FATİH YAMAN: “KALEMİMİ SERBEST BIRAKIYORUM, GİDECEĞİ YERE O VARSIN”
Yıllar içinde yazdığı şiirlerini bir kitapta bir araya getiren Fatih Yaman’la “kabına sığmayan” belki ilk, belki de son şiir kitabı “Mayın Tarlalarında Hasat Zamanı”nı konuştuk.
SÖYLEŞİ: BATUHAN SARICAN
batuhan@ajandakolik.com
Sevgili Fatih, seninle arkadaşlığımız, birlikte postal bağladığımız askerlik günlerimizdeki kitap değiş tokuşlarıyla başladı. Bu arkadaşlık, zorunlu askerlik görevi sonrasında dostluğa evrildi; çok güzel anılarımız ve paylaşımlarımız oldu, sabahlara kadar zihin açıcı tartışmalar yaptık. O zamandan beri düşüncelerinin ve kaleminin gücüne inandığım birisin. Bu yüzden ilk kitabını elimde tutmak, mutluluk vermenin de ötesinde benim adıma derin anlamlar taşıyor. Bunu belirtmeden geçemedim. Bilirsin, duyguların tarifi zordur ama bir şair, duygularını pekâlâ dile getirebilir diye düşünüyorum. İlk kitabını elinde tutmak sana neler hissettiriyor?
Değerli Dostum ‘‘Batu’’, nazik davetin için teşekkürler. Bu söyleşi, şüphesiz ki benim için çok özel ve anlamlı olacak. Bahsettin, ‘‘zorunlu’’ askerlikle başlayıp ‘‘gönüllü’’ dostluğa evrilen hikâyemizin üzerinden çok uzun yıllar geçti. Paylaşımların zihin dünyamı zenginleştirdi; karakterinle, fikirlerinle bende her zaman müstesna bir yerin oldu. Neyse, biz bu pohpohlamaları aramızda bilahare yaparız. (Gülüyor) Neler hissettiğime gelecek olursak; uzun yıllar içinde kaleme alınmış, parçalar halinde etrafa dağılmış ve her biri benim için farklı anlamlar ifade eden şiirlerin bir kitapta toplanması, ilk başta ‘‘Ne güzel lan! Bi’ derlenip toplandı.’’, ‘‘Hepsi bir arada, elimin altında’’ hissi yaşattı. Kitap çıkartma düşüncesiyle yola çıkmamıştım. Yakın çevremin iteklemeleri, cesaretlendirmeleriyle ‘‘Peki, neden olmasın?’’ fikri peydah oldu. Bunun dışında, ortaya bir eser koymuş olmanın verdiği tatmin güzeldi. Diğer bir his ise tedirginlikti. Bu da yazdıklarımı diğer insanlarla paylaşmaya çok da hazır olmayışımdan kaynaklıydı galiba.
Mayın Tarlalarında Hasat Zamanı’nda şiirlerinin öyküye yaklaştığı ve hatta yer yer şiir formundan çıktığı görülüyor. Yazdıklarının türü hakkında neler söylemek istersin?
Bir okur, ‘‘hikâyemsi şiirler’’ yorumunu yapmıştı. Katılıyorum, bazı şiirlerimde bu hava var. Tür konusuna gelecek olursak; yazarken hiçbir zaman üslup, şekil kaygısına kapılmadım. İnan, bunu düşünmedim bile. Yazı anı, kalemin, kâğıdın ve yazarın baş başa kaldığı; büyülü, çileli, keşmekeşli ve mahrem bir an. O an, kendinle konuştuğun, bir duyguyla hesaplaştığın an ve o anda kendin olmanın gerekliliğine inanıyorum. Aksi, rol yapmak olur; samimi olmaz. Her kelime, her satır, kişinin beyninden, damarlarından, ruhundan süzülmelidir. Yazılanların bir tür çatısı altında ifade edilmesi yöntemine saygı duymakla beraber, ‘‘o ‘tür’ bir yolu benimsemiyorum’’. Kalemimi serbest bırakıyorum, gideceği yere o varsın. Zaten, şiirlerin birbirinden farklı türlere, üsluplara karşılık geldiğini okuyanlar fark edecektir. Kitapta, rind meşrep şair tavrına da kara mizaha da rastlayabilirsin. Bu verdiğim örnekleri çoğaltmak mümkün.
Hayyam ve Cibran’dan esintiler görüyorum kitabında. Haksız mıyım? Bu isimler sana ne öğretti ve seni yazmaya iten diğer düşünür ile yazarlar kimler oldu?
Çok haklısın. Ayrıca bu isimleri senin de sevdiğini biliyorum. Madem isimler üzerinden gidiyoruz, oradan devam edeyim. Örneğin; Hayyam’ın bir dörtlüğü, Batı kökenli uzun bir felsefi çözümlemeyi özetler ve bu özeti, basit gibi görünse de aslında derinliğinde kaybolunacak saptamalarla, imrenilecek bilgelik tohumları serpiştirerek en zarif haliyle ifade eder. Buradan Doğu Edebiyatı, Batı Edebiyatı kıyaslaması yaptığım anlaşılmasın. İki taraf da harikulade kalemler, düşünürler çıkarmış. Mesela Batı’dan Rilke, William Blake, Oscar Wilde, Ernest Dowson, Baudelaire, Poe, Shakespeare, T.S Eliot, Rimbaud, Bertolt Brecht; Doğu’dan Sadi Şirazi, Hayyam, Firdevsi, Mevlâna, Yunus Emre, Karacaoğlan, Nedimi, Baki, Fuzuli; isimlerini sıralarsam bitmeyecek Cumhuriyet dönemi şairlerimiz, ikinci yenici tayfa… Çoğunu yakından tanıdığımız için isimlerini belirtme gereği duymadım. Çünkü say say bitmez gerçekten. Gururla övünebileceğimiz harika şairlerimiz, düşünürlerimiz var. Şanslıyız; o büyük isimler, bu topraklardan çıkmış, bizim dilimizle yazmış.
