Advertisement Advertisement

ÇOCUKLAR İÇİN ALFABEYE HAYAT VEREN YAZAR: ALP GÖKALP

 


Alfabedeki harflerin başrole kurulduğu bir kitap serisi hayal edin… A’lar, C’ler, küçük ü’ler, ğ’ler ve daha kimler kimler… Alfabe Bulutu kitaplarının yazarı Alp Gökalp’ın kaleminin peşinden gidiyoruz bu defa. Haliyle sohbetimizde harfler havada uçuşuyor!

Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
nilufer@ajandakolik.com 

“Alfabe Bulutu kitaplarında harfler insanları, noktalama işaretleri hayvanları, diyakritik işaretler ise bitkileri temsil ediyor” diye açıklıyor seriyi, yazar Alp Gökalp. İlk bakışta başka bir dünya tasarlamış gibi görünse de aslında bu, yeni ve fantastik bir dünya değil. Tek fark, yaşayanların adlarının Selim ya da Aslı değil de S ve A olması. Gökalp ile sayısı beşe çıkan Alfabe Bulutu serisini ve yazın hayatını konuştuk.  

 İllüstrasyon: Elif Demir (Ağaçlarımıza Ne Oldu?)

 

“Bundan çoook uzun zaman önce, insanlar konuştuklarını unutmamak ve konuşamadıklarını paylaşmak için yazmaları gerektiğini keşfettiler. Fakat nasıl yazılacağını bilmiyorlardı. (…) “ Her kitabın başında böyle başlayan ve devam eden bir önsöz niteliğinde giriş bölümü var. Hepsinin aynı olmasını ve seri hakkında fikir vermesini çok sevdim. Alfabe Bulutu’nu kafamızda canlandırmamız için resimlere göndermeler yapman da ayrıca çok eğlenceli. Yazmaya başlarken kafanda tüm planı belirlemiş miydin yoksa ilerleyen zamanlarda mı gelişti? Yazma sürecini biraz anlatsana…

“Ya Başkası Olsaydım?” bir rüyanın kağıda dökülmüş hâli aslında. Bundan tamı tamına 13 yıl önce bir gün sabaha doğru yazıldı ve sabırla gün ışığını görmeyi bekledi. En başta İngilizce dilindeydi; o dönemde İngiltere’de yaşadığım için İngiliz yayınevlerinin sempatisine sunuldu ve 107 kere hayal kırklığına uğradı. Tekrar gündeme gelmesi ise benim buraya dönüp bir yayınevinde editör olarak çalışmaya başlamamla oldu. Biraz cesaret, biraz iteleme derken 2016 yılının Eylül ayında Alfabe Bulutu kitapları sırasıyla kitapçılarda boy göstermeye başladı.

Sezonlarca devam eden dizilerin bölümlerinde dikkat ederseniz asıl konunun yanı sıra bir sürü küçük yan konu vardır; bu, her türden izleyicinin ilgisinin hedeflenmesidir aslında. Benim kitaplarım da bu formül üzerinden ilerliyor. Birbirinden çok farklı olabilecek temaları aynı potada eritmeyi, böylece kimseyi dışarıda bırakmamayı hedeflerim hep. Gazetecilik yıllarından kalma alışkanlık, cebimde sarardıkça zenginleşen bir “yazı fikirleri defteri”m vardır. İçeriğini kategorilendiririm bu defterin: “Cılız fikirler”, “Bundan kesin bir şey çıkar”lar gibi. Onlardan AB’nin genel yapısına uyabilecek olanları belirledim ve yazdığım dönemde hayatımda en çok yer kaplayan temalarla eşleştirdim. Özetle diğer kitaplar, birincinin hazırladığı düzeneğe oturdu ve oradan ilerledi.

