Advertisement Advertisement

BEKTAŞ, HACI, HÜNKAR: HACI BEKTAŞ VELİ

Abdallık ve Alevi-Bektaşi kültürü üzerine araştırmalar yürüten Murat Toprak, Ajandakolik okurları için hazırladığı yazı dizisine devam ediyor: “Ahilik ve Ahî Evran Veli” ve “Pir-i Türkistan: Hoca Ahmet Yesevi” makalelerinin ardından hazırladığı son araştırma yazısında Hacı Bektaş Veli’yi kaleme alan Toprak, Veli hakkında bilmediklerimizi, pek çok tarihi anekdotla aydınlatıyor. Meraklısına…

YAZI: MURAT TOPRAK

 

13.yüzyıl, Anadolu coğrafyasını “İslam ile şereflendirme” çalışmalarının en yoğun, en çetin olduğu zamanlardır. Bu yüzyıl, Anadolu Hristiyan Âleminin tabiri caizse elinin kolunun bağlandığı bir asırdır. Bu dönemde Müslüman Türk hükümdarları ve Anadolu’ya hizmet için gelen Horasan erenlerinin yoğun faaliyetleri olmuştur.

11.yüzyılın ikinci yarısında doğan ve ömrünün sonuna kadar İslam davasına hizmet için yaşayan Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin de “Pir” diye bahsettiği, Orta Asya’dan bölük bölük Anadolu’ya akın eden Hoca Ahmet Yesevi’nin talebeleri sayesinde Yeseviye öğretileri yaygınlaşmıştır.

Daha sonra Haydariyye tarikatının doğmasında etkili olan Yesevilik, yine bu asrın ikinci yarısında Anadolu’da Babai ve Bektaşi tarikatlarının oluşmasında da önemli bir etken olmuştur.

VELAYETNAME

Burada Velayetname adlı eserden bahsetmemiz zaruridir. Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin Velayetnamesinin müellifi (yazarı), Firdevsi-i Rumi, Firdevsi-i Tavil (Uzun Firdevs’i) lakabıyla tanınan Bursalı İlyas Bin Hızır olduğu düşünülür.

Hünkâr’ın vefatından 200 yıl sonra Fatih ve 2. Beyazıt döneminde yaşayan Uzun Firdevs’i, Sultan Beyazıt adına 380 sayfalık Süleyman-name adlı bir eser sunmuş, 80 sayfası beğenilip 300 sayfası yakılmıştır. Bunun üzerine padişaha hicivler yazan Uzun Firdevs’i, İran’a kaçıp orada ölmüştür. Kim bilir o 300 sayfa yakılmasaydı nasıl bir kitapla karşılaşacaktık.

Velayetname’den aktarıyorum;

“Nakildir ki ariflerin sultanı, âlemlerin kutbunun kutbu, doksan dokuz bin Türkistan pirinin başı, Hoca Ahmet Yesevi, Muhammed Hanefi hazretlerinin neslindendir. Alevi seyittir. Sekizinci imam Aliyyü Musayü’r Rıza’dan icazet almıştır.”

“Hazreti Şah’ın avazı,

Turna derler bir kuştadır”

Saygı ve sevgi ifadelerinin sunulması bir makam teslimiyeti, yapılan hizmete önem ve tarikat silsilesindeki posta hürmet neticesindendir. Özellikle ifade etmek istediğim konu, tarihte isim yapmış hem kendi çağında hem de çağlar ötesine ışık saçmış, gönül neferlerini “bu sendendir bu bizdendir” diye ayrıma sokup mananın derinliğini anlamadan, dipsiz kuyuya dalmaya çalışanlara tek sözüm.

Bir fidan dahi diken Türklük ve İslam hizmetinde nice badireler atlatan bu kutlu şahsiyetler, aynı davanın farklı kaşık sallayanları olsa da tastaki yoğurt aktır, paktır ve tektir. Hepimizindir.

Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen bir dörtlük:

“Dostumuzla beraber yaralanır kanarız  

Her nefeste aşk ile Yaradan’ı anarız

Erenler meydanına vahdet ile gir de gör

Kırk budaklı şamdanda, kırkımız bir yanarız.”

BEKTAŞ

Tarihi kayıtlara göre Horasan’ın Nişabur kentinde İbrahim Sani’den olma, Ahmet Amil Nişaburi’nin kızı Hatem Hanım’ın uzun yıllar evlat hasretiyle dolan yüreğine su serpen, müjdeli haberlerle dünyaya gelen evladının adına Bektaş demişler.

Rivayete göre babasının Horasan Sultanı olduğu söylenir. Bu söylenceye göre Hacı Bektaş bir Bey oğludur, yani “şehzadedir” sonucu çıkar. Hünkâr’ın seyyid soyundan geldiğini Velayetname adlı eserde bel soyu şecerelerle yazılmış ve “Hünkâr Hacı Bektaş El Horasani seyyidtir. Kesinlikle gerçek Resul evladıdır.” denilmiştir.

Hacı Bektaş çocuk yaşlarında babası İbrahim Sani tarafından Ahmet Yesevi’nin müridi Lokman Parende’ye eğitim için verilmiştir. Ancak bir hususu, yine olay örgüsü içinde değerlendirmek gerekmektedir.

Değerli tarihçimiz Ahmet Yaşar Ocak hocamıza göre, Ahmet Yesevi ile Hacı Bektaş Veli arasında en az yüzyıl vardır. Tarihi kayıtların yetersiz oluşu sebebiyle tam manasıyla bir bilgiye sahip değiliz. Menkıbeleri ve mitolojik hikâyeleri de özellikle söylememiz, bu zamana kadar bize ulaşmış olması Hünkâr’ın hem çağına hem de çağlar ötesine ulaşmış bir şahsiyet olduğunun kanıtıdır.

Ahmet Yaşar Ocak hocamız, Türk Sufiliğine Bakışlar adlı eserin 153. sayfasında Yöntemler adlı başlık altındaki önemli paragrafta çok önemli bir tespitte bulunmuştur: “Bugünün modern Tarihçisi, Hacı Bektaş-ı Velî’nin iki cephesini birden dikkate almak zorundadır:

1) Tarihte yaşamış heterodoks bir sûfi olan Hacı Bektaş-ı Velî,

2) Bugün Alevî Bektaşî kesiminin inançlarında yaşayan menkıbevi (yahut mitolojik) Hacı Bektaş-ı Velî.

Bunlardan birincisi tarihsel gerçekliğin, ikincisi ise bir inanç gerçekliğinin konusudur.

O halde böyle bir konumda olan ve üstelik hakkında yeterli ve müspet tarihsel kaynak bulunmayan Hacı Bektaş-ı Velî hakkında neler söylenebilir? Nasıl söylenebilir? Söylenebilenler ne ölçüde tarihte yaşamış Hacı Bektaş-ı Velî’yi yansıtır?

Şunu hemen belirtelim ki Hacı Bektaş-ı Velî’yi yalnızca hakkındaki kaynakların ışığında ve çerçevesinde -bu kaynaklar son derece bol ve tatmin edici olsa bile- anlamaya çalışmak kesinlikle yeterli değildir.

Araştırıcı, bu bilgileri, dönemin Anadolu’sunun sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı çerçevesinde ele almak ve değerlendirmek zorundadır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin nasıl bir çevrenin ve toplumun adamı olduğu meselesi de burada birinci derecede önem kazanır. Bu da yetmeyecektir. Selçuklu Devleti zamanında Anadolu topraklarında dinî-mezhebi ve özellikle tasavvufî akımları tahlil etmek, bunların inanç ve doktrin yapılarını, unsurlarını, önemli temsilcilerini de hesaba katmak icap edecektir.”

