“EVLİLİKTEN SAHNELER” OYUNU ÜZERİNE: HEM EVLİ HEM ÖZGÜR KALINIR MI?


Evlilikten Sahneler” için yeniden ayağa kalkmanın ve yaşama sevincinin oyunu derim en çok. Ona “var oluşun tradegyası”nı yakıştırırım tanım olarak.


Yazı: Pınar Erol

pnrerol@gmail.com

Ernst Ingmar Bergman, (1918-2007) çektiği 62 filmle, İsveç sinemasının yüz akı olurken dünya sinemasının da en üretken isimlerinden kuşkusuz. Yönettiği 170’in üzerinde oyunla, tiyatrocu kimliğinin de diğerinden aşağı kalır yanı yok. “Tiyatro yönetmenliği mesleğim, sinema ise tutkum diyor” zaten. Bazen de bunu “Tiyatro eşim, sinema metresim” diye ifade ediyor. Onun tiyatroculuğunu daha iyi anlatmak için şu örneği verebilirim: Bergman, 30 Ocak 1976’da Stockholm Kraliyet Tiyatrosu’nda August Strindberg’in “Ölüm Dansı” oyununun provasındayken vergi kaçakçılığından tutuklanıyor. Eş zamanlı evi didik didik aranıyor. Tanıdık geldi mi? Tiyatrolar ve onların öde öde bitiremedikleri vergi ve fatura yükleri… Suçsuzluğu kısa sürede anlaşılsa ve hakkındaki suçlamalar düşse de o kalp kırıklığı, hastanede bir ay depresyon tedavisi görmesine sebep oluyor. İş Fårö’deki stüdyosunu kapatıp Almanya’ya gönüllü sürgüne gitmesine kadar varıyor. Dönemin başbakanı Olof Palme ve ülkenin ileri gelenleri, gönlünü alamıyor, onu kararından döndüremiyor. Yıllar sonra 2007’de öldüğünde İsveç’te milli yas ilan edilmesi ise telafisiz bir acıya ortaklık ediyor.

TELEVİZYONA DİZİ YAPTIĞI İLK İŞ

Gelelim “Evlilikten Sahneler”e… Elli beş yaşının olgunluğunda, o güne kadar çektiği 34 filmiyle dünya sinemasına yön vermiş bir “auteur” iken ilk kez televizyona dizi yapıyor. 1973’te küçük bir bütçeyle Fårö adasında çekilen “Scenes from a Marriage/Scener ur ett äktenskap” boyundan büyük yankılar uyandırıyor. Toplamda 282 dakika süren 6 bölümlük mini dizi, gördüğü ilgiden dolayı, ertesi yıl yeniden kurgulanarak 168 dakikalık bir filme dönüşüyor. Görüntü yönetmeni Sven Nykvist, “Bilsem bu kadar yakın çekim kullanmazdım” dese de, o yakın çekimler bize olaylara yakından bakma olanağı sağlıyor. Dizi, evlere atılan bomba etkisi yaratıyor. Ertesi yıl boşanma oranları yüzde 70 artıyor ve bundan Bergman sorumlu tutuluyor. Bu başyapıt, başka eserlere ilham vererek tekrar tekrar üretiliyor. Woody Allen, “Etkilendiğim tek sinemacı” diyor Bergman için. İçine Noah Baumbach’ı, Richard Linklater’ı, Andrey Zvyagintsev’i alan liste uzayıp gidiyor. Listeye son olarak aynı adlı diziyi yeniden çeken Hagai Levi giriyor. “Evlilikten Sahneler”i izlediğinde henüz 18 yaşında olan Levi, izlediği şeyin etkisiyle film eğitimi almaya karar veriyor. Ödüllü işi “The Affair”da hissedilir Bergman etkileri görülüyor zaten. Geçen sene HBO’da gösterime giren diziyi yapma fikri, 2013’te Ingmar Bergman’ın oğlu Daniel Bergman’ın yönetmene teklif götürmesiyle başlıyor.


TÜRKİYE’DE “EVLİLİKTEN SAHNELER”

Bizde ise daha önce Tiyatro Uncut tek perde olarak oyunlaştırmış metni. Başka tiyatrolar yapmışsa da araştırmalarımda karşıma çıkmadı. Şimdi Versus Tiyatro ve Zorlu PSM ortak yapımı olarak izliyoruz “Evlilikten Sahneler”i. Versus Tiyatro’nun Genel Sanat Yönetmeni Kayhan Berkin ve Ece Dizdar’ın el ele vermesiyle oluşuyor ekip. Berkin, “Şimdiye kadar okuduğum en iyi ilişki metni” diyerek seçimini açıklıyor. Oyunun ortak yapımcısı/yönetmeni/oyuncusu olarak projede kapladığı yer ortada. O yüzden oyunculuk yaptığı yerlerde kendini dış göz olarak Mehmet Yılmaz’a teslim ediyor. “Bu oyunu çok iyi iki oyuncunun oynaması gerektiğini ve aklındaki ilk oyuncuların teklifini kabul ettiğini” söylüyor. Öner Erkan’ın Johan’ı üstlendiği yapımın destekleyici rollerine Pınar Göktaş ve Naz Buhşem’in katılmasıyla kadro tamamlanıyor.


