
Serenad Bağcan: “Acıdan besleniyor, şarkılar. Aslında sanat da öyle…”
Bu söyleşiyi çok beklettim ama artık zamanı geldiğine inanıyorum. Bekletme nedenim bende kalsın siz söyleşiyi okumaya başlayın çünkü epey uzun. Serenad Bağcan’la ‘Majör Müzik’ten çıkan ilk albümü ‘Serenad’ı konuşmak için bir araya geldik. Ama bu söyleşi, bir ‘iş’ten ziyade hayranı olduğum bir müzisyenin heyecanıydı benim için. O yüzden çok özel bir yerde, pamuklara sarılı duruyor ve şimdi önünüze seriyorum. Serenad Bağcan’a kocaman sarılarak…
Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
Fotoğraflar ve video: Batuhan Sarıcan
Bundan bir ay önce Instagram’dan yazdım ona; “Serenad hanım, hatırlarsınız belki ‘İlk Şarkılar’ çıktığı zaman sizinle ilgili bir yazı yazmıştım. ‘Ömre Serenad Yapan Şarkılar’. Sizinle söyleşi yapmak istiyorum.” Cevabı sonra gelir sandığım mesaj göz kırptı hemen oradan bana: “Evet, hatırladım Nilüfer, tabii yapalım. O zaman ilk sana söyleyeyim: Benim albümüm çıkıyor!” Söyleşi için bulunmaz bir nimetti bu haber. Sevincim iki katına çıktı. Sonra Ocak’ın son haftasında bir cuma günü Cihangir’de buluştuk. Sanki birbirimizi çoktandır tanıyor gibi söyleşiyi unutup sohbete başladık. Serenad Bağcan’la Fazıl Say’dan Selda Bağcan’a, kadın hikayelerinden hayatının olmazsa olmazlarına pek çok şeyi konuştuk. Bu arada o gün çektiğim fotoğrafları beğenmediğim için bir başka gün yeniden buluştuk. Sağ olsun beni kırmadı. Nihayet söyleşiyi ortalığa saçıyorum artık! Söz, Serenad Bağcan’ın…
Nihayet beklediğimiz albüm geldi: ‘Serenad’. Besteler, sözler kime ait?
Fazıl Say’sız bir albüm düşünülemez. Onun iki bestesi vardı. Ahmet Arif’in ‘Vay Kurban’ şiirinin bir bölümü olan ‘Hasreti Uykularda’. Doğu Anadolu’da çaresiz hastalığa yakalanarak fakirlikten tedavi göremeyerek ağrılar içinde ölen genç bir kadının hikayesi anlatılıyor. Fazıl, bu şarkıyı iyi söyleyeceğimi düşünüp “Bu şarkı tam senlik” dedi. Sonra stüdyoda girdim bu şarkıyı söylemek için. Şarkının içine bi’ girdim, ağlamaktan bir saat boyunca şarkıyı söyleyemedim. Bir de Sait Faik’in ‘Burgazada’yım Ben’ şarkısını söyledim. Bu şarkı, orayı görmeden söylenmeyecek bir şarkı. Ve benim için de söylemesi zor bir şarkıydı. Bu yüzden Burgaz’da bir gecemi geçirdim, Sait Faik’in evine gittim… Şarkının zorluğu şurada; hem klasik üslupta yani şan tekniğiyle hem etnik hem de Türk Sanat Müziği tarzında söylememi istedi benden. Bu üçünü harmanlamak gerekiyor. Ama bence çok güzel oldu. Benim için çok özel bir şarkı…
Serter Amcamın bir şarkısı var; ‘Pamuk İpliği’. Aslında ailemin zor günlerini anlatıyor. Ama ailemin çok sevdiğim bir özelliği var, dibe girsek de çıkmasını çok iyi biliyoruz.
“BABAMIN HALAM HAPİSTEYKEN YAZDIĞI BİR ŞARKI: BÜLBÜL”
Bir de galiba babanıza ait bir şarkı var: ‘Bülbül’.
