Advertisement Advertisement

Aslı Alpar: “Sıkılmayı şımarıkça buluyorum. Yapılacak çok şey var ve hayat kısa”


Bu defa Aslı Alpar’ın çizgilerinin peşine düştüm. Her gün sosyal medyada “Acaba bugün ne çizmiş?” diye açıp bakıyorum, çünkü belki de en cesur, en üretken ve toplumsal sorunları en çok dile getiren çizerlerin başında geliyor. Savunduğu şey net: İnsana, hayvana, yeryüzüne özgürlük! Çok kedili bir kadın, sıkı bir aktivist olan Aslı Alpar ile kendimizi karantinaya aldığımız şu günlerde söyleştik.

 

Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu

Onun karikatürlerinde “kendilerine ait bir hayat”ı olan kadınlar da var, bugünlerde evde kalamayan, çalışmak zorunda kalan işçiler de… Onun çizgi hikâyelerinde tam 92 gündür kayıp olan Gülistan Doku da var, adalarda çöpten beslenen atlar da… Ama tüm bunları resmederken barıştan, bahardan, gelecek güzel günlerden, yaşama umudunda da söz ediyor her seferinde! Sevgili Aslı Alpar bugün Ajandakolik’te konuğum oldu. Evde sıkılıp duranlara da bir çift lafı var:
“Ayol evde sıkılınılır mı? Mükemmel bir fırsat orta ve üst sınıf için… Sıkılmayı genelde de şımarıkça bulan birisiyim, yapılacak çok şey var ve hayat kısa.”

Korona günlerinde bir çizerin hayatı nasıl gidiyor? Sen de ekmek yapmaya başladın mı çizgilerin yanında?

Korona günlerine çok hazırlıksız yakalandım. 9 Kasım’da çok yakın bir arkadaşımı, insan ve hayvan hakları aktivisti yoldaşım Burak Özgüner’i kaybettim. Ondan beri de çizgiyle de diğer işlerle de aram pek iyi değil. Korona salgını da tuz biber oldu. Ancak iktidarın korona politikaları nedeniyle yaşanan sorunları çizmeden de olmuyor. Çizmek halen iyi geliyor. Ekmek yapmaksa bu aralar daha iyi.

Seni bilen çizgilerini görünce de “Ah bu Aslı Alpar’ın karikatürü” diyebiliyor. Bu “çizgisel kimlik” sahibi olmak için ne kadar zaman geçtin sence aradan? Ne kadar sürdü kendi tarzını bulman?  Kimlerden ilham aldın mesela?

Teşekkür ederim öncelikle çünkü bu söylediğin bir çizer için çok önemli, Nilüfer. Eğer öyle ise ne mutlu bana. 2006’dan beri düzenli çiziyorum, düzenli çalışmanın etkisidir ama ne kadar bir zamanda bu hale geldi hatırlamıyorum ve daha nasıl değişir onu da bilemeyeceğim.

Çizgiye başladığımda Türkiye’den Behiç Ak, Tan Oral, Piyale Madra, Kamil Masaracı ve Semih Balcıoğlu, dünyadan Sempe’nin çizgilerini örnek aldığımı hatırlıyorum. Halen de onların çizgisinden ilham alıyorum, öğreniyorum.

“MARKSİZMLE TANIŞTIĞIM YILLARDA ÇİZMEYE BAŞLADIM” 

“Pıtıcık” serisinin çizeri Sempe! Ne çok severim ben de! Senin çizgilerin, hikâyelerin hep çok sesli. Hep anlatmak istediği bir mücadele, hep eleştirisi var hayata, düzene karşı. LGBT’den kadın haklarına, mültecilerden küresel ısınmaya toplumsal olaylar, merkezinde. Baştan beri böyle miydi bu yoksa sesini ararken böyle olmayı mı tercih ettin? Sözün özü, hayatı karikatürize ederken politize mi oldun?

Çizmeye Marksizmle tanıştığım yıllarda başladığım için toplumsal konulara espri üretmeye çalıştım hep. Benim için başlarda işlevsel bir şeydi karikatür çoğu zaman, derdimi anlatabileceğim, sloganı parlatabileceğim bir araçtı.

Karikatür de mizahını ezilenin tarafından yükselttiğinden ve ezilen dediğimizde aslında çok geniş bir yelpazeden bahsettiğimizden dolayı sanırım zaman içerisinde ben de farklı alanlarda karikatür çizmeye başladım.