GERÇEKÇİ BİR İLİŞKİ METNİ

Bilindiği gibi Bergman, “Evlilikten Sahneler”de kendi hikâyesinden yola çıkmış ve “ilişki” konusunu sanatsal bir ifadeye dönüştürmüştü. “İnsanlarla olan ilişkimiz, temelde en yakınlarımızın karakter ve davranışlarını tartışıp değerlendirmekten ibarettir” diyen yönetmen, başından geçen evlilikler kadar, Liv Ullmann’la yaşadığı ilişkiden de beslenmişti. Boşuna “Üç ayda yazdım, dört ayda çektim ama öncesinde bir ömrün tecrübesi var” demiyor yani. Dağılmakta olan evliliğin tüm detaylarını izlerken etkisinde kaldığı Strindberg’in psikolojik incelemelerine de rastlıyoruz. Marianne-Johan çiftini,  repertuvar topluluğunun has oyuncuları olan ve çoğu filminde de yer alan Liv Ullmann ve Erland Josephson’a emanet ediyor. Katarina’yı da yine favori oyuncularından Bibi Andersson canlandırıyor.

Televizyon dünyasının ünlü partnerliğine örnektir Marienne ve Johan. Oynayan ikiliyi efsaneleştirebilir. Bu kadar intim bir metin, sadece çok iyi iki oyuncu istemiyor, birbirine denk bir paslaşmayı ve kimya uyumunu da zorunlu kılıyor. Aralarındaki ahenk, akrobasi oyuncularına has konsantrasyonu ve zamanlamayı da beraberinde istiyor. Trapezden havalanan oyuncuyu ipin üstündeyken tutabilmeli partneri. Öyle bir bağlılık ve sorumluluktan söz ediyorum. Sahnede bir duygudan diğer duyguya öyle hızlı, öyle ani geçiyorlar ki, bu karmaşık halleri anlamak, özümsemek ve “zamanında” yansıtmak usta işi oyunculuk istiyor. Sürekli değişen ikircikli ruh halleriyle bizi performans skalalarında gezdiriyorlar. Yan rollerde ise Kayhan Berkin ve Pınar Göktaş’tan tam destek geliyor.


EVLİLİK ÜZERİNE BİR ANALİZ

Uyarlama Kayhan Berkin’e ait olsa da Ece Dizdar ve Öner Erkan’ın katkıları yadsınamaz. Oyun, iki perde ve 5 bölüme indirgenmiş. Satır aralarında anlam kovalarken bir bakmışsınız metni çözümlemiş, hatta kendi dramaturjinizi yapmışsınız. Metinle bu kadar hemhal olmak, çeviriyi yapan Ece Dizdar’a bütüncül bir bakış, ayrıcalıklı bir kavrayış sağlıyor. Bu da oyunculuğuna yansıyor.

Bölümlerin dijital başlıkları, dekor değişimlerinin beyaz kostümlü asistanlar tarafından yapılması yönetmen Kayhan Berkin’in yaratmak istediği laboratuvar hissini birebir vermese de çağrıştırıyor. Belli oldu, biz bu evliliği mercek altında inceleyeceğiz diyoruz. İş, soru sordurmaya gelince, reji bunun hakkını veriyor. Oyunun her sahnesinde kucağımıza yeni sorular bırakıyor. İnsanlık tarihinde Adem ve Havva’ya kadar gidebileceğimiz bu kadın-erkek ilişkisinde kim doğru cevabı bulmuş ki alıp reçeteyi kullanalım! Hem malum, “Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”

