TANOL TÜRKOĞLU: “TEKNOLOJİ SANATI DEMOKRATİKLEŞTİRMİYOR”
Dijital kültür denildiğinde aklımıza gelen ilk isim olan Tanol Türkoğlu ile zihin açıcı bir söyleşi yaptık. Kendisine sanatın dijitalleşmesinden dijital kültürün toplumsal yansımalarına kadar merak edilenleri sorduk.
Söyleşi: Batuhan Sarıcan
batuhan@ajandakolik.com
Dijitalleşmenin NFT, metaverse, web 3.0 gibi kavramları hayatımıza sokmasıyla birlikte kafamız allak bullak oldu. Nedir, ne değildir derken birçok kişi bazı kavramları birbiriyle karıştırır hale geldi. Bu noktada işin uzmanına danışarak hem kavramları yerli yerine oturtalım hem de neler olup bittiğini anlaşılır bir dille okurlara aktaralım istedik. Bu doğrultuda, içinde bulunduğumuz dijitalleşme çağının önemli dönüm noktalarını, bugün hayatımızı; kültür ve sanatı nasıl etkilediğini, dijital kanaat önderi Tanol Türkoğlu ile konuştuk.
Proust Anketi’nde “en sevdiğin” ile başlayan sorular yer alır. Bu anketi dijital aleme uyarlayacak olursak, en sevdiğin dijital kültür kavramı nedir ve neden?
En sevdiğim, “dijital kültür” kavramının kendisi aslında. Çünkü ben bunu yeni bir toplum modeli olarak görüyorum. Nasıl ki tarım ve sanayi toplumu vardı. Bu anlamda dijital kültür ögeleri de müstakil bir dijital toplumun altyapısını oluşturuyor. Buna yeni bir paradigma olarak bakıyorum.
Dijital kültür senin için ne ifade ediyor?
Bana göre dijital kültür, kendisine kültür dediğiniz her şeyin dijital platformlar üzerinde gerçekleşiyor olmasıdır. Daha önceleri maddi ve manevi kültür dediğimiz şeyler fiziki, yani gerçek yaşam üzerinde kuruluyordu. Dijitalleşmeyle birlikte kültür, dünya içinde dünya diyebileceğimiz dijital ortamda tezahür ediyor. Aslında dijital kültür, yeryüzü ve insanlık kültüründen ayrı bir şey değil, bunun bir parçası ve dijitaldeki izdüşümü halinde düşünülebilir. Örneğin eskiden gazete dediğimizde, içinde haber olan ve kâğıda basılı bir şey aklımıza gelirdi. Web sitelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte gazetecilik de dijitalleşmiş oldu. Bugün bakıldığında bunların iki ayrı şey olmadığını görüyoruz; platformundan bağımsız olarak bunların hepsine birden medya veya habercilik diyoruz bugün. Kültür ile dijital kültürü de böyle bir yakınsama içinde görüyorum. Dijitalleşme artık etrafımızı saran bir hava gibi her şeyin içine geçtiği gibi kültürel ögelere de işleyecek.
Dot-com balonunun patlaması, bizi niçin dijital bir değişim çağına sürükledi?
