
TUĞÇE ÖZDENİZ: “BİR ÜLKEDE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ NE KADAR GELİŞMİŞSE ÇOCUK EDEBİYATI DA O ÖLÇÜDE GELİŞİYOR, ÖZGÜR VE ÖZGÜN OLUYOR”
Bazen okuduğumuz ve çok sevdiğimiz kitapların dilimize kimler tarafından çevrildiğini görmez, atlar ya da umursamayıveririz. Halbuki yabancı dilde yazılmış bir kitabın dilimize kazandırılması da kitabın yazılması kadar meşakkatli ve bir o kadar sorumluluk isteyen bir iş. Çocuk edebiyatında bu defa çevirmenlerin gücünü odağıma alıp Can Çocuk’tan henüz çıkan ve ismiyle dikkatimi çeken “Bu Kitabı Yasaklayın”ı Türk okurla buluşturan çevirmen ve editör Tuğçe Özdeniz ile bir araya geldim. Şimdiye kadar pek çok çocuk kitabı çeviren Özdeniz ile hem kitabın konusu gereği sansür, otosansür, yasak gibi kavramların içine daldık hem de kitap çevirmenliğini konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Sevgili Tuğçe, ilk defa bir kitabın çevirmeniyle o kitap hakkında söyleşi yapıyorum. Bu söyleşinin öyle bir özelliği var, baştan söylemek isterim. Hoş geldin Ajandakolik’e…
Hoş bulduk Nilüfer, teşekkür ederim. Bunu duymak ne güzel, belki yepyeni bir dizinin başlangıcı olur bu söyleşimiz. Çevirdikleri kitapları çevirmenlerinin perspektifinden dinlemek çok hoşuma gitmiştir hep…
“HAYALİMDE HEP İŞİN MUTFAĞINDA KİTAPLARI ÜRETEN TARAFTA OLMAK VARDI”
Şimdiye kadar Can Çocuk’tan birçok kitabı Türkçeye kazandırmışsın. Bunlar arasında Germano Zullo’nun “Küçüğüm”ünden Dominique Demers’in kitapları “Gizemli Kütüphaneci” ve “Acayip Bir Bakan”a, Sally Gardner’in “Tindimler” serisinden Martine Murray’nin “Marsık ve Ben”ine pek çok kitap var. Hep İngilizceden mi çevirdin ve işin çeviri tarafında olmak nasıl bir his, senden dinlemek isterim…
On yılı aşkın süredir bu işlerle haşır neşirim aslında. Başta bir telif hakları ajansında çocuk kitapları üzerine çalışıyor, çeşitli dillerden kitapları Türkiye’den yayıncılarla buluşturuyordum. Kitap fuarlarına, Bologna’ya, Frankfurt’a, Londra’ya gitmeyi, yeni kitaplar keşfetmeyi, bu kitapların Türkçede yayımlanmasına katkıda bulunmayı seviyordum. Bu dönemde bol bol çocuk kitabı okudum, ufak tefek çeviriler de yaptım; çeşitli makaleler, röportajlar, yazılar çevirsem de kitap çevirisine, hele ki edebiyat çevirisine pek cesaret edemiyordum.
Telif hakları alanında çalışırken hayalimde hep işin mutfağında, kitapları üreten tarafta olmak vardı. Derken, 2015 sonbaharında yolum Can Çocuk Yayınları’yla kesişti. Önce Can Çocuk Yayınları için yabancı dillerden kitaplar seçip yayın kurulumuzun dikkatine sunmaya, ardından da o kitapların yayıma hazırlık aşamasında görev almaya -editörlük yapmaya- başladım. 2016 kışıydı, incelediğim kitaplardan birini çok sevmiştim, Avustralyalı yazar Martine Murray’nin ‘’Molly, Pim ve Milyonlarca Yıldız’’ını. Büyülü gerçekçi bir anne-kız hikâyesiydi bu. Annesi kazara ağaca dönüşen Molly, onu geri getirmenin yollarını ararken hayatıyla ilgili daha önce kabul etmekte zorlandığı şeylere yepyeni bir gözle bakıyor, kendi hayatına, ailesine, dostluğa dair keşiflerde bulunuyordu. Çok sevmiştim bu büyüme hikâyesini.
