
OLAF KOENS: “ÇOCUKKEN AYDIN’I GÖRMEK BENİM HAYALİMDİ. BU KİTAPLA BUNU GERÇEKLEŞTİRDİM”
Geçtiğimiz günlerde çocuklarla ve ülkemizi ziyaret eden beyaz balina Aydın’ı hatırlayan tüm dostlarla buluşan “Aydın: Bir Beyaz Balinanın Gerçek Hikâyesi” kitabının yazarı Olaf Koens’e soracağım çok soru vardı. Önce çocukluğumun bu tatlı kahramanını biraz daha iyi anımsamak için Google’a başvurdum sonra da Aydın’ı şimdiye kadar hiçbir Türk yazarın kaleme almamasına hayıflandım. O yüzden ilk sorum Olaf’a tam olarak bununla ilgiliydi.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
Benim gibi 90’lı yıllarda çocuk olanlardansanız, beyaz balina Aydın’ın Türkiye sularını ziyaretini de hatırlarsınız. Tüm televizyonlar, gazeteler, uzun bir süre Aydın’ın Karadeniz’de bir sahil kasabasına gelişini ve hikayesini manşetlerine taşımıştı. Ben de bu gerçek hikayeden çok etkilenmiş ve çocuk kalbimde Aydın’la tanışabilmenin ve uzak denizlerde birlikte yüzebilmenin hayallerini kurmuştum. Meğer yalnız değilmişim. Üstelik yalnızca bu ülkede değil. Okyanuslar ötesinde benimle aynı duyguları paylaşan biri daha varmış: Olaf Koens. Hollandalı meslektaşım, bu hayalini bir çocuk kitabına dönüştürerek hem kendine hem de tüm dünya çocuklarına unutulmaz bir hediye vermiş. İyi ki de vermiş. Aydın şimdi yalnızca hatıralarla değil bir kitapla ölümsüz oldu.
“Aydın – Bir Beyaz Balinanın Gerçek Öyküsü” sayesinde ben de 11 yaşıma geri döndüm ve Aydın’ı haberlerde izlediğim ilk anı hatırlayıp hem mutlu oldum hem hüzünlendim. Hollandalı bir gazeteci yazar olarak Aydın’ı yazma fikri nereden geldi? Açıkçası bugüne kadar bunun bir Türk yazarın aklına gelmemesi epey şaşırtıcı!
Beş yılı aşkın süredir İstanbul’da yaşıyorum. Türkiye’de o kadar çok hikâye var ki!.. Birkaç yıl önce bir gazeteci olarak, Orta Doğu ülkelerindeki insanlarla hayvanlar arasındaki ilişkiler hakkında bir kitap kaleme aldım. Bu kitabımda Irak, Suriye, Filistin ve tabii Türkiye’den hikâyeler vardı. Aydın’ın hikâyesini işte o zaman yeniden keşfettim. Yeniden keşfettim diyorum, çünkü onu çocukluğumdan hatırlıyordum!
Kitapta Wadden Denizi’nde o küçük adada yaşayan, deniz canlılarına, özellikle balinalara büyük ilgi duyan sekiz yaşındaki çocuk, Olaf sen misin? Eğer sensen Aydın’la sen de ilk olarak bizim gibi haberlerde tanışmış olmalısın. Yoksa hikayen tamamen bir kurguya mı dayalı?
Hayır, birçoğu kurmaca değil. Çocukken deniz kenarında yaşıyordum, okyanuslarda ve denizlerde yaşayan balinalara ve diğer büyük canlılara müthiş ilgi duyuyordum. Babamla sahil boyunca yaptığımız uzun yürüyüşleri çok net hatırlıyorum. Balinalar, köpekbalıkları ve beyaz balinaların resimlerini biriktirir, onlar hakkında her şeyi öğrenmek isterdim. Diğer çocukların çoğu atları, köpekleri ya da kedileri severdi, bense deniz hayvanlarını. Ve Aydın’ı televizyonda, haberlerde gördüğüm anı çok iyi hatırlıyorum. Biliyorsunuz, televizyon o zamanlar özel bir şeydi, okulda bir haber programı izlemiştik, Aydın’ı görmenin sevinci öyle gerçekti ki… Şöyle düşündüğümü hatırlıyorum, Aydın Gerze’ye gelebiliyorsa eğer, Wadden Denizi kenarındaki köyümüze de gelebilir…
Kendi dünyasında hayal ve gerçek arasında gidip gelen o küçük çocuğun Aydın ile ilk karşılaşmasında duyduğu heyecanı anlatırken sen neler hissettin? Çocukların mutlu olması bir yandan çok kolay ama eşi benzeri görülmemiş Aydın gibi bir beyaz balinayla karşılaşmak müthiş heyecan verici olsa gerek!
