Advertisement Advertisement

“YİNE Mİ CİN FİLMİ? 50 MADDEDE TÜRK KORKU VE GERİLİM FİLMLERİ” KİTABINI DR. GİZEM ŞİMŞEK KAYA VE ALPER KAYA İLE KONUŞTUK



Türkiye’de korku filmi denince akla ilk gelen, içinden cin geçen filmler değil de ne! Örnekler o kadar çok ki, saymakla bitmez… Gazeteci-yazar Alper Kaya ile “kayıp film” statüsündeki 1949 yapımı Çığlık hariç Türkiye’de vizyona girmiş bütün yerli korku filmlerini izlemiş tek kişi olan akademisyen, yazar ve film eleştirmeni Dr. Gizem Şimşek Kaya, Türk Sineması’nın korku ve gerilim türündeki filmleri üzerine yazdıkları bir cep kitabı okurla buluşturdu. İsmi de çok manidar: “Yine Mi Cin Filmi? 50 Maddede Türk Korku ve Gerilim Sineması”. Kitaptan yola çıkarak Türk Sineması’nda bu iki türü başından sonuna kadar konuştuk. 


SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU

nilufer@ajandakolik.com 

En son ne zaman “Yine mi cin filmi?” dedik acaba? Ve siz en son ne zaman bir cin filmi izlediniz?
Gizem Şimşek Kaya (G): Muhtemelen bu röportaj okunduğu sırada, bir önceki cuma günü “Yine mi cin filmi?” demiş ve bir cin filmi izlemişizdir. Çünkü 2024 yılında eylül ayına dek 27 yapım gösterim tarihi aldı. Geçen yılı 47 filmle kapattığımız düşünülürse, eylül ayından sonra da hatırı sayılır bir yerli korku yapımının vizyona gireceğini de şimdiden ön görebiliyoruz.

KaraKarga Yayınları tarafından geçtiğimiz mart ayında basılan “Yine Mi Cin Filmi?” kitabınızda 50 maddede Türk Korku ve Gerilim Sineması’nı tarihsel süreç içinde anlatıyorsunuz. Öncelikle ilk korku ve gerilim filmlerimizin neden kaybolduğu üzerine konuşmak isterim. Oldukça ilginç bu bilgi.
Alper Kaya (A): Maalesef Hollywood veya benzeri endüstrilere baktığımızda 1920’li yıllardaki filmlerine dahi günümüzde ulaşabiliyoruz. Ancak bizde hem sinemada hem edebiyatta kökleşmiş bir arşiv geleneği olmadığı için, bırakın 1949 yapımı korku filmini; 1980’li yıllarda çıkmış bazı polisiye filmleri bile günümüzde bulamıyoruz.

Sinemamızdaki ilk korku filmleri Hristiyan inancında yer alan vampir, şeytan unsurlarına odaklanırken 2000’lerde tam da korku filmlerinin Türk Sineması’nda yükselişe geçtiği dönemde İslam dininin motifleri kullanılmaya başlanıyor. Cehennem, kıyamet, ahiret, büyü gibi… Ama en çok büyü ve cin üzerine yoğunlaşılıyor. Bunu biraz daha geniş kapsamda sizden dinlemek isterim. Din hep korkutucu bir güç. En çok da İslamiyet’te sanırım. Siz neler dersiniz?
G: Korkunun en büyük tetikleyicisi inanç, tabii ki bu da dine bağlı olarak karşımıza çıkıyor. Sadece kendi ülkemizde değil, yabancı ülke sinemalarında da bu “kural” geçerli. Bizde hâkim inanç İslamiyet olduğu için çekilen korku filmlerinin teması İslami unsurlar içeriyor. Hıristiyanlık, Musevilik gibi semavi dinlerin yaygın olduğu ülkelere baktığımızda; örneğin Amerikan sinemasında şeytan çıkarma veya hayalet filmlerinin de sayıca bizdeki “cin” filmleri kadar çok olduğunu görebiliyoruz.