Kitabın Türkçe yayın hakları alındığında cesaretimi toplayıp yayın yönetmenimiz Samiye Öz ve yayın koordinatörümüz İpek Şoran’a bu kitabı çevirmek istediğimi söyledim. Ne şanslıydım ki onlar da beni cesaretlendirdiler. Çeviri maceram işte böyle başladı. Editörlükten çok daha farklı bir deneyimdi benim için. Yeniydi, her yeni şey gibi çok da heyecan vericiydi. Bazen bir cümleye takılıp saatlerce o cümleyi nasıl daha iyi ifade edebileceğimi düşünüyordum, öylece çevirip geçemiyordum, ilk bölümü defalarca okuyup bir türlü ikinci bölüme geçemediğimi artık gülümseyerek hatırlıyorum. Bu yüzden Molly’nin yeri bende ayrıdır, arada kitabı elime alıp sayfaları karıştırdığımda o toyluğu ve heyecanı en baştan hissederim.
Yukarıda söz ettiğin kitaplar da yine başka başka sebeplerle çok sevdiğim, bende özel bir yeri olduğundan çevirisine talip olduğum kitaplar. Bunlardan biri de Germano Zullo ve Albertine’in “Küçüğüm” adlı kitabı. “Küçüğüm”, 2016 yılında (Can Çocuk Yayınları’nı temsilen katıldığım ilk Bologna Kitap Fuarı’nda) Bologna Ragazzi Ödülü’ne değer görülmüştü, alışageldik çocuk kitaplarının aksine siyah beyaz, hayli minimalist çizimleri ve yine minimalist bir metni vardı. Yaşam döngüsü üzerineydi, sade ve dokunaklıydı, görür görmez bayılmıştım. Dönüşte yayın yönetmenimize ve ekibimize tanıttım. Onlar da çok etkilenince yayın haklarını almaya karar verdik. Çevirisini Fransızcadan yaptığım tek kitap bu, aynı zamanda.
Son olarak yine Can Çocuk’tan çok taze çıkan önemli bir çocuk kitabının çevirisini üstlendin: “Bu Kitabı Yasaklayın”. İlk duyduğumuzda büyüklere ait bir ifadenin bir çocuk kitabının başlığında geçmesi kulağa şaşırtıcı geliyor, öyle değil mi?
Evet, şaşırtıcı ve biraz da kışkırtıcı bir başlık. Yalnızca başlığı ve kapağı görüp kitabı çok merak eden, heyecanlanan okurlar oldu… Tabii bu başlığı yalnızca ilgi çekici bir başlangıç gibi düşünebiliriz. Meselesi olan ve bu meseleye çok doğru bir yerden yaklaşan bir kitap, “Bu Kitabı Yasaklayın”.
Kitap, Amy Anne isimli bir kızın okul kütüphanesine gidip en sevdiği kitabın yasaklandığını öğrenmesiyle başlıyor. Üstelik kitabın yasaklanma sebebi de arkadaşının annesinin bu kitabı çocuklar için uygun bulmaması. Devamını senden dinlemek isterim.
