Advertisement Advertisement

BENİ ÇEÇEVA’DA BIRAKIN, SİZ GİDİN…


Bundan yalnızca birkaç gün önce Rize için yollara düştüğümde Avrupa’da hiç bilmediğim bir kente gidiyor gibi hissettim kendimi. Bu benim ilk Karadeniz yolculuğumdu ve ayaklarımı yerden kesen sadece uçak değil, yeşilin her tonunu görmek için sabırsızlandığım Karadeniz’in ta kendisiydi. Rize’yi tüm dünyaya tanıtmak için bu yıl ilk defa gerçekleşen 1. Ulusal Rize Gastronomi Günleri kapsamında üç gün boyunca hem Rize’nin doğal güzelliklerini hem de lezzet kültürünü tanıma fırsatı buldum. O üç gün boyunca dilimin ucunda hep aynı şarkı döndü durdu: “Çay elinden öteye, Gidelum yali yali, Gidelum yali yali, Gidelum yali yali.”

Nilüfer Türkoğlu
nilufer@ajandakolik.com 

Coğrafya bilgim hiçbir zaman yeterli olmadı. Zaten derste de pek başarılı bir öğrenci değildim. Hiç bilmediğim coğrafyaları keşfederken ceplerimin hep boş olması bu yüzden. Ancak gittiğim zaman, deneyimleyerek öğrenirdim her şeyi. Öncesinde araştırma, öğrenme kültürü pek edinemedim. Belki de o yüzden gidince keşfettiklerim bana çok daha heyecan verdi. Gözlerini Ege’de açan ben, “yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı” geçen Akdeniz’i çocukluğun merkezi yapmış, ilk gençliğimi ise 15 yıl kadar İç Anadolu’nun bozkırlarına sapladıktan sonra en sonunda pek çoklarının varış noktası olarak belirlediği Marmara kıyılarında kalan ömrümü yaşamaya başlamıştım. Oysa hep gitmek istediğim Karadeniz’in bir köşesine bir türlü ilişememiştim bile… Karadeniz, yemyeşil bir düş gibi aklımın duvarlarında lirik bir tablo olarak asılıydı yalnızca…


Sonra bir anda kendimi o tablonun içinde, Çeçeva’daki çay hasadının orta yerinde buldum. Galiba hayatımda böyle bir manzarayla karşılaşmadım daha önce. Önümde yeşilden yeşile koşan bitkiler ve selama geçmiş sisler ardındaki dağlar, tüm zamanların en kusursuz hoş geldiniydi bana. Hangi filmdeydim acaba?

Bunun bir basın gezisi olduğunu çoktan unutmuş, kendi kişisel seyahat tarihime bir çentik atmıştım. Önümde üç güne sığdırılmış yoğun bir program vardı. GastroRize, tüm zenginliğiyle kucak açarken bir yandan sadece çaydanlıkta olduğunu bilmenin bile huzur verdiği çayın memleketinde olmak ruhumu ısıttı.

Dünyanın en önemli çayları arasında yer alan Rize Çayı’nın üretim aşamalarını dinledikten sonra dik yamaçlardan çay hasadına gittiğimiz o sarsıntılı ve uçurum kenarındaki dar yolun ucunda görünen Çeçeva Köyü’nde bir anda zaman durdu. Çayeli ilçesine bağlı en büyük köylerden biri olan bu şirin köy, kartpostaldan çıkmış görüntüsüyle hatıralarımda Rize’yi betimleyen başlıca anı olarak kalacaktı. Buna emindim. Çayla kaplı yamaçlarıyla baş döndürücü selamını verdi önce, sonra tanımadığım biri başıma hasır bir şapka koydu, önümde önlüğüm çayların arasındaki dar patikalarda yürümeye başladım. Çay hasadı yapan insanlar göreceğimi sanarken yanılmışım. Çevremde en iyi manzara selfie’sini çekmeye soyunan gazeteci ordusu dışında, ben de onlardan biriydim, pek kimse yoktu. Sonra bir anda aklıma bir şey düştü; Çeçeva’da bir festival olsa, müzisyenler patikaların arasında şarkılar söylese, ses sistemini bir şekilde halledip kardeşlikten, adaletten, barıştan söz etseler…  Dünya bir an ferahlasa… Afişi bile gözümün önündeydi ve şöyle yazıyordu: “1. Rize Çay Hasadı Rock Festivali!”

GASTRONOMİ DÜNYASININ İSİMLERİYLE BİR ARADA

Manzarayı bir süreliğine kenara bırakıyorum ve konferanslara koşuyorum. 1. Ulusal Rize Gastronomi Günleri, bir yandan Rize’nin doğal güzelliklerini, tarihini, kültürünü, mimarisini bizlerle buluştururken bir yandan da gastronomi dünyasından isimlerin katıldığı paneller, hem Rize’nin yeme kültürü hakkında daha geniş bilgiye sahip olmama hem de gastronomi dünyasıyla daha yakından tanışmama vesile oldu.

Yöresel Ürünler ve Coğrafi İşaretler Türkiye Araştırma Ağı (YÜCİTA) Başkanı Prof​. Dr. Yavuz Tekelioğlu, konuşması sırasında.

