavisi uygulanmış. Ardından kan zehirlenmesi ve septik şok yaşadım, bir hafta da hastanede yattım bu süreçte. Meğer yaşadığım bu durum %60 ölümle sonuçlanan ciddi bir hastalıkmış. Frida’yı daha iyi anlamam için hastanede yattığımı söyleyen arkadaşlarım oldu. Tabii ki role hazırlanmak için o karakterin yaşadıklarını yaşamamıza gerek yok. Role hazırlık dediğimiz, karakteri iyi tanımakla, onun ne söylediği ya da ne gizlediğini anlamak ile ilgili bir süreç. Kilo verme ve saçımı siyaha boyatma sebebim fiziksel kişilendirmeyi sağlamak, role yakınlık kurmak ve seyircinin evet Frida’yı izliyoruz diye düşünmesini gerçekleştirmek. Yoksa hepimiz bir şekilde tanıyoruz Frida’yı. Bir karakteri çalışırken oyuncu olarak rehberimiz, oyun metni. Teksti iyi okuyup, yazılanı anlamakla ve oyuna kafa yormakla başlıyor yolculuk. Yaşamış bir karakteri canlandırıyorsak, tarihi araştırma yapmak gerek. Elbette rejisörün ne istediği, nasıl bir anlatım biçimi seçtiği mühim mesele.
Sahnede sadece bir oyunculuk performansı izlemiyoruz. Aynı zamanda flamenko sanatçısı Melek Yel de danslarıyla sana eşlik ediyor. Flamenkonun Frida’nın ruhuyla bu kadar özdeşleşmesinin temelinde sence neler var?
Melek ile yaklaşık 10 yıl kadar önce Profesör Metin Balay’ın rejisini yaptığı Kanlı Düğün projesinde çalışmıştık. Onun dans edişini, sahne enerjisini, çalışma disiplinini sevmiştim. Yeni oyun için profesyonel bir dansçıya ihtiyaç duyunca aklıma gelen ilk isim oldu. Oyunda sadece flamenko yok, modern dans da var, tango da… Ama flamenko ağırlıkta. Daha önce Frida Kahlo’nun hayatı sahnelenirken flamenko kullanıldı mı bilmiyorum. Bizim baskın olarak flamenkoyu tercih etmemizin sebebi; flamenkoda isyan var, tutku var, güçlü kadın figürü var, arzu var. Yoğun duyguların sanatsal dışavurumu olan flamenko, en zarif başkaldırı örneklerinden biri. Frida Kahlo da sisteme başkaldıran bir kadın. “Uçmak isteyip de uçamayan bir kuş gibisin, yürüyemezsen dans et Frida” onun cümlesi. Melek de Frida’nın dans edemediği anlardaki özgür ruhunu simgeliyor zaman zaman. Bazen Frida’nın annesi, bazen de Diego ile aşk yaşayan kadın oluyor. Diğer oyuncu arkadaşım Bülent Bayrak da Melek gibi sahne geçişlerini sağlayan bir figür gibi. Bazen Frida’nın babası, bazen Diego, bazen de doktor. Oyunun yazarı ve yönetmeni Ali Yalçıner, oyunun müziklerini ise Bülent Bayrak ve Gökmen Özveri beraber yaptı, koreografi de Melek Yel’e ait. Ben de oyunda 2 farklı karakteri canlandırıyorum aslında, Frida Kahlo ve anlatıcı. Yürümekte zorlandığı ve yatağa mahkum olduğu anlarda dans edebilen o özgür ruh canlanıyor.
“HEPİMİZİN FRIDA GİBİ YALNIZ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”
Özgürlük, acı, mutsuzluk, hırs… Hayatı zorluklarla, mücadelelerle geçmiş Frida’nın kırılganlığına rağmen bir o kadar güçlü duruşu hepimizi çok etkiliyor. Bir kadın olarak seni Frida’ya yakınlaştıran şeyler neler?
Ölüm tarafından tehdit edilen ama ölüme karşı çıkan bir kadın Frida. Onun mücadeleci tavrı, direnişi, bunca acıya rağmen vazgeçmeyişi herkese örnek olacak boyutta. Cesur olmak hepimizin istediği ama çoğu zaman beceremediğimiz bir yaklaşım. Frida’nın yaşadıklarına çok üzülüyorum insan olarak ama 2024 Türkiye’sinde yaşayan bir kadın olarak cesaretine hayranım. Etrafı çok kalabalık ama yalnız bir kadın özünde. Ben de hepimizin (yanımızda kim olursa olsun) aslında yalnız olduğumuzu düşünüyorum.
