ÜMİT ÜNAL: “ADA İLE BÖCÜ KİTABINDA ÖCÜ FİKRİYLE BARIŞIK BİR ÇOCUK HAYAL ETTİM”
Ajandakolik’te ikinci defa konuğum sevgili Ümit Ünal. Buradan binlerce kilometre uzaklıkta yaşadığı İskoçya’da bu defa çok taze başka bir heyecan yaşıyor. İlk defa çocuklar için yazıp resimlediği kitabı “Ada ile Böcü” henüz raflarda yerini aldı. İstanbul’da bir vapur yolculuğunda geçen umut dolu, sıcacık bir hikayenin sayfalarını Ümit Ünal ile birlikte açalım dedik.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
En yeni yaratımınız çocuk kitabınız Ada ile Böcü hoş geldi, yaz vakti geldi ama karlı bir günde geçen hikayesiyle içimizi pek bi’ ısıttı! Çocuk kitabı yazmak sizin kararınız mıydı yoksa yayınevinin de bu konuda sizi dürttüğünü söyleyebilir miyiz?
Üç roman bir hikaye kitabı ve bunca senaryo yazdıktan ve üç kitap resimledikten sonra, bir çocuk kitabı yazabilecek olgunluğa ulaştım sanırım: Birkaç yıldır resimli bir çocuk kitabı yapma hayalim vardı. 2017’de Doğan Yayınları için Mehmet Yaşın’ın “Abuk” kitabını resimlemiştim. Yayınevinden Handan Akdemir desenlerimi görünce “Siz bize bir de çocuk kitabı düşünseniz ne güzel olur” demişti. Bu iyi bir teşvik oldu diyebilirim.
Üstelik sadece hikaye değil, çizgiler de size ait! Aslanlar, kaplanlar, gergedanlar, bir dolu egzotik hayvan ve Ada ile babaannesinin vapur yolculuğunun sıradışı hikayesi… Acaba dedim gerçek bir vapur yolculuğunun da izleri var mı bu yolculukta? Sayfalar arasında o pek tatlı çizimli Böcü ile karşılaşınca benzer şeyler yaşadığımı düşündüm çünkü…
Kitabın girişinde yazdığım gibi, İstanbul’da en sevdiğim yerler vapurlar. Vapur yolculuklarına bayılıyorum. Cihangir’de otururken çok canım sıkılırsa hiç işim olmasa bile Karaköy’den Kadıköy’e gider gelirdim. 20 dakikalık vapur yolculuğu bile insanı rahatlatıyor. Büyükada’da yaşarken de nispeten daha kısa süren motor yerine hep vapur yolculuğunu tercih ederdim. Bu hikaye de aslında o yolculuklarda şekillendi. Kadıköy iskelesini, vapurların içini-dışını vapurlarda kendi çektiğim fotoğraflara bakarak oluşturdum.
Özellikle hayvan çizimlerinizi görünce aklıma bundan yıllar önce kendi bloğunuzda gördüğüm, Mahlukat Bahçesi” (Garden of Oddities) resimleriniz geldi aklıma… O insan siluetindeki hayvanlar, sanki bu hikayenin oluşmasına zemin hazırlamış gibi… Ne dersiniz? Ve buradan yola çıkarsak “Ada ile Böcü”de önce resimler sonra hikaye mi çıktı?
Evet bu kitapta benim için resimler metinden daha önemliydi, öncelikle bir “resimli hikaye” kitabı hayal ettim. Hikayesini sadece resimlerle anlatan bir kitap da yapabilmeyi çok isterdim. Maalesef o kadar usta bir çizer değilim. Belki ileride. Mahlukat Bahçesi, 2014-2016 arasında çizdiğim bir seri. Hayvan ya da nesne kafalı, insan vücutlu “mahluk”lardan oluşuyordu. Ama o seri yetişkinler içindi, kimi desenlerde şiddet ve cinsellik dozu yüksekti. Yine de evet, Ada ile Böcü’nün ilhamı Mahlukat Bahçesi’nden geldi diyebilirim.
Hayvanlar insan olsaydı dünya nasıl bir yer olurdu, insanlara neler olurdu, o zaman size sormalı!
İnsan da omurgalı, memeli bir hayvan aslında. Diğerlerinden bir parça daha iyi organize olmayı, alet kullanmayı vs öğrenmişiz. Oysa ihtiyaçlarımız, bedenimizin genel işleyişi, korkularımız, olaylar karşısında verdiğimiz tepkiler diğer hayvanlarla çok benzer. Tabii bizim hayal gücümüz inanılmaz geniş. O hayal gücü sayesinde kendimize bir mana atfediyoruz. Kendimizi evrenin seçilmiş efendileri gibi görüyoruz, “eşref-i mahlukat” diyoruz kendimize, türlerin en üstünde, en “şereflisi”. Diğer hayvanları köle gibi kullanmayı, öldürüp yemeyi, bazen “spor” olsun diye öldürmeyi normal buluyoruz. Elbette doğa sık sık dersler veriyor insanlara, boğa güreşinde matador boynuzu yediğinde, bir aslan ya da fil avcısını hakladığında neredeyse seviniyorum.