Bu noktada dot-com’dan bir adım geriye gidip 80’li yıllarda bilgisayarlaşma nereden çıktı ona bakmak lazım. Bilindiği üzere 50’li yılların sonunda Sovyetler’in Sputnik’i göndermesiyle birlikte başlayan bir uzay yarışı var. Sonra bakıldı ki ne uzaydan bir düşman geliyor ne de oraya gitmek o kadar kolay… Tam böyle bir karambol döneminde Kaliforniya’daki “parlak çocuklar”, bilgisayar denen bir şey icat etti. Bir anda yatırımlar oraya doğru kaymaya başladı ve bilgisayarlaşmada patlama yaşandı. Bu patlama, dünya ekonomisine 10 yıl kadar kazandırdı. 90’ların ortasında Clinton döneminde küresel bir sıçrama daha yaşandı; daha önce kamusal bir ağ olan internet ağı, world wide web (WWW) ile birlikte herkes için erişilebilir hale gelmeye başladı. Batı’da her zaman ilginç şeylere yatırım yapacak yatırımcı bulmak olasıdır. Sonrasında da her şeyi internet üzerinden yapabilme refleksiyle bir dot-com çılgınlığı yaşandı. Bu bir süre devam etti. Bu süreçte ABD’de Ofis, demokratlardan cumhuriyetçilere kayıp, 2001’de de 11 Eylül olaylarının yaşanmasıyla birlikte bu “janjanlı” yatırımlar bıçak kesiği gibi kesildi ve yatırımlar güvenlik yatırımlarına kaydı. Bu süreçte, içerikleri web sitesinin sahiplerinin oluşturduğu Web 1.0’ın bocaladığını gördük ki o da kabuk değiştirerek yerini Web 2.0’a bırakmaya başladı; içeriği artık herkes oluşturabilir oldu. Biz buna bugün sosyal medya diyoruz. Baktığımızda günümüzde YouTube’da milyarlarca video varsa sadece ilkleri o siteyi açanlar tarafından yüklendi. Bugün herkes orada içerik oluşturabiliyor, altına yorumlar ve beğeniler geliyor. Yani iletişim, etkileşime dönüştü. Bu iki yönlülük web teknolojisinin ayağa kalkmasını sağladı. Şimdi de Web 3.0 döneminin içindeyiz. Bunun karşılığının ne olduğu ise farklı yorumlara açık. Blokzinciri, metaverse ve kripto para özelinde farklı yorumlar var bunun ne olacağı konusunda. Kısacası bunların hepsinin, yani dijital dönüşümün özünde, ekonomik açmazı bertaraf etme refleksi var.
Bilgi, süreç, iş gücü ve paranın dijital dönüşümüyle birlikte müstakil toplumun kurulmakta olduğunu savunuyorsun. Dijital ve müstakil toplumdan ne anlamalıyız?
Ben bunu kökten bir yeni toplum modeli olarak görüyorum. Şimdi biraz geriye gidelim: Feodal toplumla modern toplumu kıyasla desem aklına neler gelir? Feodal toplumda tarımsal bir ekonomik değer, köy ve kasaba hayatı var. Yönetim daha totaliter ve merkezci. Bireylerin söz hakkı yok. Yaşamın tek amacı karnını doyurabilmek. Sanayileşmeye ve kapitalizme, yani modern topluma geldiğinde ise şehirleşme var. Temel dinamo toprak değil fabrika. Mülkiyet hakkı var. Bireyin hak ve özgürlükleri daha fazla vs. Şimdi bunların ardından üçüncü evre olan “dijital toplum” dediğimiz zaman da ben bu kadar büyük bir dönüşüm bekliyorum. Nasıl ki feodal toplum yok olduysa, sanayi toplumu da yok olarak yeni bir toplum oluşacaktır. Tabii ki bu akşamdan sabaha olmadı. Onlarca yıl sürdü. Şimdi de yıllarca sürecek bir dönüşümün içindeyiz. Bir anda değişim olmuyor. Kapitalizmin gözlüğünden bakarsan buna Endüstri 4.0 deniyor. Yani o görüşe göre eski toplum, kabuk değiştirmiş olarak devam edecek. Ancak dijital toplum dediğimiz şey, kapitalizmin sandığının çok ötesinde bir şey. Bakacak olursan tarım toplumu dağılırken de kabuk değiştirme olmadı, feodal düzendeki köylüler kurmadı sanayi toplumlarını, yeni oluşumlar kurdu. Ve onlar da yeni ekonomik ve yönetim sistemlerini kurdu. Kökten bir değişim yaşandı. Şimdi de buna benzer bir paradigma değişimi içindeyiz. Benim de dijital dönüşüm ve dijital toplum derken kastettiğim de bu. Kapitalist dünya, birkaç sac ayağı üzerine kurulmuştu; teknoloji (yani icatlar silsilesi), liberal ekonomi (mülkiyet hakkı), politika (demokrasi) ve ekonomi (fabrika) ürünlerine bıraktı. Parayı üreten mekanizmanın değiştiğini görüyoruz. Dijital dönüşümün körüklenmesi için de dijital ürün kavramanın yaygınlık kazanması lazım. Bir önceki sac ayaklarına karşılık gelecek paradigmalar lazım. Bunun emarelerini görüyoruz; teknolojik sıçrama açısından yapay zekâ, nesnelerin interneti ve büyük verinin birleşimi, buhar makinesiyle gelen sıçramanın muadili olabilir. Ekonomik açıdan bakarsak kripto paralarla gelen merkeziyetsizleşmiş finans sistem (DeFi); yönetim açısından da blokzinciri üzerinden gelişecek merkeziyetsiz otonom organizasyonlar (DAO). Bunların hepsinin karşılığını, emekleme döneminde olsa da görüyoruz bugün. Bunların hepsi, yeni bir toplumu meydana getirebilir.