HACI

Hacı Bektaş Veli’nin “Hacı” unvanını almış olması, Velayetname’de şöyle anlatılmaktadır: “Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe’yi tavaftan sonra, Arafat’a çıkar. Orada, yanındakilere ‘bugün arife günü, şimdi bizim Türkistan’da herkes bişi pişirir,’ der. Bu söz Hünkâr’a malum olur. Lokman Perende’nin evinde de gerçekten bişi pişirilmektedir. Hünkâr, Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından, bir tepsiye bişi koyup kendisine verilmesini ister. Hünkâr, tepsiye konulup, kendisine takdim edilen bişiyi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende’ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşlarıyla beraber bu bişiyi yerler. Hac dönemi bitip Hicaz’dan dönülünce, Nişabur halkı Lokman Perende’yi karşılamaya çıkar. ‘Haccın kabul olsun’ diyerek tebrik ederler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerametini anlattıktan sonra, ‘Esas hacı olan Bektaş’tır.’ diyerek, onu tebrik eder. Bunun üzerine adı Hacı Bektaş olur.”

Varlık ummanında göz ol da bak

Vahdet ateşinde benliğini yak

Ayağa kalkarsan hizmet için kalk

Zulmedenden olup zorda arama

Hacı Bektaş Veli, El Horasani’nin Anadolu’ya geliş kıssasında Hac vazifesi yapması muhtemel yüksektir. Ancak Velayetname’deki kıssa, “Hacılık unvanını zahirden değil batından aldığı şeklinde” ifadesidir. Bektaşilik geleneğinin en büyük âlimlerinden Abdal Musa’nın Nasihatname adlı eserindeki şu şiirde Hünkâr’a “Hacem” diye sesleniyor.

“Kim ne bilür bizi, nice soydanuz

Ne zerrece oddan ne de sudanuz

Bizim meftunumuz marifet söyler

Biz Horasan mülkündeki boydanuz

Yedi deniz bizim keşkülümüzde

(Hacem) umman ise biz de göldenüz

Hızır-İlyas bizim yoldaşımızdır

Ne zerrece günden ne hod aydanuz”

Hacem kelimesinin sözlük anlamı, “efendi ve reis” olsa da hoca, “yol gösterici ve müderris manasında” da kullanılmıştır.

HÜNKAR

Velayetname’de bahsi geçen Hünkâr lakabı, Hocası Lokman Perende, bir gün Bektaş’a ders verirken, abdest almak için dışardan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş, “Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışardan su getirmeye muhtaç olmasak,” cevabını verir. Lokman Perende ise “Buna gücüm yetmez, gücün yetiyorsa sen yap,” deyince Bektaş, el kaldırıp dua eder. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin ortasından bir pınar akmaya başlar. Hacı Bektaş’ın bu kerametini gören hocası Lokman Perende, sevinçle “Ya Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Veli’ye, “Hünkâr” da denilmeye başlanmıştır.

“İlim, irfan mürşittir karanlıkları koğar.

İnsanları cehalet, gaflet bunaltıp boğar.

Gönüllerde parlayan, o saadet güneşi,

Şark ile garp’den değil, gerçek inançtan doğar.”

Anadolu’ya geliş

Velayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi şöyle aktarılmaktadır. “Kürdistan’da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir. O kavmi kendisine bağlar. Rum ülkesine yürür. Elbistan’da Ashâb-ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. (Belirli bir süreyle özel bir mekânda inzivaya çekilmesi anlamında tasavvuf terimi.) Kayseri’ye doğru yola çıkar. Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok’tan girer. Sulucakarahöyük’e iner.”