Daha sonra aile içine sızan gerilim filmleri var. Attila İlhan’ın da imzasını görmek şaşırtıcı oldu. Onu da kalem oynattığı “Rıfat Diye Biri”, yerli gerilim sinemamızın ilk örneklerinden. Peki, günümüzde bu tür filmlerin pek çekilmiyor olmasını nelere bağlıyorsunuz? Aslında bir cin filmine göre daha gerçekçi olduğundan daha çok ilgi çekmez, daha çok izlenmez mi?
A: Aslında bu bir “tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan” sorusu. Gerilim filmlerinin gişe rakamlarına baktığımızda maalesef çok meşhur oyuncuların dahi oynadığı filmlerin yapımcısını mutlu etmediğini, pek çok gerilim filminin de iki veya üç haftada gişeden çekildiğini görebiliyoruz. Bu noktada sinema sektörünün gerilimi başat bir tür olarak değil, dram gibi daha rağbet görebilecek başka bir tür ile “hibrit” olarak harmanlayıp; toplumsal ilgiyi çekmesi gerekiyor. Ardından belki, izleme rakamlarında iyileşmeden söz edebiliriz.

Polisiye gerilim ve erotik gerilim filmleri döneminin de ilginç örnekleri var. Gerilim filmleri adeta boyut değiştiriyor. Peki kısa mı sürüyor bu dönem?
A: Aslında Yeşilçam’ı esir almış erotik film furyasına kıyasla oldukça kısa sürdüğünü söyleyebiliriz. Sanırım o dönemde gerilim sinemasının “hibritleşmesi”, beklenen arzı göstermemiş. (Gülüşmeler)

1956 Hollywood yapımı “The Bad Seed” (Kötü Tohum) filminin bize uyarlanan versiyonunu duymuştum ancak bir The Shining uyarlaması çıkardığımızı bilmiyordum. Ya da çok sevdiğim “Straw Dogs” filminin 1974 yılında üstelik başrolünde Yıldız Kenter’in de oynadığı “Kartal Yuvası” isimli bir filme uyarlandığını… Bu filmlere ulaşmak sanırım mümkün, öyle değil mi? 
G: 1950’li ve 60’lı yıllarda başta “Drakula İstanbul’da” olmak üzere uyarlama filmlerle karşılaşıyoruz, ki bunların bazıları arasında sizin de söylediğiniz gibi “Kötü Tohum” ve “Kartal Yuvası” var. Bu dönemde Rebecca, Psycho, Scream of Fear gibi yabancı filmlerin yerli uyarlamalarını görüyoruz ancak bunlar haricinde, 80’li yıllarda televizyon veya sinema için çekilmeyen, video kaset olarak satışa sunulan The Shining uyarlaması “Biri Bizi Gözlüyor” filmi gibi tek tük çalışmalar da çıkmış. Bazı yapım şirketlerinin filmlerine sahip çıkabilmesinden dolayı başta sizin sorduklarınız da olmak üzere bahsettiğimiz bu filmlerin çoğunu günümüzde izleyebiliyoruz.

Spielberg’in Jaws’ının “Mavi Çöl” uyarlamasının afiş hikayesi de beni epey güldürdü.  Sonra filmi biraz izleyeyim dedim. Köpek balığını ara ki bulasın… Galiba tam bir uyarlama değil, ne dersiniz?
A: Zaten bizde uyarlamadan çok aslında “yerelleştirme” veya imkânlar ölçütünde “yeniden çevrim” uygulamaları söz konusu. Aksi takdirde “Dünyayı Kurtaran Adam” filminde orijinal filmden görüntüler göremezdik. (Gülüyorlar)

Türk sinemasının korku ve gerilim filmlerinde kadınlar nerede duruyor? Hep lanetli, kötü olan mı yoksa masumiyeti de simgeliyor mu?
G:
Aslında farkında olmasak da kadının kötücüllüğü teması çok eskiye dayanıyor. Anaerkil toplumlardan ataerkil topluma geçişte, antik inanışlardan Pandora’nın kutusu gibi mitolojik anlatılara kadar hemen hemen bütün anlatılarda kadın kötücül / kötücüle kapı açan olarak sembolize edilip nitelendiriliyor. Dolayısıyla özellikle korku filmlerinde de kadınlar (istisnai durumlar haricinde) kötüyü temsil ediyor. Yerli korku filmlerinin afişlerini incelediğinizde dahi eğer eciş bücüş bir yaratık kullanılmamışsa şeytani bir görünümle yansıtılan kadın görselinin kullanıldığı dikkatinizi kolayca çekecektir. Bu da tabii ki tesadüfi bir tercih değil. Filmlerin hikâyelerine baktığımızda da bizde adı “cin” olsa da hep “büyü” filmleri çıktığı için; büyüyü yapan veya yaptıran da genelde bir kadın oluyor. Bu da kadının, özellikle bu tarz işlerle ilgilenen / kulak aşinalığı olan kişiler tarafından konumlandırıldığı yeri gösteriyor.

