Advertisement Advertisement

FİLMEKİMİ NOTLARI: “YANDAKİ ODA” VE “KUTSAL İNCİRİN TOHUMU”


İKSV tarafından 23. kez düzenlenen Filmekimi, 4-13 Ekim arasında gerçekleşti. Bu yazımda Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan Ödülünü kazanan Pedro Almodovar’ın yönettiği “Yandaki Oda” ile İran’da “Rejim karşıtı propaganda” suçuyla sekiz yıl hapse mahkum edilen yönetmen Mohammad Rasoulof’un son filmi “Kutsal İncirin Tohumu”ndan bahsedeceğim.

YAZI: AHMET DUVAN
ahmetduvan15@gmail.com


Yandaki Oda (The Room Next Door)
İspanya’nın usta yönetmenlerinden Pedro Almodovar, tüm filmografisini İspanyolca filmlerle donattıktan sonra, İngilizce olarak ilk uzun metrajını çekiyor. Usta yönetmene “Yandaki Oda” ile Venedik Film Festivali’nde kariyerinin ilk Altın Aslan’ını kazandıran filmin oyuncu kadrosunda Tilda Swinton, Julianne Moore, John Turturro, Alessandro Nivola, Juan Diego Botto, Raúl Arévalo gibi önemli isimler yer alıyor.

“Yandaki Oda”, Sigrid Nunez’in  “What Are You Going Through” adlı romanından uyarlanıyor. Ölüm korkusu hakkında yeni bir kitap çıkarmış ünlü bir yazar olan Ingrid (Julianne Moore), uzun zamandır görüşmediği yakın arkadaşı Martha’nın (Tilda Swinton) kansere yakalandığını öğrenir. Ingrid son zamanlarında Martha’nın yanında olmaya çalışır. Martha ölümünü beklemek istemediğini ve kendi rızasıyla uygun bir anda gerçekleştirmek istediğini Ingrid’e söyler. Martha’nın Ingrid’den son bir isteği vardır; bu eylemi gerçekleştirirken Ingrid’in evin yan odasında onu beklemesini ister. Ölüm üzerine daha yeni bir kitap yazan Ingrid, arkadaşının teklifini zor da olsa kabul eder ve son günlerini beraber geçirmek için bir inziva eve yolculuk ederler.

ALMODÓVAR’IN “YANDAKİ ODA” FİLMİ VENEDİK FİLM FESTİVALİ’NDE 18 DAKİKA AYAKTA ALKIŞLANDI

Her zaman toplumsal normları sorgulayan, katmanlı karakterlerle duygusal yoğunluğu yüksek bir sinema yaratan Pedro Almodovar, bu sefer ölümün hayatın doğası gereği gerçekleşmesi ile “onurlu” bir şekilde ölme fikrine değiniyor. Film, bu konuyu ele alırken ahlaki bir tartışmayı hedeflemiyor. Daha çok etkileyici ve sarsılmaz bir dostluk hikayesi anlatmak istiyor. Şehir içerisindeyken ölüme dair bilinmezlik içerisinde olan Martha’ya onu teselli etmeye çalışan hüzünlü ama bir o kadar soğukkanlı Ingrid eşlik ediyor. Martha’nın ölümle ilgili verdiği karar belli olduktan sonra hikayede roller değişiyor. Martha’nın ölüme yaklaştıkça artan dinginliğine, Ingrid’in gittikçe artan endişeleri ve gerginliği eşlik ediyor. Hikaye ikilinin dostluğunu ve yaşadıkları tecrübeyi iç içe geçirerek bir bütün olarak ele alıyor. Sanat yönetimi ise kusursuza yakın bir iş çıkarıyor. Almodovar sinemasına ait pastel tonlar, kırmızı ve yeşil renk kullanımı, prodüksiyon tasarımcısı Inbal Weinberg’in yardımıyla yine filmin içerisinde gizli olan başka bir anlatıya hizmet ediyor. Martha, sinemada genellikle özgürlüğün varoluşun sembolü olan “yeşile” kendini daha yakın tutarken Ingrid ise ölümün ve korkunun rengi olan ”kırmızıya” daha yakın gözüküyor. Bu renkler üzerinden sağlanan anlatım film içerisinde birçok kez yer değiştiriyor. Yönetmenin anlatım dili ise bu filmde biraz daha farklılaşıyor. Almodovar’ın sinemasında aşina olduğumuz daha renkli ve bilerek karikatürize edilerek tasarlanan sahneler yerini, daha gerçekçi ve sorgulayıcı sekanslara bırakıyor. Almodovar, ayrıca filmde birçok referansa yer veriyor. İkili James Joyce’un “Ölüler” (The Dead) kitabının  uyarlamasını izliyorlar. Filmin son sahnesindeki replikleri Martha ezberinden söylüyor. Bu sahne üzerinden “Yandaki Oda”nın henüz bilmediğimiz finaline de bir selam gönderiliyor. Pedro Almodovar; Ernest Hemingway, William Faulkner, Roger Lewis’in eserlerden alıntılarla aslında bir nevi kendi hayatının sonuna dair takıntılı bir perspektif sunuyor. “Yandaki Oda”, iyi işleyen senaryosu ve Tilda Swinton ile Julianne Moore’un başarılı oyunculuklarıyla, ölümü kucaklayan dingin bir arkadaşlık ilişkisini anlatıyor.