Oyunu izlemek için okurlarımız ajandalarına hangi günleri kaydetsin? Turneleriniz de olacak mı?
20 Nisan Tuzla Nazım Hikmet Kültür, 25 Nisan Çorlu Memduh Şevket Esendal Sahnesi, 26 Nisan Bakırköy Yunus Emre Kültür Merkezi, 27 Nisan Kadıköy Eğitim Sahnesi, 30 Nisan Akatlar Kültür Merkezi, 2 Mayıs İzmir Nazım Hikmet Kültür Merkezi, 5 Mayıs Kozzy Avm, 6 Mayıs Hilltown Avm Seyirlik Sahne, 7 Mayıs Kartal Sanat Tiyatrosu, 9 Mayıs Kadıköy Eğitim Sahnesi, 13 Mayıs Bakırköy Yunus Emre… Tabii bu tarihlere yenileri de eklenecek. Bu arada Celile temsillerimiz de devam ediyor. Aslında Celile gibi Türkiye’nin her yerinde, oynayabildiğimiz kadar çok oynamak istiyoruz Frida Kahlo’yu. Umarım yolu uzun, seyircisi bol olur.
Umarım, sevgili Ayşegül! Celile dedin madem Celile’ye dönelim. Üç sezondur Nazım Hikmet’in annesi Celile Hikmet’i sahneye taşıyorsunuz. Oyunun bu kadar sevilmesinde Nazım Hikmet ile ilişkili olmasının payı büyük olsa gerek ama bir yandan da hakkında çok da fazla bilgi sahibi olmadığımız bir kadın Celile… Onu tanımanın, anlatmanın ve seyirciyle buluşturmanın anlamı büyük olsa gerek. Neler diyeceksin?
Nazım Hikmet’e olan aşkımla ve çok sevdiğimiz bir ressamı kaybetmemizle ortaya çıkardığımız canım Celile. Pandeminin ortasında ne yapacağımızı bilemediğimiz bir anda, 6 aydır sahneye çıkamamışken, kaybın getirdiği yasla yaptık prömiyeri. Sonra yine kısıtlamalar geldi ve 7 ay daha oynayamamıştım. Toplamda 13 ayda sadece 1 temsille İstanbul’da özel tiyatro yaparak yaşamak! O dönemde yine söyleşi yapmıştık seninle. Süreci tekrarlamak istemiyorum. Merak eden eski röportajımızı okuyabilir. Nazım Hikmet’in annesi olduğu için Celile oyunu sevildi demek çok eksik kalır, sadece böyle bir sebeple ilişkilendirmek emeğimize ve Celile’ye haksızlık. Celile’yi izleyen seyirci tekrar tekrar gelmek istiyor, tadı damağımda kaldı diyor, beni gördünüz diyor, yalnız olmadığımı hissettim diyor… Bütün bu duyguları ve fazlasını seyircide yaşatabilmek çok önemli ve çok zor. Hocam Profesör Metin Balay “Taklit edilemez bir karakter var sahnede, tam bir kadın oyunu, daha yıllarca sahnede kalır bu oyun” demişti. Hocalarım, tanımadığım seyircilerden duyduklarım, oyunu oynarken hissettiklerim devam etmem gerektiğini söylüyor. Neticede 200 temsili aştık ve ben her oyun öncesi aynı aşkla, aynı heyecanla bekliyorum antre ağzındayken sahneye çıkmayı. Seyirci gelmeye devam ettikçe ve bende bu aşk sürdükçe Celile’ye, oynamaya devam edeceğiz. Belki 1000. temsil sonrası burada yine konuşuruz.
“BİR OYUNCU OLARAK HER HAYATIN ANLATILMAYA DEĞER OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM”
Bir sonraki oyunda da yine tarihi bir kadın karakteri canlandırmak gibi bir düşüncen var mı? Tabii bunu Ali Bey’e sormak belki de daha doğru. Ufukta yeni bir oyun var mı, yazılmış ya da yazılmayı bekleyen?
Ali’nin yine birkaç yıl evvel yazdığı bir roman kahramanının metni hazır, hatta o roman yazarının varisleriyle telif konusunda prensipte anlaştık. Celile’yi çıkardığımız sezon Celile yerine o oyunu çıkaracaktık. Kalabalık kadro, pandemide prova yapmamız mümkün değil diyerek erteledik projeyi. Ardından bir kurum tiyatrosu o yazarın başka bir eserini sahnelediği için bizim oyunu oynamamıza müsaade etmedi, belki ilerleyen dönemde onu oynarız. Yine yazılmayı bekleyen, düşündüğümüz, yaşamış çok kıymetli insanlar var. Ben bir oyuncu olarak her hayatın anlatılmaya değer olduğunu düşünüyorum.