Çocukken hep “Öcü” denilen ve çirkin olduğu düşünülenin ardındaki güzellikleri keşfetmek için bir umut ışığı mı bu kitap?
“Öcü” bilinemeyen, yabancı olan, “öteki”nin adı. Yetişkinler tehlikeli buldukları bir şeyi çocuklara uzun uzun açıklamak yerine “öcü” deyip geçiyorlar. Ben iyice küçükken, geceleri sokaktan gelen köpek seslerinden korkarmışım. Yaramazlık yapınca annem “havhav gelir seni alır” dermiş. Ama gündüzleri sokakta gerçek köpekleri çok severmişim. Bu kitapta “öcü” fikriyle barışık bir çocuk hayal ettim. Doğrudan bir ders veren bir kitap yapmak istemedim ama bu kitabı okuyan çocuklar Ada’yı örnek alsalar ve yabancıya, dışlanmış olana düşman olmasalar ne güzel olur.
“ÇOCUKLAR İÇİN YAZMAYA DEVAM EDECEĞİM”
Ada ile Böcü’nün vapurda başlayan dostluğunun sanki devamı gelecek gibi… Açıkçası ben Böcü’nün resimlerini daha çok görmek istedim okurken… Gerçekten hiç de öcü olmayan bir Böcü o! Çocuklar için yazmaya devam mı?
Kitabın bir seri olmaya yatkın bir kuruluşu var. Eğer okurlar severse devamı gelebilir. Ada’nın Böcü’den öğreneceği çok şey var sanırım. Bu hikaye böyle de bitebilir, belki bambaşka bir dünyada geçen bir şey yaparım. Hiç ileriyi görebilen, planlayabilen biri olamadım, en çok heyecan duyduğum şey o an gönlüme eseni yazmak-çizmek. Ama çocuklar için kitap üretmeye her halükarda devam edeceğim sanırım.
Peki çocuklar için yazmak eğlenceli miydi? Geri dönüşler nasıl?
Çok eğlenceliydi. Henüz sadece sosyal medyada birkaç kişi paylaştı, şu anki küçük “kitle”de tepkiler çok olumlu.
Kitabı ithaf ettiğiniz kızlarınız Asya ve Mina’nın yorumları neler oldu?
Şimdi ikisi de yetişkin iki insan. Kitabı onların 5-6 yaşındaki hallerine adadım sanırım. Kitap henüz bana (dolayısıyla onlara) ulaşmadı. Henüz fotoğrafları/videoları dışında basılı halini göremedim. Umarım onlar da sever.
Ben sizden önce görmüş oldum o zaman! Peki, Glasgow’da hayat nasıl gidiyor? Bol yeşil bir dünyanın içinde ülke gündeminden yine de kurtulamadığınızı Twitter’dan az çok okuyorum. Ama orayı da merak ediyorum. Sayenizde biraz havasını solusak, bir tutam anlatır mısınız?
Evet burada uzunca kalınca Kavafis’in “Yeni bir ülke bulamazsın” dizesinin manasını anladım. Memleket sürekli aklımda ve kalbimde, sosyal medyada an be an haberleri takip etmeden duramıyorum. İstanbul gibi dev bir metropolden sonra Glasgow tabii ki küçük ve çok sakin geliyor insana. İskoçlar sıcakkanlı, açık insanlar. Tabii ki her yer gibi buranın da ırkçısı, “maganda”sı var. Ama genellikle sokakta dostça bir tavır görüyorsun. Çok yakınımızda buranın en güzel parkları var, zaten bir İstanbullu buranın normal caddelerini de park gibi görebililir. İklime, saatlere alışmakta biraz zorlandım: Çok kuzeyde olduğu için kışın çok erken kararıyor. Yazın da gece 10’da bile akşam gibi. Hava gün içinde sürekli değişiyor, pırıl pırıl başlayıp bir saat sonra fırtına olabilir. Ama alıştım ve her şeyiyle sevdiğim bir yer oldu. İstanbul’a kısa ziyaretler elbette olacak ama bir süre buradayım sanırım. Burada geçen bir senaryo yazdım.
O zaman şimdi sırada yeni bir film var diyelim mi?
Evet bu senaryoyu burada çekebilmeyi çok istiyorum. Büyük bir şans eseri pandemiye rağmen bir yapımcıyla tanıştım, o da senaryoyu beğenip finans arayışına girişti. Şimdilik “proje” eldeki senaryo ve bolca iyi niyet ve hayalden ibaret, eğer finans da bulunursa hayal olmaktan çıkacak, umarım.