Advertisement Advertisement

EKİN BERNAY: “PERFORMANS SIRASINDA ZAMAN YOK, SADECE VAR OLUYORUM”

 

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli

Uluslararası performans sanatı platformu Performistanbul sanatçısı Ekin Bernay’ı uzun zamandır takip ediyorum. Nihayet onunla bir söyleşi vasıtasıyla buluşarak hem performans sanatıyla ilgili biraz daha fazla bilgi sahibi oldum hem de onu tanıma şansı elde ettim. Aynı zamanda dans ve hareket psikoterapisti olan Bernay ile Londra’daki Tate Modern’de gerçekleştirdiği performans ve atölye çalışmasından yola çıkarak sanatının beden ve zihin üzerindeki etkilerini konuştuk.

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Dans ile ilişkin ne zaman başladı ve tutkudan mesleğe geçiş hikâyen nasıl oldu?

Değerli hocam Ankara Devlet Opera ve Balesi Çocuk Bölümü’nü yıllardır yöneten Ömür Uyanık, Samsun’da bir okul açtığında 8 yaşındaydım. Ankara’ya taşındığımda çocuk balesine başladım. Bir yandan uzun yıllar yanında yetiştiğim çok önemli bir eğitmen olan Tunç Özşakar hocam ile caz dansı tanıma şansım oldu. Devlet Balesi’nin ilham veren birçok dansçısını bize tanıttılar. Hem Tunç Özşakar’a lise yıllarımda asistanlık yaptım hem de üniversitede hafta sonları Kayseri’ye ders vermeye gidiyordum. Nike’ın Dance2LA yarışmasını kazandım. Los Angeles’ta başlayan, sonra Amsterdam, Paris, New York gibi şehirlere yayılan birkaç sene boyunca Nike’ın sporcusu ve modeli olarak yaptığım çalışmalarım bana dünyada dans adına olanları gösterdi. Bu yıllar içerisinde de turneler ve farklı sahne deneyimlerim oldu. Londra’ya taşındığımda farklı okullardan farklı stiller üzerine dersler almaya devam ettim. Far From the Norm kumpanyasına girdim, onlarla hâlâ danışman olarak çalışıyorum, BLKDOG eserimizle Olivier Ödülü’nü aldık. Dans Terapisi üzerine yüksek lisansımı yaparken hareketin özünü ve anlamını bir kere daha anladım ve kendimi ifade etmek için dansın ötesinde de söyleyeceklerim olduğunu fark ettim. Simge Burhanoğlu aynı yıllarda Performistanbul’u kurmak istiyordu ve beraber bu yola başladık. Böylelikle performans sanatı da pratiğimin ve ifade alanımın bir parçası hâline geldi Uzun bir yolculuk oldu ama dans benim için hiçbir zaman hobi değildi. Klasik bir eğitimim olmasa da kendimi geliştirmek için hep çalıştım.

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli.


Dans, hareket psikoterapisti ve performans sanatçısısın. Bu üçlüyü hafızada canlandırmamız için bize biraz daha geniş bir tanım yapar mısın?

Aslında olabildiğince birbirinden ayırmamak istiyorum. Özünde beden ile çalışıyorum. Dans terapisti olarak okullarda ve şizofreni tanısı olan bireylerle uzun bir deneyimim var. Oradaki çalışmalarımda odak noktası birlikte çalıştığım kişiler, benim üretim ve sanatım değil. Sanatçı olarak ortaya koyduğum paylaşımlarda benden dışarıya çıkması gereken aktarımların odak noktası. Dansa odaklanan projelerde ise bir koreograf olarak olabildiğince özgür hareketi barındıran işler yapmaya çalışsam da form devreye giriyor. Önümüzdeki yıllarda bu tanımlamaların ötesinde bir yerde, tek bir gerçeklikte buluşmaları üzerine çalışmalarım devam ediyor.

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli.

