
KORAY AVCI ÇAKMAN: “AY TAVŞANI, DEDEM VE BEN” ÖYKÜSÜNÜ YAZARKEN GÖZ PINARLARIMDA NÖBET TUTTU DAMLALAR”
Hayatı çocuklarla algıladığı, onların deneyimleriyle gözlemlediği için çıkıyor bu öyküler, romanlar! Ödüllü yazarlardan Koray Avcı Çakman, Can Çocuk’tan çıkan son kitabı “Ay Tavşanı, Dedem ve Ben”deki öyküleriyle kâh güldürüyor kâh şaşırtıyor kâh hüzünlendiriyor okuru. Duygu dolu, coşkulu, oyunbaz öykülerin kahramanlarının yerine koyuyorsunuz kendinizi, edebiyatın en sıcak, en güzel limanına sığınıyorsunuz; hayal gücüne… Çakman ile içi içine sığmayan yeni öykülerini konuştuk.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Bir önceki söyleşimizden bu yana bir buçuk yıl geçmiş. Bu süreçte araya bir sürü kitap girmiş! Son olarak Can Çocuk’tan çıkan Ay Tavşanı, Dedem ve Ben ile küçük okurlarla buluşuyorsunuz. İsmi çok güzel! Ne zaman yazdınız bu kitabı?
Çok teşekkür ederim. Evet hayli zaman olmuş. Murathan Mungan, “Takvim düzeni herkes için aynı olsa da zaman herkesin içinde başka türlü ilerler,” der. Ben bu süreçte yazarak ve anlatarak eksilttim takvim yapraklarını. Ay Tavşanı, Dedem ve Ben’i de yaklaşık iki yıl önce yazmıştım.
Kitabı okudum; bir erkek çocuğun ailesi ve okulu etrafında gelişen hikayeler bütünü gibi kitap. Herhangi bir bölümden başlasanız okumaya bir şey kaçırmayacakmışsınız gibi. Bana bir kısa romandan çok öykücükler gibi geldi, ne dersiniz?
Evet, Ay Tavşanı, Dedem ve ben bir roman değil, bir öykü kitabı. On iki kısa öyküden oluşuyor. Kitaba sizin de söylediğiniz gibi istediğiniz öyküden başlayabilirsiniz. Bunun yanı sıra baştan sona okunduğunda da okuru “Acaba bunlar aynı kahramanlar mı?” diye düşündürüyor. Bazen kayıp bir çorabın peşine düşüyor, bazen martı kralla birlikte Kız Kulesi’nin hiç bilinmeyen efsanesine tanık oluyoruz. Okuma serüvenine pi sayısı, uzaylılar, sabırlı hindistancevizleri, tamtamlar eşlik ediyor.
Oyunbaz da bir kitap bu! İçinde muzip bir dede, kendini İstanbul’da uzaylı turist ilan eden anne ve baba, sayfalardan hoop diye ortaya çıkan bir Küçük Prens, öğrencilerine hayal güçlerini kullanma yetisi geliştiren öğretmen, uykucu bir anneanne var. Hepsi oyunun bir parçası gibi neşeli bir kitaba konu olmuşlar. Sıcacık bir aile romanı gibi de aynı zamanda. Bunca fikrin merkezinde pek çok ilham kaynağı olmalı! Ne dersiniz?
Çok teşekkür ederim. Kitabın ruhuna çok uygun şeyler söylediniz. Yazarken sanırım ben de oyunbaz bir ruh haline büründüm. Uykucu bir anneanne de oldum, Empati Gezegeni’nden gelen bir uzaylı da. Kırık çıkık bir öykü de yazdım, ilginç bir öykü de. Bir gün Küçük Prens çaldı kapımı, “Sana anlatacaklarım var,” dedi. Durdum kulak verdim ona. Bir gün Pi sayısı takıldı aklıma. Başka bir gün uzaylılar. “Ay’da Ay Tavşanı varsa, bir duman konuşursa neler olur?” diye düşündüm. Üzüm Üzüm İki Gözüm Şirketi’nin ürettiği sirkeler yüzümüzü güldürse, Portakal Kabuğuna Sığan Düşler Atölyesi Tayakınlar’daysa derken bu öyküler çıktı ortaya.
