Advertisement Advertisement

BALÇİÇEK İLTER: “KADIN GÜÇLENDİKÇE ERKEK NE YAPACAĞINI BİLEMİYOR” 


Biz onu gazeteci ve televizyon programcısı kimliği ile tanıyoruz. Yıllarca köşe yazılarıyla, yaptığı programlarla medya ve basın sektöründeki başarılı kariyeriyle tanınan Balçiçek İlter, şimdilerde ilk kitabının heyecanını yaşıyor. “Post-Modern Cadılar”, İlter’in günümüz ilişkilerini masaya yatırdığı ve bunu yakın çevresindeki pek çok hemcinsinin hayatından yola çıkan hikayelerle sarıp sarmaladığı bir “güçlü kadın kitabı”. Destek Yayınları’ndan çıkan bu ilk kitabı yazarından dinlemeyi istedim. Sorularıma samimiyetle cevap vermesi beni ayrı mutlu etti. Gelin o zaman, aralarında belki sizin de olduğunuz “Post-Modern Cadılar” ile yeniden tanışın…

SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com 

 

Destek Yayınları’ndan henüz çıkan “Post-Modern Cadılar”, sizin ilk kitabınız. Bir ilk kitap için biriktirdiklerinizin fazla demlendiğini söyleyebilir miyiz? Yazmak için sanki biraz beklemiş gibisiniz…
Evet çok haklısınız, epeyce bir bekledim. Daha doğrusu hazır olanı vermek istemedim. Yıllardır çeşitli yayınevleri, köşe yazılarımı ve röportajlarımı derleyip kitap yapmak istedi. Bazen evet dedim sonra caydım. Hiç içime sinmedi hazır olanı vermek. Sanki okuyucuya yepyeni bir şey sunmak lazımdı. Küçüklüğümden beri roman yazma fikrim, hayalim vardı. Bu kitaba roman denemez tabii ama bir başlangıç diyelim. Ve kitap yazmak öyle hobi gibi bir şey değil; bu süreçte onu da iyi anladım. Oturdum, yazdım denmiyor öyle. Onca araştırma, okuma vs… Yani hazır olmak lazım galiba. Ben ancak şimdi hazır oldum sanırım.

“TÜM HİSSETTİKLERİMİ SANSÜRSÜZ YAZMAYA KARAR VERDİM”

Sizin deyiminizle iflah olmaz bir iyimser olarak aşka inanan bir kadının ilk kitabı aynı zamanda… O zaman önce bu kitabın ortaya çıkışını ve yazma sürecini dinleyelim sizden…
Evet aşka hep inandım, hâlâ inanıyorum. Yaklaşık 17 senedir bekarım, ilişkilerim oldu. Kendi ayaklarının üzerinde duran iki çocuk annesi olarak kolay değildi özel ilişkilerimde de yaşadıklarım. Pandemi sürecinde fark ettim ki yalnız değilim. Ve artık güçlü olmaktan sıkılmışım. İşte o noktada tüm hissettiklerimi sansürsüz yazmaya karar verdim.

Kalbi kırık bir Balçiçek miydi peki bu kitabı yazan? Yazdıktan sonra bir iç dökümünün rahatlığını yaşadığınızı söylemek mümkün mü?
Tam tersine mutlu bir Balçiçek. Çok güzel aşklar yaşadım ben. O kadar şanslıyım ki çok sevdim, çok sevildim ve çok güzel, hâlâ seviliyorum. İsteklerim, hayallerim tabii ki değişebilir ama artık hayattan ne istemediğimi çok iyi biliyorum. Hissettiklerimi söylemek, paylaşmak kuşkusuz iyi geldi.

“GÜÇLÜ KADINLARA KARŞI İTİBAR SUİKASTI YAPILIYOR, ÖZELLİKLE ÖZEL İLİŞKİLERİNDE” 

Peki kim bu Postmodern Cadılar? Kitaba bu ismi vermenizin nedeni nedir?
Engizisyon dönemine dair okumalar yaparken iyi bildiğim bir şeyi tekrar fark ettim. O kadınları cadı oldukları için yakmadılar aslında, onlardan korktukları için, o kadınlar yeni bir şey söylediği için, ezber bozduğu için yakıldılar. Bugün ise bizler 35-40 sonrası kadınlar kuralları yeniden yazmaya çalışıyoruz. Kadın güçlendikçe erkek ne yapacağını bilemiyor ve ortaya anlamsız ilişkiler çıkıyor. Ne erkek bu yeni kadın modeline alışık ve hazır ne de kadın mevcut açık büfedeki bu erkek modelini istiyor. O yüzden belki yakma yok ama güçlü kadınlara karşı itibar suikastı yapılıyor bir şekilde. Özellikle özel ilişkilerinde. Bazen mahalle baskısı deyin bazen mobbing… Biz de karanlıkta el yordamı yolumuzu bulmaya çalışan güçlü kadınlarız. Bizden sonraki neslin zaten birbirine eyvallahı yok. O yüzden gerekirse yanmayı göze alarak gerçekleri söyleme zamanı metaforundan yola çıkarak kitabın ismi postmodern cadılar oldu.

