Advertisement Advertisement

DEMİR DEMİRKAN: “YAZDIĞIM HER KİTABIN BİR DE MÜZİK ALBÜMÜ OLMASINI TASARLADIM”


Türk rock müzik tarihinin önemli isimlerinden müzisyen, prodüktör Demir Demirkan, 4 kitap – 4 albüm “Sandık Hikâyeleri” projesiyle karşımızda. Serinin ilk kitabı “Zamanda Saklı” geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Mistisizm ve spiritüelizm ile harmanlanmış hikâyeler, hayatın işaretlerini okumayı bilenleri bambaşka bir yolculuğa çıkarıyor. İlk kitap heyecanı da bir başka olur şüphesiz. Demirkan ile biraz “Sandık Hikâyeleri”ni biraz da hayatının olmazsa olmazı müziği konuştuk.

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

Müzisyenlik, prodüktörlük ve şimdi de yazarlık… İlk kitabın “Zamanda Saklı – Sandık Hikâyeleri” yakın zamanda KaraKarga Yayınları’ndan çıktı. Öncelikle neler hissediyorsun, merak ediyorum.
Oldukça heyecanlıyım ve mutluyum. Yaklaşık bir yıl önce başlayan bu serüven geçtiğimiz aylarda kendine KaraKarga Yayınevi’nde bir yuva buldu ve şimdi de okuyucusu ile buluşuyor. Hem ilk kitabım olması hem de ruhumdan bir parçayı paylaşıyor olmak benim için hafife alınacak bir şey değil açıkçası. Öncelikle yayınevinin romanı tüm gücüyle destekliyor olması ve büyük ölçüde de okuyucunun pozitif yorumu beni sevindirmekle birlikte rahatlatıyor da.

İlk kitap heyecanı ilk albüm heyecanı gibi bir şey olsa gerek! Bunca zaman yazdığın şarkı sözlerinden yola çıkarsak hep bir yerde bekleyen hikâyeler miydi bunlar? Bir seri olarak karşımıza çıkan Sandık Hikâyeleri’nin ilki olan “Zamanda Saklı”nın yazma sürecini senden dinlemek isterim.
Kitap yazma fikri hep vardı, hatta yakın çevrem beni bu konuda yıllardır harekete geçirmek için destekliyordu. Zamanı şimdiymiş. Bilgisayarımda kısa uzun bir sürü hikâye var ama bir roman yazma fikri geçen yıl peyda oldu. İzmirli ressam Sayra Muran ile bir sohbetimiz sırasında onun başına gelen bir olaydan esinlenerek oluşturdum Sandık Hikâyeleri serisini. Dörtlemenin çatısını kurduktan sonra ilk kitap olan “Zamanda Saklı”yı yazmaya başladım. İngiliz Edebiyatı, üniversitede severek okuduğum bir bölümdü ve edebiyat ile bolca ilgilendim hayatım boyunca. Roman yapısı hakkında teknik olarak bilgim hali hazırda vardı ama iş yazmaya gelince yardıma ihtiyacım olduğunu hissettim. Bir müzisyen albüm yapmaya başladığında prodüktör ile bir araya gelir. Ben yıllarca müzik prodüktörlüğü yaptım ve bu pozisyonun karşılığını edebiyatta aramaya başladım. Yazım sürecinde yaratıcılığımı sürekli kılmak ve doğru yönlendirmek için birine ihtiyacım vardı. O kişiyi bulduktan sonra, ki birazdan kim olduğundan bahsedeceğim, biraz daha rahatladım ve korkusuzca yazmaya başladım. Çok doğal ve hızlı aktı her şey. Hikayenin akışını belirledikten sonra bambaşka bir dünyada aylar geçirdim. Her neredeysem, uçakta, bir otel odasında, evde, hastayken ve hatta karmaşanın ortasında bu dünyaya kaçıp sığındım. Bu kadar sağaltıcı olmasını beklemiyordum bu sürecin.