VAR OLUŞUN TRAGEDYASI

Yazarın esere “Ayrılıktan Sahneler” başlığını attıktan sonra “Evlilikten Sahneler”de karar kıldığını da söylemeliyim. Yine iş dönüyor dolaşıyor evlilik üzerinden insanlık hallerine varıyor. Bir tür iç dökmeye dönüşüyor. Biz de bu kopuşta haklı-haksız aramadan, taraf tutmadan, kadın ve erkek ruhunu anlamaya çalışıyoruz. Evliliğin fay hattına döşenen zaafın, korkunun, şefkatin, şehvetin, sadakatin, öfkenin, iletişimsizliğin, şiddetin, dürüstlüğün, güvenin, rutinin, düzenin, tutkunun, vicdanın, pişmanlığın, bencilliğin, toplumsal baskının, egonun her alttan vuruşunda, verdiği tepkilere bakarak insanı baştan sona kavramaya çalışıyoruz. Keyifle dolaşmayı umduğumuz bu evlilik yolunda, tekinsiz bir mayın tarlasına varıyoruz. “Birlikte” var ettiğimiz yaşamdan “kendi” dünyamıza çekilirken aslında mal değil, alışkanlıklarımızı paylaşmaya çalışıyoruz. Onların hangisi bize, hangisi karşı tarafa ait, onu ayıklamaya çalışıyoruz. Ve bir kez daha kurtuluşun kendini tanımakla mümkün olduğunu, özgürleşmenin ancak böyle başladığını görüyoruz. Evliliğin nihai bir durak, güvenli bir liman olmadığını öğrendiğimden beri kendime doğru keşifteyim ben de. O yüzden “Evlilikten Sahneler” için yeniden ayağa kalkmanın ve yaşama sevincinin oyunu derim en çok. Ona “var oluşun tradegyası”nı yakıştırırım tanım olarak.

TASARIM

Sahne iki bölümden oluşuyor. Solda gördüğümüz beyaz sandalyeler ve o büyük masa ile hem steril hem stil sahibi bir yaşama tanıklık ediyoruz. Sanki bu yalın tasarımda Nordik bir hava sezip menşeine de selam gönderiliyor gibi. Üzerinde eksik olmayan içki ve atıştırmalıklar, modern, hızlı ve tüketim dünyasının emarelerini simgeliyor. Sağda ise yatak odası var. Yatak başının ters olması, seks hayatlarındaki tersliği anlatıyor mu bilmem ama oyuncuları markelediğini söyleyebilirim. Yer yer oyuncuları göremiyorum. Kostümler her bir rol kişisinin kimliği için biçilmiş kaftan. Birbirinden şık elbiseler yine de Ece Dizdar’ın güzelliğine yeni bir şey katmıyor. (Bu iltifatı Vedat Tanır, broşu takmak için fikrini soran Macide Tanır’a etmişti.) Sahne ve giysi tasarımını yapan Meltem Çakmak’ın işlerine şu aralar üst üste denk geliyorum. Işık tasarımı Ayşe Sedef Ayter’e ait. Yine tertemiz. Tiyatronun dijitale gidişinden endişe duysam da oyundaki kullanımını yerinde ve estetik buluyorum. Diğer söyleyeceklerimi bölümlere serpiştiriyorum.

1. MASUMİYET VE PANİK.

Burjuvaziye güzel örnek olan kahramanlarımızın meslekleri manidar. “İdeal” çiftimiz, yine “ideal” sayıdaki çocuklarıyla evliliklerinin onuncu yılındalar. Akşam yemeğinde arkadaşları Katarina ve Peter’i ağırlıyorlar. Diğer çift, sorunlu evlikleriyle bizimkilerin anti-tezi gibi görünürken aynalamayı fark edemeyen kahramanlarımızın (görünen) en büyük sorunu, hiçbir sorunlarının olmayışı. Utanılacak kadar mutlular. Marianne’e göre, tartışan arkadaşlarının problemi eksik ve yetersiz iletişim. Soru: İki insan ömür boyu birlikte yaşayabilir mi? Bir yastıkta kocayın gerçekten yerinde bir temenni mi?

2. ÖRTBAS

Evliliklerin devam etme sebebi! Planlamanın içine sıkışıp kalmış, nefessiz evlilikler… Mahalle baskısı unsuru olarak evliliğe müdahil olan anneler… “Nora” ile aramdaki özdeşliği bilen bilir. Meğer Bergman da zamanında “Nora’yı sahneleyen bir Ibsen sevdalısıymış. Oyunda bu eski tanıdığa rastlamak çok hoşuma gidiyor. Naz Buhşem’i boşanmak isteyen Bayan Jacobi rolünde bu bölümde görüyoruz. Sakin oyunculuğu ile doğal komik oluyor. O ve Marianne (bize göre) sahnenin solunda niçin boşanmak istediğini ve yalnızlığın sevgisiz bir evliliğe yeğ olup olmadığını tartışadursun, biz sağ tarafta Peter ve Eva’ya kulak verelim. Meğer Johan’ın içinde bir şair yaşamaya çalışıyormuş. Pınar Göktaş’ı görünce şaşırmayın, onu Katarina sanmayın. Kostümü onu ayırt etmemize, onun Eva olduğunu anlamamıza yardım edecek.
Bu seferki sorumuz: Seçtiğimiz hayatı biz mi seçtik?

