ZEYNEP MİRAÇ: “BUGÜNÜN TÜRKİYE’SİNDE BİR İNSAN NASIL ANLATILIR ÜZERİNE BİR ARAYIŞ BENİMKİ”
Yılın son Ajandakolik söyleşisi, yaptığı işleri çok beğendiğim gazeteci meslektaşım Zeynep Miraç ile. Bu yıl onun yılıydı desem pek yanlış olmaz. Özellikle portre yazılarıyla tanınan Miraç, 2021’e damgasını vuran Metin Akpınar begeseli “İyi ki Yapmışım”ı yazdı, seslendirdi ve sahnede de “sunuculuğu”nu yaptı. Geçtiğimiz günlerde Doğan Kitap’tan çıkan “Seçkin – Ödünsüz Bir Yaşam” kitabıyla da değerli çevirmen, yazar Seçkin Selvi’nin hayatını satırlara taşıdı. Bu arada başka belgesellere ve portrelere doğru çoktan yola koyuldu bile… Miraç ile bir yıla sığdırdığı çalışmalarını, yeni medya gazeteciliğini, çok derinlere inmeden geçmişi, bugünü konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Olur da kendi portresini biri yazacak olsa bunun kim olmasını istediğini sorduğumda “Kimse yazmasın, çok sıkıcı olur! Okuduklarımı ve yazdıklarımı düşünce, benim portrem bana hiç de cazip gelmiyor. Bence bazı insanlar alkışlanmaya geliyor dünyaya, bazıları alkışlamaya…” diye cevap veriyor. Tam da ondan duymayı tahmin ettiğim bir cevap!
Gazetecilik deneyimini edebiyatla harmanlayarak çalışmalarına ilmek ilmek işleyen ve bunca yıl verdiği emekle aslında alkışı çoktan hak eden Zeynep Miraç ile 2021’e veda ediyoruz. Herkese mutlu yıllar!
Hiç kuşkusuz benim için 2021’de aklımda kalan en üretken ve başarılı isimlerinden birisin. Bir yandan çok ses getiren Selçuk Metin imzalı Metin Akpınar belgeseli “İyi ki Yapmışım”ın ve sanırım henüz yapım aşamasındaki Haldun Dormen belgeselinin senaristliğini yaptın. Ve çok yakında çıkan ilk kitabın “Seçkin” ile Seçkin Selvi’nin hayatını kaleme aldın. Oksijen gazetesine de yazıyorsun. Böyle bir yoğunluğun ve üretkenliğin içinde senin için nasıl bir yıldı bu yıl?
Güzel sözlerine çok teşekkür ederim. Fırtına gibi bir yıldı. Sanırım şu veya bu şekilde hepimiz için öyleydi. Aynı anda hem on yıl gibi hem on gün gibi geçti. Pandeminin birçok şeyi kısıtladığı bir dönemde üretmek zordu elbette, ama kurtarıcıydı bir yandan. Çünkü hak ettiğimiz bir hayat yaşamıyoruz bana göre. Kötülüğün, kötücüllüğün baskın geldiği bir döneme denk geldi gençliğimiz. Ve aynı çıldırtıcı mücadele içinde yaş alıyoruz. Böyle bir iklimin içinde ne yaparsak, bugünden yarına ne bırakırsak kâr. O nedenle çok çalışıyoruz. Hep daha iyisi vardır elbette, bunu da unutmamak gerek. Kültürel kodlar nedeniyle olsa gerek, “Oh be” demekten korkuyoruz hepimiz. Hep daha fazlası için gaza basıyoruz, olur da bir rahat nefes alırsak başımıza daha kötüsü gelir diye…
“Seçkin – Ödünsüz Bir Yaşam” gerçekten hem kapağı hem içeriğiyle çok okunulası ve örnek alınası bir hayat hikayesi. Seçkin Selvi ile nehir söyleşi yapmak yerine bir portre kitabı yazmaya nasıl karar verdin? Kitabı hazırlama sürecinden ve Seçkin Hanım ile yaptığınız sohbetlerden bahseder misin?
