Tan Sağtürk: “Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100’üncü yılında Atatürk’ü oynayacağım”
Kendi deyimiyle “Son zamanların en çarpıcı ‘sahne gösterisi”yle döndü, Tan Sağtürk. Devlet Opera ve Balesi’nin (DOB) 2018’deki en önemli prodüksiyonlarından ‘Troya’da Hector’u canlandıran usta balet, çok yakında da Atatürk olarak karşımıza çıkıyor. Tan Sağtürk bugün Ajandakolik’te.
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
8 Nisan akşamı tüm gözler, Moskova’daki bir buçuk asırlık tarihi Bolşoy Tiyatrosu’ndaydı. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü tenor Murat Karahan, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt ve ünlü balet Tan Sağtürk’ü aynı sahnede buluşturan, Türkiye’deki tüm temsillerinde kapalı gişe oynayan ‘Troya’, bu defa yabancı sanatseverlerin alkışlarıyla yeri göğü inletti. Troya‘nın Hector’u, Türkiye’de bale denince akla gelen ilk isim Tan Sağtürk’ten bir yeni havadis de var: Yine büyük bir prodüksiyonla bu defa Atatürk’ü oynamaya hazırlanıyor.
12 yıl sonra bir Türk Operası ‘Troya’yla sahnelere döndünüz. Projeden biraz bahseder misiniz? Çok yeni Bolşoy’da sahnelendi oyun. Nasıldı tepkiler? Neler hissettiniz?
Troya, uluslararası sanatçımız, Devlet Opera ve Balesi’nin Genel Müdürü Murat Karahan’ın projesi. Recep Ayyılmaz tarafından rejisi, Volkan Ersoy tarafından koreografisi hazırlandı. Bolşoy’da gösteriye davet almış olması sevgili dostum Murat Karahan’ın bağlantıları sayesinde kuruldu. Bolşoy dahil sahnelendiği tüm sahnelerde beğeni topladı. İçinde bulunmaktan çok büyük mutluluk duyuyorum.
Troya’nın büyük savaşçısı, cesur ve efsanevi karakteri Hector’u sahneye taşımak nasıldı?
Evet, bu konuda kendi tasvir ettiğim bir karakteri canlandırmayı arzu ettim. Okuduğum tüm makaleler ve hikayeler ile kendime bir karakter örgüsü yaratmaya çabaladım. Özellikle sinema filmi ve dizisini izlemeden hayalimde oturttuğum kalıbı üzerime giymeye çalıştım. Güçlü bir karakterin ardında yatan duygusal dokuyu oluşturmak bu çalışmanın dokusunu oluşturdu.
Aşil ve Hector’un savaşı, Troya’nın en önemli sahnelerinden biri ve hatta en önemlisi. Savaş sahnesindeki danslara hazırlanmak da pek kolay olmasa gerek…
Savaş objelerinin kullanımı için ekstra çalışma gerekti. Savaş sahnesinde kalkan, mızrak ve kılıç kullanıyoruz. Ve bu enstrümanların ağırlıkları neredeyse orijinallerine yakın. Son derece dikkatli bir koreografik geçiş sağlandı ki dansın bu bölümlerini etkili kıldı.
Muhteşem bir prodüksiyon oldu, ‘Troya’. Tüm ekibin ellerine sağlık. Peki bunca yıl neden yoktunuz?
Türkiye’de mesleğimin yayılması adına yaptığımız yoğun çalışmalar vardı. Kurduğumuz akademiler ülke çapında sahne sanatlarımızın altyapısını oluşturuyor. Tam da istediğimiz noktaya vardığımız bir dönemde böyle güzel bir teklif geldi.
Sizi eskiden televizyonlarda da daha sık görürdük. En son İz TV’de ‘Tan Sağtürk ile Dansın Şehirleri’ programını hatırlıyorum, yanlış mıyım? Program devam ediyor mu?
Özellikle İz TV, sevgili Coşkun Aral ve Vedat Atasoy’un öncülüğünde kurulmuş şahane bir kültür sanat kanalı. Yurt dışına düzenlediğimiz kültür sanat çalışmalarını takip ettiler. Aynı zamanda Anadolu Dansları adı altında derinlikli çalışmaları da birlikte yürüttük. Daha önce çalıştığımız televizyon programlarında kalburüstü bir başarı kalitesine ulaştı işlerimiz. Bugün de olsa yine televizyonlarda çalışmak keyif verebilir muhakkak.
Tan Sağtürk Akademi’yi giderek büyüttünüz. Türkiye’de nerelerde var? Kaç yıl oldu?
Önümüzdeki dönem Tan Sağtürk Akademi’lerin 20’inci yılı olacak ve büyük bir etkinlikle kutlanacak. Yaklaşık 14 bin öğrenci ve 20 binin üzerinde mezunla varlığını sürdüren büyük bir oluşumdan bahsediyoruz. İstanbul’da dokuz okulun dışında Türkiye’nin birçok kentinde okullarımız var. Bu okulları merkezi sistemden yönetiyor ‘franchising sistemi’ kullanmıyoruz. Bunu, çalışmamızın daha iyi anlaşılabilmesi için değinmeye gerek duydum.
Bu arada sizi bu konuda eleştirenler de olmuş. Türkiye’nin diğer yerlerine daha fazla ilgi gösterip İstanbul’daki okulları unuttuğunuzu düşünen insanlar da var.