Bu unsur kurmacaydı. Çocuğu küçük yatak odasından, Karadeniz’de, Gerze yakınlarında bir tekneye nasıl götürebileceğim fikriyle birazcık oynadım. Deniz feneri de rol oynuyor tabii ama daha da önemlisi, rüyaların gücünün bir ifadesi. Çocukluğumda bazen rüyalarla gerçekleri birbirinden ayırt etmenin nasıl da imkânsız olduğunu çok net anımsadım ve doğruyu söylemek gerekirse, bazen hâlâ öyle hissediyorum. Rüyalarda, bir anda hiçbir şeyden korkmamaya başlarsınız ve her şeyi yapabilirsiniz. Gerze’deki balıkçıların da beyaz balinayla ilk karşılaşmalarında hiç korkmadıklarını anlatmalarından da biraz yararlandım.
Kitabı yazarken Aydın’ın son görüldüğü sahil kasabası, Gerze ile de yakın temasta bulunmuş olmalısın. Oraya ilk ne zaman gittin, Gerze halkından insanlarla görüşürken onların sana olan yaklaşımı nasıldı? Ve Aydın hakkında sana neler anlattılar, merak ediyorum.
Erişebildiğim tüm makaleleri, haber kupürlerini okuduktan ve kamera kayıtlarını saatlerce izledikten sonra, Gerzelilerle konuşmak üzere Gerze’nin yolunu tuttum. Oraya iki defa gittim, önce 2019 yılında, iki yıl sonra da pandemi sırasında. Aydın’ın hikâyesinin hâlâ hatırlanıp hatırlanmadığını bilmiyordum, yaklaşık otuz yıl önce olduğu için çoktan unutulmuş da olabilirdi. Beni şaşırtan, herkesin onu hatırlaması oldu. Limandaki balıkçılara Aydın’ı hatırlayıp hatırlamadıklarını sordum, yüzleri güneşte yanmış, kocaman elleri olan bu iri ve güçlü adamlar, ben Aydın’ı sorduğumda ağlamaya başladılar! Onu elbette hatırlıyorlardı! Nasıl unutabilirlerdi! İlçenin eski belediye başkanıyla, benim yaşımdaki, limanda Aydın’la oynadıklarını hatırlayan insanlarla konuştum ve ellerindeki fotoğrafları istedim. Şanslıydım ki Gerze’deki fotoğrafçılardan birinin o döneme ait birçok fotoğrafın olduğu geniş bir arşivi vardı. Ayrıca Gerze halkı da bana evlerinde sakladıkları kendi fotoğraflarını gösterdiler. Çok sıcakkanlı ve misafirperver bir karşılamaydı.

Balıkçı Kemal ve Olaf Koens bir arada.
Aydın’ı ilk gören balıkçılardan Kemal’in anılarını da bolca dinlemiş olmalısın. Anlattıklarından seni en çok ne(ler) etkiledi?
Beni etkileyen iki şey oldu. İlki, balıkçıların kararlılığı, Aydın’ı besleyip onunla ilgilenmeleri. Unutulmamalı ki 1990’ların başında Türkiye zengin bir ülke değildi, bu devasa canlı çıkagelmişti ve pahalı bir balık türüyle beslenmesi gerekiyordu. Buna rağmen balıkçılar kendi aralarında para topladılar ve Aydın’la ilgilendiler. Bu çok anlamlı. İkincisi de onun için nasıl savaştıkları. Gerze’de tüm dikkatleri üzerine toplayan bu hayvanı Sinoplular kıskanmış ve kendi limanlarına götürmüşler. Balıkçı Kemal Aydın’ı almak için tekneyle Sinop’a bizzat kendi gitmiş. Beyaz balinanın asıl sahiplerine teslim edilmesi gerektiği anlaşılınca da bunu protesto edip limanı tekneleriyle kapatmaya hazırlamış. Beni en çok etkileyen şey buydu işte.