Kitaplarımda vazgeçmediğim bir unsur var: Aklımdakileri sadece yazı ile verme çabasına girmem hiç. Bahsi geçen temaların bir kısmı da çizimlerle ifade edilebilmelidir. O yüzden çizimlerin etkisi benim için çok önemli ve kitaplar için kullanılacak çizimi bizzat kendim belirlemek isterim. Birlikte çalışacağım illüstratör arkadaşıma, o mizansende neler görmek istediğimi en ufak detayına kadar yazarım. Bu çoğu zaman her iki taraf için de kolaylık sağlar bana sorarsanız; her şeyden önce revizeyi minimuma indirmeye vesile olur.

Nitekim Alfabe Bulutu kitapları da bu çalışma tarzını deneyimlediğim ilk eserlerim oldu.


Bu kitaplar bir kerede mi çıktı yoksa aralıklarla mı yazdın, yazıyorsun?

Hayatımın her detayında olduğu gibi yazarlığımı -kendi içimde kurduğum- bir şaşaa ile yaşıyorum. Bir yazı yazma kitim var; kalem, silgi, kalemtıraşım, müsvedde defterim ve ses kayıt cihazım… Bir anda günlerdir düşündüğüm bir cümlenin içime en sinen hâli aklıma gelirse diye bu kiti sürekli yanımda taşıyorum. Hikâyeleri de tam anlamıyla kafamın içinde kurguladıktan sonra el yazısıyla deftere geçirip oradan ekrana aktarıyorum. Böylece metin aslında editöre ulaşmadan önce üç kere form değiştirmiş oluyor. Alfabe Bulutu’nda bunu kendime düstur edinip sonrasında da hep böyle ilerledim.

Alfabe Bulutu’nun sakinleri harfler ve noktalama işaretlerinin bazıları attıkları adımlara dikkat etmeyince hikayeler çıkmış anlaşılan. Mesela S harfi hayatından sıkıldığı için popüler A harfinin yerinde olmak istemiş, yaramaz küçük ü noktalarını kaybetmiş, ormanda kaybolan virgül, tire ile karşılaşınca başka bir dünyanın içine düşmüş gibi gibi… Harflere karakterler katarken en çok şekillerinden mi yola çıktın? Biraz onlardan bahseder misin?

Bir açıdan evet. Gözlükleri kırılıp dünyaya faklı bir gözle bakan ve yaptığının akran kabadayılığı olduğunun farkına varan çocuk, Alfabe Bulutu’nda mecburen ya ö olacaktı ya da ü. İnsanların kendisini telaffuz edemediği için ergenlik dönemi bunalımı yaşayabilecek bir tek harf olabilirdi ve bu sebeple “Ağaçlarımıza Ne Oldu?”nun ana kahramanı ğ harfi oldu. Ama “Virgül Nerdesin?” kitabındaki yan kahramanlar yani hayvanlar için örneğin, elimizdeki materyali değerlendirme esası hakimdi. Yanlış hatırlamıyorsam kıtı kıtına isimlendirdik hayvanları noktalama işaretleriyle. Bir tane daha hayvan daha eklemeye karar verseydik ne yapardık bilmiyorum. (Gülüyor.)

Yıldızı kirpi, tireyi kedi, virgülü köpek yapmak harika fikir! Hele @ işaretinden fil! Bayıldım! Daha çok harf ve noktalama işaretiyle karşılaşacağız değil mi? Alfabede pek çok harf olduğunu düşünecek olursak serinin devamı gelecek gibi görünüyor, değil mi? İpucu isteriiiiz!

Alfabe Bulutu kitaplarında harfler insanları, noktalama işaretleri hayvanları, diyakritik işaretler ise bitkileri temsil ediyor. Gönlüm hepsi için bir şeyler yapabilmekten yana ama aklım bunun çılgınca bir proje olacağı konusunda benimle hemfikir. Dillerin, alfabelerin, harflerin ve işaretlerin gizemli dünyası çok heyecanlı geliyor bana ve hepsi için olmasa da birkaç tanesi daha için dosya fikrim vardı. Seriyi daha önce basan yayınevi, kitapların bu hâliyle okullarda çok iyi gittiğini, beş kitaptan fazlasının iyi bir satış stratejisi olmayacağını söylemişti. Can Çocuk’la çalışmaya başladığımızdan beri var olan kitaplar üzerinden konuştuk hep. Şimdi kitapların tekrar basımı tamamlandığına göre belki bir araya gelip bu fikirleri yeniden masaya yatırabiliriz, neden olmasın.

