Advertisement Advertisement

EDEBİYATTA 35. YILINI KUTLAYAN SEVİM AK İLE SON KİTABI “KUŞLU KÖY” ÜZERİNE SÖYLEŞTİK


Yıllardır yazıyor, emek emek ince ince işliyor kitaplarını çocuklar için. Türk edebiyatının üretken yazarlarından Sevim Ak, yazın hayatının ve daha da önemlisi çocukların hayal dünyasındaki 35. yılını kutlarken yine Can Çocuk etiketiyle yeni kitabı “Kuşlu Köy” ile karşılıyor okuru. Giderek yok olan doğanın nimetlerini yarattığı usta işi hikayesiyle hatırlatırken unuttuklarımızı keşfetmeye davet etmeyi de ihmal etmiyor. Ak ile hem yeni kitabını hem de edebiyatla dolu dolu yaşadığı 35 yılını konuştuk.

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Edebiyatta 35. yılınızı kutladığınız bu yıl çocukların düşlerine hediye ettiğiniz son kitabınız “Kuşlu Köy” yakın zamanda yayımlandı. İtiraf etmem gerekirse benim Sevim Ak kitapları içinde en sevdiğim ve en edebi bulduğum kitap diyebilirim Kuşlu Köy için. Kelimeleri adeta nakış gibi işlemiş, gelenekselden evrensele uzanan ve tabiat anaya saygı duruşunda bulunan muazzam bir kitap yaratmışsınız. “Kuşlu Köy”ün hikayesinin tohumları ilk ne zaman, nasıl atıldı?

Pandemi döneminde karantina kısıtlamaları uygulanırken sokaklar sessizleşti. İnşaat gürültüleri kesildi, yollardan arabalar, ses çıkaran makineler geçmez oldu. Evimin salon penceresinin önünü kaplayan çınar ağacında önce minik serçeler, sakalar belirdi, geveze cikcikleri müziğim oldu. Yavaş yavaş kargalar, ispinoz, bülbül, saksağan, yalıçapkını ve adını bilmediğim çeşitlilikte kuşlar bu koca çınarda toplanmaya başladılar. Ağacın sakin duran yaprakları kuş kanatlarıyla titreşirken, sesi envai çeşit kuşun korosuna dönüştü. Bu dönüşüm beni çok heyecanlandırdı ve düşündürttü. Çok eski değil belki 10 seneden de az süre önce Kadıköy’ün bahçeli binalarının olduğu Feneryolu- Bostancı sokaklarında dolaşırken baştan ayağa kuşa kesmiş ağaçlara hayranlıkla baktığım anımsadım. Bazı sokaklara papağan dolu ağaçlarını seyretmeye giderdim hatta. Aradan geçen süre içinde bu semtlerde kentsel dönüşüm başlamış, gürültü, toz, egzos  kuşları usulca çekmiş ağaçlarımızdan. Yavaş yavaş bizi sarmalayan habitat ıssızlaşmış, biz güncelin işaret ettiği başkaca uyaranlara dalmışız, alışmışız kuşların seyrelmesine. İşte Kuşlu Köy öyküsü tam da buradan başladı.


Kuşlu Köy’ün sakinleri eskiden tepelerinde kuşlarla yaşayan insanlardan bihaber hayat sürerken ve kuşlarla ilgili anlatılanları masal gibi dinlerken bir gün dağınık yeşil saçlarına kuşlar takılı, kocaman bavulunu yanına almış bisikletli bir kadın köye geliyor ve hikayenin gizemi artıyor, rengi değişiyor. Kim bu kadın, biraz bahseder misiniz?

Yeşil saçlı kadın bir doğa aktivisti. Doğa olaylarını, türlerin çeşitliliğini incelerken doğaya insan eliyle verilen zararları görüp önlem alınması konusunda uyarı yapan, girişimci, eylemci bir kadın. Yavaş yavaş yok oluşlara alışmak, şimdiki hayatımızı sorgulamayı bırakmak demek. Ancak dışardan bir ses, geçmişten bu güne giden yolda kaybettiklerimizi arayışa çağırdığında silkinebiliyoruz. İşte o zaman geçmiş defterlerimizi karıştırmaya kalkınca kayıp listemizin çook uzun olduğunu fark ederiz.  Yeşil saçlı kadın bıraktığı mektupla, saksılara diktiği atalık tohumlarla sandıklarda gizlenmiş kültürel hazinelerin ortaya çıkmasını sağlıyor, köylülere şimdiyi yaşarken geçmişi unutma, diyor adeta.