Seçkin Hanım’ı 25 yıl kadar önce Gülriz Sururi’nin evinde tanıdım. Çok gençtim ve tiyatroya da edebiyata da sevdalıydım. Ne varsa öğrenecek öğrenmek istiyordum. Daha yazı çizi girmemişti hayatıma, üniversitede öğrenciydim. Çok dinledim. Ne anlattılarsa ne konuştularsa… Sonra karşılıklı sohbet faslı başladı, böylece daha çok vakıf oldum hikayesine. Gazeteciliğe başladıktan sonra “Yazmak gerek” cümlesini daha kolay kurar oldum ve bir gün gidip tabiri caizse “açıldım”. Önce biraz duraksadı, sonra sohbetlere başladık. Önce Seçkin Hanım’ın hikayesini baştan sona dinledim. Sonra bunu nasıl anlatacağımız faslına geldiğimizde Seçkin Hanım özellikle toplumsal fonu aktarmak gerektiğini söyledi ve yolumuz çizilmiş oldu. Kimsenin hayatı yaşadığı dönemden ve coğrafyadan bağımsız değil. Hele ki Türkiye gibi bireysel özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı ülkelerde! Bu nedenle de fazla malumatfuruşluğa girmeden bu yaşamın dekorunu aktarmaya çalıştım.
“SEÇKİN HANIM HEMEN SICAK BAKMADI KİTAP FİKRİNE”
Sanırım Metin Akpınar ve Haldun Dormen belgeseli için bu iki dev ustayı ikna etmek yönetmen Selçuk Metin’in işiydi. Peki ya Seçkin Selvi kitaba hemen sıcak yaklaştı mı?
Metin Akpınar belgeseline ben dahil olduğumda Selçuk ile uzunca bir süredir çalışıyorlardı. Yol almışlardı zaten. Haldun Bey’e ise birlikte çiçeğimizi, çikolatamızı alıp gittik. Hayatımızın en güzel hatıralarından biridir. Dediğim gibi, Seçkin Hanım hemen sıcak bakmadı kitap fikrine. Ancak beni kırmadı, sağ olsun. Sohbetler ilerledikçe sanırım onun da içine sindi.
Senin “Portre” yazıların ve yaptığın videolar da biyografi konusunda artık yetkin bir isim olduğun konusunda karşı tarafa güven veriyor olsa gerek. Ne dersin?
Umarım öyledir. Gerçekten merak ediyorum bu yaşamları; nelerden geçtiler, nasıl yaşadılar, nasıl ürettiler, nelere dayandılar ve nelerle mutlu oldular… Şu da var tabii, tiyatroya da edebiyata da tutkuyla yaklaşıyorum. Tabii portresini yazdığım herkesin bana aynı duygularla yaklaştığını söyleyemem, büyük bir öfkeyle yazdıklarım da oldu.
Diğer yandan KAFA TV’deki “Portreler” programın da devam ediyor. Türkan Saylan, Huysuz Virjin ve Orhan Pamuk’u anlattığın programlar yaptın. Biyografilere ilgin çocukluktan beri mi vardı? Bu işi yapmaya başlarken okuduğun, kendine örnek aldığın veya sana ilham veren isimler oldu mu?
Evet, oldum olası severim biyografileri. Otobiyografi, anı kitabı… Hepsini iştahla okurum. Tarihin özünde insan var; büyük olayların, savaşların, zaferlerin, her şeyin özünde. Yaşamöyküleri muazzam bir perspektif sunuyor bana göre; minicik ayrıntılarda koskoca bir toplumun anahtarı duruyor bazen. Portre yazılarının piri Cemal Süreya’dır elbette, ancak örnek aldım dersem haddimi aşmış olurum. Bugünün Türkiye’sinde bir insan nasıl anlatılır üzerine bir arayış benimki.
Seçtiğin portreleri neye göre belirliyorsun? Nasıl bir araştırma yolu izliyorsun?
