
NEMİKA TUĞCU: “KEMALETTİN TUĞCU’NUN KİTAPLARI, YAZARLIĞI VE YAZMA BİÇİMİ DAHA ÇOK KONUŞULACAK”

Sağ başta Nemika Tuğcu, ortada Kemalettin Tuğcu , temmuz 1996.
Siz de Kemalettin Tuğcu romanlarıyla büyümüş bir neslin çocuklarından mısınız? Eğer öyleyseniz size bir haberim var. Artık Tuğcu’nun eserleri yepyeni baskıları, düzeltilmiş metinleriyle bu zamanın çocuklarıyla buluşuyor. Can Çocuk’un ev sahipliğini yaptığı kitaplar, yazarın yeğeni Nemika Tuğcu’nun titiz danışmanlığıyla yayına hazırlanan bir seçkiye dönüştü. Şimdilik Tuğcu’nun üç kitabı yayımlandı ama devamı gelecek gibi görünüyor. Çocuk edebiyatının usta illüstratörlerinden Mustafa Delioğlu’nun resimleriyle hayat verdiği kitapları, Kemalettin Tuğcu’nun kişiliğini ve edebiyatını Nemika Tuğcu ile konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
Usta yazar Kemalettin Tuğcu’nun yeğeni olan sizinle bir araya gelmek benim de çocukluğuma bir parça el sallamak gibi… 1980’lerde doğmuş biri olarak ben de Kemalettin Tuğcu kitaplarını okudum. Hoş geldiniz Ajandakolik’e…
Merhaba sevgili Nilüfer, merhaba Ajandakolik okurları! 1980’li yılların çocuklarının da Kemalettin Tuğcu’yu tanımış olması ne güzel. Umarım Can Yayınları’nın özenli yeni kuşaklara da ulaşır.
Amcanızı siz ilk kaç yaşlarında ilk okudunuz ve hangi kitaptı, hatırlıyor musunuz?
Okumayı erken öğrendim. Ablam ilkokula başlamadan babam bir alfabe getirdi eve. Biz de anneme sora sora harfleri, hecelemeyi öğrendik, okumayı söktük. Beş yaşındaydım. Yanılmıyorsam Sokak Çocuğu okuduğum ilk Kemalettin Tuğcu kitabıydı. 9 ya da 10 yaşlarında olmalıyım.
“ÇOK OKUNDUĞU DÖNEMDE HİÇBİR ELEŞTİRMEN AMCAMIN KİTAPLARIYLA İLGİLENMEMİŞ”
Onun iyi bir yazar olduğunu ne zaman, nasıl keşfettiniz?
Kemalettin Tuğcu, her sabah matbaaya giden amcaydı. Matbaanın ne olduğunu bilmiyorduk ama işi oydu. Yazar kavramı kitap okudukça anlayabildiğim, kavrayabildiğim bir meslekti. Onun kitaplarını okuduğumda bilmediğim bir dünyayla, insanlarla tanıştım. Üvey anne, üvey baba, yoksulluk, haksızlık, keder. Sonra çalışmak, çalışmak, çalışmak ve sabır…
İyi yazar, kötü yazar değerlendirmesi hassas bir konu. Ben amcamı toplumcu gerçekçi yazarlar kategorisinde değerlendiriyorum. Marifet İltifata tabidir, diye bir söz vardır. Çok okunduğu dönemlerde hiçbir eleştirmen onun kitaplarıyla ilgilenmemiş.
Kitaplar başka dünyaları tanıtır size, merakınızı kamçılar, bir yazarın peşine düşersiniz. Okuduğum kitabın bana ne kattığı, ne öğrettiği, hangi pencereyi açtığı, nasıl bir bakış açısı kazandırdığı ya da ne kadar eğlendirdiği önemli benim için. Bazı romanlar yazıldığı dönemin siyasi olaylarını öyle güzel anlatır ki siz de o dönemi yaşamış gibi hissedersiniz. Bazılarında müthiş bir edebiyat tadı vardır. Bazısının dilini, kurgusunu beğenmezsiniz. Yazarın anlatmak istediği kadar nasıl anlattığı da önemli.
