BURCU ÜNSAL: “BİRİ ŞU SAYILARI TOPLASIN KİTABINDA MATEMATİĞİ EDEBİYAT VE OYUNLA BİR ARAYA GETİRMEYE ÇALIŞTIM”
Korktuğum şeylerle yüzleşmeyi sevdiğim kitapları okumayı çok seviyorum! İşte onlardan biri daha! Yazar Burcu Ünsal’ın yazdığı “Biri Şu Sayıları Toplasın!”, matematik dersiyle arası hiçbir zaman iyi olmayan benim gibiler için yazılmış. Öğrendim ki Ünsal’ın da sayılarla arası pek yokmuş, hatta matematiği adeta bir canavar olarak görüyormuş. Ta ki bir gün problemlerin aslında o çok sevdiği bulmacalara benzediğini keşfedene kadar…
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Kızını kucağına almak için gün sayan bir anne adayı olarak çiçeği burnunda bir anneyle söyleşi yapacağımı bilmiyordum. Burcu Ünsal, henüz tanıştığım yazarlardan. Can Çocuk etiketiyle çıkan “Biri Şu Sayıları Toplasın” kitabında matematik dersleri 1 olan dört çocuğun ve onlara ders dışında gizemli oyunlarla matematiği sevdirmeye çalışan bulmaca sever, çocuk ruhlu, komik öğretmenlerinin hikâyesini anlatıyor. Ünsal’ın mizah dolu kalemi, çizer Ezgi Keleş’in birbirinden sevimli karakterleriyle birleşince ortaya çocuklara matematiği gerçekten sevdirebilecek türden eğlenceli bir kitabın çıkmasını sağlamış. Sözün özü matematikle arayı düzeltmek, sayıları sevmek için tatlı bir neden “Biri Şu Sayıları Toplasın!” Dilerim kızlarımız anneleri gibi başta korkmasın bu dersten, sayılarla barışık olmayı hep bilsinler.
Şimdi biri şu sayıları toplasın lütfen!
“MEĞER MATEMATİK PROBLEMLERİNİN DE BULMACA ÇÖZMEK GİBİ OYUNLU BİR YANI VARMIŞ”
Matematikle ilgili bir kitabın bu kadar eğlenceli olacağını düşünmezdim doğrusu! Ben çocukken, hatta hâlâ, matematiği zayıf bir öğrenciydim. Sende durumlar nasıldı? O günlerin hatırına mı yazdın bu komik kitabı yoksa çocukların genel olarak hep matematikle bir sorunu olduğunu mu düşünüyorsun?
Açıkçası ben de matematikle ilgili bir kitap yazacağımı hiç düşünmezdim! Çünkü matematiği çok seven bir öğrenci değildim. (“Biri şu sayıları toplasın!” biraz da benim yakarışım.) Ama çocukluktan beri çok sevdiğim iki şey var, o da: bulmaca çözmek ve oyunlar oynamak. Meğer matematik problemlerinin de bulmaca çözmek gibi oyunlu bir yanı varmış. İşte bunu keşfetmem seneler sürdü.
İlkokul yıllarında matematiği hiç sevmez, sayılardan nefret eder, en basit işlemi bile parmak hesabıyla yapardım. Sonra lisede yabancı dil sınıfına girdim ve birden matematik zorunlu değil de seçmeli bir ders haline geldi. Ne zaman o sevimsiz sınavlar ve ezberlenecek kurallar, formüller ortadan kalktı, o zaman matematik benim için bir canavar olmaktan çıktı. Anca o zaman problemlerin aslında o çok sevdiğim bulmacalara benzediğini keşfettim – meğerse matematik zevkli bir şeymiş. İlkokul yaşlarındaki ben, bu kitabı görse hayret ederdi!