Neredeyse 7 gün çalışıp tüm okullarıma yetişmeye çalışan biri olarak bu eleştiriye kulak asmıyorum. Özellikle açık ders programları, hoca eğitim programları, sınavlar ve gösterilerde bugüne kadar uğramadığım bir okul ya da ertelenmiş bir randevu söz konusu değil.
Türkiye’de en çok bilinen, tanınan, akla ilk gelen balet sizsiniz. Bir ikincisini pek bilmiyor insanlar. Evet tanınmanızda televizyon geçmişinizin olması da var ama balenin bu kadar sahiplenilmemesinden de kaynaklanıyor olabilir mi bu?
Bilinmesi, duyurulması gereken değerli sanatçı dostlarım var. Ancak Türkiye’de bu konuda bir sorun olduğunu düşünüyorum. Hep bir kişiyi tanıyor, biliyor insanlar, ikincisini ya da devamını görmüyorlar. Bir tarihçiyi, bir piyanisti, bir bale sanatçısını bilmek yeterli geliyor insanlara demek ki…
Geçtiğimiz haftalarda İstanbul Devlet Opera ve Balesi Baş Balerini İlke Kodal, Ajandakolik’e konuktu. Ona sorduğum soruyu size de sormak isterim. Bale için neleri feda ettiniz, nelerden feragat ettiniz?
Sanat hayatımın konservatuvar bale bölümünü de sayarsak, önümüzdeki yıl sanat hayatımın 40’ıncı yılı. Yani 40 yıldır içinde olduğum, disiplini ile tanınan bir mesleği yürütmeye çalışıyorum. Her gün onunla yaşıyorum. Belki bazı özgürlükler bu yüzden elimizden uçtu gitti. Ama mesleğini severek yapan bizler için bu tür eksiklikler çok önemli olmasa gerek.
Balenin ömrünün çağın gelişimiyle doğru orantılı olduğunu da söylemişti, İlke. Balenin ömrü artık daha mı uzun?
Ben de söylediklerine katılıyorum. Özellikle hareket çalışmalarındaki sakatlıkların daha hızlı düzelebilmesi için tıptaki gelişmeler bizi doğrudan ilgilendiriyor. Daha bilinçli, analitik çalışmalar ile meslek ömrü giderek uzayabiliyor.
Bu arada Doğan Egmont’tan çıkan Don Kişot, Fındık Kıran, Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel gibi çocuk kitaplarınız da var. Çizimleri Zeynep Özatalay yapmış. Baleyi tanıtmak ve bale sevgisini kazandırmak için çok önemli kitaplar bunlar.
Beni son derece mutlu eden çalışmalar oldu bu kitaplar. En bilinen eserlerimizden Tchaikovsky’nin unutulmaz eseri ‘Kuğu Gölü’nün hikayesinin detaylarının bile genel kitle tarafından detaylıca bilinmediğini fark edince bu kitapları oluşturma fikri doğdu. Muazzam bir ekiple çalışınca ortaya baş eser diyebileceğimiz nitelikte çalışmalar çıktı.
Balenin dışında başka hangi dansa eğiliminiz vardı ya da var?
Sadece bale… Öyle yetiştirildim. Ancak sonrasında Antonio Gades ile Lorca’nın ‘Kanlı Düğün’ününü yaptık ki flamenkonun keyfine de diyecek yoktu. Jiří Kylián eserleri neo klasik çalışmalar sundu bize. Böylesine onlarca koreograf sayabilirim size. Ancak dönüş hep klasik bale üzerine oldu.
Çocuklarınızın baleye ilgisi ne durumda? Babalarının mesleğini yapsınlar gibi bir düşünceniz oldu mu – oluyor mu hiç?
Kolay sürdürülebilen bir meslek değil, bale. Evet, kurs programında bu eğitimden geçmelerini arzu ederim ki derslere giriyorlar. Profesyonel olarak devam etmeleri konusunda benim bir ısrarım olamaz. Her birey kendi mesleğini seçmekte özgür olabilmeli. Biz sadece doğru rehberlik yapmaya çalışmalıyız.
Önümüzdeki günlerde yeni projeler var mı?
19 Mayıs Atatürk’ün Samsun’a çıkışının 100’üncü yılı. Dolayısıyla Kültür Bakanlığı Devlet Opera ve Balesi, Devlet Korosu ve Devlet Halk Dansları Topluluğu ile 450 kişilik 1100 kostümün yapıldığı dev bir prodüksiyon hazırlığında. Bu projede Atatürk’ü canlandırıyorum. Müthiş bir heyecan yaşıyorum.
Intagram’da Atatürk fotoğraflarınızı gördüm. Merakla bekliyorum açıkçası. Peki klasik sorulardan size de sorayım. Ajanda tutuyor musunuz ?
Ece Ajandası hep çantamda. Kalem ve kağıdı her zaman sevdim. İçinde bir ajandada yazılabilecek her şey var sanırım. Asla düzenli değil, son derece karmaşık. Aradığımı bulmakta zorluk çekmediğim sürece öyle kalacak.
En son hangi etkinliğe gittiniz?
Sevgili Volkan Ersoy ve Armağan Davran’ın koregrafisini üstlendiği ‘Üç Silahşörler’i İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde Zorlu PSM’de seyrettim.
Bu aralar hayatla ilgili yeni ya da yeniden öğrendiğiniz bir şey var mı?
“Yine de insanlara güvenmeyi bırakma” diyeyim.
Merak ediyorum da siz balet olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
Baleye çok ufak yaşlarda tanıştığım için henüz başlamadan önce anneme ‘çocuk bahçesi bekçiliği’ yapmak istediğimi söylermişim. Tüm hatırladığım bu.