Evet Nilüfer, bunu yazmanı çok isterim. Bu albüm, annemle babama bir vefa albümü. Çünkü babam, mühendis olmasına karşın 76 yaşında bile müthiş bir disiplinle, aşkla, kendi stüdyosunda akşama kadar müzik yapıyor, bestelerini yazıyor ve söylüyor. Söylemek için diyaframını çalıştırıyor, yürüyüşünü yapıyor. Hatta bir konserimde onunla birlikte şarkı da söyleyeceğim. ‘Bülbül’ çok özel bir şarkı. Halama, kız kardeşine yani Selda Bağcan’a yazdığı bir şarkı. 1980 döneminde halam söylediği şarkılardan dolayı hapse yatıyor ve kendisinden haber alamıyoruz. Babam bir gün gazeteyi açıyor ve kardeşinin elleri arkadan kelepçelenmiş fotoğrafını görüyor. Ve hemen o hüzünle bir beste yapıyor. Halamı ülkenin bülbülüne benzetiyor. “Bülbüller susturulursa senin sonun gelir.” Aforizmalarla dolu bir şarkı… ‘Pamuk İpliği’nden sonra albümün ikinci şarkısı da ‘Bülbül’ olacak.
Ne güzel, hatıraları olan bir albüm var o zaman karşımızda… Peki size Fazıl Say’ı sormazsam olmaz… Onunla böylesine iyi bir uyumu nasıl yakaladınız? Birlikte çalışmak zor mu?
Müzikal anlamda bazen zorlandığım oldu ama insan olarak hiç zor biri değil. Nasıl bir araya geldik, hikayeyi biliyor musun Nilüfer?
Sizden dinlemek isterim…
Ben Devlet Çoksesli Korosu’nda alto solist olarak çalışıyordum. Fazıl Say’ın da bazı eserlerini seslendiriyorduk. İlk Nazım Hikmet Oratoryosu’yla bize geldi. O zamanlar solistler farklıydı, ben de korodaydım. Onun eserini çalıştık, sahneledik ve Aspendos’a kadar her yerde bunu söyledik. Daha sonrasında solistin genel provaya gelememesi sonucunda “Korodan biri söylesin, boş geçmesin” dendi ve şefimiz İbrahim Yazıcı da “Bizde Serenad Bağcan var, o bu görevi layıkıyla yapar” dedi. Ve bir sürpriz olarak ben de sahneye çıktım. Kimsenin haberi yoktu, ben de şaşkındım. Şarkı söylemeye başladım. O sırada ‘Memleketim’ şarkısını söyleyeceğim. Fazıl bana “Ya Serenad, bana döner misin?” dedi. İlk orada onunla göz göze ‘Memleketim’ şarkısını söylemeye başladım. Ben söylerken bazı mimikler yapıyordu, ben de kafamda onları anlamlandırmaya çalışıyordum. Neyse, sonunda çok beğendi. Ben de o heyecanla çok güzel söylediğimi düşünüyordum. Zaten akşamında “Artık birlikte yol almak istiyorum” dedi.
“HER ŞARKININ KENDİ YAŞANMIŞLIKLARIMA GÖRE ALGISI DEĞİŞİYOR”
Peki ya albüme geçiş? ‘İlk Şarkılar’ albümünün filizleri nasıl atıldı?
Metin Altıok için bir albüm yapıldı. Orada ‘Bu Kekre Dünyada’ ve Düşerim’i söylemek üzere İstanbul’a geldim. Stüdyo çalışmalarımız sırasında kendi bestelerinin nasıl yorumlandığı da bu şiirler üzerinde görmüş oldu, Fazıl. Ben de kendimi keşfettim. Sonra bana bazı projeleri olduğundan bahsetti. “Üç beş yıl sonra Nazım Hikmet, Attila İlhan şarkıları yapmak istiyorum” dedi. Sonra “Niye bekliyorum ki ya?” deyip gözümün önünde kararını değiştirerek “Şu şarkı bu şarkı olsun. Buradan eve gideriz, sana şarkıları gösteririm. Eylül ayında stüdyoya gireriz Ekim’de de albüm çıkar” dedi. Aynen hepsi teker teker oldu. ‘Dört Mevsim’i çaldığında dedim ki “Bu kesinlikle olacak!”
Ve herkesin en çok sevdiği şarkılardan biri de o albümde ‘Dört Mevsim’ oldu sanırım. En azından benim için öyle. Tüm mevsimlerin hissini öyle iyi vermiştiniz ki, baharı ayrı, kışı ayrı seslerle…
Her şarkının kendi yaşanmışlıklarıma göre algısı değişiyor. Yani şiirin ne demek istediğini aslında yaşınızla, olgunlaşmanızla birlikte sizdeki ifadesi farklılaşıyor. Yani ben ‘Dört Mevsim’i bir insanın hayatının dört mevsimleri olarak söylemeye başladım, ilk başlarda. Sonrasında yaşanmışlıklar işin içine girdiği zaman, örneğin bir duygusal ilişkinin de mevsimleri varmış. O zaman söyleyiş de değişiyor, her şey değişiyor. Zaten ben kendi kendime yorumculuğumu nasıl geliştirebilirim diye düşündüğümde empati kurmaya çalışıyorum.