Yaşam ve ötesine dair bir kitap bu. Üstelik sırlarla saklı, bir başka deyişle de yepyeni bir dünyanın kapılarını aralıyor. Epey gizemli bir arka kapak yazısı. Okura biraz daha ipucu verelim mi? Konusu nedir tam olarak, baş karakter kim ve içinde biraz sen de var mısın?
Kitabın yarısı zamanı ve yeri belli olmayan bir diyarda diğer yarısı da İzmir’de, çoğunlukla da Bornova’da geçiyor. Baş karakterimiz yirmi sekiz yaşında bir Bornovalı, Berk Soyarslan. Dünyaya kızgın ve küskün Berk’in bu olağanüstü serüveninde ona eşlik eden diğer ana karakter de Sora. Hikâyedeki karakterlerin hiçbirini tek bir kişiden ilham alarak oluşturmadım, her biri birkaç karakterin birleşiminden oluşuyorlar. Sadece Berk’te değil, diğer bazı karakterlerde de benden biraz var tabii ki.

Yaşam ve ötesi diyoruz. İçinde bir tutam spitüellik de var mı acaba?
Spritüalizm, ezoterizm ve psikolojinin sınırları biraz ince olmak kaydıyla hikâyede bolca mevcut. Anadolu tasavvufundan güncel ezoterizme kadar bir yelpazenin harmanlanmış hali diyelim. Böyle açıklayınca biraz fazla somut oldu ama kitabı okuduğunuzda bunların arasında çok daha rahat geçişler olduğunu fark edeceksiniz.

Peki diğer hikâyeler – kitaplar da hazır mı? Eğer hazırsa onların isimlerini öğrenebilme şansımız var mı?
Diğer hikâyelerin çatıları belli ama başlıkları yok henüz. Her kitabın bir de müzik albümü olmasını tasarladım. Bu ara, ikinci kitaptan önce Zamanda Saklı’nın müziğini oluşturuyorum. Çoğunlukla enstrümantal ve gitar ağırlıklı bir müzik çıkıyor.
Kompozisyonlarda daha önceden denemediğim birkaç tekniği de kullanmayı planlıyorum.

Aaa ne güzel, bu ilginç bir fikir olmuş geçrekten! Onları da heyecanla bekliyoruz o zaman. Peki, kitap boyunca bir editörle çalıştın: Ayşe Marika Sağlam. Kendisini tanımakla birlikte sana selamını getiriyorum. Buradan yola çıkarak şunu da sorayım, bir ilk deneyim olarak yazılarına müdahale eden, içine giren, sana yol gösteren birinin olması nasıldı?
Ayşe’yi bulmak benim için büyük bir şans oldu. Ruhunu açıp da yazdıklarını daha fikir aşamasındayken yorumlayacak birisine kayıtsız şartsız güvenmek gerekir. Taze fikirleri ezip yok etmek o kadar kolay ve fikrin sahibi için de o kadar acıdır ki, bunu yapacak kişi ile ruhen aynı frekansta olmak gerekir. Ne büyük şanstır ki Ayşe ile bunu daha ilk görüşmede yakaladık. Çalışması çok kolay biri. Her bölümü bitirdikten sonra çekine çekine ona gönderip bir hafta sonra bana döndüğünde mesajını titreyen ellerle açıp okudum. (Gülüyor.) Çoğu zaman yorumları sayıca az ve yapıcı oldu ama birkaç kez büyükçe meselelerin üstesinden gelmek biraz zaman aldı. İki tarafın da ana hedefinin romanı en iyi şekilde oluşturmak olması karşıtlıkların üstesinden gelmeyi kolaylaştırıyor.

KaraKarga Yayınları ile yolun nasıl kesişti?
Bir kaç ay boyunca yayınevleri ile görüşüp olumsuz dönüşler aldım. Bir gün Pentgram’ın menajeri Didem Doran ile sohbet ederken Mirgün Cabas’ın ismi geçti ve bir de ona danışmamı önerdi. Mirgün çok eski arkadaşımdır ve telefonda ona kitabın tarzından bahsedince hiç duraksamadan “Kesinlikle Karakarga!” dedi. Beni yayınevi ile irtibata geçirdikten sonra Kutlukhan Perker ile daha önceden Heavy Metal çevresinden birbirimizi bildiğimiz ortaya çıktı ve sonrası o kadar hızlı gelişti ki biz bile şaşırdık. Bazen frekans tutar ya… İşte Âşık Veysel’in de dediği gibi, o harekete kimse mani olamaz.