Gizem, sen Türkiye’de vizyona girmiş bütün yerli korku filmlerini izlemiş tek kişi olarak tüm bu araştırmanın içinde seni en çok etkileyen filmler hangileri oldu?
G:
O dönemin şartlarıyla çok başarılı bir iş yapıldığını düşündüğüm için ilk olarak “Drakula İstanbul’da” demek istiyorum. Biraz önce konuştuğumuz kadının kötücüllüğü temasının işlenmediği ender yerli korku filmlerimizden “Şeytan-ı Racim” de çok beğendiğim işlerden birisi. İslami temaya sahip ilk korku filmimiz olarak aslında çıtayı ciddi bir noktaya koyduğu için “Büyü” filmini de bu listeye eklemek gerekir, aradan o kadar yıl geçmesine rağmen hâlâ benzerleri çekilmeye çalışıldığına göre sektörde ciddi bir yer edinmiş. Seri olarak da “d@bbe” ve “Siccin” serilerine sinemanın gereksinimlerini fazlasıyla yerine getirdikleri için böyle bir listede yer vermek gerektiğini düşünüyorum. Ve saydığım bu filmleri izlerken halen ilk izlediğimdeki etkiyi alıyorum.

Peki bir yılda 62 yerli korkunun vizyona girdiği hangi dönem? Ve bugünlere nasıl geldik?
A:
İki yıl önce (Gülüyorlar) Aslında 62 yerli korku yapımının gösterime girmesinin arka planında, pandemi nedeniyle sinema salonlarının kapalı kaldığı uzun süre var. Sinema salonları bir anda açılınca, hem kapalı kalınan dönem için vizyon tarihi alıp mecburen ertelenen yapımlar gösterime girdi hem de dağıtım şirketlerinin sinema takviminde boşluk kalmasını bahane gösterek biraz da “ittirme” usulüyle tanıdıklarına çektirdikleri ve sıfır maliyete yakın meblağla çekilmiş yapımların zorla vizyona sokulmasıyla bu rakam ortaya çıktı.

Gerilim filmi mi korku filmi mi?
G:
Kesinlikle korku.
A: Çok iyi bir gerilim filmi, en iyi korkudan daha iyi olabiliyor ama onu da arayın ki bulasınız.

Peki kitap arkasındaki o soruyu size ben sorayım: gerilim nerede biter korku nerede başlar?
G:
Bunun için aslında kitabın hemen başında söylediğimiz teoriyi yineleyebiliriz. Eğer filmi izlerken koltuğu tırmalıyorsanız, bu net biçimde gerilimdir. Ancak eğer koltuktan sıçrıyorsanız, orada artık korku başlamış demektir.

Yakın dönemde dünya sinemasında severek izlediğiniz gerilim ve korku filmlerini merak ediyorum. Ben en unutamadıklarımdan bir gerilim filmini hemen söyleyeyim: 2016 yapımı suç gerilim filmi türündeki Contratiempo. (Görünmeyen Misafir)
G: Korku olarak “Dashcam” (2021) ve “Talk to Me” (2022), gerilim olarak ise “El Cuerpo” (2012) ve tartışmasız “The Game” (1997).
A: Korku olarak “Sinister” (2012) ve “Surrogate” (2022), gerilim olarak ise “Les Chambres Rouges” (2023) oldukça hoşuma gitmişti.