Peki tüm hikayeye baktığın zaman Aydın mutlu muydu sence? Ukraynalıların elinden kaçarak yeniden Gerze’ye gelmesi onun bu kasabayla olan bağının en büyük göstergesi gibi. Son gelişiyle halkın kendisine dokunmasına izin vermiş, bir veda niteliğinde, ne dersin? Sonra ne olmuş olabilir? Balıkçı Kemal ile konuştuğunuzda bunu nasıl yorumluyorsunuz?
İnsan duygularının hayvanlara atfedilmesi yaygın rastlanan bir hatadır, ama Aydın’a Gerze’de çok iyi bakıldığını açıkça söyleyebileceğimizi düşünüyorum. Bir gazeteci olarak, Aydın’ın Gerze’ye dönüşünden sonra ne olduğunu elbette biliyorum, ama bir romancı olarak bunu sizlere söylemeyeceğim. Hikâyenin bazı bölümlerinin anlatılmaması daha iyidir. Çocuklara, Aydın’ın hâlâ Karadeniz’de yüzüyor olabileceğini söylüyorum.
Kitabı yazma sürecinden de bahseder misin? Nasıl geçti o dönem; ne kadar sürede yazdın, ne kadar çok insanla konuştun, ayrıntılarını senden dinlemek isterim.
İlk sorunun cevabında bahsettiğim kurgu dışı kitabımda Aydın’la ilgili bölümü yazdıktan sonra, çocuklarım bana ne yazdığımı sormaya başladılar. Ne tür şeyler yazdığımı merak ediyorlardı, ben de onlara Aydın’ı anlattım. Çok heyecanlandılar. Beni, çocuklar için bir kitap yazmaya zorlayan eşimdi aslında. Uzun bir süreçti. Başta, şiir gibi, yalnızca birkaç satırdan oluşan sade bir metinle ilerlemek vardı aklımda, ama sonra yayıncım metnin daha uzun olması gerektiğini söyledi, ben de adım adım yazmaya, üretmeye başladım. Sonlara doğru, sadece yazmaya odaklanmak için her şeye bir hafta ara verdim. Bunu, tüm kitaplarımda yaparım. Geceleri, çocuklarım uyurken yazar, düzeltir, hikâye taslağı hazırlar, hikâye üzerinde uzun süre çalışırım. Daha sonra biraz ara verip kendimi dış dünyadan tamamen soyutlarım. Bu kitabı hazırlarken de, o bir hafta süresince o sıralar 7 yaşında olan kızım Sophie ile Selçuk yakınlarında bir otelde kaldık. Kızım oyunlar oynuyordu, birlikte uzun yürüyüşler yapıyorduk, konuşuyorduk ve ben de yazıyordum. Çok güzel bir dönemdi.
Ben ne zaman bir Beluga cinsi balina görsem (belgeselde) hep Aydın gelir aklıma. Türkiye’de pek çok kişi için bu böyle olsa gerek… Buralarda yaşamayan bir türün Karadeniz kıyılarına gelip insanlarla dost olması gerçekten unutulmaz bir hikaye. Bu hikayeyi hiç bilmeyen çocukların da öğrenince (okuyunca) çok etkileneceği kesin. Bunun bir parçası olarak neler hissediyorsun, çocuklara Aydın’ı anlatırken onların tepkileri nasıl?
Umarım bunda ufak da olsa bir rolüm vardır. Özel ve unutulmaması gereken bir hikâye bu. Çocukların anne-babalarının Aydın’ı çocukluklarından hatırlamaları ve çocuklarına hikâyeyi anlatmaları arasında müthiş bir ilişki var. Geçen haftalarda Gerze ve Sinop’ta etkinliklere katıldım, harika geçti. Aydın için bu kadar heyecanlanan bu kadar çok sayıda çocuğu görmek öyle güzeldi ki. Bir yazar olarak bazen kendinizi bir hırsız gibi hissedersiniz. İnsanların hikâyelerini, tarihini alıp bundan yeni bir şey çıkarırsınız. Ama aslında hikâye size ait değildir. Bu hikâye Gerze halkına ve Türkiye’ye ait. Aydın’ı Türkçeye çevirip yayımladıkları için Can Çocuk Yayınları’na müteşekkirim. Böylece hikâye ait olduğu yere dönmüş oldu.