Sanatın dijitalleşmesine nasıl bakıyorsun?
Bu noktada karmaşık duygular içindeyim. Bir yandan sanatın daha liberalleşebileceğine yönelik teoriler var. Diyelim ki sen tanınmayan bir ressamsın ama güzel resim yapıyorsun. Fakat geniş kitlelere ulaştıramıyorsun. Çünkü galerilerde sergileyecek imkân bulamıyorsun. Web teknolojisiyle sen bu ürünlerini tüm dünyaya ulaştırabilirsin. Teorik olarak bu doğru. Bundan faydalanmış sanatçılar da vardır mutlaka. Ancak kâğıt üstünde bu çok düşük bir ihtimal. Madalyonun diğer yüzünde kemikleşen veya tekeldeki sanatsal mekanizma ve oluşumlar, varlıklarını bugün dijitalde de sürdürüyor. Dolayısıyla teknoloji, sanatı demokratikleştiremiyor. Herkese aynı ifade alanını açamıyor.
Sanat aynı zamanda dijitalleşiyor. Dijital araçlarla yapılan NFT’ler var biliyorsun. Buna karşı “NFT sanat değildir” gibi bir görüş de hâkim bugünlerde.
Çok normal. Çünkü Pop-Art’a bakarsak, mesela sadece klasik ve modern sanatı sanat olarak gören kitle, Andy Warhol’ün eserlerine başta “bu sanat değil” diyordu. Bunun dijitaldeki izdüşümü ise NFT eserler. Bugün Pop-Art’ı artık sanat olarak kabul etmiş kesim, NFT’ler için “bu sanat değil” diyebiliyor. Yapay zekâ teknolojisiyle yeni bir “altın çağ” yaşanabilir. Örneğin yapay zekâya Dostoyevski’nin romanlarının veri kümesi olarak öğretildiğini düşün. Yapay zekâyı “yazar” olarak eğitiyorsun diyelim ve sana bir Dostoyevski romanı yazıyor. Veyahut sana bir Monet tablosu çiziyor veya bir Beatles bestesi çıkarıyor. Belki bugün değil ama bir gün bunlar olabilir. Çünkü bugün bu bize yapay gelebilir, ne kadar orijinal olacak, şu an için bilemeyiz. Belki 20-30 sene sonra böyle şeyler yaygınlaşır ve bir norm haline gelirse 50-60 sene doğacaklar için bu çok normal olur; her yıl yeni “Dostoyevski kitapları”, “Monet resimleri”, “Beatles albümleri” çıkabilir. İşin bir de bu boyutu var. Teorik olarak bu mümkün.
Belki birkaç dakika içinde yapılmış dijital bir eser (NFT), üzerinde aylar ve hatta yıllarca çalışılan, usta elden çıkmış resim veya heykelden maddi açıdan daha “değerli” olabiliyor. Sefalet içinde yaşayıp ölen usta sanatçıların eserlerine karşın milyon dolarlık NFT eserler var bugün. Bu açıdan bakarsak sanatsal üretimin dijitalleşmesi, emeği değersiz hale getirmiyor mu?