Baba İlyas-ı Horasani’nin soyuna mensup, bir sufi olan Aşıkpaşazade’nin Tevarih-i Al-i Osman adlı eserinde Hünkâr’ın Anadolu’ya gelişi ve Anadolu’nun iç karışıklıklarını bildirmesi yönünden önemlidir. Hacı Bektaş’ın vasıflarıyla ilgili yorumları da manidardır.  XV. yüzyıl müelliflerinden Emînüddin b. Dâvûd Fakīh, onun hakkında “meczûb-ı mutlak” tabirini kullanır. XVI. yüzyılda ise Vahidi, hiçbir şeyin farkına varamayacak derecede meczup olan Hacı Bektaş’ın “bu hal ile ahirete irtihal ettiğini” yazar.

O dönemde Anadolu’nun durumu

Anadolu Coğrafyası I. Alâeddin Keykubad’dan sonra yerine geçen oğlu II. Gıyâseddin Keyhusrev’in kötü idaresi yüzünden Türkmen beylerinin huzursuzlukları ve maddi sıkıntılarla baş başa kalmasına neden olmuştur.

Saray çevrelerince gerek Arap ve Fars etkisiyle Türk asıllı olmayan ya da Türklük hasletini bünyesinde barındırmayan yöneticiler, Selçukludan beri Türkmenleri hakir görenlere kaba-saba anlayışsız demiş, istediğini almayınca isyana müsait diyerek fişlemişler. Baskıları ve vergileri sırtlarına yüklemişlerdir.

Aşıkpaşazade Tarih-i Ali Osman adlı eserinde Anadolu Selçukluları devrinde Türkmenler arasındaki sosyal zümreleri Gaziyan-i Rum (Anadolu Gazileri), Ahiyan-i Rum (Anadolu Ahileri), Abdalan-i Rum (Anadolu Abdalları) ve Baciyan-i Rum (Anadolu Bacıları) diye dörde ayırmıştır. Anadolu’yu yurt tutan, bu uğurda canlarını feda eden yalın kılıçla Moğol baskısını göğüsleyip birlik ve beraberliği sağlayan, tahta kılıçla gönül fetihleri yaparak ilim ve bilim faaliyetleri yürüten yine bu zümre olmuştur.

Hünkâr Hacı Bektaş Veli El Horasani, bu iklim ve karışıklığı olan Anadolu’ya gelmiştir. Hünkârlığının, hacılığının ve veliliğinin hakkını, yaptığı hizmetler ve Hak yolunda hak rızası için gösterdiği zahiri ve batıni hikmet ve kerametleriyle kimilerince dost, kimilerince düşman olarak karşılanmıştır. “Bir olalım, iri olalım, diri olalım,” diyen Hacı Bektaş, hoşgörü sahibi, birleştirici ve yapıcı tavrıyla etrafına kendisini sevenlerden oluşan bir taraftar toplamıştır.

Babai isyanının, Baba İlyas (Baba Resul) ve Baba Garkının halifelerinden Baba İlyas’a bağlı Baba İshak tarafından ateşlenip yayıldığı zamanlarda Hacı Bektaş ve kardeşi Menteş de Baba İlyas’ın etrafında bulunduğu 60 halifesinden biri olduğu, tarihi vakanüvisler tarafından yazılmıştır.

Kırşehir’in Malya ovasında Sultan Gıyasettin’in Frenk ordusunun yardımıyla ancak durdurabildiği bu iç karışıklıklar da Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş, Sivas dolaylarında savaş esnasında öldürülmüştür. Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya tek başına eli belinde girdiğini düşünmek inandırıcı değildir. Bir Türk Şeyhi, babası olması Bektaşlu aşiretinin varlığı, kardeşinin de kendisine bağlı oluşu Hünkâr’ın tebliğci bir dervişten çok bir yönetici ve lider yönünün daha ağır bastığını göstermektedir.