Uluslararası platformda dört sanatçıyı bir araya getiren “Resilient Responses” projesinden bahsedelim. Özellikle pandemi için mi hazırlandı? (okuyucuyu kapsamlı bilgilendirmek adına) Projeye nasıl dahil oldun?

Projenin küratörü Annie Bicknell benimle iletişime geçti. Rowdy SS ve Thomas Heyes, Rebecca Bellantoni de önceden birlikte ürettiğim sanatçı arkadaşlarım. Hepimiz farklı nedenlerle bu projede yer almak için seçildik. Aslında Bruce Nauman sergisine bir cevap olarak hazırlandı çalışmamız ama içinde bulunduğumuz zaman, pandemi ile ilişkimizi ön plana çıkardı. Yeni gerçekliğimizi göz ardı etmek imkânsızdı.

 

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli.


Projenin temelinde kimlik, izolasyon, yabancılaşma ve insan direnci temaları üzerinde sanatçıların üretimlerini izliyoruz. Senin performansında en çok göze çarpan hiç kuşkusuz insan direnci. Fırtınaya göğüs geren dev bir yelkenli gibisin adeta…

Evet tam da bu his. İçinde bulunduğumuz şu anki fırtına ve insan olma hâlinin verdiği tüm fırtınalar içinde bir insan bedeni. Hayat ile ilişkim üzerine birçok duygum gizli orada. Bazen ona karşı bazen onunla beraber.

“BEN PERFORMANS BOYUTUNDAYKEN HİÇBİR ŞEY KOLAY VE ZOR GELMİYOR”

Boş bir tank içinde seyirci olmadan sanatını icra etmek nasıl bir duyguydu? Daha mı kolay odaklandın? Bir yandan ürpertici ve sonsuzluk hissi de veriyor…

Her zaman olan şey oldu ve geçmem gereken boyuta geçtim. Ben performans boyutundayken hiçbir şey zor veya kolay gelmiyor, her şey olması gerektiği gibi, zaman yok, sadece var oluyorum.

Bu projedeki tek farkı film ile çalışıyor olmaktı, ne almam gerektiğini biliyordum, hepsini çekmek için bir günüm vardı; çoğu çekim neredeyse tek seferde gerçekleşti. Aynı zamanda atölye çalışmasının açılışı hariç hiçbir bölümde kurgu kullanmadım. Böylece olabildiğince an içerisinde beraber kalabildik. Biraz yıldızlar arası iletişim kurmak gibi. Işığın ulaşması zaman alıyor ama havada asılı, bekliyor.

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli.


Repair and Restore (Onar ve Eski Haline Döndür)  isimli bir atölye çalışması da yaptın. Tam olarak neyi kapsayan bir atölyeydi bu?

Performans ve Dans Terapisi yöntemlerimi birleştirmeye çalıştım. Sanki bir odada sizinle berabermişiz gibi birlikte bir yolculuğa çıkmak istedim. Önce hazırlık, sonra derinleşme, özgürleşme, aynı ana gelmek, zamanı yavaşlatmak ve fark etmek… Aslında çok ciddi kodlamalar var içerisinde ama büyüsünü bozmak istemem, ne hissettirdiği daha önemli. En son bölüm ise hayatın içerisine yayılmak istediğim bölüm. An, doğa, yalnızlık, insan, birçok şey ile ilgili.

“PERFORMANS SANATI YURT DIŞINDA DA YETERİNCE ANLAŞILMIYOR” 

Performans sanatının Türkiye’de yeterince anlaşılır olduğunu düşünüyor musun?

Türkiye’de yavaş yavaş anlıyoruz. Performistanbul bu konuda ciddi çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların bir kısmını görmüyor bile bazen izleyici fakat ciddi bir emek veriliyor. Ben bir tek Türkiye’de değil uluslararası sanat camiasında bile anlaşıldığını düşünmüyorum. Belki her şeyi anlamamız gerekmiyor ama saygı duymak ve alan açmak önemli. Çok kıymetli sanatçılar hayatını buna veriyor. Perfomans sanatı, büyük kitlesel etkiler yaratabilecek çok güçlü bir sanat formu.