İnsan okurken böyle bir köyün varlığını gerçekten duyumsuyor; 100 yaşını geçmiş Dürdane Nine’nin eski hayatına, Nergis’in sessizliğine ortak oluyor. Açılan her sandıkta kendi geçmişinin izlerini keşfetmiş gibi toprağa sarılıyor, atalık tohumlar bulmanın heyecanını yaşıyor… Doğanın yeniden ayağa kalkışının müjdesi iyileştirici bir kitap. Bir yandan Yaşar Kemal’in “Kuşlar da Gitti” kitabını hatırlamaya da vesile oluyor. Bugün yaşadığımız dünyanın en büyük sorunlarından biri olan iklim krizi hakkında sizin söyleyecekleriniz neler?

Son yıllarda çocuk-genç aktivistlerin parlemento önünde, iklim zirvelerinde gençliğimi yok ediyorsunuz diye bas bas bağırmaları boşuna değil. Sanayi öncesi dönemde dünyanın ortalama sıcaklığı 13.5 dereceyken, bugün 14.5 dereceye çıkmış durumda. Son 10 yılda 1.1 derece artış gösterdi. Buzul çağına bundan sadece 5.5 derece azken girilmiş. Yani ilk bakışta az gibi görünen bu artışlar atmosfer için çok önemli. Ben de genç iklim aktivistlerinin yanındayım, insan eliyle yaratılan iklim krizinin önlenmesi için öncelikle petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların kullanımının azaltılmasını, büyük sanayi işletmelerinde ciddi dönüşüm  gerektiğini düşünüyorum. Kloroflorohidrokarbonların kullanımından vazgeçerek ozon tabakasındaki deliğin kapatılması mümkün olabildi. Yarın çok geç olmadan, gezegenimizdeki biyoçeşitlilik daha fazla azalmadan, göçler artmadan…vs tüketim odaklı değil ihtiyaç kadar yaşamlara geçilmesi gerektiğine inanıyorum. Fosil yakıt devlerinin yalanlarla gizlemeye çalıştığı gerçekleri, giderek yaygınlıklarını arttırma çabalarını gördükçe geleceğe dair umutlarım köreliyor.     


“KİTABIN ÇİZERİ ÖYKÜ, ŞİİRSEL ATMOSFERLER, KARAKTERLER YARATTI” 

Kitabınıza müthiş çizimleriyle eşlik eden Öykü Akarca’nın adını anmadan geçmek istemem. “Kuşlu Köy” ile bütünleşmiş tüm bu çizgiler, kitabın güçlü hikayesini daha da anlamlaştırıyor, ona büyülü bir güç katıyor. Her kitapta bu olmaz. Fakat, Kuşlu Köy için yaratılmış sanki Öykü’nün illüstrasyonları. Siz ne dersiniz?

Ben de kitabın ruhuna uyan, hayal gücü gelişmiş, atmosfer yaratmada usta bir illüstratörle buluşmaktan çok mutluyum. Kitabı oluştururken düşündüğüm çizerlerle takvimimiz uyuşmayınca başlangıçta hayal kırıklıkları yaşamıştım. Tam, artık hikayem bir kitaba dönüşmeyecek diye hayıflandığım noktada Öykü’nün gönderdiği desenler editör ekibimize ve bana “işte bu,” dedirtti. Kısa sürede ortaya içimize çok sinen bir çalışma çıktı. Öykü, satırlardaki yan öykülerden tadına doyulmaz şiirsel atmosferler, karakterler yarattı. Sabırla, ince ince işlenmiş, her baktığımızda yeni detaylar keşfettiğimiz desenleriyle hikayeme can kattı.

35 yıldır kitaplarınızda fırsat eşitsizliği, sosyal farklılıklar, boşanmış ebeveynler, zorbalık, nesiller arası iletişim gibi çocukların yaşadığı sorunlara dikkat çekiyorsunuz. Ama hiçbir zaman da umudu elden bırakmıyor, çocuklara neşe ve sınırsız hayal gücü veriyorsunuz. 40’dan fazla kitabın yazarı Sevim Ak, üstelik yetişkin dünyasının bireyi Sevim Ak, bunca umutsuzluk varken umudunu nasıl koruyor da çocuklara ulaştırıyor?

Hayat bizi umutla, umutsuzluk kutupları arasına sokar, çıkarır. Hatta umutla umutsuzluk aynı yerde durur. Mesele, umudun mu umutsuzluğun mu peşinden gidileceğidir. Umutsuzluk yaratan durumları yaratıcı ve üretken potalarda dönüştürüp yaşam deneyimine dönüştürmek mümkün. Omuzlarıma çöken yaşam sevincimi emen karamsarlıktan nasıl bir miKrokosmos yaratarak çıkabilirim sorusunu sorarım hep. Çocuk bakışı ve mizah böyle zamanlarda kurtarıcımdır. Çocukları, “Yaşam sürdükçe en karanlık durumlarda bile tutunacak güçlerimiz vardır,” fikrine yöneltirken kendimi de umutlandırırım.    