Kitabın finali senin için yeterince tatmin edici oldu mu? Diğer kitaplar yine aynı karakterin etrafında mı şekillenecek yoksa birbirinden bağımsız mı olacak?
13. ve son bölüm aslında akışta yoktu. Bunda utanacak sıkılacak bir şey yok, açıkça söyleyeyim, o bölümü yaşlı gözlerle bitirdim. Hem karakterin hikâyesi hem de kitabın yazım sürecinin sonu olması fazla duygulandırdı beni. Karakterler gerçek oluyor bir süre sonra ve bağlanıyorsun her birine.

Serinin diğer kitaplarındaki hikâyeler ve karakterler birbirlerinden farklı. Sabit olan bir şeyler var ama şimdi açık edemiyorum.

1990 yılında Pentagram’a solo gitarist olarak katıldığını düşünürsek en az 34 yıllık bir müzik kariyerin var. Uzun yıllar Pentagram’la özdeşleştikten sonra Şebnem Ferah’ın bazı albümlerinin prodüktörlüğünü üstlendin. Sertab Erener’in albümünü hazırladın, 2000 yılında da kendi solo albümü yaptın. Ama biz seni hep Pentagram’a ait hissettik ve zaten yine Pentagram’a dönüş yaptın. Geriye dönüp baktığında nasıl geçti yıllar? Yoruldun mu?
Evet ve Trail Blazer albümünün kayıdından sonra müzik okumak için Los Angeles’a gittim. Dönünce Şebnem Ferah ile ilk iki albümünde aranjör ve gitarist olarak çalıştım. Arkasından Pentagram’ın “Anatolia” albümünü yaptık. Sertab Erener’in dört albümünün ve birkaç teklisinin şarkı yazarlığını ve prodüktörlüğünü yaptım. Sonra solo kariyerim başladı. Yıllar içinde kendi ismim altında altı albüm ve sayısız tekliden oluşan repertuarı oluşturup konserden konsere giderken bazıları uluslararası olan birçok film ve TV dizi müziği yaptım. Bu arada Model, Manga ve bazı solo sanatçıların albüm prodüktörlüğünü yapmaya devam ettim. Evet yorgunum biraz, ama tatlı bir yorgunluk diyelim. (Gülüyor.) Bu yorgunluğun getirdiği asıl değer, yıllar içinde beni yalnız bırakmayan dinleyicim ve bana müziklerini şekillendirmem için güvenen sanatçı arkadaşlarımdır.

Bunları neden soruyorum çünkü aslında Demir Demirkan’ı “kişi” olarak çok da tanımıyoruz.  2003 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’ye birincilik getiren “Everyway That I Can” şarkısının sözlerini senin yazdığını pek çok kişi bilmiyordur ya da benim de çok sevdiğim “Devrim Abaları” filmiyle SİYAD EN İyi Film Müziği ödülünü kazandığını ya da en basitinden senin şu an ABD’de yaşadığını, aralıklarla Türkiye’ye geldiğini… Kişilik olarak da gizemli misin sence? Hayranların seni yeterince tanıyor mu, ne dersin?
“Every Way That I Can”’in sözlerini ve müziğinin de yarısını yazdım. Tolga Örnek’in “Devrim Arabaları” ve “Gelibolu” filmleri ile hem ulusal hem de uluslararası ödüllere layık görüldü müzikler. Popülerlik benim için çok bıçak sırtı bir konu. Yıllar içinde anladım ki, öyle bir denge kurmam gerekiyor ki, ne çok büyük ne de çok küçük bir kitle tarafından tanınayım. Burada önemli nokta “doğru tanınmak”. Seni tanıyan kitle büyüdükçe tanınan ya da hakkında uydurulan tarafların oluyor ve bunu kontrol etmek imkansız. Bu benim hayatımda olmasını istemediğim bir şey oldu hep ve dolayısıyla aşırı popülerlikten uzak durmaya çalıştım. Eurovision zamanı da bu nedenle pek öne çıkmak istemedim çünkü üretimim ve dinleyiciye verebileceğim gerçek müzikal değerlerin dışında tanınıyor olmak istemiyordum. Her neyse, bu konu çok uzar ve yoruma, hatta yanlış yoruma çok açık… Dediğim gibi benim kontrol edebilmem için aşırı büyük bir konu. “Ben böyle iyiyim” deyip orada bırakayım. (Gülüyor.)