Sizin yazarlığınız üzerindeki etkisi nasıl oldu?
Amcam çok disiplinli, çok çalışkan bir insandı. Her sabah aynı saatte, kahvaltısını yapar, kahvesini içer, daktilosunun başına oturur, yazmaya başlardı, öğle yemeği saatine dek. Yemekten sonra biraz uzanır, kalkar, yine çalışırdı. Onun çalışkanlığına hayran olmuşumdur. Ama onun kadar çalışkan olamadım. Kitap okumak bana başka dünyaların, insan karakterlerinin, olayların kapısını açtığı için çok okudum. 80’li yıllarda yazdığım öyküler edebiyat dergilerinde yayımlanmaya başladı. Birkaç yıl sonra da Elişi Fotoğraflar öykü kitabım yayımlandı.
Onunla ilgili hatırladığınız en unutulmaz anınız nedir?
Amcamla ilgili çok anım var. Sohbet ederdik zaman zaman. Çocukluğunu, İstanbul’un işgalinde yaşadıklarını, asker olan babasının görev yeri Çanakkale’ye gidişlerini, İstanbul’a ne şartlar altında döndüklerini anlatırdı. İstanbul’a dönmek üzere Çanakkale’de saat mahallesindeki evlerini boşalttıktan kısa bir süre sonra bir top güllesi evlerini yerle bir eder. On iki yaşındaki bir çocuğun savaşa tanıklığıdır, korkusudur bu.
Annesi ve kardeşleriyle torpillenmeyi göze alarak yelkenli bir kayıkla Gelibolu’ya geçişlerini, orada gördüklerini anlatmıştı:
“İskele çevresinde beş altı bina kalmış, şehir yarı yarıya yıkılmış. Annem ve kardeşlerim arabaya binerken ben etrafı dolaştım. Bomboş bir kahveye girdim. Masada açık bir tavla, yanında iki latilokum. Yarısı içilmiş bir çay bardağı, domino taşları. Üzerlerine toz toprak yağmış. Kederle ayrıldım oradan. Arabaya döndüğümde boyunları incecik kalmış, gözleri yerlerinden uğramış, açlıktan ayakta sallanan kediler gördüm. Bu hayvanlar bağırıyor ve yiyecek istiyorlardı. Attığımız her ekmek parçasını havada kapıyor ve acı acı bağırıyorlardı. Kendi tayınımızı onlara verdik. Aç kediler şehrin dışına kadar arabamızı takip ettiler. Bu anıyı Sırça Köşkün Masalcısı kitabımda anlatmıştım.
28 yıl sonra Kemalettin Tuğcu kitapları Can Çocuk çatısı altında yeniden elden geçerek çağımızın çocuklarıyla buluşuyor. Öncelikle bu gerçekten çok değerli bir çalışma, siz de danışmanlığını yapıyorsunuz; hepinizi gönülden tebrik ediyorum. Ama biraz geç kalınmış sanki, ne dersiniz? Ve bu “yeniden doğuş” hikayesi nasıl başladı?
Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz, yıllar önce “Kemalettin Tuğcu’nun yeğeni olarak hayatını yazmak senin ödevindir,” dediğinde bu ödevi seve seve kabul ettim. Sevgi ve saygıyla anıyorum kendisini. Sırça Köşkün Masalcısı böyle yazıldı. Bu kitabı ve Kemalettin Tuğcu’yu çocuklarla buluşturmak için Can Yayınları ve Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın 2005 – 2006 yıllarında birlikte yürüttükleri proje kapsamında ülkemizin birçok kentinde çocuklarla buluştum. Urfa’da madde bağımlısı çocukların rehabilite edildiği okulda bir grup öğrenci, benden “sonu güzel biten öyküler” yazmamı istedi. İşte o an çocuklar için yazmam gerektiğini, asıl ödevimin bu olduğunu fark ettim ve çocuklar için yazmaya başladım.