Şimdi kitabı merak edenler için önce karakterleri tanıyalım, ne dersin? Hikâyeyi kendisinin ağzından dinlediğimiz Çınar ve sınıf arkadaşları başta en yakını “Ayçöreği” Ekrem, Pınar, nam-ı diğer Bayt, annesi ünlü “Robdöşambr” Refik! Bir de Bünyamin Öğretmen var ki her sınıfa lazım! Senden dinleyelim onları…
Kitapta birbirinden çok farklı dört karakterimiz var. “Ayçöreği” Ekrem, isminden de tahmin edileceği gibi biraz boğazına düşkün bir arkadaşımız; herkesin Bayt lakabıyla tanıdığı Pınar tam bir teknoloji meraklısı, bir elinde oyun konsolu diğer elinde tablet; “Robdöşambr” Refik ise eski İstanbul beyefendilerini andıran bir sanatsever, rivayete göre bebekken yaptığı parmak baskılarla ilk kişisel sergisi düzenlenmiş. Son olarak başkahramanımız Çınar’ın da en büyük tutkusu karikatürler çizmek.
Bu karakterlerin ortak paydası ise matematikte dördünün de çok başarısız olması. Bulmacaları çok seven Bünyamin Öğretmen bu çocuklara, hazine avına benzer bir oyun düzenliyor ve her birine okulun farklı odalarında birer hediye bırakıyor. Hazinelere ulaşmaları için yapmaları gereken şey, o sevimsiz matematik problemlerini çözmek. Anlayacağınız Bünyamin Öğretmen hepsinden daha çocuk ruhlu bir karakter!
Okul söyleşilerinde çocukların en sık sorduğu sorulardan biri, “Bu kitabı yazarken gerçek hayattan esinlendiniz mi?” Yazdığım öykülerde, genellikle hayal dünyasına dalıp gerçeklikten uzaklaşsam da Çınar karakteri için biraz istisna yaptım diyebilirim. Çünkü ben de Çınar gibi okul yıllarında karikatürler çizmeyi çok sever, defterlerimin kenarlarını karalamalarla doldururdum. (Halen daha uzayan toplantılarda not defterlerim, resim defterine dönüşüyor.) Kitaptaki macera da Çınar’ın karikatür defterini yanlışlıkla Bünyamin Öğretmen’e vermesi ile başlıyor. Neyse ki benim başıma böyle bir şey gelmedi!
“KORKTUKÇA UÇUP GİDİYOR SAYILAR VE SANKİ DAHA DA ZORLAŞIYOR PROBLEMLER”
Matematik dersini, notları 1 olan bu dörtlü için adeta özel bir oyuna dönüştüren Bünyamin Hoca’nın sabrına ve yaratıcılığına hayran kalmamak elde değil. “Biri Şu Sayıları Toplasın”ın sayfalarını çevirirken her defasında bir sonraki oyunu çok merak ettim. Ama ne yalan söyleyeyim o oyunu o yaştaki Nilüfer oynasa pek mutlu olmazdı. Sence sayılar neden bu kadar “problem” çocuklar için?
Matematikle geç barışmış biri olarak bu soruyu yanıtlamam zor; ama belki kendi matematik “problem”lerimden yola çıkarak bir tahmin yürütebilirim. Matematikte yanıtlar çoğu zaman siyah ve beyaz kadar net. Sözel bir derste, okuduğumuz kitaplar, dinlediğimiz haberler ve tecrübelerimize dayanarak tahmin yürütmek nispeten biraz daha kolayken matematikte tahmine pek yer yok. Böyle olunca da birkaç kez üst üste hata yapınca, sayılar iyice gözümüzü korkutup Japonca gibi, bambaşka bir dile dönüşüveriyor. Korktukça uçup gidiveriyor sayılar ve sanki daha da zorlaşıyor problemler. Kafamız zaten bu kadar karışmışken bir de işin içine ezberlenecek çarpım tabloları, formüller ve kurallar giriyor. İyice kapana kısılıyoruz. “Biri Şu Sayıları Toplasın!” kitabında bir “dilci” olarak matematiği, edebiyat ve oyunla bir araya getirmeye çalıştım.
Öğretmenler de keşke bu kadar özel olarak ilgilenebilse öğrencileriyle… Bence bu kitabı öğretmenler de okumalı. İlham vereceği kesin… Bu çağın eğitim sistemiyle ilgili düşüncelerin neler?