Bir açıdan haklısın. Son 30-40 yıldır gündemde olan mesele şu ki bir sanatsal eser, ne kadar rağbet görüyorsa o kadar değer atfedilebiliyor. 60×80’lik sadece siyaha boyanmış bir tuval düşün. Onun karşısında Monet veya Dali’nin bir tablosunu düşün. Belki o tablo, birçok iyi ressamın eserinden daha değerli bugün. NFT açısından da baktığın zaman, birisi buna 20 milyon dolar veriyorsa, pragmatik açıdan o eserin nasıl bir sanatsal değeri olduğunu sorgulamak da ikinci planda kalıyor. Hani sadece siyaha boyanan o tabloya 20 milyon dolar verilmesine 20-30 senedir bir şey demiyorduk? Sanatın “dikkat çekme” özelliği, giderek geleneksel anlamdaki sanatsal değerlerin önüne geçiyor gibi görünüyor son yıllarda. “Dikkat çeken neyse, işte o sanatsal değere sahiptir,” gibi bir görüş öne çıkıyor artık.
Radyosunu yeni açan okurlar için metaverse’ten de bahsedebilir miyiz?
Metaverse, en basit tanımıyla gündelik hayatta yaptığımız şeyleri dijital ortamda yapar hale geldiğimiz bir sanal gerçeklik ortamı demek. “Meta” ve “universe” kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan bir kavram. Yani meta evren. Gözümüze takacağımız özel bir cihazla, internet üzerinden dijital bir ortama ulaşıyorsunuz; sanal bir caddedesiniz, başka bir yerde başkaları tarafından kontrol edilen avatarlarla etkileşimde bulunuyorsunuz. Orada dijital bankasından postanesine sanal bir yaşam var. Yaşadığımız evrenin bir üst boyutu olarak değerlendirilebilir. Film ve dizilerden örnek vermek gerekirse Matrix’te Neo’nun sandalyeye oturup bağlandığı/geldiği yer metaverse olarak düşünülebilir. Bruce Willis’in oynadığı Surrogates filmi de bir başka örnek. Oradaki fiziksel dünya, gerçek insanlardan soyutlanmış, robotlar da avatar haline getirilmişti. Ready Player One’da ise Oasis diye bir metaverse vardı. Black Mirror’daki San Junipero bölümünde, şakaklara takılan alet sayesinde gidilen Amerikan kasabası da yine metaverse örneği. Anlayacağınız, metaverse geniş kapsamı olan jenerik bir isim.
Bill Gates, toplantıların metaverse evreninde olacağını söylemişti. İşe sanat açısından bakalım. NFT olarak üretilen sanat eserlerinin metaverse’teki sergi ve fuarlarda boy göstereceğini düşünebiliriz sanırım. Sanat-toplum-insan üçgeninde ne gibi dönüşümler öngörüyorsun?
Metaverse’teki bir sergide sevdiğin bir ressamın resmini satın almak istiyorsun, bu noktada NFT devreye giriyor: “Meteverse’teki şu sanat galerisindeki dijital duvarda gördüğün bilmem kaç numaralı tablonun orijinali artık senindir. Çünkü o sertifikayı (NFT’yi) sen aldın.” Bu açıdan ben sanat-toplum-insan üçgeninde bir değişiklik ön görmüyorum. Çünkü aynı anlayış var, sadece araç değişiyor. Şu anki fiziki hayatta da gidip o tabloyu satın alıp duvarına asıyorsun. NFT’de de bu tabloyu alacaksın ve belki de evinin bir köşesine gömülü dijital ekranda bunu ve birçoğunu sergileyeceksin. Sanatı ve sanat ürünlerinin sergilenip satılması ve bu ilişkilerin kurulması konusunda anlayış değişliklerinden ziyade araç değişikliği söz konusu olacak gibi görünüyor.
NFT eserlerin kripto parayla satılmasının, sanatı da merkeziyetsizleştirdiğini ve boyunduruktan kurtardığını söyleyebilir miyiz? Sanat yine fazla kripto birikimi bulunanların elinde olursa bu merkeziyetsizleşmenin bir anlamı var mı?