Mayın Tarlalarında Hasat Zamanı’nda yer alan şiirler hangi yıllar arasında yazıldı?
Son yıllarda yazdığım birkaç şiir dışında pek çoğu uzun yıllar öncesine dayanıyor. Geçmişte farklı ülkelere yaptığım seyahatlerde yazdıklarım oldukça fazla.
Bu süreçte duygusal veya yazınsal olarak seni en çok zorlayan şiir(lerin) hangisi/hangileri?
Bazı enkazlardan çıkılmaz. Exitus ve Bitmeyen Düşüş, duygusal anlamda beni en çok zorlayan şiirlerdi.
Umut kırıklığı, tortusu kalan anlara hasret, var olmanın yaşattığı yalnızlık hissi ve sokağın gerçekliği var şiirlerinde; sana bu şiirleri yazdıran (diyelim ki ilham veren) neydi?
Buna, içgüdünün dışa vurumu diyebilir miyiz? Prehistorik mağara resimlerini yapan insanları bu resimleri yapmaya iten neden ne ise aslında o. Doğamızda olan bu dürtü, bütün yaratım alanları için geçerli. Bir de sanırım, her şair için hesaplaşmanın kaçınılmaz hale geldiği bir an var. Bu bazen dünle ilgili, bazen bir ana ya da kişiye duyulan özlemle, bazen de o an yaşamakta olduğun çaresizlikle veyahut coşkuyla ilgili olabilir. Bunlar, bir anda -yıllar sonra bile- ceee! Diye ortaya çıkabilir. Tıpkı, bir pıhtı atması gibi… Hiç beklemediğin bir anda, hiç beklemediğin bir yerde, bir kanama başlar. O kanamayı bir şekilde durdurman gerekir. Bu konuda, Ajandakolik takipçilerine Rilke’nin ‘‘Şiir Nasıl Doğar’’ kitabını önerebilirim.
Reklam sektöründe çalışan bir metin yazarı olmak, seni edebi olarak besledi mi? Yoksa bunları birbirinden ayırıyor musun? Mesela mesleğin gereği bir sayfada anlatılacak bir şeyi bir cümleyle verebilmek ve bu konuda uzmanlaşmak, şiir yazmanı kolaylaştırdı mı?
Türk reklamcılığının başlangıç dönemine baktığımızda, ilk reklam yazarlarının genelde şair, öykü ya da köşe yazarı olduğunu görüyoruz. Tabii, o zamanlar iletişim fakülteleri yok, reklamcılık emekleme çağında. Bu kişilerin Türkçeyi iyi kullanmaları reklamcılık sektöründe istihdam edilmeleri için yeterli olmuş gibi görünüyor. Ben tabii ki bu iki konuyu birbirinden ayırıyorum. Öyle de olmak zorunda zaten; çünkü çok ama çok farklı alanlar. Reklamcılık bir sanat değil; bir ürünü ya da hizmeti tanıtmaya, sattırmaya, ilgi uyandırmaya dayalı ticari bir faaliyet. Kuralları, sınırları, hedefleri olan bir iletişim alanı. Ezcümle, masaüstünde ‘‘şiirler’’ ve ‘‘işler’’ ayrı klasörlerde.
Kitaptaki çizimler ve kapak çalışması kime ait?
Kitabın kapak tasarımı, çizimleri, mizanpajı değerli dostum, sanat yönetmeni ve illüstratör Mehmet Akçakoca’ya ait. Mayın Tarlalarında Hasat Zamanı, onun yetenekli ellerinde hayat buldu. Buradan bir kez daha Mehmet’e teşekkür ediyor; kendisine ve sevgi yumağı kedisi Batman’e sevgilerimi iletiyorum.
Son zamanlarda neler okuyorsun?
Senin kitap fiyatlarından haberin var mı(!) Kitap fiyatları böyle artmaya devam ederse okur yazar kimliğim, yerini sadece yazar kimliğine bırakacak gibi görünüyor. Bu aralar, Latin Amerika’nın en önemli isimlerinden, üslubunu da çok sevdiğim Brezilyalı yazar Jorge Amado’nun Gecenin Çobanları kitabını okuyorum. Jorge Amado bizde çok bilinmez; ama çok bilinen Marquez’in en çok etkilendiği yazarlardan biridir Amado. Takipçilerinize öneririm. (Yatırım tavsiyesidir.)
Kitabını okurken dinlenebilecek bir albüm veya müzik seçkisi yapmak ister misin?
Bu zor bir soru oldu dostum. Şimdi burayı Spotify müzik listeme çevireyim de gör. (Gülüyor) Bu tercihi, kitabı okuyacakların kendisine bırakmak daha iyi olacak sanırım.