Yani…

Hayvanların, işçilerin, transların, kadınların yanından çiziyorum diyelim. Onların tarafından, onların mizahını bulup çıkarmaya çalışıyorum.


“BENİM İŞLERİM DE YAZISI İLE DERDİNİ ANLATAN, TÜKETİMLİK BİR ÇİZGİ” 

Türkiye’de karikatürün değeri yeterince anlaşılıyor mu sence? Anlaşılabilmesi için yeterince vakit harcanıyor mu?

Türkiye’de karikatür çok tek tip. Balonlu, bol yazılı. 1950’lerin karikatür geleneği, “yazısız çizgi” unutuldu hemen hemen. Bu tarz işler, soyutlama beceresinin çok somut bir örneğiydi ama terk edildi. Nedenini iyi düşünmek gerekir sanıyorum.

Günümüzün çizgisi ise anlaşılan, sevilen, sahiplenilen bir tür. Benim işlerim de genellikle bu tarza sahip, soyutlamanın daha az olduğu, yazısı ile derdini anlatan, tüketimlik bir çizgi. Sanırım günümüz insanı modern yaşamın koşturmacasında hızlıca bakıp, gülüp geçeceği işleri daha çok seviyor.

Geçtiğimiz günlerde Asterix’in yaratıcısı Uderzo’yu kaybettik. Asteriks okumayı sever miydin? Benim için Tenten ve Asteriks çocukluğumun çizgiromanlarıdır. Seninkiler hangileriydi?

Asteriks ve Tenten okuduğumu hatırlayamadım ama Avanak Avni’nin çok sıkı hayranıydım. Sonra Sıdıka, Güngörmüşler vardı elimizde, onları severdim. Gazetelerde bant karikatürler olurdu günlük, onları beklerdim her gün heyecanla.

Bu yıl 8 Mart’ta en sevdiğin slogan hangisiydi?

Arkadaşım Damla Umut’un bulduğu, bir şarkıyı bozarak yaptığı bir slogan: “Alnımın yazısı, ömrümün yarısı, cinsiyet belası, yıkmaya geldim.” Çok eğleniyorum şarkılı halde söylüyorum.


Mart ayında Ramize Erer ile Ankara’da Çankaya Belediyesi’nin etkinliklerinde karikatür ve toplumsal cinsiyet üzerine konuştunuz bir seminer gerçekleştirdiniz. Nasıl geçti? Sadece kadınlar mı vardı? 

Karma bir gruptu. Ramize Erer kendi çizgi tarihinden bahsetti ve karikatüre yaklaşımını anlattı ben de toplumsal cinsiyet eşitliği ve çeşitliliğinin karikatüre yansıması üzerine konuştum. Hayranı olduğum, çizgiye başlarken ilham aldığım bir çizerle aynı masada buluşmak gibisi yok.

“EV İŞİ KADININ SORUMLULUĞU DEĞİL Kİ PARTNERİ ONA YARDIM ETSİN” 

Koronavirüs nedeniyle evde kalan erkeklerin de ev işlerine yardımcı olması gerektiği üzerine söylemler var, dernek açıklamaları, videolar, reklamlar vesaire… Toplumsal cinsiyetçiliğin kol gezdiği bir dünyada koronavirüs, bu konuda bir tutam yardımcı olur mu hayata, kadına?

Gerçekten artık kimse kadınlara yardımcı olmasın istiyorum, herkes sorumluluğunu yerine getirsin yeter. Ev işi kadının sorumluluğu değil ki partneri ona yardım etsin. Birlikte yapacaklar, ev işlerinde eşit iş bölümü olmalı.

Koronavirüs nedeniyle karantina uygulanan ülkelerde kadına yönelik erkek şiddetinin arttığı yönünde bilgiler var ne yazık ki. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği krizinin üzerine bir de koronavirüs gibi yeni ve neler getireceği bilinmezlerle dolu bir kriz eklendiğinde muhtemelen sadece eşitsizliği derinleştirecek.

“EVDE KALMAK MÜKEMMEL BİR FIRSAT ORTA VE ÜST SINIF İÇİN” 

Evde sıkılıyorum diyenler hakkında ne düşünüyorsun? Kendi kendiyle vakit geçirmeyen bir toplum muyuz, neyiz?