Yakın zamanda Pentagram olarak konserleriniz olacak mı? Buradan onları da duyurmuş olalım!
Pentagram’ın 3 Kasım CSO ile olan Senfonik konseri, 8 Kasım Londra konseri, 22 Kasım Bursa ve 23 Kasım İstanbul konserlerinde birlikte olacağız. Yanında “Zamanda Saklı” ile gelenlerin kitaplarını imzalayacağim da bu konserlerde.  

Peki ABD’de konser veriyor, sahneye çıkıyor musun?
Gectiğimiz yaz öncesi ABD ve Kanada’da bir dizi konser verdim. Bu yıl ise bilemiyorum nasıl olur, kaç tane olur. Şu an önceliğim “Zamanda Saklı”nın albümünü yazmak.

Biliyorsun birkaç ay önce de Teoman da ikinci kitabı “Sayın Bay Rock Yıldızı”nı çıkardı. Bilmiyorum okuma şansın oldu mu ya da takip ediyor musun… Ama bizim müzik dünyasında pek alışık olduğumuz bir şey değil, müzisyenlerin kendi yazdığı kitaplarının olması. Siz ikiniz bu konuda şimdi farklı bir kulvarda yer alıyorsunuz. İkinizin rock müziğin önemli isimleri olması da önemli bir detay. Neler diyeceksin?
Evet biliyorum Teoman’ın kitabının yayımlandığını. Hatta “Zamanda Saklı” için bir gün Ayşe ile bir kafede toplantı yaparken Teoman ile konuşup kitap yazdığımı söylediğimde kendisinin de yazdığını söylemişti. Kitabını henüz okuyamadım ama otobiyografik bir kitap olduğunu duydum, yanlışım varsa affola. Aslında çok var kitap yazan müzisyen. Daha geçtiğimiz hafta instagramda bir paylaşımda gördüm, Timur Selçuk, Turhan Taşan, Haluk Özkan gibi isimler de yazıp yayınlamış yakın zamanda. Başka bir ifade biçimi sonuçta, bu alana eğilimin varsa neden olmasın?

Başucu kitapların var mı? Ya da yazarken sana ilham veren, okumaktan hep zevk aldığın yazarlar kimler?
Çok ender roman okuyorum. Çoğunlukla kurgu olmayan kitaplar okuyorum ve bunların büyük bir bölümü kişisel gelişim ile ilgili. Bunların bir bölümünü de sesli kitap olarak dinliyorum. Roman tarafında dönüp dolaşıp tekrar okuduğum isimler Tom Robbins, İhsan Oktay Anar ve Neil Gaiman. Diğer tarafta Joe Dispenza, Yuval Noah Harari, İngiliz ve Amerikan Edebiyatı antolojileri var.

İlk aldığın kaset, cd, plak… Bunları hatırlıyor musun?
İlk aldığım kaset Paul Simon “Graceland” olabilir ama emin de değilim. İlk CD’yi hatırlamıyorum. İlk plak Dire Straits “Brothers In Arms”.

Ajandakolik okurları için son olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı?
Yıllardır şarkılarda gönül birliği yaptık. Şimdi de hikâyelerde, romanlarda gönül birliği yapıp satır aralarından aşina olup konser veya imza günlerinde bir araya gelme şansımız olur umarım. İlginiz için çok teşekkür ederim.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media