Kitabın büyüleyici resimlerini de es geçmeyelim. Benim çok sevdiğim yazar ve illüstratör Mark Jannsen’in desenleri, hiç kuşkusuz kitabı daha da ilgi çekici ve merak uyandırıcı hale getiriyor. Kendisiyle daha önce tanışıyor muydun ve kitabı hazırlarken birlikte mi çalıştınız?
Mark Jannsen dünyanın en iyi illüstratörlerinden biri. Çalışmalarını takip ediyordum, bu kitabı düşünürken ona bir mektup yazdım. Yayıncım beni uyardı. Çok tanınan ve aranan bir illüstratör olduğunu, ne çizeceğini kendisinin belirlediğini ve çok zamanı olmadığını söyledi. Mark mektubuma çok güzel bir cevap verdi ve bu işi yapmayı kabul etti. Süreç boyunca pek konuşmadık, onu rahatsız etmemeye karar verdim. Ona hikâyeyi anlattım, yazdığım metni okudu, Gerze’de bulduğum fotoğrafları gönderdim ona. Çizimlerini gördüğümde tüylerim diken diken oldu. Yalnızca Aydın’la ilgili hikâyeyi değil, çocukluğumla ilgili kısımları da çok iyi yansıtmıştı. Ancak kitap yayımlandıktan sonra yüz yüze tanışma fırsatı yakalayabildik.
Bir süredir Türkiye’de yaşıyorsun. Bu coğrafya hakkında gözlemlerin neler? En çok neleri seviyor, nelerde zorlanıyorsun?
Türkiye hem kültürel hem coğrafi anlamda dünyanın en ilginç ülkelerinden biri. Etrafındaki ülkelerin hepsi farklı alfabeler kullanıyorlar. 2017 yılında, İstanbul’a coğrafi konumundan dolayı taşındım. Bir gazeteci olarak Orta Doğu hakkında haber yapıyorum, uçuş bağlantıları işimi çok kolaylaştırıyordu. Ama daha önce hiç Türkiye’ye odaklanmamıştım. Ancak pandemi sırasında hiçbir yere uçamadım. Derken ülkeyi keşfetmeye ve hakkında haber yapmaya karar verdim. İstanbul’da sürücü ehliyeti aldım ve ülkenin her yerine arabayla seyahat etmeye başladım. Hatta arabayla çıktığım ilk seyahat Gerze’ye gerçekleştirdiğimdi. Daha sonra, ülkenin birçok etkileyici köşesini görme şansı yakaladım. Son yıllarda, İran-Ermanistan ve Gürcistan sınırındaki Van’da bir sürü haber yaptık. Dünyanın çok etkileyici köşelerinden biri burası. Aynı şey Kürtlerin yaşadığı bölgeler için de geçerli. İnsanlar inanılmaz derecede canayakın, misafirperver ve yardımsever. Tabii deprem bölgesinde de haber yaptım. Bu güzelim yerlerin harabeye dönmesi, bu kadar çok can kaybı olması beni çok üzüyor.
Çocuklar için yazmaya devam edecek misin? Üzerine çalıştığın yeni bir kitap var mı?
Dürüst olmak gerekirse, çocuklar için yazmak kolay değil, hem de hiç kolay değil! Son kitabım, beni ve ailemi derinden etkileyen, Ukrayna’daki savaş hakkında. Birkaç kitap fikrim var, aynı zamanda bir roman yazmaya devam ediyorum, ama şimdilik planlarım arasında bir çocuk kitabı yazmak yok. Kibar ve dost canlısı bir sürü çocuk, Aydın’la ilgili yeni bir kitap yazmamı istedi benden. Belki bu konuyu düşünürüm.
Kitabını okuyan ve okuyacak olan minik okurlara son olarak ne demek istersin?
Onlara, hayallerinden asla vazgeçmemelerini tavsiye ederim. Çocukken Aydın’ı görmek, onunla oynamak ve arkadaş olmak benim hayalimdi. Bu kitap, bir bakıma tam da bunu gerçekleştirmiş oldu.