Amy Anne, kitap kurdu olarak nitelendirebileceğimiz bir kız çocuğu. Tüm boş zamanlarını okul kütüphanesinde, “kendi özel köşesinde” kitap okuyarak geçiriyor. Tekrar tekrar okuduğu ve çok sevdiği bir kitap var: “Tatlı Bir İhtiyarın Karmakarışık Dosyaları.” Amy Anne, bir gün yine kütüphaneye gidiyor ve bu kitabın okul kütüphanesinde yasaklandığını öğreniyor. Kahramanımız olanları anlamlandırmakta güçlük çekiyor, en sevdiği kitapta ne tür bir kötülük olabileceğini çözemiyor ve çok üzülüyor. Okul kütüphanecisi, sınıf arkadaşlarından birinin annesinin bazı kitapların çocuklara uygun olmadığını öne sürerek okul yönetim kuruluyla görüştüğünü ve bu kitapları kütüphaneden “kaldırttığını” söylüyor ve Amy Anne’i gelip kendisiyle birlikte bir sonraki okul yönetim kurulunda söz alması konusunda teşvik ediyor. Ne var ki Amy Anne içedönük, sessiz, daha ziyade “kafasının içinde yaşayan” bir kız çocuğu ve okul kütüphanecisinin bu planı pek işe yaramıyor. Ertesi gün okul otobüsünde, “yasaklı liste” öğrenciler arasında duyulmaya başlıyor. O güne dek kitaplarla daha az ilgilenen çocuklar bile bu kitapları merak etmeye başlıyorlar. Bir ebeveyn bu kitapları yasaklattığına göre mutlaka eğlenceli, keyifli olmalılar, diye düşünenler var aralarında. Anlayacağınız, yasaklar merakı doğuruyor. Kimde hangi kitap var, kimler hangilerini temin edebilir diye aralarında konuşurlarken Amy Anne’in aklına parlak bir fikir geliyor: Tüm yasaklı kitapları bir şekilde edinecek ve hepsini okuyacak. (Onun kendi küçük protestosu da bu.) Derken bu parlak fikir, çok daha parlak bir fikri beraberinde getiriyor ve Amy Anne ile arkadaşları kendilerini beklenmedik bir mücadelenin içinde buluyorlar.
Böylece çocuklar, yasaklı kitaplar nedeniyle “sansür” gibi yine aslında yetişkinlerin dünyasına ait olan bir kelimeyi öğreniyor; kitapların da yasaklanabileceği gerçeğiyle yüz yüze geliyor. “Bu Kitabı Yasaklayın”, tam anlamıyla bir mücadele kitabı, ne dersin?
Evet, hatta Amy Anne okul müdürüyle yasaklı kitaplar hakkında konuştuğunda kafası karışıyor. Çünkü yetişkinler “sansür” uyguladıkları gerçeğini kabul etmek istemiyor, bu sözcüğü kullanmak yerine daha üstü kapalı ifadelere başvuruyorlar. Bu kitapların çocuklar için uygun olmadıkları gerekçesiyle okul kütüphanesinden “kaldırıldığını” söylüyorlar. Oysa bu karar tek bir velinin oldu bittisine dayanıyor ve kararın demokratik yollarla yeniden değerlendirilmesinin önü kapatılıyor. Elbette bu kitapların artık raflarda olmaması sansürün ta kendisi. Gerçek tüm çıplaklığıyla ortada ve Amy Anne ile arkadaşları bunu bal gibi biliyorlar. Mücadele tam da burada başlıyor işte.
“GENEL AHLAK”A TERS DÜŞEN EN UFAK FİKİR CEZALANDIRILMAK İSTENİYOR
Ne yazık ki ülkemizde hâlâ bunun örneklerini görmek mümkün. Sansür, yasak bize hiç de uzak olmayan kavramlar ve hayatımızın gerçekleri arasında yerini alıyor. Bu kitap sayesinde Türkiye’de geçmişe dönüp hangi kitapların yasaklanmış olduğuna şöyle bir göz atınca aralarında Sait Faik, Rıfat Ilgaz, Sabahattin Ali, Can Yücel, Attila İlhan, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür ve elbette ki Nâzım Hikmet gibi pek çok yazar ve şairin kitaplarının olduğunu öğrendim. Dünden bugüne sansür ve kitap yasakları hakkında neler düşünüyorsun?