Hacı Bektaş Veli Türbesi(Fotoğraf: Dennis Jarvis)

Hacı Bektaş Veli Türbesi (Fotoğraf: Dennis Jarvis)

Otorite

Araştırmacı yazarlarımızdan Vahyettin Aygün’ün Batı Siyasal Düşüneler Tarihinde İktidar Teolojisi Üzerine adlı önemli makalesinden şu paragrafı özellikle paylaşmak istiyorum:

“Siyasal düşünce açısından iktidarı anlayabilmek için ise onu varlığının sonucu ve pratiği olan ‘otorite’ kavramını da irdelemek gerekir. Kadim toplumsal reflekse bakıldığında egemen gücün kökenlerine inildiğinde tabiatın ebedi yasaları ile kendisini şekillendiren insanoğlu, sosyal teslimiyetiyle birlikte farklı tür örgütlenmelere gitmiştir. Tanrı ve din temelli mitolojiden doğan iktidarlar da tarih boyunca toplumsal ve idari dokuları etkilemiştir.” (Gazete Pan)

Selçuklunun son dönemlerini yaşadığı Osmanlı’nın filizlenip otoriteyi almaya çalışırken, toplumsal şahsiyetleri de bünyesine katarak ilerlemesi, Türkmen topluluklarının desteğiyle başarılı olması toplumsal reflekse önemli bir örnektir. Yeniçeri ocağının Hacı Bektaş’ın mitolojik, gaza ve irfan menkıbeleriyle ordunun manevi lideri olması, zamanın siyasi iktidarının büyük aklı neticesindedir.

O yüzden Yeniçeri ocaklarına Ocak-ı Bektaş-i-yan, kendilerine Taife-i Bektaş-i-yan, Güruh Bektaşi’ye, Zümre-i Bektaşi’ye gibi isimler vermişlerdir. Yeniçeri Ocağı zapturapt altına alındığı 1826 yılına kadar Devlet nezdinde bu gülbank okunmuş halen de insanlar tarafından bilinmektedir.

Yeniçeri Duası şöyledir:

Allah, Allah, illallah, baş üryan, göğüs kalkan,
Dilde al kan, sine püryan;
Bu meydanda nice başlar kesilir
hiç olmaz soran;
Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan,
Kulluğumuz, padişaha ayan;
Sayılmayız parmakla, tükenmeyiz kırmakla;
Üçler, beşler, yediler, kırklar Nur-u Nebi,
Kerem-i Ali, Hacı Bektaş-ı Veli;
Dem-ü, devranına hu diyelim, Huuuuuuu.

Hayatının son dönemi

Şu anki Kırşehir’in 40 km uzağında bulunan, adını aldığı Suluca Karahöyük’e (Hacıbektaş) yerleşen, Velayetname’de Kadıncık Ana, Kutlu Melek, Fatma Ana gibi isimlerle anılan manevi bir kızı olduğunu öğrendiğimiz Hünkâr, ömrünü ilim ve irfanla geçirmiş, köy yaşantısının gereğini yapmış, dergâhının ve kabrinin şu an bulunduğu yerde ömrünün sonuna kadar ilim yolundan gitmiştir.

Marifet ehlinin ilk makamı edeptir. Edepsizliğe asla müsaade etmemiş, böbürlenme ve kibirli insanları yine edep üzere yola getirmeye çalışmıştır. “Murada ermek sabır iledir” sözüyle çileli ve sıkıntılı geçen ömründe her zaman sabrın selamete varacağını bilmiş, şehir ve saray çevresinde başköşede duracak ilime sahipken, münzevi bir hayatı seçecek kadar alçakgönüllü bir şahsiyet olduğunu kanıtlamıştır.

“Kadınları okutunuz,” demiştir. Şu yaşadığımız yüzyılda dahi söylendiğinde karşı çıkan cahillerin olduğunu düşünürsek, Hünkâr’ın bu sözü kendi çağının şartlarında söylemesi bile cesaretin ve ilime verdiği değerin göstergesidir.