Kendinizi en güçlü hissettiğiniz o ana gidelim mi? Ne zaman böyle hissettiniz ilk?
Her gün, tekrar tekrar başlamak gerektiğinde…Yılmadan, pes etmeden, gülümseyerek. Bazen ağlayarak, isyan ederek hatta. Ama eskisinden daha güçlü ayağa kalkarak. Ben büyürken başka seçeneğim yoktu. Güçlü olmak zorundaydım. Şimdi ise başka tür bir kadını bilmiyorum. Yaşam kalp atışı gibi değil mi? İnişler, çıkışlar… Eğer dümdüz bir çizgiyle mutlu ya da mutsuzsanız sürekli, ölmüşsünüzdür de haberiniz yoktur. Ben hep tutkularıyla yaşayan bir kadın oldum, bedellerini ağır ödediğim adımlarım oldu kuşkusuz ama hiç bir zaman geriye dönüp keşke demedim.

Galiba insan bir başarısızlık yaşadıktan sonra ayağa kalktıktan sonra kendini çok daha güçlü hissediyor. Ben, hep en büyük yenilgilerim sonrasında böyle hissetmiş ve yaşadıklarımı böyle anlamlandırmışımdır. O müthiş bir güç ve bir yandan kabulleniş gerçekten!
O kadar haklısınız ki! “Tevekkül” çok güzel bir kelime. Her şeyi kontrol etmeye meraklı, hırslı, yerinde duramayan, hayalleri büyük Balçiçek’in bu kelimeyi anlaması epey zaman aldı. Sabretmek önemli bir meziyet. Ve benim gibi hiperaktif birinin sınavı da bu olsa gerek. Öğrendim, öğreniyorum. Güçlü bir kadın olarak teslim olmak müthiş bir duygu.

“Güçlü kadınlar gürültüsüzdür. Bağıra çağıra gitmezler, yıkıp dökmezler, parmak uçlarında hafif adımlarla çıkıp giderler, buhar olup uçarlar (…)” diyorsunuz. Gerçekten böyle mi acaba? Ben güçlü olup da yıkıp döken pek çok kadın tanıyorum. Belki uzun bir süre içlerindeki sessizlikle yaşayıp sonra isyan edip içindeki yangını dışarı
taşıyanları…
Açıkçası gerçekten güçlü kadınların yıkıp döktüğüne şahit olmadım, yok böyle bir bilgi bende. Aksine varoluşlarına aykırı bağırıp çağırmak diye düşünüyorum. Kırılırlar, belli etmezler. Üstelik sessizce giderek kendini cezalandırırlar. Istisnalar vardır elbette…

Kitapta pek çok kadınla karşılaşıyoruz. Merve, Selin, Leyla… Kimi okurun bu kadınlarla kendini özdeşleştirmesi ve aynaya bakar gibi kendilerini, yaşadıklarını görmesi mümkün. Peki, tüm bu kadınlar, “postmodern cadılar”, gerçekten hayatınızda oldu mu yoksa bir tutam kurmaca da barındırıyor mu yazdıklarınız?
Hepsi gerçek hikâye, hepsi gerçek karakterler. Çoğu şahit olduğum bazen başımdan geçenler. Sadece hepsini birbirine karıştırdım, yeni karakterler yarattım. Sadece bir karakter gerçek ismini taşıyor.

Yazarken sizi en çok etkileyen ne oldu?
Hindistan’da yakılan çiftin hikayesi… Kadının çok uzun süre yanışı. Hâlâ etkisindeyim.