Evet, yani siz “Bahar mezarına gömsünler sizi” dediğinizde gerçekten de gömüyorsunuz.
(Gülüyor) Ama ben gömüldüğüm için de gömüyorum sanırım. Yoksa gömülmezsen o, karşı tarafa geçmiyor.
Bu şiirleri de çok sevdiniz ve benimsediniz muhtemelen. Peki Fazıl Say’la yaptığınız bu iki şiirli albümde ‘İlk Şarkılar’ ve ‘Yeni Şarkılar’da kendinizle bağdaştırdığınız şiirler oldu mu?
Hepsi! ‘Kekre Dünya’ deseniz; onun ayrı bir duygusal yapısı var, sizi bambaşka bir hisse sürüklüyor. ‘Düşerim’ deseniz öyle, keza ‘İnsan İnsan’… Hani derler ya hepsi çocuklarım gibi… Öyle benim için.
Sesinizde teatral bir şeyler de var. Şarkıları söylerken, o ruha bürünürken sanki sesinizle de oynuyorsunuz.
Bir sürü yorumcu dinliyoruz. Belli bir zaman sonra ben şarkıdan dinleyici olarak kopuyorum. İnsanların yüreklerine dokunmak ve onlarda bir etkisi yaratmak istiyorsanız, bir şeyler yapmalısınız. Ben karşıya duyguyu verdiğimi düşünüyordum hep ama kendi kendimden sıkılmaya başladım söylerken… Arayışlara girdim. Daha başka nasıl yorumlanır bu şarkılar diye. Bunu bence her sanatçı yapıyor, kendini sorguluyor. Hatta geçenlerde ressam bir arkadaşımla konuşuyorduk. O da diyor ki “Okuldan çıktığın zaman sana belli bir stil veriliyor. Sonra sen arayışa giriyorsun.” Bence de o stili ve öğrenmişliği bırakmak gerekiyor.
Yani klasik olanı yapmak yerine size özgü olanı bulmaya yöneldiniz.
Kesinlikle! Sahneye çıktığım zaman ne yapmamam gerektiği üzerine odaklandım. O yüzden bize öğretilen şan tekniğini kullanmak istemedim mesela. Ama arayışlarım sırasında, kendime çok teknik geldiğim zamanlar da oldu. İlkel sesime dönmeye karar verdim.
İlkel ses nasıl oluyor?
Bazı konserlerde hata dediğim şeyler kulağıma ilişti; o gece uyuyamadım mesela. Ama çok küçük nüanslar bunlar. Ertesi gün videolar gelmeye başladığında, onların aslında o kadar doğal ve o kadar güzel olduğunu anladım ki yani sahnede teknik düşünmemek gerekiyor. Senden akan neyse o en güzeli. Ve her konserimizi farklı kılan aslında bu olmaya başladı. İlkel ses tam olarak bu… Hiç oynamadığın, senden gelen sesin…
“SELDA BAĞCAN VE ÜÇ YEĞEN OLARAK KONSERLER VERECEĞİZ”
‘Üç kız kardeş’ler bana hep Çehov’un ‘Üç Kız Kardeş’ oyununu hatırlatıyor. Siz nasıl üç kız kardeşsiniz? Aile bağlarınız nasıl?
Birbirimizi destekleyen, birbirimizin yolunu açan, birbirimizi daha iyiye taşımak için çok samimice her şeyi konuşabilen üç kız kardeşiz. Hep iyi taraflarımızı görürüz. Birbirimizi eleştireceksek de bunu da en zarif haliyle yapmaya çalışan üç kız kardeşiz.
Aranızda rekabet yok yani…
Asla yok, hatta yolumuz üç kız kardeş konserlerinde de birleşecek. Albümüm çıkınca (Bu söyleşi yapıldığında henüz albüm çıkmamıştı.) Selda Bağcan ve üç yeğen yani dört kadın olarak konser vereceğiz. Kadın konusu beni çok heyecanlandırıyor; Türkiye’de kadın olmak… Bak mesela sen tek başınasın, gazeteden ayrılmak zorunda kaldın ama kalktın bir şey kurdun; bir şey yarattın; kültür sanat ajandası Ajandakolik’i. Müthiş bir şey bu. Zaten olay buradan yürüyecek. Gazeteler artık okunmuyor, buradan gidecek her şey. Bak biz CD çıkarıyoruz ama CD dinlenmiyor.