Milliyet’te çalışırken genellikle vefat eden sanatçıların portrelerini yazardım, Batı basınında başlı başına bir uzmanlık olan “obituary” denen yazılardan. Cumhuriyet gazetesinde ve KAFA dergisinde o sıralar bir biçimde öne çıkan şahsiyetlerin portrelerini yazarak devam ettim. Oksijen’de de zaman zaman aynı seçim yöntemiyle yazıyorum, çoğunlukla da yakın tarihin içinde kalem oynatıyorum. Konuşabileceğim insanlar varsa onlardan bilgi alıyorum. En önemlisi arşivlere dalıyorum tabii; eski gazeteler, dergiler, kitaplar artık ne bulabilirsem… Milliyet ve Cumhuriyet’in tüm arşivi dijitale aktarıldı, muazzam bir kaynak. Zaman içinde sahaflardan edindiğim malzeme de var. Okuya okuya zihnimde bir portre belirmeye başlıyor, hatta önce kafamda yazıyorum yazıyı. Sonrası biraz işçilik…
“HER AKŞAM SEYİRCİNİN METİN BEY’E OLAN SEVGİ VE SAYGISINI GÖRÜNCE HAYATA VE ÜLKEYE OLAN DUYGULARIM EPEY OLUMLU YÖNDE ETKİLENDİ”
Seni Metin Akpınar’la aynı sahnede “kadife yeşil ceket”inle görmek de çok hoştu doğrusu. Daha önce böyle bir sahne deneyimin olmuş muydu? Belgeseli sahneye taşıma fikri nasıl oluştu? İyi ki de oluştu…
Kadife yeşil ceketi ilk gösterinin sabahında tesadüfen buldum, iyi ki bulmuşum! Belgeseli sahneye taşıma fikri BKM’den geldi. Necati ve Yağmur Akpınar’ın önerisiyle şekillendi. Benim ekran deneyimim var birazcık ama sahne yoktu. Yıllarca kulislerden seyrettiğim oyunlarla aşinalığım var tabii ama sahneye çıkmak bambaşka. Hele ki tiyatro sevdamın müsebbiplerinden biri olan Metin Akpınar ile! Onun güvenini boşa çıkarmak beni mahvederdi. Belgesel gibi gösteriyi de Selçuk Metin’in yönetmesi beni çok rahatlattı tabii. Biliyorum ki ben çuvallasam da o kurtarır. Şunu da söylemeden geçmeyeyim; her akşam seyircinin Metin Bey’e olan sevgi ve saygısını görünce hayata ve ülkeye olan duygularım epey olumlu yönde etkilendi.
2022’de bir Gülriz Sururi ve Engin Cezzar belgeseli veya kitabı beklentim de var, Zeynep Miraç kaleminden. Yanılıyor muyum? Önümüzdeki yıl için planların neler? Sanırım Selçuk Metin ile de yol arkadaşlığınız devam edecek gibi görünüyor.
Evet Selçuk ile yol arkadaşlığımız uzun, hayallerimiz gani. Yapacağımız çok iş var, şimdiden dört belgeselin ön çalışmaları başladı. Kendimizi klonlamak istiyoruz ama henüz yolunu bulamadık. Gülriz Sururi’ye zaten sözümüz var, bilmem ne zaman ve nasıl gerçekleştireceğiz. Benim için tahmin edersin çok zor onu anlatmak, nasıl mesafe koyarım ne yaparım bilemiyorum. Şimdilik zihnimde erteliyorum. Bakalım Selçuk ne zaman haydi diyecek?
“BAZI İNSANLAR ALKIŞLANMAYA GELİYOR DÜNYAYA, BAZILARI ALKIŞLAMAYA”
Senin portreni bir yazsa veya anlatsa bunun kim olmasını isterdin? (Şu an yaşamıyor da olabilir.)
Kimse yazmasın, çok sıkıcı olur! Okuduklarımı ve yazdıklarımı düşünce, benim portrem bana hiç de cazip gelmiyor. Bence bazı insanlar alkışlanmaya geliyor dünyaya, bazıları alkışlamaya…
2021’i geride bırakırken bu yıl en severek okuduğun kitaplar hangileri oldu?
