
“SEN YAŞAMAYA BAK” FİLM ELEŞTİRİSİ: OYSA SEVMEYİ ÇOK İSTEMİŞTİK BU FİLMİ…
Gönül isterdi ki bir Meg Ryan – Tom Cruise tadında Türkiye’de pek de izleme şansı elde edemediğimiz iyi bir romantik komedi çıksın bu ikiliden… Zaten televizyonlarda yayımlanan diziler bu kadar ağır dramla dolup taşarken “Sen Yaşamaya Bak”, ismi gibi gerçekten her açıdan umut verici bir film olmayı başarabilseymiş keşke… Aslı Enver ve Kaan Urgancıoğlu’nun birbiriyle ahenkli oyunculukları bunu sonuna kadar hak ediyor çünkü…
Yazı: Nilüfer TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Daha iyi bir film olabilir miydi, olurdu. Ama olamamış. Oysa emek var, iyi oyuncular var ve fakat derinliği olmayan, klişelerle dolu bir senaryoyla çıkmıyor işte iyi iş… 21 Mart’ta Netflix‘te gösterime giren, “Dilberay, Müslüm” gibi ses getiren filmlerin yönetmeni Ketche‘nin rejisör koltuğunda oturduğu, Aslı Enver ve Kaan Urgancıoğlu gibi iki güzel gülen, güzel bakan ve iyi oynayan oyuncuların başrolü paylaştığı “Sen Yaşamaya Bak”, Ajandakolik için sınıfta kaldı.
Tamam, hep mutlu son’lu değil filmler ama böyle bir dram yaratmak yerine kaliteli bir romantik komedinini kıyısından dönmek neden? Bizim neden iyi romantik komedilerimiz olmasın ki! Üstelik birbirlerine bu kadar çok yakışmış, enerjileri tutmuş, uyum içinde bir çift oyuncuyu da bulmuşsunuz… Komediye bulanan romantizm için biçilmiş kaftan değil de ne! Kapılıp gitseydik aşklarına olmaz mıydı? Olabilirdi ama olmamış… “Sen Yaşamaya Bak”, ebeveynlik, arkadaşlık ve aşk üçgenini birbirine iyi geçiremeyen ve yitip giden bir film sadece. Keşke senaryoda biraz daha uğraşılsaymış! “İlk ve Son”, “Yarım Kalan Aşklar” dizilerinden tanıdığımız senarist Hakan Bonomo’nun kaleme aldığı film, karakterleri daha iyi tanıyabilmemiz bakımından bize açıkçası çok da fazla bilgi vermiyor. Konu iyi başlıyor ama düğüme geldiğinde ters köşe yaparken bile “Vay be!” dedirtmiyor. Hızla sarılmış bir sona doğru ilerleyen seyircide yarım kalmışlık hissi yaratıyor.
ÜÇ AY DEĞİL BEŞ AYLIK ÖMRÜ KALAN BİR ANNE OĞLU İÇİN BABA ADAYI ARIYOR
Bir kafede çalışan ve bekar bir anne olan Melisa (Aslı Enver), henüz ana okuluna giden (ya da gitmek istemeyen desek daha doğru) Can’ı tek başına büyüten sorumluluk sahibi, aynı zamanda tam bir eğlenceli arkadaş anne olarak karşımıza çıkıyor. Oğluyla ikili hayatlarında yalnız ama özel bir bağları var. Filmin ilk sahnesiyle birlikte Melisa’nın hastaneden aldığı üzücü haberle bir anda filmin aslında pek de pozitif başlamadığını söylesek yanıltıcı olmayız. Melisa, hasta olduğunu ve hatta beş aylık ömrü kaldığını öğrenir. Bu hastalığı öğrendikten sonra tek düşündüğü oğlu Can olur. Peki o öldükten sonra Can’a kim bakacaktır? Hayatının son aylarında aşık olabileceği ve oğlunu emanet edebileceği birini bulabilecek midir? En yakın arkadaşı da (Ezgi Şenler) bir yandan Melisa için adaylar ararken bir anda yolu Fırat’la (Kaan Urgancıoğlu) kesişir. Fırat, “Bisikletlere Fısıldayan Adam” olarak tanınan zengin ve dergi kapaklarına çıkacak kadar ünlü biridir. Bundan sonrası bir çift olma ya da olamama yolunda ilerler ve pek çok sahnede Can’ın annesiyle ilgilenen erkeklere karşı verdiği tepkilerle karşılaşırız. Fırat, Melisa’ya aşık olduğunu anlayınca başta gerçekten bir “canavar” olarak gördüğü çocukla arkadaş olmak için elinden geleni yapar.
TUVALET KAĞITLARININ HİKAYESİ
Film demin de dediğim gibi her ne kadar üzücü bir haberle açılışını yapsa da aslında ve her şeye rağmen ilk sahneden itibaren gülümseterek başlıyor. Anne ve oğlun kasetçalara koydukları 90’lardan kalma Türkçe pop şarkısının nakaratıyla bağıra çağıra dans etmesi, Can’ın anaokulunun kapısından girdikten sonra duvarlar arasında birbirleriyle ikisinin sessiz bir bağlantı kurması ve Fırat ile kafede tanıştıkları ya da çakıştıkları sahne tatlı bir yabancı bir romantik komedi tadı veriyor.
Aslı Enver ve Kaan Urgancıoğlu’nun enerjisinin ve uyumunu iyiden iyiye kendini gösterdiği ilk karaoke sahnesi ve Fatih Demirci’nin “Ben Ölmeden Önce” şarkısını Aslı Enver’den dinlediğimiz bölüm, filme dair artı puanı kazanabilir kazanmasına da film ikinci yarıda inişe geçiyor ve sıkıcı bir hal alıyor. Diyaloglar ve konu giderek yavanlaşıyor. Başta, anne oğulun birlikte yaşadığı o küçük ve sevimli evdeki tuvalet kağıtlarının gizemi dramatik bir başka hikayeyle çözülürken film bir anda hızlandırılmış sahnelerle sona doğru yaklaşıyor. Ben o tuvalet kağıdı düşüncesini sevdim ama yine de havada kalan pek çok şey var ve fena başlamayan filmin seyri hiç de inandırıcı hele ki tatmin edici değil. Yani ne tuvalet kağıtlarının esrarı ne Aslı Enver ve Kaan Urgancıoğlu’nun birbirlerine yaraşan güzelliği ne de Can rolündeki minik afacan Mert Ege Ak‘ın sempatik mi değil mi karar veremediğim “büyük” oyunculuğu “Sen Yaşamaya Bak” filmini yaşanılası kılıyor. Oysa filmi ben de sevmeyi çok istemiştim tıpkı sizin gibi…