Advertisement Advertisement

Mine Söğüt: “Erkeklerden bir şey istemek yerine isyan etmekten yanayım”

Bu söyleşiyi hazırlarken henüz kitap elime geçmemiş, lansman davetine de gidememiştim. Bundan birkaç gün önce sayfaları karıştırabildim ancak. Mine Söğüt’ün son kitabı “Alayına İsyan”, yazdığı köşeyazılarında altı çizilebilecek denli güçlü ifadeleri bir araya getiren, kendi deyimiyle bir tür aforizmalar kitabı. Türk Edebiyatı’nın güçlü seslerinden Söğüt ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü haftası kapsamında masaya bi’ dolu şey koyduk. Sanatta “kadın” olmaktan Dünya’nın yaşadığı bu felaket çağına, yeni yayınevinden oyun yazarlığına bi’ dolu şeyi… İyi okumalar!

Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu

Şöyle diyor, “Alayına İsyan”ın en başında Mine Söğüt: “2013 baharında, Cuhuriyet gazetesine yazı yazmaya başladıktan birkaç hafta sonra Gezi süreci başladı. O güne kadar zaten aklım hep isyandaydı, sonrasında da hep “olmaz”larda, “hayır”larda kaldı.”  

İşte o isyan, o olmaz’lar ve hayır’lar, Söğüt’ün kaleminde başka bir dünya ve başka bir insan mümkün olabilsin diye yeni cümleler doğurdu. Cinselliğe, savaşa, ahlaka, kadına, hayvana, sokağa, isyana dair sorgulatan, aykırı düşünceleri dile getirdi. “Alayına İsyan”, sen fark et diye, düşün diye, tahayyül et diye, isyan et diye sesini çıkarıyor. Alayına İsyan işte… Mine Söğüt Ajandakolik’e konuşuyor… 

Son kitabınız “Alayına İsyan” geçen hafta çıktı. Hem ismi hem de kırmızı siyah kapağıyla bir hayli ilgi çekici. Bu bir roman değil, yazılarınız var sanırım. 

Yazılar değil aslında, köşe yazılarından alıntılar var. Zamanında belli bir mesele üzerine yazılmış ve tamamı sanal ortamda mevcut gündelik metinlerin bir kitapta toplanıp tekrar basılması hem yazar hem de okur olarak bana çekici hatta gerekli gelmiyor. O yüzden bugüne kadar köşeyazılarından bir kitap yapmayı hiç düşünmedim. Ancak o yazıların özünde, devamlı tekrarladığım ve içinde farklı itirazlar, farklı bakış açıları bulunan, temel fikirleri özetleyen sorgulayıcı ve hatta itham edici özel cümleleri seçip bir araya getirdim. Ortaya bir çeşit aforizmalar kitabı çıktı. Savaş, barış, tüketim, kadın, ahlak, adalet gibi meseleler üzerine söylenmiş özet cümlelerden yola çıkarak farklı bir dünya hayal etmenin yollarını araştıran bir kitap, “Alayına İsyan”.

“20 YILLIK YKY MACERASINDAN SONRA 20 YIL DA CAN’LA GEÇERSE EN AZ YAYINEVİ DEĞİŞTİREN YAZARLARDAN OLABİLİRİM”

Uzun zamandır kitaplarınız Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyordu. “Gergedan Büyük Küfür Kitabı” da çok yeni raflarda yerini almıştı hatta. Neden Can Yayınları’na transfer oldunuz? Bunu pek çok kişi merak ediyor açıkçası… 

Yirmi yıldır yani yazmaya başladığımdan beri Yapı Kredi ile çalışıyorum. Böyle köklü ve içeriği güçlü bir yayınevinin yazarı olarak edebiyata atılmak ve uzun yıllar beraber devam etmek benim için çok kıymetliydi. Hatta iki yıl daha romanlarım ve hikayelerim orada basılmaya devam edecek. Yani tam olarak bağlarımız kopmuş değil. Hâlâ bir yanımla Yapı Kredi yazarıyım. Ama bu ve bundan sonraki kitaplar artık Can Yayınları’nda olacak. Benim için hem geçmişiyle hem de bugünkü dinamikliğiyle Can da çok değerli bir yayınevi. 20 yıllık bir YKY macerasından sonra bir yirmi yıl da Can’la geçerse edebiyat tarihine en az yayınevi değiştiren yazarlardan biri olarak kaydedilebilirim sanırım.