Bu kitabı hazırlarken epey bir arşiv taraması yapmış olmalısınız. Hazırlık ve yazma sürecini anlatır mısınız?
A:
Gizem’in şimdiye kadar yazdığı altı ciltlik “Türk Korku Sineması Kronolojisi” ciltlerinin yanı sıra bir ciltlik “Türk Gerilim Sineması Kronolojisi”ni önümüze açtık, tematik bağlamda ayrışan noktaları çıkardık, sonrası zaten çorap söküğü gibi geldi…

2000’lere damgasını vuran bir Kutsal Damacana furyası var örneğin. Galiba altıncısı bu yıl vizyona girecek. Seri filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir filmini altıncısının çekiliyor olması biraz fazla değil mi? Hollywood’da da benzerlerini “Elm Sokağında Kabus” (A Nightmare on Elm Street ), “Çığlık” (Scream), “Testere” (Saw), “Otel” (Hostel) gibi filmlerde görebiliyoruz.
G: Bizde son dönemdeki “seri” filmler aslında tam olarak seri film değil. Sizin de saydığınız Testere, Otel, Çığlık gibi filmleri incelediğiniz zaman en azından karakter / baş düşman bağlamında bir devamlılık görebiliyorsunuz ya da Otel serisinde olduğu gibi teması belirgin bir çizgide ilerleyebiliyor. Bizdeki seri filmlerde eğer yönetmen aynı kişi değilse veya yapım şirketi değişmişse anlayın ki işin içinde çok duygusal (!) sebepler var ve o aslında bir seri değil; sadece ismen orada.

Her iki türü tüm maddeleriyle ele aldığınız kitapta müziklere de değinmeden geçmiyorsunuz. Ki ses, müzik korku filmlerinin temel unsurlarından… Türk korku gerilim filmlerinin akla gelen ilk müzisyenleri kimler?
G: İlk zamanlarda Hayko Cepkin gibi isimleri görüyorduk ama yerli korku sinemamızda tıpkı başarılı hikâye yazımı veya iyi oyuncu yönetimi gibi “ötekileştirilen” veya önemsenmeyen bir unsur da müzik kullanımı. Aslında gerilimin de korkunun da gözün yanı sıra işitsel düzeye hitap eden temalara sahip olduğunu bizim sinemacılarımız henüz tam olarak keşfedebilmiş sayılmaz. Neyse ki Alper Mestçi filmlerinin alametifarikası olan başarılı müzik altyapılarında imzası olan Reşit Gözdamla gibi isimlere sayıları az kalmış da olsa hâlâ rastlayabiliyoruz.

Kitapta bazı karekodlar bulmak mümkün. Hatta müzik bölümünde de buna rastlıyoruz. Hoş detaylar bunlar. Sizlerin düşüncesi miydi? Örneğin kitabın bir tür cep kitap olması da yine sizin düşünceniz miydi?
A:
İlk soru evet, ikincisi hayır. Müziklerle ilgili bölümde YouTube kanalımızda derlediğimiz soundtracklerin kolayca ulaşılabilmesi ve bölümde anlatılanlara okuyucunun da eşlik edebilmesi güzel olur diye düşündük. Bu nedenle özellikle orada bir yönlendirme yapmak istedik. Cep boy formatı ise KaraKarga’nın “50 Maddede ….” serisindeki tercihi. Aslında bu serinin ruhunu da çok iyi yansıtıyor çünkü insanlar çantasına atıp, cebine koyup istediği yere kolayca taşıyarak aklına geldikçe birer ikişer bölüm okuyabiliyor.

Korku komedi tarzını nasıl buluyorsunuz? Aslında birbirine oldukça iki zıt kavramın bir araya gelmesi işin rengini epey değiştiriyor. Bunu dünya sinemasında izlediğim son örnekten verebilirim: Kont filmi. (El Conde)
A: Bizde maalesef korku kadar komedinin de hakkı verilmiyor. Korku komediye geçmeden önce, yerli komedi sinemamızın da benzer şekilde layıkıyla bütçe harcanmadan, belli dönemler belli temalarda işlenen yığınla filmle yürüdüğü dikkat çekiyor. Dolayısıyla bu iki tür bir araya geldiğinde tabiri caizse ‘ölüm kokteyli’ haline gelebiliyor… Komediyi bir hayvana tecavüz etmek olarak algılayan ve bunu sinemaya yansıtmaktan çekinmeyenlerin korku komedi çektiği bir ortamda kusma sahnelerinin gereğinden fazla abartıldığı veya başka bir dini inanışla alay etmenin makul sayıldığı korku komedi filmleri görebiliyoruz. Bunların yanı sıra herhangi bir bel altı espri olmayan, türdeşleriyle kıyaslandığında gerçekten nitelikli sayılabilecek “Üç Harflilerin Musallat Olduğu Büyülü Konakta Ruh Çağıran Gençlerin Hazin Hikayesi” gibi yapımlara da rastlıyoruz ama çoğunluğun içinde arada kaynayıp gidiyorlar maalesef.