“İLK ÖYKÜLERİMİ KENDİME YAZDIM, ONLAR İÇİMDEKİ ÇOCUĞA YAZILDILAR” 

Yazmaya başladığınız ilk yıllara gidecek olsanız yani 1988 yılına sanırım, kendinize neler söylemek isterdiniz? Bir öneriniz olur muydu?

İlk öykülerimi kendime yazdım, kimseyle paylaşmadım. Benim kendimle konuştuğum, iç derinliklerimi keşfettiğim, yetişkin gerçekliği ile çocuk idealizmi arasında sıkıştığım zamanlarda içimdeki çocuğa yazıldılar. İlk kitabımın çıkışı bu özel dünyayı başkalarına açma denemesiydi. Şimdi’den yani bugünün çocuk yazını alanının dinamiklerinden o günlere baktığımda o günlerdeki Sevim’in varoluşsal süreçle evrilmiş yazma eylemini naif, samimi ve sahici buluyorum. İyi ki yavaş yavaş, yaşamdaki çelişkileri, zenginlikleri keşfede keşfede, sorunları eleştirel bir süzgeçten geçire geçire iğneyle kuyu kazar gibi yazmışım. 35 yıl sürmesinin nedeni belki de hâlâ bu keşif sürecinin devam etmesi ve piyasa koşullarına bağlı çalışmalara alışamamamdır.

Bunca hikaye, bunca kurgu, bunca hayal gücü nereden geliyor? İnsanları, olayları, durumları çok mu gözlemlersiniz? Neler okur, nelerden beslenir, ilham alırsınız?

Öncelikle çocukluğumun, gençliğimin geçtiği mahallelerin beni küçük yaşta çok değişik, hatta sıra dışı insan portreleriyle tanıştırdığını söyleyebilirim. Edebiyat küçük yaşlardan beri yanıbaşımda oldu. Teknik bir eğitim görmeme rağmen roman, öykü türündeki kitaplar hep çalışma masamda, başucumda vardı. Ayrıca sanat-kültür olaylarını izlemeyi, sergi, müze gezmeyi, başka ülke kültürlerini tanıtan gezilere çıkmayı çok sevdim. Günlük gazetelerin “bu dünyada olmaz” dedirtecek haberlerini keser saklarım, şehirde sokak aralarında, doğada ormanlarda dolaşmayı severim.

Bir söyleşinizde Yazmak bütün bu acılardan, kaostan kurtulabilmek için kendime açtığım, soluk aldığım bir alan” diyorsunuz. Peki yazar olmasaydınız nerede, ne yapıyor olurdunuz?

Meslek olarak biokimya uzmanlığını seçmiştim. O alanda 25 yıl boyunca çalışırken çocuk edebiyatıyla ilgilendim. Eğer edebiyat bağım olmasaydı biyokimya alanımda üst çalışmalar yapardım.

Ajandakolik’in özellikle yazar ve çizerlere sorduğu klasik bir sorusu var. Ajandanız veya not defteriniz var mı? Varsa içinde neler var?

Masamın üstünde bazı ajandalar var. Birine her gün yapacağım işlerin listesini yazarım. Birinde çalıştığım dosyalardaki metinlere girebilecek küçük ayrıntılar, yapacağım bir konuşma için alınmış notlar, okuduğum kitaplardan aldığım notlar vardır. Bir diğerinde katılacağım etkinliklerin listesi, yeni baskı yapan kitaplarımın listesi, kütüphaneye almayı düşündüğüm ve aldığım kitapların listesi… gibi çizelgeler yer alır.

“BENİM DE KENDİMİ SINIRLANDIRDIĞIM, YAZARKEN ZORLANDIĞIM MESELELER VAR”

Pek çok kitabınız birçok dile çevrildi. Uluslararası bir yazar olmanın üzerinizde yarattığı etki nedir? Üstelik çocuklar için yazarken bu büyük bir sorumluluk, adeta bir misyon. Yazarken kendinizi bu anlamda sınırlandırdığınız, baskıladığınız ya da çok dikkat ettiğiniz şeyler oluyor mu?

Yazdığım öykü ve romanların arka planında güçlü, kararlı ve dengeli bir duruş olmasını önemserim. Çevreye duyarlı, ırk,din, dil, cinsiyet, etnik köken ayrımı gözetmeyen, evrensel değerlere saygılı, savaşa, şiddete, doğaya, canlılara katliama karşı çıkan, umudu diri tutan bir anlayış bu.