Hacı Bektaş, Velayetname’ye göre Anadolu’ya geldikten sonra burada birçok önemli şahısla irtibat kurmuş, görüşmeler gerçekleştirmiştir. Kutbeddin Haydar, Hacım Sultan, Akçakoca, Sarı Saltuk, Mevlana Celalettin, Karaca Ahmed, Taptuk Emre, Yunus Emre, Seyyid Mahmud Hayranî, Osman Gazi, Alâeddin Keykubad, Nureddin Caca bunlardandır.

Yesevîlik, Vefailik, Kalenderîlik, Haydarîlik, Ekberîlik, Halvetîlik, Kübrevîlik, Mevlevîlik, Sühreverdîlik, Babaîlik ve Bektaşilik tarikatlarını, Melamiyye içtihadının Horasan Sufileri tarafından Orta Asya, Orta Doğu ve Anadolu sahasındaki yansımaları olarak değerlendirebiliriz.

Hacı Bektaş Veli’den yıllar sonra Balım Sultan ve Abdal Musa tarafından Osmanlı Devleti’nin ilerlemesinde de önemli hizmetleri olan Bektaşilik, kurumsal bir kimliğe kavuşmuştur.

Hz. Muhammed’i ve Hz. Ali’yi seven sayan yolundan giden 12 İmama tabi, 10 masumu paka hürmet eden Anadolu Alevileri, Hünkâr Hacı Bektaş El Horasani’yi kendilerine pir olarak bilmiş saygı ve sevgileri yüzyıllardır zamanımıza kadar süregelmiştir.

Hünkâr’ın vefatının menkıbesini yazmayacağım. Sadece sözlerinin notunu düşeceğim:

“Er odur ki ölmeden ölür, kendi cenazesini kendi yıkar. Sen de var buna gayret et.”

Değerli Şairimiz Hasan Erkılıç’ın Âşıkların İzinde şiir kitabından Hacı Bektaş Veli şiirini, şairimizin oğlu Eren Erkılıç’ın izniyle paylaşıyorum:

“İsteğim dergâhın görmek

Eşiğine yüzüm sürmek

Saygıyla huzura durmak

Pirim Hacı Bektaş Veli

 

Özümüz sevgiyle dolu

Kapalıdır haram yolu

Yönümüz doğruya doğru

Pirim Hacı Bektaş Veli

 

İndin güvercin donunda

Yolumuz ilim yolunda

Şol cennetin ırmağında

Pirim Hacı Bektaş Veli

 

Kadına eşitim diyen

İlim yolundan giden

Can hasanı mecnun eden

Pirim Hacı Bektaş Veli”

Murat Toprak yazıyı yazarken geniş bir kaynakça kullandı

Murat Toprak yazıyı yazarken geniş bir kaynakça kullandı

KAYNAKÇA

  • Velayetname, Uzun Firdevs
  • Âşıkpaşazâde Tarihi ya da Tevârîh-i Âl-i Osman
  • Makalat-ı Hacı Bektaş Veli
  • Menâkıbu’l-Kudsiyye, Elvan Çelebi
  • Türk Sufiliğine bakışlar, Ahmet Yaşar Ocak
  • Babailer İsyanı, Ahmet Yaşar Ocak
  • Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Mehmet Fuat Köprülü
  • Hacı Bektaş Veli, Rıza Zelyut
  • Hacı Bektaş Veli ve Bektaşi Alevilik, Aziz Yalçın
  • Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, Haşim Kutlu
  • Işık Eri Hacı Bektaş Veli, Kevser Yeşiltaş
  • Alevi Bektaşi Nefeslerinde Dini Muhteva, Mahmut Bozçalı
  • Diyanet Ansiklopedisi
  • Yeniçeriler, Reşad Ekrem Koçu
  • Batı Siyasal Düşüneler Tarihinde İktidar Teolojisi Üzerine, Vahyettin Aygün
  • Âşıkların İzinde, Hasan Erkılıç
  • Keşkül Dergisi, Bektaşiyye, 2012 Bahar
Comments
  • Sinan

    kalemine sağlık kardaşım Murat

    Haziran 29, 2024
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media