“ŞEHİR TİYATROLARI’NIN KURDUĞU BU DİLİ HER AÇIDAN DESTEKLEMEK ÖNEMLİ” 

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda bu sezon 12 oyunun 6’sında kadın yazarların kalemi var. Bunlardan biri de sizin oyununuz “Beşamelli Tavuk”. Ve bu bir “ilk oyun” aynı zamanda. Neler düşünüyorsunuz? Siz de Şehir Taiyatroları tarihinde yaşanan bu ‘ilk’in bir parçası oldunuz.

Tiyatro, hep ilgilendiğim, içinde olduğum bir sanat alanı. Bir oyun yazmak yıllardır hayalimdeydi. Mehmet Ergen’le gençlik yıllarımızdan beri arkadaşız. O beni hep bu konuda cesaretlendirirdi. Daha önce “Deli Kadın Hikayeleri” kitabındaki “Sinekler Sevişirken” adlı hikayeden küçük bir oyun yazmış ve sahneye koymuştum. Ondan sonra Mehmet’in teşvikiyle yazdığım ilk oyun “Beşamelli Tavuk”. Bu oyunun Şehir Tiyatroları’nın kendisini her açıdan yenilediği özel bir dönemde repertuara alınmış olması heyecan verici.

Mine Söğüt, geçtiğimiz hafta düzenlenen İstanbul Şehir Tiyatroları basın toplantısında diğer kadın yazar ve yönetmenlerle.

Biraz “Beşamelli Tavuk”tan bahsedelim. Bir aile ve bir akşam yemeği mevzu bahis…

Evet oyun bir evin içine, mutfakta, aile arasında geçiyor. Bu ülkenin, bugünlerine ait hesaplaşmaların, tartışmaların olduğu bir metin. Bir yüzleşme hikayesi. Hem aile içi değerlerin hem de evrensel değerlerin sorgulandığı, hafif gerilimli ama aynı zamanda eğlenceli ve ironik bir atmosferi var.

Siz tanınan ve çok sevilen bir yazarsınız. Köşe yazılarınız da çok beğenilerek okunuyor. Oyun yazma fikri sizden mi çıktı yoksa sipariş olarak mı geldi, onu merak ediyorum.

Fikir, epeydir vardı. Hatta bambaşka bir oyunu yazmaya başlamıştım bile. Bu oyunun başına da, yeni repertuarda kadın yazarlara ağırlık vermeyi planlayan Mehmet Ergen’in teşvikiyle oturdum ve “Beşamelli Tavuk” diğer oyundan önce ortaya çıktı. Şu anda da diğerini yazmaya devam ediyorum.

Hem tiyatroda hem de edebiyatta kadın yazarların yeterince var olduğunu ve seslerini duyurabildiklerini düşünüyor musunuz?

Aslında ben kendi adıma öncelikli olarak cinsel kimliği vurgulanan bir yazar, hatta insan olmayı tercih etmem. Ama ülkenin şu olağanüstü koşullarında, kadına yönelik yargıların ve yaptırımların sorgulanması gereken, toplumsal cinsiyet tanımlarının sorunlu olduğu bir dönemde, böyle bir girişimin önemli bir sosyopolitik değer taşıdığını da inkar etmemek gerekiyor. O yüzden Şehir Tiyatroları’nın kurduğu bu dili her açıdan desteklemek önemli.

“TÜM ALANLARDA BASKICI İKTİDARLARI ERİL ZİHNİYET TEMSİL EDİYOR” 

Sizce sanatta da bu kadar eril bir zihniyetin hakimiyeti nereden kaynaklanıyor?

İktidar algısının bozuk yapısından. Tüm alanlarda baskıcı iktidarları eril zihniyet temsil ediyor. Sanatın da bundan payını almaması imkansız. Ama buna itirazın en güçlü ve etkili olarak kendisini ifade edebileceği alan da yine sanat.

Şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ve çok yakında başlayacak olan “Yeni Yazarlar Aranıyor” projesi var. Bir “ilk” oyun yazarı olarak yazmaya hevesli yazar adaylarına siz neler dersiniz? 

Yaratıcılık konusunda önerileri çok kişisel bulduğum için faydasız diye nitelendiririm. Ama genel ölçüm insanın kendi yeteneğini objektif değerlendirebilme sağduyusudur. Her yaratıcılıkta bir altın oran hedefi vardır. O oranı sanatçılar farklı yollar deneyerek tuttururlar ve ancak kendi özgün dillerini oluşturabildiklerinde yetkinleşmiş sayılırlar. O yüzden eğer kuramsal bir eğitmen değilseniz, bir sanatçı olarak başka sanatçıya öneride bulunamazsınız.

Size ilham verenler neler?

Beni yazmaya iten öncelikle insanlığın çıkmazları, paradoksları ve kötücül tercihleri. Bunlara ilham denebilir mi emin değilim. Öfkeden ve itirazdan, sorgulamalardan ve hatta yargılamalardan tetiklenerek, insanın korkunç gerçeklerinden beslenerek yazıyorum.

İstanbul’da yaşamamak, ara sıra şehir hayatı solumak size neler kattı?

Bodrum’da yaşamak, aldığım nefes, bastığım toprak, duyduğum sesler açısından bana muhakkak farklı duygular yaşatıyor ama neticede orada ya da burada olmak nasıl bir ülkede, nasıl bir siyasi iklimde yaşadığımı fark etmem açısından değişik bir etki yapmıyor.

Nasıl kaçabiliriz sizce buralardan, öneriniz var mı?

Tercihlerinizi ve önceliklerinizi değiştirerek…

Bir yazı masanız var mı yoksa her yerde yazarım diye yazarlardan mısınız?

Bir yazı masam var ama çok az otururum başına. Genelde seyyar çalışırım. Her yerde ve her koşulda yazabilme rahatlığına sahibim. Elimin altında bir bilgisayar olması kafi.

Yazarken fonda bir şey çalar mı?

Bazen… Sakin şeyler.

Rastayla geçen kaçıncı yıl? Artık sizinle bütünleşti ama hiç sıkılmadınız mı?

Dokuz yıldır saçlarım dreadlock. Hiç sıkılmadım.

2020 salgınlarla, depremlerle, bi’ dolu felaketle geçiyor. Filmlerde izlediklerimizi yaşıyor gibiyiz. Mutlu olduğumuz anlarda bile başkalarının hayatlarını düşünüp mutluluğumuza pişman olmaya bile başladık. Nasıl  bakıyorsunuz dünyaya, düzene?

Anca son zamanların somut felaketleriyle anladığımız gerçeği, aklımızı çalıştırarak anladığımız gün başka bir dünya mümkün.

Peki Dünya’dan bir kaçış planınız olsaydı bu nasıl olurdu?

Kendimi öldürerek. Ama bir kaçış planım yok. Zaten sonsuzluk için taş çatlasa 90 yıl civarı yaşayacağım bir hayattan kaçmayı değil onu her haliyle sonuna kadar görmeyi ve anlamaya çalışmayı tercih isterim. Nasılsa sonunda ölüm var. Gerçi anladıklarım öldükten sonra ne işime yarar, o da ayrı bir paradoks…

“8 Mart Dünya Kadınlar Günü” haftasında kadınlar ara umut verici cümleleriniz var mı? “Alayına İsyan” sanki tüm erkeklere söylenmeli gibi bir yandan da…

Erkeklerden önce kadınların söyleyeceklerini kendilerine söylemeleri gerekiyor. Kadınlar kendi alışkanlıklarına, kendi katlandıkları hayata, benimsedikleri ahlaka isyan ettiklerinde zaten eril erki kökünden sarsacaklar. Bu güce fazlasıyla sahipler. Erkeklerden ya da başkalarından bir şey istemek yerine doğrudan eyleme geçmek ve isyan etmekten yanayım.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media