Erdal Öz hayattayken Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarına bugün çok gereksinimimiz olduğunu ve basmak istediğini söylemişti. Kitaplarının basım hakları çocuklarında, bugün de torunlarında olduğu için bu kararı varisleri verecekti. Zamanını beklemiş, diyelim.
Düşünüyorum da sizin de kitapların önsözünde bahsettiğiniz gibi hiç iyi bir baskısı yoktu Kemalettin Tuğcu eserlerinin. Hep özensiz kitap kapaklarıyla albenisiz, okuru içine çeken kitaplar değildi hiç. O yüzden de günümüzün çocukları, bu kitapları fark etmedi bile… Kemalettin Tuğcu ismini yeniden çocuklarla buluşturup onu tanıştırmak sizi çok duygulandırıyor olmalı! Neler hissediyorsunuz?
Can Yayınları’nın hem Tuğcu’nun yeğeni olarak hem yazar olarak kitaplarına danışman olmam konusundaki tekliflerini elbette sevinçle kabul ettim. Editoryal bir çalışma yapılmadan özensiz baskılar, kopuk dizgiler, çirkin kitap kapakları amcamı çok üzdü.
13 yaşında yazmaya başlayan, neredeyse seksen yıllık bir sürede çocuklar için dört yüzü aşkın kitap yazmış, birkaç kuşağa okuma alışkanlığı kazandırmış bir yazarın, amcamın kitaplarının Can Çocuk Yayınları’nın özenli çalışması, yıllar sonra, çağdaş bir bakışla yeniden çocuklarla buluşması, elbette beni çok mutlu etti. Bu vesileyle Can Çocuk Yayınları’na ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.
“BU ÜÇ KİTABIN DEVAMININ GELECEĞİNİ UMUYORUM”
Peki, yıllar sonra Tuğcu’nun eserlerinin yeniden basılarak çağdaş bir bakışla gündeme gelmesini sağlarken siz yeğeni ama önce bir okur ve yazar olarak nelere dikkat ettiniz?
Kemalettin Tuğcu’nun gözden geçirilmiş üç kitabı yayımlandı. Düşkün Çocuk, Bir Çırağın Öyküsü, Tekinsiz Ada. Otuz, kırk yıl önce yazılmış bu kitaplar biçimsel olarak elden geçirildi, dil ve kurguda iyileştirmeler yapıldı. Çağımızın çocuklarıyla buluşabilmeleri için metinlerde güncellemeler yapıldı. Deyimler, bazı sözcükler dipnotlarla açıklandı.
Bu üç kitabı, editörlüğünü de yapan Can Çocuk Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Samiye Öz ile birlikte seçtik. Öksüz, yetim, engelli, horlanmış, haksızlığa uğramış, ötekileştirilmiş çocukları yazdı Kemalettin Tuğcu. Sevgiyi, saygıyı, özgüveni, dayanışmayı, adalet, sorumluluk gibi etik değerleri kim bilir kaç kuşak onun kitaplarından öğrendi. Bugün bu değerlere çok ihtiyacımız var.
Yeni kuşakların da Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarıyla buluşmasını ve onu doğru tanımalarını diliyorum. Bu üç kitabın devamının geleceğini umuyorum.
94 yıllık ömre böyle bir çalışma azmi sığdırmış, Kemalettin Tuğcu! Ve üstelik iki ayağının aksaması nedeniyle okula gidemeyip okumayı babası ağabeyine öğretirken öğrenmiş. Dayısından öğrendiği Fransızcayla Fransızca kitap bile çevirmiş. Bu inanılmaz hayat hikayesini birinci ağızdan dinlemiş olmalısınız. Sizi onun hayatında en çok etkileyen ve yolunuzu aydınlatan, hayatınıza yön veren şeyler neler oldu?