Bir yandan şizofreni hastaları, otizm ve down sendromlu bireylerle çalışmalar yapıyorsun. Benim dayım şizofreni hastası örneğin. Nasıl bir çalışma yürütüyorsun, elbette ki her bireyin ihtiyacına göre şekilleniyordur bu çalışmalar ama çok ileri seviyedeki hastalarla da ilgileniyor musun mesela? Ne tip uygulamalar yapıyorsun ve bu ne kadar sürüyor?

Evet benim klinik çalışmalarım genellikle ağır vakalar üzerine. Londra’da hastaneden çıkıp toplum içerisinde adaptasyon süreci içinde birlikte yaşama alanları var, grup çalışmalarım orada sürüyordu. Maalesef pandemi sebebiyle ara vermek zorunda kaldık. Çalıştığım okulda ise yine en çok desteğe ihtiyaç duyan çocuklarla oluyorum. Dans ve Hareket Psikoterapisi grup veya bireysel olabilir. Ben haftada bir kere görüşüyorum ancak farklı planlamalar da yapılabilir. Bireyin veya grubun ihtiyaçlarına göre, kendi yaklaşımımız kapsamında bir ilişki kuruyoruz. Hareketi, sanatı, müziği, oyunu kullanarak belirli temalar üzerinde çalışıyoruz.

Fotoğraf, “Resilient Responses” projesinden, Guillaume Valli.


“İÇİNDE OLDUĞUMUZ BEDENİ ELE GEÇİRMELİYİZ”

İnsanların bedenlerini doğru kullanması nasıl mümkün olabilir? Yani böyle bir şey olabilir mi? Hele ki böyle bir dönemde stresle, kaosla burun buruna yaşadığımız şehir hayatında bunu nasıl sağlayabiliriz?

Doğru kullanmak dediğimizde büyük bir genelleme yapmış oluyoruz. Her bedenin ihtiyaçları farklı. Ama hepimiz olabildiğince içinde bulunduğumuz bu güzel, zengin, güçlü kabuğu sevebilirsek daha huzurlu olacağımıza inanıyorum. Elbette kolay değil; sosyal medya, gerçek dışı güzellik standartları, cinsiyet rolleri, toplum baskısı gibi bedenimizle aramıza giren birçok konu var. Ama en azından mümkünse yalnız kalabildiğimiz zamanlarda kendimizi sevmeye çalışalım. Aynaya bakıp güzel şeyler söyleyelim. Nefesimizin değerini bilelim. Dans edebiliyorsak edelim, edemiyorsak gözlerimizi kapatıp dans ettiğimizi hayal edelim. Eğer gezegenimizde insan yaşamı devam ederse uzun vadede ciddi bedensel devrimler yaşanacak dünyada.  İçinde olduğumuz bedeni ele geçirmeliyiz, yorgun uyurgezerler olmak yetmiyor yaşamaya.

Pandemi sürecinde sanatın dijitalleşmesi hakkında neler düşünüyorsun? Sanata erişim sence de daha kolaylaşmadı mı? Sanatın “lüks tüketim” içine girdiğini düşünürsek şimdi her kesime hitap ediyor gibi görünüyor. Ne dersin?

Her şey evrilmesi gereken yere evriliyor. Bir yandan daha erişilebilir gibi görünüyor. Ama bence yine de uzak. Daha yakına girmeli, bir şekilde reklamların yaptığı gibi kamusal alanları işgal etmeli. Elbette reklamlar da yaratıcılık içeriyor ama her şehirde en büyük billboardlarda ve ekranlarda sanatçıların eserleri olsaydı farklı şeyler konuşuyor olurduk diye düşünüyorum. Farklı şeyler konuşmamız lazım. Gezegenimiz bile bizden mutsuz. Üretmemiz ve sevmemiz lazım. Bu sürecin bilincimizde yeni kapılar açtığını görüyorum ama bundan sonra kurmak istediğimiz dünya önceki sistemlerden ne kadar farklı ne kadar duyarlı olacak bilemiyorum.