Kitaba ismini veren Ay Tavşanı, Dedem ve Ben, hiç kuşku yok ki en hüzünlü bölümü sunuyor okura. Bir masaldan gerçek hayata sert bir geçiş var aslında o bölümde. Dedenin Alzheimer olmasıyla başlayan süreç, torunun her şeye rağmen onunla oyunlar oynamaya çabalaması… Çocuklara yitirdiklerimizi anlatmaya çalışmak hele ki bir kitapta daha da büyük bir çaba gerektiriyor olsa gerek…
Ben o öyküyü yazarken göz pınarlarımda nöbet tuttu damlalar. Alzheimer sözcüğünü öyküde özellikle hiç kullanmadım. Dedeye ve toruna sütten bıyık kondurdum, oyunlar uydurdum. Torunun kaygısını ve özlemini Ay Tavşanı’nın dostluğuyla sarıp sarmaladım. Yitip gidenlerin hüznünü yaşarken, bellekte biriken hazinelerin de farkına varalım istedim.
Hayatı çocuklarla algılamak, onların deneyimleriyle gözlemlemek sizin için tam olarak ne anlama geliyor? Onların dünyasından bakabilmek için en çok edebiyata mı yoksa hayatın kendisine mi başvuruyorsunuz?
Çocukları yetişkinlerden ayıran en temel fark bence onların ne yapıyorlarsa onu yapmaları. Bir çocuk gülüyorsa gülüyor, oynuyorsa oynuyor, kızıyorsa kızıyordur. Oysa biz yetişkinler sık sık “Mış” gibi yaparız. Oysa neysek, ne hissediyorsak odur yaşam! Hayatı çocuklarla algılamak tam olarak bu bence. Edebiyat da beni çocukların düş dünyasında uçuran kanatlarım.
Bir yandan Çağla Yiğit’in renkli desenleri de sözcüklerinize eşlik ediyor. Çizer ile yazar arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Kitaplarınızın hep resimli olmasını mı istersiniz?
Sevgili Çağla Yiğit’in muhteşem desenlerine hayran kalmamak elde değil. Çizimleri görünce “İşte bunlar benim hayal kahramanlarım! Bu Ay tavşanı, bu uykucu anneanne, bu benim Küçük Prens’im” dedim neşeyle. Kitaplarım resimlendiğinde mutlu oluyorum. Ama hep resimli kitaplarımın olmasını da tercih etmem. Zaman zaman okur o desenleri kendi zihninde çizmeli, kahramanlarını kendi şekillendirebilmeli.
Çocuk edebiyatının üretken yazarlarından birisiniz. Bu iki yıllık pandemi sürecinin yazın hayatınıza katkısını nasıl açıklarsınız?
Bol bol okudum, hayal kurdum ve yazdım. Yurdun dört bir yanındaki okurlarımla online etkinliklerle değişik projelerde bir araya geldik. Çocukların sordukları sorular, yaptıkları yorumlar zihnimde bambaşka ufuklar açtı.
Çocuklarla çevrimiçi ya da yüz yüze olan buluşmalarınızda kitaplarınızla ilgili en çok duyduğunuz şeyler neler?
Kitaplarımı sanki bir film izler gibi okuduklarını söylerler genellikle. Bu beni çok mutlu ediyor, çünkü ben de yazarken bir filmin içindeymiş gibi hissederim. Bulunduğum yeri, takvimlerdeki zamanı unutur; adeta kurgunun geçtiği mekân ve zamana ışınlanırım.
Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandanız ya da not defteriniz var mı? Varsa içlerinde neler var?
Evet, bir değil birkaç ajanda tutarım. Etkinlik tarihlerim, küçük notlar, sevdiğim bir söz, beni etkileyen bir mısra, bir köşesine çizdiğim bir resim… Ne ararsanız vardır ajandalarımda.
En sevdiğiniz masal ve masal kahramanını merak ettim.
Keloğlan masallarını çok severim, Keloğlan’ı da. Onun saflıkla, azmi harmanlayışı, tembelliğine sığmayan hayalperestliği beni hem güldürür hem düşündürür. Can Yayınlarından çıkan “Bir Keloğlan, Bir de Eşeği” adlı kitabımda ben de Keloğlan masalları yazmıştım.
Son olarak yine “Ay Tavşanı, Dedem ve Ben”e geri dönecek olursak… Dedenin de dediği gibi “Bazı anlar ve anılar kusursuzdur.” Kitaba ana fikrini veren bu cümle, hayatın da ana fikri olsa gerek! Bunu biraz konuşalım mı?
Yaşam anlardan ve anılardan oluşur. O anlar uzar, kısalır, eskir, yenilenir, özlenir ve beklenir. Böylece dün, bugün ve yarın olur. Geçmişi anılarla hatırlarız, gelecekte de kusursuz anılarımız olsun isteriz. İsteriz de sanki tüm bunları düşler ve düşünürken bugünü biraz ihmal ederiz. Oysa hayatın ana fikri tam da bugündür bence. Özdemir Asaf “Anı bahçelerinde üşümek sıcaktır,” der. Sanırım üşürken o sıcaklığı yakalayabilmek bizim elimizde.