
ASLI TOHUMCU: “BU ALFABENİN ‘OYUNCAKLI’ OLMASI, HER HARFİN BİR KAVRAMI ELE ALIYOR OLMASINDAN KAYNAKLANIYOR”
Neredeyse dört yıl olacak Aslı ile bir söyleşide daha buluşalı… Daha önce yine Can Çocuk etiketiyle yayımlanan “Benim Babam Kötü Örnek” kitabı üzerine iki lafın belini kırmış, toplumdaki ebeveyn rollerini konuşmuş, babalara “selam çakmıştık”. Kitaplarında önemli soru ve sorunları ele alan bir yazar olmasını pek sevdiğim ama kullandığı dile, yarattığı evrenlere başka bir hayranlık duyduğum sevgili Aslı ile bu defa kendi deyimiyle “şiirimtrak” bir kitap için bir araya geldik. “Oyuncaklı Alfabe”, çocukların dünyasının tam içinden geçen, düşünen, düşündüren, soran ve sorgulayan kavramlardan yola çıkan bir “alfabe kitabı.”
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Peki neden oyuncaklı? Bu sorunun cevabını yazar Aslı Tohumcu’dan başkası veremezdi elbette… Cansu Erkan’ın karikatür havasında resimleriyle eşlik ettiği “Oyuncaklı Alfabe”, çocukların hayata dair sorularını, kimi zaman göz ardı edilen beklentilerini, gündelik gözlem ve hayallerini, sessiz monologlarını eğlenceli bir dille seslendiriyor. Sadece çocukların değil, yetişkinlerin de okuması gerektiğini düşündüğüm “Oyuncaklı Alfabe”, çocuk yazınında bu sayede özel bir yeri hak ediyor. Okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız. Şimdi sözü Aslı’ya bırakmak en doğrusu bence…
Sevgili Aslı, birkaç yıl sonra seninle yeniden bir söyleşide buluşmak ne güzel! Yeni heyecanın, yeni çocuk kitabın “Oyuncaklı Alfabe”nin okuru bol, muhabbeti çok olsun dilerim. Bir kez daha hoş geldin Ajandakolik’e…
Epey zaman olmuştu, beni unuttuğunu düşünmeye başlamıştım. Şaka bir yana, değişik bir şey denediğim bu kitapla buluşmamız güzel oldu. Hatta ilk buluşmanın seninle olması daha güzel, uğurlu gelir bence!
Ah çok teşekkür ederim, umarım öyle olur! Nasılsın, nasıl gidiyor hayat? Senin gibi bu kadar üretken bir yazarın her yeni çıkan kitapta heyecanı hep aynı dirilikte oluyor mu, merak ediyorum.
Herkes gibi hep bir şeyleri kovalayarak, günün sonunda suyun yüzünde kaldığıma şükrederek geçiyor hayat. Ama neyse ki edebiyat var, hayal bükücülük var. Aslında en çok da, iyi ki çocuk edebiyatı var! Şu yaşıma geldim hâlâ daha yazarken de, bir kitabımı basılı halde elime aldığımda da hep heyecanlanıyorum. Yazarken hayal kurmanın, yaratmanın hazzını, yazdığım metin dünyaya açıldığında da insanlar kucaklayacak mı, sevecek mi heyecanını yaşıyorum. Yoksa yazmayı sürdüremezdim herhalde. Hele de dünya bugünkü gibi neredeyse batmak üzereyken.
“EŞİTLİKTEN ÇELİŞKİYE, ÖPMEKTEN USLULUĞA BİR ÇOCUĞUN DÜNYASINDA KARŞILIĞI OLDUĞUNU UMDUĞUM BAZI KAVRAMLARA DALIP ÇIKIYORUM BU KİTAPTA”
“Oyuncaklı Alfabe” öncelikle ismiyle merak ettiren bir kitap. İlk başta okul öncesi çocuklar için mi diye durup düşündüm ama arka kapakta 7 yaş üstü etiketini gördüm. Hadi önce kitabın isminden başlayıp cismine doğru yola koyulalım. Neden bu ismi verdin?
Alfabeyi baştan sonra saydığımız anlaşılıyor zaten isimden, ama bu alfabenin “oyuncaklı” olması, her harfin bir kavramı ele alıyor olmasından kaynaklanıyor. Biraz da şarkılı bir kitap olmasından, bu şarkıların yer yer çatallanması, değişik ritimler tutturmasından. Eşitlikten çelişkiye, öpmekten usluluğa bir çocuğun dünyasında karşılığı olduğunu umduğum bazı kavramlara dalıp çıkıyorum bu kitapta. O yüzden de “Oyuncaklı Alfabe” başlığı iyi geldi kulağımıza.