Çocuklara yetişkinler için kullandığımız dil ve anlatımın dışına çıkarak yazarız. Her yaşa gündelik hayatta karşılaşılan meselelerin anlatımı için farklı bir dil kurmak gerekir. Çocuğun deneyimlemediği konulardan onlara yetişkinlere söz eder gibi edemeyiz. Zor konular, uygun dil ve anlatım özellikleri kullanılarak çocuklara aktarılabilir. Benim de kendimi sınırladığım, yazarken zorlandığım meseleler var elbette.


“Kuşlu Köy”den fantastik bir sinema filmi çıksa… Doğa ve insanoğlunun beraberliğini anlatan çok fazla film yok, özellikle bizim sinemamızda… Neler söylemek istersiniz?

Öykülerimin sinema filmi olarak kurgulandığı bir düş görmedim. Görsel olarak tanımlanmış karakterler, kitabı okuyan herkesin hayalinde farklı farklı tasarladığı karakterleri sınırlıyor. Ben okur zihninde oluşan görüntülere ket vurulmasını istemem açıkçası.

Dokuz yıl önce aile evini çocuk kütüphanesine ve kitap etkinlik alanına dönüştürdünüz. Bilmeyenler için biraz bundan da bahsedelim istiyorum. Çünkü bir dolu etkinlik de düzenliyorsunuz. 

Kardeşim Behiç Ak’la Ev Kütüphanemiz adında bir çocuk-gençlik kütüphanesi oluşturduk. Edebiyatsever dostlarla, yazar, çizer, editör, eğitmenlerle odağında kitap olan etkinlikler düzenleyip çocukların kitaplarla kurdukları bağı güçlendirmek istedik. Başlangıçta Kadıköy Feneryolu’nda bahçe katı dairemizdeydik. 2023 Mayıs’ında Kadıköy Belediyesi’nin AlanKadıköy’de yer alan Idea Çocuk merkezine sadece  5000 kitabımızı taşıdık. Artık pazar hariç her gün 9.00-17.00 saatleri arasında orada kitap okunabilir, ödünç alınabilir. Okurlar çalışmalarımızı evkutuphanemiz instagram sayfasından takip edebilirler. Hafta içi ve sonu 3 yaştan 15 yaşa kadar etkinliklerimize ilgili kitapları okuyarak katılabilirler. Kitap kulüplerimizde Antropolog, Çevirmen Dr. Tülin Sadıkoğlu ve Can Çocuk Yayın Yönetmeni Mehmet Erkurt liderliğinde her ay birer kitabı tartışmaya açıyoruz. Bu kulüplere yakın kentlerden, uzak semtlerden çok sayıda okur katılıyor. Büyüme sürecinde çocuklara eşlik eden edebiyat eserlerinin kişilik gelişimine, eleştirel bakış ve akıl yürütmede etkilerini bu sayede gözlemleyebiliyoruz.

Bu yıl 27’ncisi düzenlenen Troya Kültür Sanat Ödülleri’nde Oğuz Tansel Çocuk Edebiyatı Ödülü’ne layık görüldünüz. Ödüllerin ve adaylıkların hayatınızdaki yerini sorsam… Bir yazar için önemli mi sizce bunlar?

Ben ilk kitabımla 1987 yılında zamanın saygın ödüllerinden Akademi Kitapevi Çocuk edebiyatı ödülüne aday oldum. Yazarlık serüveninin başında bir genç olarak özendirilmek değerli bir armağandır. Bu ödül benim çocuk edebiyatına daha hızlı ve hevesle girişimi sağladı. Sonrasında kendim herhangi bir ödüle talip olmadım. “En iyi ben mi yazıyorum, başkalarından iyi miyim,” gibi sorular hiç sormadım. Ödülleri değil, yazma eylemi süresince geçirdiğim aşamaları, öğrenmelerimi, tanıklıklarımı, küçük-büyük keşiflerimi önemsedim, benim ödüllerim onlardı. Oğuz Tansel Ödülü kendiliğinden 35 yıllık yazın hayatıma bir övgü gibi geldi. Sırtımı sıvazlamak, ruhumu okşamak gibiydi.

Kardeşiniz Behiç Ak’a bir selam göndermeden söyleşinin sonuna gelmeyelim. İki yazar kardeş olarak birbirinizin kitaplarını eleştirdiğiniz, yeni yazacak olduğunuz bir kitaba fikir anlamında katkıda bulunduğunuz oluyor mu?

Pek olmuyor. Biz ayrı ayrı ortamlarda yazıyoruz, kitaplarımız çıktıktan sonra okuyoruz.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media