Bir editör ve çevirmen olarak sansür, otosansür, ifade özgürlüğü ve yayımlama özgürlüğü, üzerine sıkça düşündüğüm konular. Maalesef kutuplaşmış bir toplumda yaşıyoruz, her kesimden insanın hassasiyetlerini göz önünde bulundurmamız bekleniyor. Bazı şeyleri açıkça konuşup tartışmamız bile mümkün olmuyor, çok fazla tabu konu var. “Genel ahlak”a ters düşen en ufak fikir cezalandırılmak isteniyor. Haliyle tüm bunlar yayıncılıkta hareket alanımızı kısıtlayabiliyor. Çeviri sürecinde sansür uygulamak zorunda kalma ihtimali bütün yayıncıların, editörlerin kâbusudur, asla tercih edeceğiniz bir şey değildir. Bir kitabı en baştan yayımlamamaya karar vererek sansürün önüne geçersiniz belki ama ya otosansürün? Ne yazık ki otosansür yayıncılık deneyimimizde daha belirleyici. Bir editör olarak toplumun bütün kesimlerinin hassasiyetlerinin ve olası yasakların baskısı altında ezilmeden kitap seçebilmeyi istiyorum ama ne yazık ki ifade özgürlüğü konusunda katedecek çok yolumuz var.
Biliyor musun ünlü çizgi roman Tommiks bile çocukların “aklını çeleceği” gerekçesiyle 1961 yılında yasaklanmış bu ülkede. Kitaba geri dönecek olursak çevirirken seni en çok ne etkiledi bu romanda?
Bilmiyordum ama doğruyu söylemek gerekirse hiç şaşırmadım. Çocukların sadece eğlenmek için bir şeyler okumasına hep eleştirel gözle bakılmış ülkemizde. Eğlenceler aklını çelmesin, derslerinden geri kalmasın, “okumak” yalnızca eğitim öğretimle ilişkilendirilsin…
Kitabı okurken ve çevirirken şaşırdığım, etkilendiğim pek çok şey var aslında ama özetle kitabın on yaşındaki başkahramanı Amy Anne’in bu yaşta tek başıma neyi değiştirebilirim ki demeden sevdiği kitabı kurtarmak uğruna başlattığı direnişin büyümesinden, çocukların kendi mücadele yöntemlerini kendi başlarına bulmalarından, nihayetinde kitapları yasaklatan ebeveyni de şeytanlaştırmadan anlamaya çalışmalarından hayli etkilendim.
Çevirirken kitapları sahipleniyor olmalısın. Peki çeviri yaparken en çok dikkat ettiğin hususlar neler?
Bir roman çevirirken zihniniz ister istemez hep o romanla meşgul olmaya başlıyor. Çeviri yapmadığınız zamanlarda da romanın kahramanları aklınızda dönüp durmaya devam ediyor. Bazen bir cümleyi nasıl daha iyi ifade edeceğinize kafa yoruyorsunuz, bazense bir karakterin sesini nasıl oturtacağınıza.
Diyaloglar akıcı ve doğal mı yoksa tekliyor mu, hedef yaş grubunun anlamayacağı, kitaptan kopmalarına sebep olacak ifadeler kullanıyor muyum, başka şekillerde düzenlense daha iyi olur dediğim cümleler var mı, tüm bunlar çeviriye devam ederken kendime sorduğum sorular. İşin aslı çeviri yaptığımdan daha uzun zamanı kendi çevirimi baştan okuyup düzeltmeye ayırıyorum.
Zorlandığın ve bıraktığın çeviriler oluyor mu?
Şimdiye dek yarım bıraktığım bir çeviri olmadı çünkü çevireceğim kitapları seçerken en baştan dikkat etmeye çalışıyorum. Metni mutlaka baştan sona okuyorum, karakterlerin seslerini zihnimde Türkçe canlandırabiliyor muyum diye bakıyorum. Birkaç sayfa da olsa mutlaka deneme çevirisi yapıyorum ve ortaya çıkan Türkçe metni birkaç defa okuyarak içime sinip sinmediğine bakıyorum. Bir çevirinin altından kalkamayacağımı ya da bana uygun olmadığını düşünüyorsam hiç başlamamayı tercih ediyorum.