Alfabe dedik… İçeride alfabenin harfleri türlü renkleriyle karşılıyor bizi. Çocukluğa, çocuk olmaya dair nüktedan, ironik, komik ve şiirsel bir kitap bu. Galiba bunun için öncelikle tebrik etmem lazım! Okurken çok güldüm çok düşündüm ve çok çok sevdim ama nereden geldi böyle bir kitap yazmak aklına?
2019’da, Çınar Yayınları’na bir kitap çevirmiştim. Kalli Dakos’tan “Gülme Makinesi – Muhteşem Tuhaf Şiirler,” diye. Bahçesi, sınıfı, tuvaleti vs. ile bir okulda geçen, her biri çocukların iç dünyasına dair birer hikâye anlatan, geleneksel şiir anlayışını kıran ve acayip matrak bir kitaptı. Aynı mantıkla alfabeyi ele alsam nasıl olur diye düşündüm ve kolları sıvadım.
Kitabı henüz okumayanlara birkaç dizeden sunalım isterim. En sevdiklerimden örnekler vereyim, mesela diyorsun ki “Büyümenin B’si”nde “sıkıcının s’sinden sıkıştırdı araya çocuk ve kötü’nün k’sinden. ‘İşte şimdi tamam oldu!’ diye bağırdı sevinçle. Ardından da söz verdi kendine, asla büyümemeye bir şekilde.” Tabii öncesinden de bahsetmek lazım biraz… Bütün b’ler hep olumsuz, hep negatif! Aralarından barbarlık da var bağnazlık da, benmerkezcilik de var bilmişlik de! Sahi bu kadar kötü mü sence büyümek? Hep çocuk mu kalmak isterdin sen?
Büyümenin iyi ya da kötü olması, kişinin nasıl büyüdüğüyle alakalı değil mi? Muzipliğinizi, merakınızı, cesaretinizi, hayallerinizi, hayal gücünüzü (ve daha başka birçok şeyi) geride bırakıyorsanız, bence bu kötü bir büyümedir. Ben bazı konularda olgunlaştığımı düşünüyorum ama asla büyümeyecek, ejderhalardan asla korkmayacak bir yetişkin olduğumu düşünüyorum.
Biraz önce nüktedan, ironik falan dedim “Oyuncaklı Alfabe” için ama biraz düşününce bu kitabı okuyacak olan yetişkinlere de “büyümüş kişiler” için eleştiri oklarını batıran bir kitap yazmışsın adeta. “Laubalinin L’si”nde de diyorsun ki “Bazen merak ediyorum, tepemde, ‘Dileyen okşayabilir’, yazan bir tabela mı var diye! Nüfus cüzdanımın isim hanesine ‘paşam’ ya da ‘prenses’ mi yazılı diye!” Sahi bunu iki yaşında kızı olan bir anne olarak dışarıdan gelen seslerle çok yaşıyorum ben! Çocuklar için tüm bunlar şaşırtıcı olmaktan çok korkutucu değil de ne!?
Başka yerleri bilemem ama canım memleketimde, ne yazık ki çocuğa kamunun malı gibi davranılıyor. Laubali’nin L’sini bu nedenle yazdım. O laubaliliğe izin vermezsen, bu defa da anne olarak adın kibirliye ya da soğuğa çıkabiliyor. Çocuk kendi anne babasının bile malı değildir, neden halkın malı olsun. Neden isteyen sevsin, mıncıklasın. Kaldı ki çocuk istismarının had safhaya vardığı bir ülkede bu, ayrıca tehlikeli. Bence herkes kendi çocuğunu sevsin. Burada, “Oyuncaklı Alfabe”nin L harfinda yani, çocuğun sıkıntısını anlatan ama yetişkine de eleştiri yönelten bir şey var evet.
“İYİ BİR EBEVEYNE DÜŞMEZSEN, ÇOCUK OLMAK ÇANTA OLMAK GİBİ BİR ŞEY BENCE”
Çocuklara çok şey dayatıyor, onlardan çok şey bekliyor, ebeveynler. En basitinden uslu durmalarını mesela, ya da oyalanmamalarını, çabuk olmalarını! Sen “Uslunun U’su” ve “Oyalanmanın O’su”ndan bunlardan bahsedip iğneyi deliğine bir güzel sokuyorsun. Seni rahatsız eden başka şeyler neler ya da aklına gelenler?