Kitaplarda dikkatimi çeken tüm hikayeler 65. sayfada sonlanıyor. Bunun özel bir nedeni var mı? Bir seri olduğu için mi böyle bir tercihte bulundun?

Bu editörlük zamanlardan kalma bir anksiyete aslında. Bütün metinlerimi belirli bir baskı formasına sığdırıp, o şekilde teslim etmeye çalışıyorum kitaplarımı. O yüzden dosyalarımın son hâlinde hangi metnin hangi sayfaya geleceği bellidir. Böylece ne editörüm acı çeker ne de ben sonradan uzatıp kısaltma yapmam gerekecek kaygısı yaşarım. Bu benim içime en çok sinen çalışma türü ve umarım birlikte çalıştığım arkadaşlarım da böyle hissediyordur.

İllüstrasyon: Macide Damla Esen (Hayat Benim Bildiğim Kadar mı?)


Hiç kuşkusuz bir başka önemli ayrıntı da beş kitapta da farklı illüstratörlerle çalışmış olman. Bu, oldukça dikkat çekici. Seri olmasına rağmen her kitapta karşımıza çıkan resimlerin bambaşka çizgileri ve enerjileri var. Bunun böyle olmasını sen mi istedin yoksa yayınevi mi karar verdi?

Tamamen benim tasarladığım bir şey bu. Bir konsept olarak baktım Alfabe Bulutu’na en baştan beri. Çalıştığımız illüstratör arkadaşları da buna göre belirledik; genel anlamda bir ahenk içerisinde olsa birbirleri arasında uyumsuzluk yaratabilecek çizimler bulunuyor kitaplarda. Gizli bir alt bildiri var aslında burada: Bu hikâyeyi, mizanseni, karakterleri bu illüstratör arkadaş bu şekilde görsele döktü ama bu kitabı sen resimleseydin belki de bambaşka bir şey ortaya çıkacaktı, diyoruz okuyuculara. Ayrı kitaplarda, ayrı karakterlerdeki aynı harf, o yüzden, birbirinden tamamen farklı bir görselliğe sahip olabiliyor.

Tolkien Orta Dünya’yı yarattı. J. K. Rowling, Büyücüler ve Muggle dünyası gibi iki farklı toplumdan oluşan Harry Potter serisiyle çocuklara kocaman bir evren sundu. Çocuklar için bilinmeyen, yepyeni ve fantastik bir dünya yaratmak büyük marifet. Alfabe Bulutu serisinde çocukları neler bekliyor?

Bana sorsanız burada yepyeni ve fantastik bir evrenin varlığından bahsetmezdim. Aksine, girişteki yazıda da bahsedildiği gibi, bizimkinin birebir benzeri bir hayat yaşanıyor Alfabe Bulutu’nda. Tek fark yaşayanların adlarının Selim ya da Aslı değil de S ve A olması. Genel olarak Bulut’ta belirlenen toplumsal şiarların başka bir topluluğun yaşantısına artı değer katma çabası mevzusu var. Alfabe Bulutu’nda yaşayanların dünyada yaşayanlar nezdindeki varlığı bir ihtiyacı gidermek; iletişimi sağlamaya yardımcı olmak ve bu da yetişkin gözüyle distopik bir manzara çiziyor, kabul ediyorum. Ama benim kafamda yola çıktığım özül biraz daha çocuksu, daha naif.

“Bulut ve Selis Haykırdı: Ağaçlarımıza Ne Oldu?” kitabında isminin “yokluğu” altında adeta ezilen “ğ”nin ortadan kaybolmasıyla ortaya çıkan sorunlar, gerçekten beklenmedik bir hikayeyle karşılaştırıyor okuyucu. Yazarken öğretici olmak gibi bir derdin, kaygın var mı?