“SİZE SAHİP OLMAYI İSTEYENLE DEĞİL, SİZİNLE BİRLİKTE YÜRÜYEN ERKEKLE BERABER OLUN” 

“Toksik” kelimesi artık iyice lugatımıza yerleşti. Bir de “toksik insanlar” var, hatta “toksik erkekler.” Postmodern Cadılar’da bu tip erkeklerden de bahsediyorsunuz. Siz bu erkekleri nasıl tanımlıyorsunuz? Pek çok kadının onları kendilerine çektiğini mi düşünüyor musunuz? Sizce nasıl uzak durulmalı?
Hepimizin hayatında toksik erkekler olmuştur. Önemli olan tecrübelerden ders çıkarmak, “Tamam bu bana iyi gelmiyor” diyebilmek. Herkes kendi tecrübesini kendi yaşayacak, öğütleri ne ben dinledim ne de benden gençler dinleyecekler. Ama ufak bir abla tavsiyesi verebilirim… Size sahip olmayı isteyenle değil, sizinle birlikte yürüyen erkekle beraber olun. Kimse sizin sahibiniz değildir.

“HAYATIMDAKİ EN BÜYÜK KAZIKLARI KADINLARDAN YEMEME RAĞMEN KADINLARA İNANMAYI SÜRDÜRÜYORUM”

Yaşadığımız coğrafyada ilişkiler epey çetrefilli. Ancak bunun daha korkunç bir boyutu da var. Kadınlar cinsel istismara ve şiddete uğruyor. Özellikle son yıllarda kadın cinayetlerinin sayısında gözle görülür bir artış var. Ve bunun paralelinde kadınların sesleri de artık daha çok çıkmaya, kadın dayanışması, kadın gücü kendini daha çok var etmeye başladı. Kadına, çocuğa, hayvana şiddet! Adeta bir yangın yeri Türkiye… Neler söyleyeceksiniz?
Tüm dünya yangın yeri. Özellikle de kadına karşı. Türkiye daha beter. Hayatım boyunca kadın hakları için çalıştım, yazdım, yayın yaptım, yürüdüm, coplandım. Ama ses çıkarmaktan hiç ama hiç vazgeçmedim. Bir kızım var, ona çok daha aydınlık bir gelecek hayalindeyim.  Oğlumu çok daha farklı yetiştirdiğimi düşünüyorum. Kadınlara olması gerektiği gibi, birey gibi bakan. Hayatımdaki en büyük kazıkları kadınlardan yememe rağmen hep kadınlara inanmayı sürdürdüm ve hâlâ öyle. Akıllandık, haklarımız arıyoruz, sesimizi çıkarıyoruz. Ama tüm bunları yaparken erkekleşmeyelim. Kendi kurallarımızı yazalım ve beraber yürüyelim. Erkek dünyasının da buna ihtiyacı var.

“Post Modern Cadılar”ı okurlara tavsiye edelim çünkü…
Bir kere çok eğleneceksiniz. Ayrıca bir cümlede mutlaka “Aha işte ben!” diyeceksiniz. Yalnız olmadığınızı dört gerçek kadının muzip hikayesinden okumak isterseniz mutlaka postmodern cadılar diyorum. Bu, kadınlara… Erkeklere gelince…  “Vay be! Hiç böyle düşünmemiştim” diyeceksiniz. Kadınları anlamak istiyorsanız okuyun derim.

Bir gazeteci olarak kitabınızla birlikte kadınlara ilham ve güç vermek gibi bir niyetiniz var mı?
19 yaşından beri kendi ayaklarının üzerinde duran bir kadın olarak.. İkizlerini tek başına büyütmüş, kariyerini asla unutmamış ve tüm bunları yaşarken aşktan asla vazgeçmemiş bir kadın olarak benim de bir kelamım olsun istedim. Bir kişinin bile hayatına dokunabildiysem mutlu sayarım kendimi.

“BU DÜNYADA EN ÇOK ANNE OLMAYI SEVDİM BEN. BAŞA DÖNSEM BEŞ TANE DAHA DOĞURURDUM!” 

İkiz annesisiniz. Benim de iki yaşında bir kızım Helen isimli bir kızım var ve anne olunca hayatımın epey değiştiğini söylemeliyim. Hele ki şu dönemde sanki önceki hayatımı hatırlamıyor gibiyim. Anne olduktan sonra sizin hayatınızda neler değişti?
Helen’i çok öperim. Sağlıkla büyüsün. Anne olmak beni de çok değişirdi. Çok olumlu yönde. Hayata bakış açım gelişti. Hırslarım törpülendi, sabretmeyi susmayı, birilerini kendimden önceye koymayı öğrendim. Bu dünyada en çok anne olmayı sevdim ben. Şimdi başa dönsem beş tane doğururdum.

“GİTMEK DAHA KOLAY SANILIR AMA DEĞİL. GİTMEK EN ZORU!”