İyi bir ebeveyne düşmezsen, çocuk olmak çanta olmak gibi bir şey bence, bu dediğim yanlış anlaşılmayacaksa! Çocuklarına ne istediklerini soran çok az ebeveyn var bence. Ne yemek istediğinden salona ne renk kanepe alınacağına kadar bir dolu örnek verilebilir. Çocuklara hiçbir yaşta, hiçbir ortamda insan muamelesi yapılmaması beni çok üzüyor. Kitaptaki bazı harflerde bu üzüntüm kendini dışarı vurmuş anlaşılan.
Çok haklısın! Bu arada anne olunca çocukluğuma döndüm ben. Çok düşündüm geçmişi, yaşadıklarımı, hislerimi… Sence çocukluk nerede bitiyor? İnsan ne zaman büyüdüğünü anlıyor?
Bence annesi ölünce bitiyor insanın çocukluğu. İnsan ister istemez büyümek zorunda kalıyor. Ama yine de nasıl büyüyeceğini seçme şansı var. Neyse ki! İyi ki!
Peki sence çocukluğun en güzel yanı ne?
Oyun oynamak, hayal gücünle at koşturmak herhalde. Minderlerden gemi yapıp fırtınanın göbeğine atlayabilmek, battaniyelerden mağara yapıp lavların üstünden akmasını seyretmek…
Şimdiye kadar kitaplarını pek çok çizer resimledi. Cansu Erkan ile ilk defa çalışıyorsun. Ki Cansu da sosyal medyadan tanıdığım, takip ettiğim kadarıyla resimleriyle birlikte anneliğe dair komik ve eleştirel içerikler üreten bir çizer. Çok uyumlu bir ikili olmuşsunuz bu kitapta. Sen neler diyeceksin?
Cansu da kutsal annelik etiketini göstere göstere koparıp atan bir kadın sanatçı, bu açıdan onu kendime zaten yakın buluyordum. Çok güldüğüm, çok konuda hak verdiğim bir insandı yani. E, zaten sanatına ayrı hayrandım. Aşırı mutlu oldum bu kitabı birlikte yaptığımız için.
Bir yandan yetişkin okurlar için de yazıyorsun ama şu cümleyi tamamlar mısın? İyi ki çocuklar için yazıyorum çünkü …
İyi ki çocuklar için yazıyorum çünkü yazmasaydım nefes alamaz ve can sıkıcı bir zombi olurdum.
Peki Oyuncaklı Alfabe’nin tüm harflerini saydın, anlattın madem… Senin için çocukluğun tanımı ne?
Sarı ve sıcak bir şey sanırım. Kendi çocukluğumu düşününce en azından, bu geliyor aklıma. Bursa’nın Kiremitçi Mahallesi, Mehmet dedemin elinden tutup kıraathaneye gitmem, babaannemim akıtmaları ve vişneli gazozu. Daha güzel bir şey düşünemiyorum.
Çocuk Aslı’yla karşılaşsan zamanın birinde ona neler söylemek isterdin? Herhangi bir öğütte bulunur muydun?
Bulunmazdım herhalde, insanoğlu başkalarının deneyimlerinden ders çıkaran bir varlık değil. İlla kendi başının dikine gidip canını yakacak. Ya da… Bilemedim ne diyeceğimi çocuk Aslı’ya, soru zor geldi, bu cevabı verdim hahaha!
Çocukların gözünden hayatı sorgulayıp onların göz ardı edilebilen beklentilerini, hayallerini yazarken Aslı neler düşündü, nasıl yollardan geçti, zaman nasıl aktı?
Bu kitapta biraz zor aktı açıkçası. Kurmaca bir metin değil, şiir de değil. Şiirimtraklar diyorum ben. Farklı bir dil kurmak kolay olmadı, umarım güzel kurabilmişimdir. Kavramlardan arasından seçim yapmak da ayrı zordu. Bir daha kalkışmam herhalde böyle bir maceraya.
Ajandakolik okurlarına ve bana son olarak söyleyeceğin, eklemek istediğin bir şeyler var mı?
Ajandakolik okumaya devam bir kere, o net. Senin de güzel gülüşün hiç solmasın!
Tekrar konuğum olduğun için teşekkür ederim. Sen hep yaz Aslı, biz hep okuyalım, peşinden gelelim…
Çok teşekkür ederim, mahcup ediyorsun…
ASLI TOHUMCU: “YARDIMA İHTİYACIMIZ YOK, HAYATI EŞİT ŞEKİLDE PAYLAŞMAK KONUSUNDA ISRARIMIZ VAR”