Kutsal İncirin Tohumu (The Seed Of The Sacred Fig)
İran sinemasının önemli yönetmenlerinden Mohammad Rasoulof, cesur ve provokatif bir iş olan “Kutsal İncirin Tohumu” ile karşımıza çıkıyor. Ülkesinde daha önce diğer ünlü yönetmenler, Jafar Panahi, Majid Majidi, Bahman Ghobadi gibi birçok cezaya maruz kalan Rasoulof, yeni filmini; 2022 yılında “sisteme karşı propaganda” suçlaması yüzünden aldığı bir yıllık hapis ve iki yıl film yapmama cezası sırasında gizlice çekti. Yönetmen ve film ekibi, filmin Cannes’a gönderilmemesi için büyük baskılar gördüler. Film 77. Cannes Film Festivali’nin, Altın Palmiye ödülü için ana yarışmaya seçildi. Bunun üzerine İran hükümeti, Mohammad Rasoulof’un ve film ekibinin ülkeden ayrılmasını yasakladı. Yönetmen “ulusal güvenliğe karşı gizli anlaşma” suçlamasıyla sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. Ardından, Rasoulof ve bazı film ekibi üyeleri ülkeden gizlice kaçarak Almanya’ya sığındı. Rasoulof, prömiyerini yapmak için filmin festival galasındaki yerini aldı. “Kutsal İncirin Tohumu”, Cannes Film Festivali’nde Özel Ödül’ün sahibi oldu.

Kadrosunda Soheila Golestani, Missagh Zareh, Mahsa Rostami, Setareh Maleki, Niousha Akhshi gibi isimleri barındıran film, konusunu 2022 yılında İran’da gördüğü ağır işkenceler sonucu hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümünden sonra yaşanan ayaklanmalar çevresinde kurguluyor. Soruşturma amirliğine terfi eden İman, Tahran’da Devrim Mahkemesi’nde çalışmaktadır. Muhaliflerin ölüm kararı en son kendisinin onayından geçmektedir. Kızları Sana ve Rezvan ise ülkedeki ayaklanmanın etkisi altındadır. Rezvan’ın sınıf arkadaşı Sadaf, polisin kontrolsüz şiddeti sonucu gözünden derin bir yara alır. Rezvan ve Sana, anneleri Najmeh’e bu durumu anlatır. Sadaf’a evlerinde yaptıkları ilk yardımı babaları İman’dan gizli tutarlar. İman, bu sırada sorumluluğunda olan silahını kaybeder. Silahın kaybolması için ailesinden şüphelenen İman, yükselen paranoyası ile sert önlemler alarak eşine ve kızlarına karşı rahatsız edici bir soruşturma başlatır.

Filmin ismi, İran teokratik rejiminin sembolü olarak görülen “başka bir ağaca sarılıp onu boğarak büyüyen” bir incir ağacı türüne olan göndermeden geliyor. Rasoulof, günümüz koşullarında bir yönetmenin gerçekleştirebileceği en cesur işlerden birisine imza atıyor. İdealist bir vizyonla filmler üreterek ülkesine ve döneme dair bir şeyler söylemek için canını ortaya koyuyor. Filmin içerisinde İran’da yaşanan protestolardan çekilmiş birçok gerçek görüntüye yer veriliyor. Rasoulof, bu görüntüleri filmin vurucu olduğu ilk bir saat içerisinde oldukça etkileyici bir şekilde kullanıyor. Rezvan ve babası İman arasındaki gerilim, film ilerdikçe büyüyor. İkilinin yemek sahnesindeki tartışması iki tarafın bakış açısına yönelik çok şey anlatıyor. Film, yönetmenin sesini ölümsüzleştirme idealini başarıyla gerçekleştiriyor. Hem yaratılış hikayesi hem de içeriğiyle film, yıllar sonra bile dönüp bakılacak, İran ve dönem sinemasına dair büyük bir kaynak niteliği taşıyor. Filmin tüm eşsiz başarılarına güçlü ilk bir saatini eklemek mümkün. Ancak, sonrasında hikaye toplumsal ayaklanmayı daha arka plana iterek, İman’ın silahının kaybolmasıyla aileyi odağına almaya başlıyor. Bu kısımlar filmin anlatı olarak potansiyelini düşürüyor. Rasoulof, aileyi daha odağına alarak yine İran toplumuna dair birçok şey anlatmayı başarıyor. Fakat bir yerden sonra film, anlatı olarak bir kaosa sürükleniyor. İran’ın içinde bulunduğu yozlaşmaya dair toplumsal ve bireysel birçok gözlemi bize aktaran hikaye, ikinci yarısında yerini neredeyse bir macera filmine bırakıyor. Filmin sahip olduğu belgesel niteliğinin yerini kurmacaya bıraktığı kısımlar izleyiciye pek geçmiyor. İman’ın ve diğer karakterlerin motivasyonları biraz yüzeysel kalıyor. Fakat filmin ne şartlar altında çekildiği göze alındığında filmin teknik açıdan eksikliklerini ve idealist yaklaşımlarını ayırmamız gerekiyor. Mohammad Rasoulof, sinemanın büyüleyici yansıtma gücüne çok cesur bir örnek daha ekliyor. Sinema ve hayat üzerine biraz düşünen herkesin görmesi gereken bir çaba ve ilkenin gerçekleştirilmiş hali olarak öne çıkıyor.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media