Eskisi kadar iyi bir okur değilim, hele ki edebiyatta hepten sınıfta kalırım. Yine de saymaya gayret edeyim. Çok sevgili arkadaşlarım art arda kitaplar çıkardılar, birlikte sevinmenin lüksü diye bir şey varsa Yekta Kopan’ın “Bana Kuşlar Söyledi”, Seray Şahiner’in “Ülker Abla”, Sibel Oral’ın “İşitiyor musun Memet?”, Filiz Aygündüz’ün “Annem Beni Görsün”, Ece Temelkuran’ın “Hepberaber” kitaplarıyla bunu yaşadım. Ayrıca Murathan Mungan’ın “Devam Ağacı”, Hakan Günday’ın “Zamir”, Burcu Aktaş’ın çok ama çok sevdiğim Selim İleri ile söyleşisi “Düşüşten Sonra”, Deniz Yüce Başarır’ın gördüğüm en iyi arşiv kitaplarından biri olan “Perde Kapanmasa Görecektiniz”, Kaya Tanış’ın “Burası Orası Değil”, Şengül Kılıç Hristidis’in “Kadehlerdeki Dudak İzleri”, Şaziye Karlıklı’nın “Son Kadın”, Başar Başarır’ın “Dolunay İki Gece Sürer” kitapları severek okuduğum kitaplardı.
Hem umutsuzluktan konuşulur oldu memlekette ama… Senin bu yıla umutla bakmanı sağlayan olaylar nelerdi?
Hayattayız! Bu yılı da tek parça devirdik. İnatla, boğuşarak ürettik, insan kalmayı başardık. Birbirimizi ve kendimizi hüsrana uğratmadık. Bu da bir kazançtır bence!
“90’LARA GEL DÖNELİM DESEN O BİLETİ YAKARIM SANKİ”
Hep bir 90’lar merakı ve özlemi var. Özellikle müzikte bu böyle. 2000’lerde doğan çocuklar bile o dönemin şarkılarını biliyor ve seviyor. Senin o günlere dair hatıraların ve özlemlerin neler?
90’ların pek özlenecek yanı var mı bilemiyorum. Benim ilk gençlik yıllarım… Hep gergin bir ülke, korkunç trajediler, devasa insanlık suçları… En çok bunlar kaldı o dönemden. Gel dönelim desen ben o bileti yakarım sanki.
Yıllardır gazetecilik yapıyorsun. Ben Milliyet Cadde’de çalışırken siz de Milliyet Sanat olarak hemen yan hizamızdaydınız. Birlikte gecelemişliklerimiz var. Dijital medyanın giderek ilerlediğini ve yeni platformlarla atılımlar yaptığını düşünürsek eski bir dergici olarak bugünün yeni ve çok okunan bir gazetesinin yazarı olarak yazılı basının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsun?
Hayat değişiyor, her şey gibi medyanın buna ayak uydurması kaçınılmaz. Ancak Türkiye’de medyanın dönüşümünü sadece teknolojiyle, yöntemlerle, mecralarla açıklamak olası değil. Siyasi kavganın, kutuplaşmanın en büyük aparatlarından biri oldu medya. Bu haliyle iyi gazetecilerin yetişmesi, iyi gazeteciliğin yeşermesi gitgide zorlaştı. Mesleğin çekirdeği haber, gerçeği ortaya koymak, kamu yararını gözetmekse bu tarifin altını doldurmak pek kolay değil bugün. Herkesin bir “ama”sı var ne yazık ki…
Bu hayatta senin “İyi ki Yapmışım” dediklerin neler?
İyi ki tiyatro ve yazıya tutulmuşum. Bugünkü beni inşa eden, ikisine lâyık olmak için gösterdiğim gayrettir çünkü…
2022 için bir dilek tutsan ve bana söylesen…
O dileği her gün tutuyorum ve biliyorum ki yalnız değilim. Ama buradan söylersem ikimizin de başına dert açar!
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandan ya da tuttuğun bir not defteri var mı? Varsa içinde neler var?
Evet, ben hâlâ ajanda kullananlardanım. Dijital ajandaları sevemedim bir türlü. Hemen her şeyi yazarım ajandama. O günün programını, benim için önemi olan bir olayı, mesela kızımın domatese cizibit dediğini ya da seçim sonuçlarını… Çok kısıtlı bir günlük gibi… Ve elbette her ajandamı saklarım.
2021’de son konuğum olduğun için teşekkür ederim. Umarım bir gün yüz yüze sohbet etme fırsatımız da olur. Ayvalık’tan çok sevgiler dilerim…
Umarım güzel Ayvalık’ta buluşuruz.