Kemalettin Tuğcu sizin de değindiğiniz gibi bedensel engelini yazarak aşmaya çalışmış biri. Edebiyatçı değil, yazıcı olduğunu söylerdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde, 1902 yılında bedensel engelli olarak doğmuş. 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanına, yeniçerilerin ayaklanmasına, Çırağan Sarayı yangınına, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a gelişine, Balkan Savaşı yenilgisinden sonra Türkiye’ye göç edenlerin sefaletine tanık olmuş. İstanbul’un işgali, Anadolu’ya gizlice silah kaçıran gruba katılan Kuleli Askeri Lisesi öğrencisi abisi, cepheye giden baba. Çocukluğunun tanıklıkları açlık, korku, sefalet. Sonra Kurtuluş Savaşı yılları. Böyle bir ortamda onu ayakta tutan düşleri olmuş.
Daha önce de sözünü ettiğim gibi amcam çok disiplinli bir insandı. Biz çocuklarla şakalaşır, espriler yapardı ama duruşu da bakışı da nerede durmamız gerektiğini anlatırdı. Sırça Köşkün Masalcısı’nı yazarken amcama daha yakınlaştım, onu daha iyi anladım. Ya da öyle sanıyorum.
Amcam iki ayağı içe dönük olarak dünyaya gelmiş. O dönemin ünlü çıkıkçısı Şahnazar Bey, bebeğin ayaklarını tahtalara bağlamış, bir ay süreyle açmamalarını tembihlemiş. Babası, Yüzbaşı Galip Bey eve gelip de bebeğin ağladığını duyunca tahtaları söküp atmış, bebek susmuş.
“Babamın merhameti yüzünden sakat kaldım,” derdi amcam. “ Gezmedim, yürümedim, oynamadım, parklarda, kırlarda sevişmedim,. Çocukluğumu da gençliğimi de yaşamadım. Yalnızlık ve arkadaşsızlık bana öyle bir melankoli verdi, öyle bir hayal gücüne sahip oldum ki, bütün o hayatı, çocukluğu ve gençliği yazarak yaşadım.“ Engelli olmanın bir kusur değil, şanssızlık olduğunu kabul edebilseydi bu kadar acı çekmezdi amcam. Her romanında başka bir karaktere hayat vererek, yaşayamadığı hayatları yaşadı.
Onun mücadele azmi, sabrı, çalışkanlığı yalnızca bana değil, ailemizdeki bütün çocuklara, hepimize örnek olmuştur.
Milliyet gazetesinde çalıştığım yıllarda, bir sohbetimizde çok yorulduğumdan yakınmıştım. O da bana Babıali’ye adım atmadan önce Ankara yakınlarında Irmak – Ildızın demiryolu inşaatında çalışırken tanık olduklarını, yaşadıklarını anlattı. Hiç yakınmadan, ilginç bir hikaye gibi. O zaman utandım. Çalışmak, öğrenmek, araştırmak, sabretmek konusunda bana örnek olmuştur amcam.
Tuğcu’nun eserlerini fazla acıklı, fazla dramatik bulanlar var. Bunları çocukların okumaması gerektiğini düşünenlere bile rastladım Evet, o zorluklarla, acımasızlıklarla mücadele eden, dışlanan, toplumda bir köşeye itilen yoksulların, ötekileştirildiği için sevilmeyen insanların en çok da çocukların hikayelerini yazdı ama hep umut da vardı romanlarında. Siz bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemalettin Tuğcu’nun kitapları acıklıdır, evet. Hep itilip kakılan, üvey anne ya da üvey babanın ezdiği zavallı çocukları, gaddar patronları yazmıştır. Bugün ezilen çocuklar, hakları yenen kadınlar, insanlar yok mudur? Artık 3. Sayfa haberlerini yani cinayetleri, darp, gasp, yaralama, kaçırma , tecavüz haberlerini ekranlardan izliyoruz. Çocuk cinayetlerine çocukların işledikleri cinayetler eklenmedi mi? Babasının silahıyla okula gelip de arkadaşını vuran çocukların haberini izlemedik mi?