Teşekkür ederim bu arada. Peki konser serisi mi olacak yani?
Daha önce oldu ama şimdi benim bu albümüm bekleniyor. Ondan sonra birlikte konserler vermeye devam edeceğiz. Üç ayrı müzik türü var bu konserlerde. Üç ayrı kadının müzik dinamiği var. Selda Bağcan da buna eklenince tamamen bir kültür mozaği olacak.
Bu kadar Selda Bağcan demişken… Halanızla birlikteyken nasıl geçiyor zaman? Neler yapıyorsunuz?
Ah sana nasıl anlatsam onu! (Gülüyor) İnanılmaz bir kadın. Pembe bulutlar içinde bir dünyası var. Bakış açısı, hayatı algılayışı, her şey öyle. Asla bugüne kadar sesini yükseltmedi. Geçenlerde stüdyoya gittim. Onun o kendinden geçme halini gördüm. Genç kız gibi. Kendine çok iyi bakıyor. Kuru yemiş yemiyor, sigara yok, her şeyi oda sıcaklığında. Nasıl bir disiplini var, bir bilsen… Benim de var ve her defasında beni denetler.
Başarının kaynaklarından biri zaten disiplinn.
Evet evet… İşini severek, tutkuyla, saygı duyarak yaptığında aslında başarı geliyor. Hem kendine hem dinleyenin kulağına, gözüne saygıyla yaptığın için başarıyla ulaşıyor. Şarkıların başarısına gelecek olursam… Müzik benim için biraz frekans biraz gözyaşı. Acıdan besleniyor, şarkılar. Aslında sanat da öyle.
“YALNIZLIĞIMI ÇOK SEVERİM. ŞEHİRLERİN YALNIZLIĞINI DA…”
Yalnızlık da sanatı besliyor, bence. Ne dersiniz?
Ben yalnızlığımı çok severim. Şehirlerin yalnızlığını severim, şehirlerin yalnız olduğu saatler vardır. İstanbul’da kaçacak yer arıyorsunuz. Yalnız kalmaya ihtiyacınız oluyor. Ya deniz gören bir evde ya da bazı başıboş sokaklarda olmaya ihtiyaç duyuyorsunuz.
Bir söyleşinizide “Müzisyen bir ailede büyümek hem güzel hem sorumluluğu ağır. Herkes o kadar yetenekli ki kendi yeteneğini sonradan fark ediyorsun” demişsiniz. Siz ne zaman fark ettiniz? Yetenekli hissediyor musunuz kendinizi?
Valla artık hissediyorum sanırım. Bu benim 6-7 yılımı aldı ama. Düşünsenize çocukluğunuzdan beri Türkiye’nin starı bir Selda Bağcan var. Diğer yandan babam, amcalarım müthiş şarkı söyler. Kendinizi onlarla nasıl aynı kefeye ya da onların üstüne koyabilirsiniz ki? Ondan iyiyim, bundan kötüyüm değil de, artık benim de bir yorumum var diyebiliyorum.
Peki Selda Bağcan’ın size yorumu nasıl? Eleştirilerini ve övgülerini söyler mi?
Oooo tabii… Mesela bu albümde, Fazıl Say’ın önerisiyle Sait Faik eserinin konser kaydını koyduk. Halam bunu dinlediğinde “İşte bu tam bir konserdir. İnsan detone olur yahu! İnanılmaz bir yorumculuk ve şarkıcılık. Hiçbir falson yok. Stüdyo ya da CD kaydı gibi” dedi.
Selda Bağcan’dan bunları duymak müthiş ama bir de hayranlarınızın da sizin için çok büyük övgüleri var. Ekşisözlük’te sizinle ilgili yapılan yorumlara baktığınızda negatif hiçbir şey bulamıyorsunuz. Aksine herkesin ruhuna dokunmuşsunuz. Bunlar sizi şımartıyor mu? Mütevazılık bir yana, yerden yükseldiğiniz oluyordur mutlaka…
Olmaz mı? Kendime konser öncesi ve sonrasında bir buçuk saatlik bir zaman tanıyorum, bu anı yaşamak için. Sonrasında alelade bir vatandaşa dönüşüyorsun zaten, herkesin arasında sen de sıradanlaşıyorsun. Başta bunun ego olduğunu düşündüğüm için bastırıyordum duygularımı ama sonra tadını çıkarmaya karar verdim. Kendimi ödüllendirmek için…
Bir başka söyleşinizde de kendinizi ‘Yaşam Sanatçısı’ olarak tanımlıyorsunuz. Bu ne demek?