Ben bunu kaygı değil de doğal bir süreç olarak görmeyi tercih ediyorum. Edebiyatın kendisi, içine çektiği okuyucuya (herhangi bir) katman ekleyerek göndermeyi hedeflemez mi, düşünürsek? Yazarlar eserlerini akıllarına gelenleri arka arkaya bitiştirerek değil de bir formasyona sokup okuyucularına ulaşmanın peşinde değiller midir? Bu formasyonun içinde “bilgiç” bir tarafın olması da kaçınılmaz olacaktır. Yazar kendi biricik yaşantısından, deneyimlerinden, öğrendiklerinden paylaştıkça başka birisinin biricik hayatına bilgi akışı sürecini başlatmıştır zaten. Ben kendi metinlerime, şart olmadığına kesinkes inanmama rağmen, küçük ansiklopedik referanslar, bilgi kırıntıları yediriyorum. Bunu da doğal bir şekilde, göze sokmadan yapıyor olduğuma inanmak istiyorum. İsteyenin bu tohumdan kendi bahçesine götürecek bir bitki yeşertecek olması fikri beni her seferinde daha çok heyecanlandırıyor.

Serideki amacın harfleri, noktalama işaretlerini, kelimeleri öğretmek değil ama, değil mi? 

Kesinlikle hayır. Bu başka bir dilde ya da başka bir bakış açısında böyle değerlendirilmeyebilir; İngiltere’de dosyamı gönderdiğim yayınevlerinden en çok, Neden kurgu dışına çekip eğitim kitapları basan yerlere göndermiyorsun? yorumu almıştım. Böyle bir yorum, metnin ruhunu kavrayamayan biri tarafından yapılabilir bana sorarsanız. Geçtiğimiz beş yılda, “Noktalarım Olmadan Ne Yapacağım?” kitabı birçok okul tarafından 2. ve 3. sınıfların müfredatındaki noktalama öğrenim sürecinde, sınıfta tartışılacak kitaplardan biri olarak seçildi. Ama bana sorsanız kitabın konusunu, “Yanlış tercihler yapan bir çocuğun yaşadığı deneyimler çerçevesinde kendini doğru olana yönlendirmesi” şeklinde özetlerdim.

“O ve C Düşündü: Hayat Benim Bildiğim Kadar mı?” kitabın sanki diğerlerinden  biraz daha fazla bilgi ve bi’ dolu yeni kelime içeriyor. (Hatta yabancı kelimeler de.) Her kitabın yaş ortalaması aynı mı? Ya da serinin hangi yaş grubuna hitap ettiğini düşünüyorsun?

İngiltere’de çalıştığım okullarda öğrendiğim ve alıştığım bir şey bu: Seviyeli okuma. Benzer içeriği; hikâye örgüsü, konuları ve dil zenginliği ile çeşitli seviyelerdeki okumayı öğrenme yaşlarına salık veriyorlar. Bu tür bir derecelendirme, bir eğitmen olarak benim de çok işime yaramıştı. Bir seri olduğu için, keskin sınırları olmadan böyle bir modeli Alfabe Bulutu kitaplarına uygulamak istedim ben de. 7 yaşından başlayarak 11 yaşına kadar sırasıyla artan bir seviye takip ediyor kitaplarım.

 

Marmara İletişim mezunusun. Rolling Stone ve Newsweek gibi dergilerde editörlük yapmışsın. Hatta The Guardian’ın etnik toplum haberleri için muhabirlik de yapmışsın. Bir gazeteci olarak bu özgeçmişe “Vayyy be!” diye imrenerek baktığımı söylemeliyim açıkçası. Devam etmeyi düşünmedin mi? Çocuk kitapları ne ara ağır bastı?