Dediğim gibi bunlar sanatsal ilişkilere yeni bir boyut getirmiyor. Belki işin sunum kısmını daha da kolaylaştırabilir. Büyük bir şirketin sahibi olduğu sanat eserlerini düşünelim. Bunu sergilemesi çok sınırlı; elinde 500 tane varsa belki 50 tanesini sergileyebiliyor. Metaverse’te bunların hepsini ve daha fazlasını rahatça çok geniş kitlelere ulaştırabilir. Bence sanatta ve edebiyatta dramatik değişiklik, yaratım sürecindeki anonimleşmeyle, kitlelerin birlikte yaratmasıyla mümkün olacak. Bugün tam tersine bu üretim süreci çok asosyal bir süreci beraberinde getiriyor ve sanatçı, eserinin bittiğini düşündüğü an bitiyor.
Kripto para demişken, kripto paraların geleceğini nasıl görüyorsun? Bildiğimiz anlamda paranın yerine geçebileceklerini düşünüyor musun? Mesela ne zaman ben bakkala gidip belli bir coin ile ekmek alabileceğim?
Teknolojik ve ekonomik karşılıklarından ziyade toplumsal kabule bağlı bu. Çünkü bugün para dediğimiz şeyi olgusal olarak değerli kılan toplumsal kabul. Kripto paralar, para kavramının üçüncü evresi aslında. İlk evre değerli madendi. Onun değeri kendisindeydi. Ben sana takas için 10 gram altın veya gümüş verdiğimde sen onun karşılığını nereden alacağını düşünmezdin. Ancak lojistik sorunları vardı. Ardından banknot sistemi geldiğinde temsili bir para çıktı ortaya. Devletler, bastığı paranın değeri karşılığında rezervde altın tutmaya başladı. Tabii bu durum ekonomik buhranların ardından 1970’lerde değişti. Birçok ülkede paranın bir karşılığı yok, sadece toplumsal kabul var. Basılan para kadar rezervde altın tutulmamaya başlasa da devlet bastığı paraya değer verdi. Elimizdeki o banknot aslında birkaç kuruşluk bir kâğıt aslında ama devlet ona 200 lira değer veriyor mesela. Devlet bunun arkasında durduğu için toplumda kabul görüyor. Toplum o parayı tanımasa o paranın bir değeri olmaz. İşte üçüncü evredeki kripto para için de diyorlar ki “Alfanümerik karakter setinden ibaret. Bilgisayarı kapattığında yok olup gidecek bir şey, buna nasıl değer veriyorsun deniyor.” O zaman sorarım, “e sen cebindeki kâğıda nasıl değer veriyorsun?” Çünkü toplumsal kabulü var. Bu açıdan kripto para bugün banknota göre bir adım geride. Toplumsal kabul gördüğü zaman bu değişir. Şu an bir çekince var. Bu çekincenin nedeni de soruda bahsettiğin bakkalın senden alacağı coin’le kendi ödemelerini yapamıyor oluşu. O bakkal bunu yapabildiği zaman iş değişecek. Şu an Türkiye’deki mal ve hizmet alışverişlerinde kripto para kullanmak yasak. Ancak ve ancak sen yatırımcı olarak cüzdanında tutabilirsin. Yarın bir gün bunun aşılacağını düşünüyorum.
Çok basit örnek verelim: Ben bugün o bakkala gitsem, desem ki sana 1 kg bulgur karşılığında 1 Bitcoin vereceğim. Bunu kabul etmeyecektir.
Tabii ki. Ama 1 Bitcoin’in bugünkü değerini öğrenirse bakışı değişir.
Bir yatırımcı, elindeki geleneksel parayı kripto parayı borsasına yatırdığı zaman bunu kapitalist sistemden çıkarmış oluyor mu?
Teorik olarak evet. Bu açıdan Don Kişotvari bir hareket diyebiliriz.
O halde kripto paralar kapitalizmin sonunu mu getirir yoksa kapitalizm bunu evirir çevirir de olan yine küçük yatırımcıya mı olur?
Kripto paranın çıkış noktasında kapitalizme karşı bir hareket olması var. Ancak şu an kapitalist unsurlar (balinalar) tarafından öyle bir manipülasyon yapılıyor ki işin kaymağını onlar yiyor, olan yine küçük yatırımcıya oluyor. Fakat blokzincir uygulamaları hayatımızla ne kadar iç içe olmaya başlarsa aynısı kripto paralar ve onların değerleri için de geçerli olacak.