Peki kitapları sen mi seçiyorsun yoksa yayınevinin yönlendirmesiyle mi oluyor? İşin mutfağını ve sürecini biraz anlatır mısın?
Yabancı dillerden kitap seçimi ekipçe söz sahibi olduğumuz, demokratik bir süreç. Elbette kataloglardan, bültenlerden kitaplar seçip, okuyup yayın kurulumuza sunuyorum ve bu kitapların birçoğunu yayın programımıza alıyoruz ama bu, kitapları tek başıma seçtiğim anlamına gelmiyor.
Yayın yönetmenimizin ilgisini çeken ve onun bizi yönlendirdiği kitaplar da oluyor, diğer editörlerimizin önerdiği kitaplar da. Ve tabii telif hakları ajanslarının önerdiği ve çok beğendiğimiz kitaplar da… Bir kitabı sevdiğimizde neyi sevdiğimizi ayrıntılandırarak anlatmamız, çekincelerimiz varsa bunları dile getirmemiz, yani nihayetinde ekibi ikna etmemiz gerekiyor. Katıldığımız uluslararası kitap fuarlarında yaptığımız görüşmelerde seçtiğimiz kitaplar da çıkıyor, ödüllerin uzun ve kısa listelerini takip ederek bulduğumuz kitaplar da. Fakat çoğunlukla uluslararası yayıncıların, telif hakları ajanslarının paylaştıkları katalogları, bültenlerini takip ederek kitap seçiyoruz ve yayın çizgimize uygun olanları programımıza dahil ediyoruz.
“Bu Kitabı Yasaklayın”, aynı zamanda çocukların seslerini çıkarması, haklarını araması bakımından da önemli ve ilham verici bir roman. Bu tür çocuk kitaplarının Türk yazarlar tarafından da yeterince yazıldığını düşünüyor musun yoksa çocuk edebiyatı, Avrupa’da bu anlamda daha mı özgür bir ruha sahip?
Bir ülkede ifade özgürlüğü ne kadar gelişmişse çocuk edebiyatının da o ölçüde geliştiğini, özgür ve özgün olduğunu gözlemliyorum. Ülkemizin çocuk yazarlarına haksızlık etmek istemiyorum çünkü içinde bulunduğumuz şartlara rağmen son yıllarda konuların çeşitlendiğini, daha cesur temaların öne çıktığını görüyorum. Farklı dillere çevrilip uluslararası ödüllere aday gösterilen yazarlarımız var. On sene önce hayal bile edemeyeceğimiz şeyler bugün mümkün. Yazılı çocuk edebiyatı geleneğimiz Avrupa ya da ABD’deki kadar eskiye dayanmıyor olabilir ama her geçen sene mesafe katettiğimize inanıyorum.
Bir çevirmen olarak senin çevirmenlerin kimler? Kimleri hep okudun, okuyorsun?
Yayımlanan çevirilerini takip ettiğim, üsluplarını, Türkçenin imkânlarını kullanma biçimlerini sevdiğim ve ilham aldığım çevirmenler var elbette ama birini diğerinin önüne koymak istemediğim için isim vermemeyi tercih ederim.
Bir de kitap alırken çevirmenin ismine bakıp alan okurlar da var. (Özellikle yetişkin edebiyatında.) Bunu nasıl değerlendiriyorsun? Aynı kitabı birkaç çevirmen çevirmiş olabiliyor neticede ve farklı yayınevleri basmış oluyor.
Son yıllarda okurlar, çevirmen konusunda bir hayli bilinçlendiler. Bu iyi bir şey tabii. Sosyal medya da okurla çevirmen, okurla editör ve hatta okurla yayınevi arasındaki mesafeyi kısaltmada büyük rol oynadı. Favori çevirmenleri, editörleri, yayınevleri olan, hepsini takip ederek ne okuyacaklarına ve okumayacaklarına karar veren azımsanmayacak kadar fazla okur var artık.