Çok haklısın, ben de aynı düşüncedeyim! Peki, Frida ve Celile ile yüz yüze tanışsaydın, kadın kadına bir sohbette onlarla neler konuşmak, onlara neler söylemek isterdin?
İkisine de sımsıkı sarılmak isterdim, illa uzun uzun konuşmaya gerek yok. Uzunca bir süre gözlerine bakıp iç çekmek, belki ağlamak, belki seni anlıyorum demek… Söylemek istediklerimden daha çok sormak istediklerim var. Öldükten sonra haklarında bu kadar konuşulacağını, yıllar geçse de unutulmayacaklarını hiç hissetmişler miydi acaba? Pişmanlıkları var mı?
Geçtiğimiz günlerde bir kültür sanat dergisindeki bir yazıda pandemiyle birlikte yükselişe geçen tek kişilik oyunların artık sonuna geldiğimiz üzerine bir tartışma vardı. Tek kişilik bir oyun olan “Celile”yi sırtlayan bir oyuncu olarak sen bu konuda neler düşünüyorsun?
Tek kişilik oyunlar pandemiyle başlamadı ki pandemi bitince bitsin. Ben bu ülkede 25 yıldır özel tiyatro yapan bir oyuncu olarak isterdim ki keşke bizler de kurum tiyatrosu rahatlığıyla kalabalık kadrolu oyunlar yapabilelim. Bu durum da imkanlarla alakalı. Biz oyun çıkarırken ilk başta oyuncularımıza ne kadar yevmiye verebileceğiz, kostümler ne kadar tutar, sahne kirası çıkar mı, provada ne kadar harcayacağız gibi konuları düşünmek durumundayız. Bir tiyatro yöneticisi olarak düşünmemiz gereken; ben bu oyunla ne anlatmak istiyorum, bunu kaç oyuncuyla nasıl anlatırım?
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yine pek çok şehirde kadınların yürüyüşleriyle, birbirinden yaratıcı sloganlarıyla ve çağrılarla geçti. İstatistikler, 2024 yılından bu yana 71 kadının öldürüldüğüne işaret ediyor. Toplum olarak hiçbir yol kat edemediğimiz gerçeği her gün yüzümüze tokat gibi çarpıyor. Bu konuda bir sanatçı, bir anne, bir eş, bir kadın olarak neler söylemek istersin?
Ortalama her gün 1 kadın öldürülüyor, şüpheli kadın ölümlerinden bahsetmiyorum bile… Rahatsızlığım dolayısıyla bu sene katılamadım yıllardır içinde bulunduğum yürüyüşlere. 6284 İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden yürürlüğe girmesi ve tüm maddeleriyle uygulanması gerek. Caydırıcı cezalar uygulanmalı, kravat taktı diye iyi halden indirim almamalı katiller. Düzen o kadar bozuk ki; rahatça bir insan bir başkasının hayatına son verebiliyor ve sistem de utanmadan diyor ki; tahrik var, sebepsiz değil bu cinayet. Bunca kötülüğün içinde gel de akıl sağlığını koru… Ben oynadığım oyunlarda ulaşabildiğim kadar çok fazla seyirciye ulaşarak hayata dair sözlerimi söylüyorum. Ergen bir erkek çocuğu annesi olarak oğluma empati yapması ve kadınları anlamaya çalışması gerektiğini öğrettiğimi düşünüyorum. Umutsuz olmamak gerek, yerel seçimlerde halk da değişim istediğini gösterdi. Aydın politikacılar, idealist sanatçılar, halk hep beraber kötülükle savaşıp, birlikte çalışıp güzel günlere gideceğiz.
Sanatın iyileştirici gücüyle yaşama tutunmaya devam ediyoruz. Sanat ruhlarımızı yüceltirken bir yandan da bir nebze de olsa acılarımızı sağaltıyor muhakkak. Ajandakolik’te yeniden konuğum olduğun için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Tiyatrosuz ve umutsuz kalmayın!
Ayşegül Yalçıner: “Ev sahibi ‘Siz oyuncusunuz, bu ay kira vermeyin’ demiyor
DÜNYA DANS GÜNÜ’NDE FLAMENKOEVİ’NİN KURUCUSU MELEK YEL İLE KONUŞTUK