Kitap öyle kapsamlı ki değinemeden geçtiğim daha pek çok şey var ama onu da okurlar merak etsin, öğrensin istiyorum. (ki zaten epey soru sordum, umarım sizleri yormamışımdır) Vizyona girmeyen korku filmlerinin unutulmaz yönetmenini hiç söylemeyelim  mi o zaman? : )
G: O da okuyanlara sürpriz olsun (Gülüyorlar)

Şu sıralar masanızın üzerinde bekleyen yeni bir sinema kitabı var mı?
G:
Düzenli olarak devam eden Türk Korku Sineması Kronolojisi serisini sürdürüyorum, her hafta vizyona giren yerli korku ve gerilim filmlerini kitap taslağının içine işliyorum ve kitapların arkasındaki 30’u aşkın çizelgede yer alan filmlerde geçen unsurları işaretliyorum ama onun haricinde şimdilik benim başka bir sinema kitabı projem yok.
A: Benim aklımda var ama henüz oturup çalışmaya başlayamadım. Alternatif bir başka türe dair düşünüyorum.

Türkiye’de dijital platformların sinema sektörüne etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Pandemiyle birlikte sinemaya gitmek giderek azaldı. Kimileri için bir nostaljiye dönüştü. Fahiş fiyatlar da cabası. Sizce sinema o eski altın çağını bir daha yaşar mı?
G: Böyle bir çağın yaşanabilmesi için başta dağıtım şirketlerine çok büyük sorumluluk düşüyor. İnanır mısınız biz, kurguda alınan hata kodunun fark edilmediği dolayısıyla da beyazperdeye kocaman yansıdığı şeyler de izledik. Dağıtım firmasına bu konuyu sorduğumuz zaman bize “Filmleri dağıtımcısına göre değil yönetmenine göre tercih edin” cevabını verdiler. Aynı tercihi kendileri yapmaya başladıkları zaman sinemamız adına büyük bir adım atacaklar. Aksi taktirde aynı vahim tablo devam edecektir.

Evli olup da bu kitabı yazmış bir çift olarak aynı tür filmleri sevdiğinizi varsayabilir miyiz? Korku ve gerilim seviyorsunuz, haliyle!  Evde bol tartışmalı sinema geceleri oluyor mu?
A: Aynı türleri seviyoruz ama iyi çekildiği takdirde… (Gülüyorlar) Bol tartışmadan ziyade, gerçekten kötü bir yerli korku filmi izleyip eve döndüysek baş ağrısı oluyor.
G: Bir de ilk izlediğimiz “gerçekten” kötü korku filminden bu yana Alper beni boşamayacağını belirtmişti, aradan geçen bu kadar yıldan ve bu kadar filmden sonra aynı kararlılığını sürdürüyor olmasını takdir ediyorum. (Gülüyorlar)

Son olarak Ajandakolik okurları için söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?
G:
Son dönemde izlediğim yerli korku ve gerilim filmleri arasından “Maske: Nezaketle Tebessüm”, “Karanlık Şehir Hikâyeleri: Kilit”, “Av”, “Cemil Şov” ve “Üç Harfliler: Nazar” filmlerine denk gelirlerse gönül rahatlığıyla izleyebilirler.
A: Ben filmleri dağıtım şirketine göre seçmelerini öneriyorum. Bazılarının dağıttığı filmlerden fersah fersah uzak durmaları Ajandakolik okurlarının göz ve zihin sağlığı için çok iyi olur.

Konuğum olduğunuz için teşekkür ederim.  Yeni filmlerde, yeni kitaplarda görüşmek üzere…
Bizi konuk ettiğiniz için ve bu kadar özenli sorular hazırladığınız için asıl biz teşekkür ederiz. Görüşmek dileğiyle!

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media