Fotoğraf, Agah Uğur Koleksiyonu’nda yer alan “Ne İstiyorsun?” isimli performanstan.


Performans sanatının sürdürülebilirliği ve değeri adına çabalayan Performistanbul’un sanatçıları arasındasın. Geçtiğimiz aylarda Agah Uğur Koleksiyonu’nda yer alan “Ne İstiyorsun?” isimli bir performans sergilemiştin.  Manevi bir sanat olan performansın bir sanat koleksiyonunda yer bulmasının, performans sanatının başka bir deyişle “sürecin” satılabilirliğinin de bir göstergesi olduğunu kanıtlamış oldun bir bakıma. Bundan da biraz bahseder misin?

Bu tamamen Performistanbul’un vizyonu ve Simge Burhanoğlu’nun inancı ile gerçekleşmiş önemli bir adım. Ve tabii ki sevgili Agah Uğur’un yenilikçi ve korkusuz sanat ilgisi. Hem girdiğim koleksiyondan mutluyum hem de açtığımız kapıdan. Performans, CABININ (Çanakkale Bienali İnisiyatifi) ve Azra Tüzünoğlu’nun küratörlüğünde “Takımyıldız” teması altında gerçekleşen 7. Çanakkale Bienali’nde, Agah Uğur koleksiyonundan bir seçkinin yer aldığı ”Hiç istemeden ama seve seve” adlı sergiye dahil oldu. Troya Müzesi’nde yeniden hayat bulması şimdiden bu attığımız adımın performansın kalp atışları ve sanatçının değeri için ne kadar önemli bir potansiyel taşıdığını bize gösteriyor. Performans, çıktıları ve kalıntıları ile koleksiyonlarda yer alıyor elbette ama tekrar gerçekleştirme hakkı özel bir durum. Koleksiyoner ile özel bir anlaşma yapılıyor ve tüm sınırlar en ince detayına kadar konuşuluyor. Eğer ikimizden biri ölürse ne olacak gibi çok kişisel ve mahrem konular da var içerisinde. Yani performansın yapısıyla ve inceliğiyle, hassasiyetle sanatçı ile koleksiyoner arasında gerçekleşen karşılıklı bir güven anlaşması, bir bağ.

Yakın zamanda yeni projeler görünüyor mu ufukta?

Evet sonbaharda paylaşacağımız bir performans için Londra’daki başka bir müze ile heyecanlı bir araştırma sürecine başladım. Önümüzdeki 6 ay buna odaklanıyor olacağım. Aynı zamanda birkaç senedir gerçekleştirmek istediğim bir sergi üzerine de çalışıyor olacağız Performistanbul ile. Klinik çalışmalarım da yoğun ilerliyor, temmuz sonuna kadar bir okulda dans terapisti olarak çalışıyorum. Bu, ciddi bir emek istiyor. Ve elbette aşka sürpriz işler de olacaktır.

Bir kadın olarak kadın bedeninin sömürüldüğü, kadınların da bedenlerini sürekli sorguladığı bir dünya bu konu ile ilgili bir çalışma yapmayı düşünüyor musun?

Yaptığım her işi bedenimle yapıyorum. Benim bedenimin özgürlüğü kadınlara da dokunuyor diye umuyorum. Ben gerçekliğimi yarattıkça hepimiz için kapılar ve kanallar açmak her zaman önemsediğim bir konu. Bir noktada mutlaka daha belirgin bir şekilde çıkacaktır içimden. Ancak yaptığım her iş özünde bize bu dünyayı daha yaşanabilir kılmak için çabalıyorum.

 

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media