Çok teşekkür ederim, ilham verebilirsem ne mutlu bana… Şanslı bir öğrenciydim, böyle hazine avı gibi oyunlar düzenleyen öğretmenlerim olmadı ama yazmayı ne kadar sevdiğimi keşfetmemi sağlayan bir Türkçe öğretmenim, çok çekingen olduğum ilkokul yıllarında kendime güvenmemi sağlayan bir sınıf öğretmenim, bize dünyanın kapıları açan ve farklı kültürlerle ilgili her ders ilginç bilgiler sunan bir dilbilgisi öğretmenim ve daha nice ilham veren, hayranlıkla dinlediğim öğretmenlerim oldu. İlham verenlerden biri de İngilizce öğretmeni olan annemdi. Ailede bir öğretmen olunca eğitim ve okul konusu hep gündeminizde oluyor, sadece öğrencilikle sınırlı kalmıyor. Eğitim sistemimizde öyle çok değişiklik oluyor ki ben mezun olduktan bu yana kaç defa sınavların adı değişti bilmiyorum. Ama değişmeyen bir şey var ki o da bitmeyen sınavlar… Sınavlar öğrencilerin hayatında çok büyük yer kaplıyor ve ezberlenecek konular hiç bitmiyor. Dolayısıyla da teorik eğitim, pratiğe pek geçemiyor. Sayfalardaki formüllerin hayatımıza etkisi ve uygulaması biraz havada kalıyor. Böyle olunca da o somutlaştıramadığımız kurallar ve formüller mezun olunca uçup gidiyor.
Bir diğer sorun da çocukların sıkılacak zamanı yok. Sınavlar ve ek derslerle hafta içi, hafta sonu demeden hep bir koşturmaca var hayatlarında. Halbuki sıkılmak, yaratıcılığı tetikler ve ilhamı gıdıklar. Sanki biraz kıymetini bilmiyormuşuz gibi geliyor bana.
“GRAFİK ROMANLARDA ÖYKÜYÜ METİN KADAR İLLÜSTRASYONLAR DA ANLATIYOR”
Kitabın illüstrasyonlarını çizen Ezgi Keleş ile adeta güçlerinizi birleştirmiş gibisiniz! İkinizin de mizah anlayışı bence ortak bir noktada buluşmuş ve kitap işte o yüzden gerçekten eğlenceli ve (bana) kahkaha attıran bir kitap olmuş! Bu ortaklığı biraz anlatsana…
Kahkahaların sebebi olduğumuza çok sevindim! Bu kitap daha fikir aşamasındayken aklıma koyduğum iki şey vardı: kurgunun bulmacalarla çözümlenmesi ve grafik roman türünde, bol resimli bir öykü olması. İkisi de pek alışkın olmadığımız bir türe eviriyor öyküyü. Hem grafik roman türünün altından kalkacak tasarım bilgisine sahip hem kurguyu bulmacalarla anlatabilecek beceride hem de (en önemlisi) mizah anlayışımızın uyuştuğu bir çizer bulmamız gerekiyordu. Kulağa imkansız gibi geliyor, değil mi? Ezgi Keleş’in çizimlerine editörlük yıllarımdan aşinaydım. Karakterlerindeki mimiklere ve bir karede okura geçirdiği esprilere hayrandım. O yüzden daha öyküyü yazarken karakterler kafamda Ezgi’nin çizgileriyle canlanmıştı. Refik bilmiş bilmiş bakarken, Ekrem ağzındaki ayçöreğini döke saça konuşurken ya da Bayt sinirli sinirli bakarken, Ezgi’nin karakterleri geliyordu gözümün önüne. Ne şanslıyım ki Ezgi de öyküyü beğendi ve böylece, tam da dediğin gibi güçlerimizi birleştirdik. Sadece Ezgi’yle de değil, editörlerimiz Mehmet Erkurt ve Ceylin Aksel’le de güçlerimizi birleştirdik. Sonuçta kıkırdaya kıkırdaya hazırladık kitabı. Ezgi’den her sahnenin çizimi geldikçe kahkahalar attık. Grafik romanlarda öyküyü metin kadar illüstrasyonlar da anlatıyor. Kurguyu Ezgi’yle birlikte yoğurduk. İyi ki de öyle oldu…
Bünyamin Öğretmen’in hazırladığı soruları ben de cevaplamaya çalışırken ilkokul günlerime döndüm, sırtımdan hafif bir ter boşalmadı değil. Şaka bir yana bu gizemli oyunları yaratmak da bir marifet. Üzerine çok düşündün mü merak ettim. Eeee aritmetik falan konumuz yani…