Yaşamımızı seçimlerle inşa ediyoruz. Kaderci değilim. Kendi seçimlerimle, kendi yolumu içgüdülerim doğrultusunda yaratıyorum. Geriye baktığımda kendi yolculuğumda kendimi aslında bir ses sanatçısınden çok bir yaşam sanatçısı olarak görüyorum.
“TÜRKİYE ERİL BİR ÜLKE. AMA HER ŞEY KADINDAN GEÇİYOR”
Türk Halk Müziği şarkıları da söylüyorsunuz. Bunları dinleme şansı edebilecek miyiz?
Konserlerimde asla vazgeçmem türkü söylemekten. Türküler bizim DNA’mız, bu toprakların sesi. Genç nesle de onları aktarmamız lazım. Daha modern kalıplarda elbette… Belli bir zamanda bu ülkede türküler yasaklanmıştı. Bunun neden olduğunu hâlâ aklım almaz. İleride bir türkü albümü yapmayı düşünüyorum.
Bugüne kadar en çok nelerden ve kimlerden ilham aldınız?
Ben kadın hikayelerinden çok ilham alıyorum. Özellikle imkanları olmayan kadınların bir şeylere emek vermesi beni çok etkiliyor. Planlarımda bunlar var. Kadının kendi kudretini eline almasını çok istiyorum. Türkiye eril bir ülke. Ama her şey kadından geçiyor aslına bakarsanız ve kadınlar yön veriyor, vermeli de. Kadın çok yaratıcı. Erkekleri de küçümsemiyorum ama kadının kendini fark etmesi gerekiyor. Ailemin kadınları ve annem Süheyla, onlar da bana öyle değerler verdi ki, şimdi daha iyi anlıyorum.
“KORKULARIM VARDI, KORKULARIMIN NE KADAR KÜÇÜK OLDUĞUNU FARK ETTİM”
Hayata yeni baştan başladığınız, kırılgan ya da çok güçlü zamanlarınız oldu mu?
Olmaz mı? Onlar en değerli anlar. Kırılganlıklarımdan kırılmamayı öğrendim. Çok güçlü zamanlarımda da aslında o gücün gelip geçici olduğunu, önemli olanın kudret olduğunu öğrendim. Güç bence egodan geliyor ama kudret daha farklı bir şey. Kudretinizi hissettiğiniz zaman hayatı, kendinizi, her şeyi yönetebiliyorsunuz. Bu albüm sürecinde bunun farkına vardım. Yeni bir başlangıçtır bu, benim Ankara’dan İstanbul’a gelmem, bu albümü yapabilmem. Çok emek verdim, bütün müzisyen arkadaşlarımla birlikte. Şimdi en mutlu zamanım; yenilendim. Korkularım vardı, korkularımın ne kadar küçük olduğunu fark ettim. Galiba korkularınızın, aslında korkulmayacak bir şey olduğunu anladığınızda içinizdeki kudret ortaya çıkıyor. Güç gelip geçici, kudret baki kalıyor.
Hayatınızın olmazsa olmazları neler?
Kızım ve ailem. Şarkılar da olmasa olmaz!
Spotify listenizde kimler var? Kimleri dinlemeyi seviyorsunuz?
İyi kötü ayırt etmeden her tür müziği dinlemek istiyorum. Orada bir yaratıcılık var çünkü… Ama o Spotify’da sizin ne dinlediğiniz görülüyor ya. Kızım “Sen nasıl bunları dinlersin anne? Herkes görüyor orada ne dinlediğini” diyor bana. Ona vizyonu geliştirmem gerektiğini söylüyorum. Ayrıca hoşuma gidiyor, beslendiğim şeyler var. Ama Spotify’da çok özgür değilim o yüzden. Şimdiki nesil böyle oluyor galiba.
Sosyal medyayla aranız nasıl?
Kulanmakta zorlandım başta. Olması gereken ama çok reddettiğim ve çok sanal gördüğüm bir yer.
Benim Ajandakolik’te hep klasik olarak sorduğum bir soru: Ajanda tutuyor musunuz?
Ajanda tutuyorum. Günlük de diyebilirim. Çocukluğumdan itibaren hep tuttum. Her olayın ayrı bir günlüğü var bende.