Kemalettin Tuğcu sabır, çalışkanlık, dayanışma, yardımlaşma, merhamet duygularını işledi romanlarında. Sonunda iyiler kazandı, kötüler cezalarını çekti.
Kemalettin Tuğcu’nun romanlarını okurken okurların katarsis yaşadığını söylemek de mümkün sanırım. O hayatlarla, o insanlarla ve yaşadıklarıyla empati kurmak… Ne dersiniz?
Tuğcu’nun romanlarını okurken okurlarının katarsis yaşamış olma olasılığı olabilir. Üvey annesinden tokat yiyen çocuğun acısını kalbinde hissedebilir. Çocuklar okudukları roman kişisiyle empati kurabilir, okuduklarından etkilenebilirler. Tıpkı ilkokulu bitirdiğim yıl, “Suç ve Ceza” romanını okuduğumda Raskolnikov olup işlediğim cinayetin azâbını çektiğim gibi.
“KEMALETTİN TUĞCU, ÇOK OKURA ULAŞTIĞI İÇİN DEĞİL, ÇOK SATTIĞI İÇİN ELEŞTİRİLDİ”
Tüm bunlara rağmen okullarda da çok sık kitapları okunmuş, okutulmuş bir yazar. Seveni çok! Fakat bir yandan da 1980’lerde okul kütüphanelerinde yasaklanmış bir yazar. Neden yasaklanmıştı? Sizden dinleyelim…
Kemalettin Tuğcu kitapları aslında resmî olarak yasaklanmadı. 80’li yıllarda, amcamın torunları dedelerinin kitaplarını okula götürdüklerinde öğretmenleri bunlar okunmayacak, bize bildiri geldi, geri götürün gibi bir şeyler söylemişler. Kemalettin Tuğcu fakirlik edebiyatı yapıyor, duygu sömürüsü yapıyor diyenler oldu. 1980, ülkemizin büyük bir çalkantı yaşadığı yıldı. Kitaplarıyla ilgili resmî bir yasaklama olmasa da duygu sömürüsü yaptığı, çok okura ulaştığı için değil çok sattığı için eleştirildi.
Can Yayınları’ndan çıkan “Sırça Köşkün Masalcısı” kitabınızda hayata tutunabilmesinin tek nedeni yazmak olan Kemalettin Tuğcu’nun yaşam öyküsünü boylu boyunca anlatıyorsunuz. Kemalettin Tuğcu okumuş nesillere de, eğer okumadılarsa, bu kitabı önermek isterim ben de. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son söz olarak; Kültür Bakanlığı, 2018 yılında Armağan Kitaplar Dizisi’nden, Mustafa Ruhi Şirin’in hazırladığı, Kemalettin Tuğcu / Çocuklara okumayı Söktüren Yazar adında bir kitap yayımladı. Tuğcu’nun 1932 yılındaki ilk yazısından ölümüne değin bütün yazdıkları, hakkında yazılanlar, yazarlığı ile ilgili lisans tezleri, belgeseller taranarak Kemalettin Tuğcu’nun yazarlığı hakkında araştırma yapmak isteyenler için hazırlanmış, bugüne dek yayımlanmış en kapsamlı kitap diyebilirim.
Ajandakolik’te sizi ağırladığım için çok mutlu oldum. Sayenizde yeni nesiller de amcanızı okumaya ve yaşatmaya devam edecek. Ruhu şad olsun!
Ajandakolik’e beni konuk ettiğiniz için ben çok teşekkür ederim. Kemalettin Tuğcu’nun kitapları, yazarlığı, yazma biçimi daha çok konuşulacaktır, diye düşünüyorum. Yeni kuşakların onu tanıması dileğiyle.