Kitap daha fikir aşamasındayken aklıma koyduğum şeylerden biri kurgunun bulmacalarla çözümlenmesiydi. Yani, kahramanlarımızın başına bir iş gelecekti ve ancak birtakım bulmacaları çözerek bu düğümü açacaklardı (ve okur da kahramanlarla birlikte bulmacaları çözmeye çalışacaktı). Benim asıl amacım bulmacalarla dolu bir kitap yapmakken matematik bu yolda bir araç oldu. Hazır bir okul macerası yapıyorken neden işin içine biraz matematik problemleri katmayalım dedim. Matematiğin teorik yanından çok, hayatımızda ne şekillerde karşımıza çıkabileceğini biraz göstermek istedim. İşte böylece kolları sıvadım ve ortaya “Biri Şu Sayıları Toplasın!” çıktı. Kitapta kütüphane, spor salonu ve konferans salonu gibi farklı mekanlara gidiyor kahramanlarımız. Örneğin, kantinde bir cevizli kek tarifindeki malzemelerden birini bulmaya çalışıyorlar. Derslerde sıkıcı cümleler halinde karşılaştığımız matematik problemleri, bu sefer bilmece şeklinde karşımıza çıkıyor. Benim için öykünün en zevkli yanlarından biri bu bulmacaları yazmaktı; biraz uğraştırdı ama pek bir eğlendim!
Sen gençler için de kitaplar kaleme alıyorsun. Gençler ve çocuklar için yazmanın heyecanına ne zaman kapıldın?
İlkokul yıllarından beri öyküler yazmayı çok severim. Hani o bahsettiğim şahane öğretmenler vardı ya, işte öyle bir Türkçe öğretmeni ile ilk öykülerimi yazmaya başladım. Her hafta ödev olarak öykü yazardık ve derste birkaç kişi öyküsünü sınıfa okurdu. İşte böyle bir derste, yazdığım biraz da acıklı bir öyküyü okurken birden sınıftaki arkadaşlarımdan birinin gözlerinden yaşlar döküldü. İlk o anda, yazdıklarımın başkası üzerindeki etkisini görüp şaşırmıştım. Şimdilerde daha çok mizahi öyküler yazmaya çalışıyorum.
Onu da çok iyi beceriyorsun doğrusu! Peki, yazarken nasıl bir ortamda yazmayı tercih ediyorsun? Sessizlikle mi yoksa gürültüyle mi besleniyor hayallerin?
Sessizlikte ya da sözsüz bir müzik eşliğinde yazmayı seviyorum. Gürültü ise ilham ararken işe yarıyor. Bazen bir karmaşanın içinde düşünceleri toparlamaya çalışırken beklenmedik bir ilham tohumu düşüveriyor.
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandan ya da not defterin var mı varsa içlerinde neler saklı?
Çok dağınık bir çalışma şeklim var. Bir öyküye başlarken özene bezene yeni bir not defteri alır, sonra boş bulduğum her kağıda öyküyle ilgili aklıma gelenleri yazarım. Not defterlerimin içinde kısa kısa öykü fikirleri olur; bazen cümleler halinde bazen de karalamalar şeklinde. “Bir sonraki kitabımın şahane konusunu buldum” diye heyecanla notlar alır, bir ay sonra o notu okuyup hiçbir şey hatırlamayabilirim. Dağınıklığıma rağmen yazıyorum!
Yakın zamanda başka kitaplar var mı? Ben yine böyle mizah dolu bir kitaptan yana oyumu kullanıyorum.
Mizahı ben de çok seviyorum. Ne kadar ciddi ciddi klavyenin başına geçsem de cıvıtıp işi yine mizaha çevirebiliyorum. Ama bu sefer biraz daha narin ve duygusal bir öykü var masamda. Yolunu şaşıran bir mektubun öyküsü… Yine bol resimli bir öykü olacak gibi, ama bakalım zaman neler gösterecek…
“Biri Şu Sayıları Toplasın!”daki karakterlere de doyamadım. Onların okul maceralarını devam ettirmek de aklımdaki fikirlerden biri.
Aaa evet, devamı gelsin bir an önce! Son olarak bu kitapla çocuklar sayıları sever mi sence, ne dersin?
Ben bile matematikle barışıp böyle bir kitap yazmışsam her şey mümkün!