Bekar bir anne olmak kadın erkek ilişkilerini nasıl etkiliyor?
Kolay değil. Güçlü kariyer sahibi bir kadın olmak yeterince korkutucu bir erkek için. Kadının çocukları da varsa karşıdaki ne işe yarayacak? Öyle hissediyor erkek. O zaman kendini daha yetersiz görüyor. Ve evet bekar anne beraber olduğu adamdan öne koyuyor çocuklarını. En azından bende öyle oldu. Karşı taraf “Bu kadının önceliği çocukları” diye düşünüyor. Hiçbir erkek de sevmiyor bu durumu. Ama yine de bunu anlayanı, kabul edeni  de var. O yüzden kuralları baştan koymak gerekiyor. Önceliğim hep çocuklarımdı, şimdi de öyle. Bazen kendimden ve beraber olduğum adamdan vazgeçmek zorunda kaldım mı? Kaldım. Büyük bir aşkı arkamda bıraktım ve arkama bakmadan yürüdüm. Gitmek kolay sanılır ama değildir. Gitmek en zorudur. Hiç pişman değilim ama. Öyle olması gerekir bazen. Bekar anne olmak zordur.   

Balçiçek İlter’e göre güçlü kadının aşka bakışı tam olarak nasıl? Ve siz hep böyle mi hissettiniz?
Her kadının aşka bakışı farklıdır, genelleme yapmak haddim değil. Ama ben hâlâ aşka inanan, bu uğurda kırılıp dökülmeye korkmayan, sesini çıkaran güçlü kadınları yazdım ve dedim ki bizler aslında o kadar da ulaşılmaz değiliz. Hayatımın hiçbir noktasında aşktan korkmadım, güvenli ve mantıklı olanağın peşinde sadece bu daha doğru diye gitmedim.

Ufukta başka bir kitap var mı?
Var var. Çok heyecanlıyım. Herkes bu kitaptan Selin ve Kerem üzerine yazmamı istiyor ama ters köşe yapacağım bu sefer. Tamamen başka bir hikâye…Okumalara başladım bile. İçim kıpır kıpır.

Şu sıralar masanızın üzerinde okunmayı bekleyen kitaplar neler?
Murathan Mungan “Harita Metod Defteri”, Adalet Ağaoğlu “Bir Düğün Gecesi”, Erol Hızarcı “Cambazın Son Adımı”.

Sinemada benim için ilham verici en güçlü kadın karakterler Thelma ve Louise’dir. Özellikle filmin son sahnesiyle o müthiş ama aynı zamanda dramatik özgürleşme anı, içimi ürpertir. Sizinkini de merak ettim.
Hayatımdaki sinemadaki en güçlü kadın hikayesi “The Hours”tur. (Saatler)  “Dalloway, kendi yalnızlığını kapatmak için sürekli parti verir” cümlesi beni her dinlediğimde çok ama çok etkiler. Oradaki bütün karakterler inanılmaz güçlü kadınlardır. Zor, mutsuz, bazen yanlış yapan ama çok güçlü kadınlardır, bedellerini ağır ödemiş olan.

Ekran yüzü olmak da güçlü olmayı gerektiriyor sanki. Yıllarca programlar sundunuz. Kendinizi izler misiniz? İzlerken eleştirir veya kendinizi beğenir misiniz?
Çok küçük yaştan beri medyada yöneticilik yaptım. 20’li yaşlarda Ankara temsilcisi, 29 yaşında sabah gazetesinin yazı işleri müdürü oldum. Ardından köşe yazıları, röportajlar… Televizyona gelince onlarca canlı yayın, tartışma programları moderatörlüğü derken inanın ekran yüzü olmak bunların içinde belki de en az zorlandığım bölüm oldu. Ama evet haklısınız, tek başına bir kadın olmak çok zor, hele medya gibi herkesin birbirinin gözünü oyduğu bir sektörde büyümek ayrıca cesaret işi. Kuş Uçuşu dizisindeki gibi.

Ajandakolik’te konuğum olduğunuz için çok teşekkür ederim. Okurunuz bol olsun… Bağımsız bir kadın gazeteci olarak meslektaşımla sohbet etmek benim için de ayrı değerli. Teşekkür ederim.
Asıl ben teşekkür ediyorum.  Ajandakolik’e başarılar diliyorum. Sorular, röportaj titizliğiniz o kadar etkiledi ki beni. Çok ama çok mutlu oluyorum genç meslaktaşlarımın başarıları karşısında. Hele bir da kadın olunca… Yolunuz açık olsun. İhtiyacınız olursa buralardayım.

Comments
  • Lale Ersöz

    Çok beğendim Harika bir sohbet olmuş
    Keyifle okudum başarılar güzellikler seninle olsun🙏👏❤️

    Temmuz 11, 2024
YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media