Ayol evde sıkılınılır mı? (Gülüyor.) Evde kalabilen ve ciddi ekonomik kaygısı olmayan şanslı insanlar kendilerine dönüp dinlensin, kitap okusun, yazsın, çizsin, bir hayvan beslesin. Mükemmel bir fırsat orta ve üst sınıf için… Sıkılmayı genelde de şımarıkça bulan birisiyim, yapılacak çok şey var ve hayat kısa.

Sosyal medyada çok vakit geçiriyor musun? Hele ki bu dönemde iyice içine düştük sanki! Ya haber izliyoruz ya Twitter’a bakıyoruz. Salgın ile günlük ortalama haber dozumuz 30 dakikayı geçmemeliymiş, uzmanlar öyle diyor. Senin durumun nasıl? Kendine sınırlar koydun mu?

Çok vakit geçiriyorum. İşim gereği de sosyal medya takibi yapıyorum, şikâyetçi değilim, tam bu çağın insanıyım bence. Çok seviyorum yeni sosyal araçları. Önemli olan geçirdiğin vakti de üretici bir faaliyete dönüştürebilmek diye düşünüyorum. Basit bir örnek ama keyifli; takip ettiğim arkadaşlarımın özellikle instagram paylaşımları oturup çizmelik…

Çizmekten asla yorulmadığın, hep konusunu edeceğim dediklerin neler var?

Çizmekten hiç yorulmuyorum. Aklımda iki hikâye var; zihnen çok yoruyor o iki hikâye, çizemiyorum. Fikir oluştuktan ve yeterli cesareti topladıktan sonra çizmek, kâğıda aktarmak en güzel an.

Çizim masanı hayal edelim. O masada neler var?

Çizim masam yok. Çok kedili, hayvanlı bir evde yaşıyorum. Genelde salonda yemek masasında 3-4 kedi varken çiziyorum. Bazen yatakta, bazen koltukta. Bazen bahçede…

Araştırmalı bir konuya dair çiziyorsam ilham aldığım kitaplar mutlaka oluyor, notlarım, eskiz defteri…

Çizerlerde de yazar disiplini oluyor mu, merak ediyorum. Her gün masanın başına bir şeyler çizer misin?

Evet, her gün mutlaka çiziyorum. Alışkanlık gibi bir şey, “Haydi şimdi çizeyim” demiyorum da kendiliğinden… Keyif de alıyorum, başka bir çeşit dinginlik sağlıyor bana.

Bir yandan atölye çalışmaların da vardı. Şimdi salgın nedeniyle ara verdin sanırım. Orada neler yapıyordun?

Online devam etmeye çalışacağız, zor biraz ama deneyeceğiz. Bugüne dek farklı şehirlerde çok fazla insanla queer* karikatür atölyesi için bir araya geldik. İnanılmaz öğretici oluyor her atölye benim için. Ayrıca her şehirde çizmeye başlayan sık sık görüştüğüm arkadaşlarım var, birbirimizi cesaretlendiriyoruz.

Atölyelerde önce mizahı konuşuyoruz sonra toplumsal cinsiyet ve queer politikanın karikatür ile ilişkisini… Ardından hızlandırılmış temel karikatür çizimi eğitimi veeee karikatür çiziyoruz. Hiçbir şey çizemem diyen kişilerin neler neler ürettiğini bir görseniz.

Ya, ben o hiçbir şey çizemem diyenlerdenim! Peki, sana da Ajandakolik’in sorusunu sorayım. Ajandan ya da not defterin var mı? 

Dağınık çalışan biriyim. Aynı dönemde üç dört not-eskiz defterim oluyor ayrıca bilgisayarda online tuttuğum notlar. Eskiz defterine not alıyorum, not defterine eskiz yapıyorum.

Kitaplardan alıntılar, işle ilgili notlar, tarihler, hayvanlara dair bilgiler, anlık yazılar, fikirler, günlük politik gelişmelerden hatırlatıcı notlar…

Sence bahar gelir, salgın biter, barış olur ve bizler insan olarak iyileşir miyiz?

Bahar da gelir yaz da kış da güz de… Barış için çok yolumuz var. Ama bir şekilde gelecek gibi görünüyor. İnsanlarla ya da insansız.  Barış olsun da ben ikisine de evet derim. Teşekkür ederim.

**

*queer: heteroseksüel olmayan (bknz. homoseksüel olması şart değil) ve azınlıkta kalan cinsiyet ve cinsel yönelimlerin hepsini içine alan bir şemsiye terimdir. (Kaynak Vikipedi)

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media