Yöresel Ürünler ve Coğrafi İşaretler Türkiye Araştırma Ağı (YÜCİTA) Başkanı Prof​. Dr. Yavuz Tekelioğlu’nun da katılımıyla gerçekleşen ilk panel, kuşkusuz en dikkat çekici olandı. Rize çayı, mıhlama, karayemiş, pepeçura tatlısının coğrafi işaret tescil belgesi aldığını öğrendim ilk önce. Rize, Feretiko ismiyle anılan Rize bezi, Çayeli kuru fasulye yemeği, Derepazarı pidesi, Rize simidi, Rize baston ekmeği, Rize kavurması ve Anzer balından sonra değerli üç ürününü de coğrafi ürünlü işaretlerine böylece eklemiş oldu. Alkışlar geliyor Rize’ye…

Rize Çayı, METRO Direktörü Maximillian Thomae tarafından “Çayın Mutfaktaki İnovasyonu” başlıklı panelde ele alındı. Food and Travel Dergisi Ebru Erke ise, Dünyada Çay’ın Öyküsü adlı panelinde pek çok kültürde farklı şekilde yer alan çayın hikâyesini anlattı. Gastronomi dünyasının önemli isimlerinden Şef Ömür Akkor ve Şef Şevki Dilmaç “Geleneksel Ürünlerin Restoranlarda Kullanımı” adlı panelde lokal lezzetlerin gurme menülerde yer alma serüveninden bahsetti. Aylin Öney Tan’ın moderatörlüğünde, Cookshop Genel Müdürü Selçuk Gengeç, BTA İşletme Müdürü Kazım Çil, Çaymer Genel Müdürü Selçuk Azman, La Pain Quotidien İş Birim Müdürü Levent Şahin ve Ateşe Makine Genel Müdürü Murat Karali’nin katılımlarıyla gerçekleşen panelde ise restoran ve kafelerde Rize çayının kullanımı konuşuldu. Bu arada Rize’de çayı hayatım boyunca yanlış demlediğimi öğrendim! Bir çay tiryakisi olan Nilüfer’e bunu yakıştıramadım elbette!

Rize Belediye Başkanı Rahmi Metin ve panelin moderatörlerinden Nilhan Aras.

Paneller bunlarla da sınırlı kalmadı. (Kabul etmek gerekirse biraz uzun bir gündü. Daha çok gezip daha çok lezzet keşfetmeyi isterdim!) Yine yeme-içme dünyasının tanınan isimlerinden Elif Korkmazel’in moderatörlüğünde gerçekleşen “Yerel Ürünlerin Adaptasyonu” konulu panelde Hilton Kozyatağı Executive Şefi Yener Özden, Allpoints Restaurant Group Ar-Ge Şefi Rıza Belenkaya, MigrosTicaret Baş Şefi Umut Reçber, Chef Akademi Kurucusu Ali Açıkgül yer aldı. Nilhan Aras moderatörlüğüyle gerçekleşen “Butik Tarımın Önemi” adlı bir diğer panelde ise “Elibelinde Tarım” kurucusu Aslı Aksoy, “İksirli Çiftlik kurucusu Duygu Ece Aydın ve Tomakan Gıda Kurucusu Ali Tomakan konuştu.

 

AYDER YAYLASI’NDA SON GÜN
Paneller bittikten ve gala yemeği yendikten sonra sabahın erken saatlerinde Kayıkhane’de bulduk kendimizi. Taka turundaydı sıra ama benim bindiğim gayet lüks bir mini tekneydi. Diğer ekibin takası da takaydı ama! Tulumcu da işini biliyordu, o takaya binmişti ama bizim lüks teknede de horon tepenler eksik olmadı. Bense şehre biraz da denizden bakmanın inceliğini yaşadım o vakitlerde… İçimde başka tür şarkılar çalıyordu.

Rize’de hava serin olur diye boşuna sevinmişim. Güneş en tepede, nemden yamyaş olmuş bedenlerimizi sürükleyerek bölgenin en  önemli tarihi yapılarından olan Zilkale’ye çıktık öğle saatlerinde. Nereden bileyim Drone’la bizimkilerin çekim yaptığını. Otobüse yetişelim diye dönerken hızlı hızlı, meğer bazı arkadaşlar en güzel kuşbakışı çekimleri çoktan yapmış. Denizden 750 metre yükseklikte Zilkale’nin gölgesinde bir yerde soluklanırken zaman yine durdu. Hafif serin bir rüzgar esti, içim ürperdi, kısacık bir andı, belki de Fırtına Vadisi’nin söyleyecekleri vardı…

Sonra bir baktım Palovit Şelalesi’ni karşıdan izliyorum. Tek isteğim süreli bir sessizlikti ama her yerde fotoğraf çeken insanların sesiyle bu mümkün olamadı. Gezinin ve festivalin son anlarına Ayder Yaylası’nı sığdırdık! O dik yamacı soluk soluğa tırmanırken tüm dünyadan turist akınına uğrayan yaylanın güzelliğini bozmasınlar, daha fazla bina yapmasınlar diye diledim. Peki, size Fındıklı ilçesinde bulunan bir kemer köprüde suya attığım 25 kuruşa dilek dilediğimi söylemiş miydim? Çağlayan Köprüsü’ne buradan selam olsun!

 

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media