Benim ofis işlerine bakış açım “başka bir hayat deneyimi daha kazanmak” şeklinde aslında. Bir iş ne kadar eğlenceli ve tatmin edici olursa olsun (kendi işin dışında tabii, onu bu değerlendirmeye katmıyorum) o işten alabileceğini almış, işe verebileceğini vermişsen bir süre sonra monotona düşüyor kaçınılmaz bir şekilde. Ben bütün işlerimi o an’a bir tık kala bıraktım. Pişman olmamak için de dönüp arkama hiç bakmadım.

“Tire”lerin pardon kedilerinin isimleri ne? Bir kediyle yaşayan biri olarak dört kediyle hayat gözlerimde büyüyor! Sana epey ilham veriyor olmalılar!

Kendilerini bizimle yaşar bulma sırasıyla İncir, Kekik, Sincap ve Toto(ro). İkinci kediden sonra dört de aynı, (henüz) yaşamadım ama yedi kedi de, bana kalırsa. Başka bir türle yaşayabiliyor olmak insanoğlu için sunulan bir lütuf gibi geliyor bana ve bundan mahrum kalmayı tercih etmeyi hiç anlamıyorum. Onlarla her an değerli her an daha heyecanlı. Hep birlikte olalım, hiç ayrılmayalım.

Şu an üzerinde çalıştığın yeni bir şey var mı?
Yok gerçekten. Bahsettiğim defterde bir sürü fikir kırıntısı var. Ama onları silkeleyebilmek için önümdekileri bitirmem gerekiyor gibi. Bu sene çıkması planlanan iki kitabım daha var; onların akıbetiyle ilgiliyim şu anda daha çok.

Pandeminin yaratıcılığının üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri neler oldu?

Bir durdum ben. Ne oldu bilmiyorum. Durdum ve diğer insanları izlemeye başladım. Önce endişelendim doğrusu. Ama sonra gerçekte, kendime bu zamanı borçlu olduğuma karar kıldım. Üniversiteye girdiğim günün ertesinden beri durmaksızın çalışıyorum. Fiziken çalışmadığımda, beynim çalışmaya devam ediyor. Tatsız da olsa bu “tatil”i hak etmişti doğrusu.

Şu an yazı masanın üzerinde hangi kitaplar var? Yazarken bir yandan da o dönemde bir şeyler okur musun?

Çok uzun zamandır çocukluğumdaki, ilk gençliğimdeki gibi bir kitabın içine girip kaybolduğum olmuyor maalesef. Kitap okumaya zaman bulamayıp buna bahane arayan insanlardan biri olma ihtimali içimi ürpertiyor. Yine de bölük pörçük zamanlarda, kendi hızımda masamda yükselen dağı devirmeye çalışıyorum. Bu zaman mefhumunu öne sürerek eskisine nazaran çok çok daha seçici olduğum için, bu seçtiklerimin gözümün önümden kaybolmasını da istemiyorum bir yandan da. Garip bir kısırdöngü bu yaşadığım.


Senin yazarların kimler?

Flannery O’Connor’a çok geri dönerim. Nezaketin şiddetini ondan öğrendim. Ondan, Truman Capote’den, Harper Lee’den, Carson McCullers’tan, Shirley Jackson’dan ve diğer güney gotik yazarlarından… Rachel Carson’un “Silent Spring”i, Ted Hughes’ın “The Dreamfighter”ı, Raymond Carver’ın “What We Talk About When We Talk About Love”ı hayata bakış tarzımı şekillendiren kitaplar. Marcel Ayme, Necati Cumalı ve Oğuz Atay keşfetmekten usanmayacağım yazarlar.

Kitaplarını çizen değerli isimler İpek Konak, Elif Demir, Onur Karadağ, Burak Dak ve Macide Damla Esen’in isimlerini analım. Alfabe Bulutu dünyasında çok büyük emekleri var. Onlara Ajandakolik’ten selam gönderelim, neler demek istersin? 

Kafamda canlandırdığım, inceden inceye detaylandırdığım Alfabe Bulutu’nu hepimizin içine sinecek kusursuzlukta resimlendirdikleri için bir kez daha teşekkür etmek isterim illüstratör arkadaşlarıma.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media