3. PAULA

İşte geldik zurnanın zırt dediği yere. Aldatmanın cazibesine karşı aidiyetin huzuruna, sevginin kuytusuna… Kocasının başkasına aşık olduğunu ve onu terk edeceğini öğrendiği; ardından onun bavulunu hazırlamasına yardım ettiği; gitmemesi için yalvardığı sahnelerde Ece Dizdar yüksek bir oyunculuk sergiliyor. Artık Marianne’i yansıtmıyor, ona dönüşüyor. Bu tırmanan sahnede ne yazık ki Öner Erkan’ın sesini duyamıyorum. Duyguyu alıyorum ama sözleri seçemiyorum. Yeri gelmişken, “Kim uzun cümlelerle kavga eder ki” eleştirilerine karşılık, diyalogların etli kemikli konuşmalardan oluştuğunu söylemek isterim. Ne ki bu durum dil sürçmelerini engellemiyor. Johan’ın gidişinin ardından dertleşmek için arkadaşını arayan Marianne, duydukları karşısında suskunlaşıyor. O anda patlayan müziği, içindeki çığlığı seviyorum. Oyunun başında kendi evliliklerinin istisna olduğunu söyleyerek karısını geçiştiren Johan bu sefer şunu soruyor: Milyonlarca evli arasından sadece biz mi şanslıydık?

4. GÖZYAŞLARI VADİSİ

 Başlığı -aklımda doğru kaldıysa tabii- yadırgıyorum. Herkes payına düşen gözyaşını döküyor diye mi çoğul kullanılmış acaba? Bir yıldır görüşmeyen çiftimiz, Marianne’in sadeleştirdiği ve kendine göre düzenlediği evinde buluşur. Kahramanımız kendine yeni bir yaşam kurmaya çalışırken aslında Johan’ın etkisinden kurtulmaya çalışmaktadır. O sancılı arayış başlamıştır. Nicedir ihmal ettiği “kendi” ile tanışacaktır. Böyle zamanlarda, ciğerini bildiğini sandığın eşin ile aranda sınırları aşındıran, dengeni bozan gel-gitler başlar. Evlilikten boşanmaya giden süreçte artık çok yakın/fazla uzak bir mesafedesinizdir. Düne kadar sizin olana izniniz yoktur artık. İpin ucunu ne zaman kaçırdığınızı anlamadığınız bir bağın pamuktan yapılma olduğunu anlarsınız. Yine de Marianne ona ben bakmalıyım, o benim sorumluluğum demekten alıkoyamaz kendini.
Soru: Kendimizi tanıyor muyuz?

5. CAHİLLER

 Johan, duygusal alana giren bütün meselelerde cahil olduğumuzu, her şeyin öğretildiğini fakat kendimiz ve duygularımız hakkında hiçbir şey bilmediğimizi söylüyor. Marianne, ayrılmayı düşünen müvekkillerine eşleriyle yalnız kalmamalarını tembihlerken bunun kendi başına gelebileceğini düşünemiyor. Oyunda gördüğümüz şiddet, Bergman’ın annesi Karin ve babası Erik’ten geliyor. Çocukluğunda annesinin babasına tokat attığına ve babasının onu duvara ittiğine tanık olan Bergman, bu iki karakterine, en güçlü ve en zayıf yanlarıyla köşe kapmacaya oynatmaya devam ediyor. Agresyonu yükselten Öner Erkan’ın dozunda geçişleri hoşuma gidiyor. 9 çocuk babası Bergman’ın hayatında pek yer kaplamayan çocukları, doğal olarak burada da kendilerine yer bulamıyor. Ona göre çocuk figürü, dağılmakta olan evliliğe gereksiz bir trajedi ekliyor. Keşke kavga etmeye daha erken başlasaydık diye hayıflanırken gelen soru karşısında afallıyoruz:
Mutlu evliliğin sırrı nedir?

Ezcümle, dolaşık bir hal evlilik. Ayrılınca bitmeyen evlilikler vardır; sürse de biten evlilikler kadar. İçinden çıkabilen, cevapları bulabilen beri gelsin!

*

Künye
Yazan:
 Ingmar Bergman
Çeviren: Ece Dizdar
Uyarlayan & Yöneten: Kayhan Berkin
Yardımcı Yönetmen: Mehmet Yılmaz
Yönetmen Yardımcısı: Dilara Melami
Dekor & kostüm tasarım: Meltem Çakmak

Işık tasarım: Ayşe Sedef Ayter
Asistan: Emre Arslanbek
Oynayanlar: (alfabetik sırayla) Ece Dizdar, Kayhan Berkin, Naz Buhşem, Öner Erkan, Pınar Göktaş
Prova fotoğrafları: Ilgın Erarslan Yanmaz
Yapım: Versus Tiyatro & Zorlu PSM

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media