Öte yandan ben bir okur olarak kitap seçeceksem ilk dikkat ettiğim, kitabın çevirmeni olmuyor. Daha ziyade okur zevklerimin uyuştuğu bir editörün seçtiği, özenli bir ekibin yayıma hazırladığına emin olduğum kitaplara yöneliyorum. Bu yüzden bir kitabı karıştırırken önce mutlaka künyesine göz atıyorum.
Masanda okunmayı bekleyen kitaplar hangileri?
Geçtiğimiz ay gerçekleşen Bologna Çocuk Kitapları Fuarı’ndan yeni kitaplarla döndüm. Bir kısmı daha önce yayımladığımız yazarların yeni kitapları, bir kısmıysa ilk defa tanışacağım yazarların kitapları. Bazılarını kendim okuyup inceleyeceğim, bazılarında (kendim okuyamadığım yabancı dillerde) güvendiğim çevirmenlerin desteğine ihtiyaç duyacağım. Şu an masamda “Fil” adlı kitabıyla ülkemizde de çok sevilen Peter Carnavas’ın yeni romanı var. Fazla ayrıntıya girmek istemiyorum, sürprizi kaçmasın. (Gülüyor.)
En severek çevirdiğin kitap hangisiydi, neden?
İkinci soruda anlattığım sebeplerle, “Molly, Pim ve Milyonlarca Yıldız”. Ama son çevirdiğim “Bu Kitabı Yasaklayın”ın ve başkahramanı Amy Anne’in de gönlümde ayrı bir yeri var artık.
İyi ki çocuk kitaplarını çeviriyorum çünkü…
Merak eden, düşünen, sorgulayan, hayal gücünün değerini bilen çocuklar için üretmek çok güzel!
“Bu Kitabı Yasaklayın”ı çocuklara önerirsin çünkü…
Amy Anne’le tanışmalarını çok isterim. Başlangıçta gayet sıradan, içine kapanık, sessiz biri gibi görünen bir karakterin dönüşümüne, hakları için sesini yükseltmesine , –arkadaşlarının da yardımı ve büyüyen dayanışmalarıyla– neleri değiştirebileceğine tanık olmak çok ilham verici. Üstelik Amy Anne yalnızca okulda kitap yasakları ve sansüre karşı mücadele vermekle kalmıyor, en büyük evlat olarak evde de istekleri ve ihtiyaçlarına kulak verilmesi için bir anlamda varoluş mücadelesi veriyor. Umutsuzluğa kapıldığı anlar olsa da pes etmiyor.
Peki son olarak bu kadar çok çocuk kitabı çevirmiş aynı zamanda bir editör de olarak ufukta senin de yazacağın bir kitap, mesela bir çocuk kitabı var mı?
İşin mutfağında olmak, çocuklar için farklı diller ve kültürlerden kitaplar seçmek, bazen o kitapları dilimize kazandırmak, çoğu zaman da yayıma hazırlamak beni mutlu ediyor. Orada bir yerlerde, tıpkı Amy Anne gibi küçük kitap kurtları var. Bazen bir yazarımızın yeni kitabı ya da bir dizinin devam kitabı için sabırsızlanan bir çocuktan hevesle yazılmış bir e-posta alıyoruz ve yaptığım iş için tekrar heyecanlanırken buluyorum kendimi. Şimdilik kitap yazmak gibi bir gayem, bir planım yok ama gelecek ne gösterir hiç bilinmez.
Ajandakolik’te konuğum olduğun için teşekkür ederim. Türkçeye daha nice kitaplar kazandırman dileğiyle…
Ben de bu keyifli sohbet için teşekkür ederim, sevgili Nilüfer. Umarım Ajandakolik’te üretimlerin daha nice yıllar devam eder.