
SERENAD BAĞCAN “DÜNYA ANNE” ŞARKILARINI İLK DEFA AJANDAKOLİK’E ANLATTI
Dünyaca ünlü besteci Fazıl Say’ın bu defa kadın şairlerin şiirlerine yer verdiği “Dünya Anne” şarkılarını, bu eserlere müthiş yorumuyla hayat veren Serenad Bağcan ile konuştuk. Çok yakında dijital platformlarda albüm olarak da karşımıza çıkacak olan “Dünya Anne”, Cumhuriyetin 100. yılında tüm bu şairlerimizi hatırlamak ve hiç unutmamak için çok özel ve önemli bir yerde duruyor.
SÖYLEŞİ: NİLÜFER TÜRKOĞLU
nilufer@ajandakolik.com
Hayat bazen hayranı olduğunuz insanlarla tanışma ve hatta onlarla arkadaş olma şansı verir. Serenad Bağcan ile bundan birkaç yıl önce ilk söyleşimiz için Cihangir’de bir araya geldiğimizde onunla böyle sıcak bir yakınlık kuracağımı hiç düşünmemiştim. Yıllar sonra kulisine kucağımda kızımla giderken yine aynı heyecanla sarıldım ona. “Dünya Anne” Ege turnesi kapsamında neredeyse iki yıldır yaşadığım Ayvalık’a yolunun düşmesi beni epey mutlu etmişti çünkü. Kızım Helen, onun saçlarına taktığı tüylerle oynarken biz de bu söyleşiyi yaptık. Hayatımıza değen tüm kadın şairlerin anısına saygı ve sevgiyle…
Fazıl Say, Ferit Odman, Volkan Hürsever, Yekta Kopan ve tüm teknik ebinizle beraber “Dünya Anne Ege Turnesi”nden yeni döndünüz. 7 gün, 6 ayrı amfiyatro, nereden baksanız 1500 kilometre yol… İzmir’den Ayvalık’a Çeşme’den Bodrum’a uzanan bu bir haftalık konser süreci nasıl geçti?
İlk başta çok enerjik başladım turneye fakat daha sonra mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcak ve nem oranı beni zorlamaya başladı. Sıcak, nem, güneş, deniz, havuz gibi şeyler sesini kullanan birine hiç iyi gelmediği için turnemizin nimetlerinden de çok faydalanamadım doğrusu.

(soldan sağa) VOLKAN HÜRSEVER kontrbas, FAZIL SAY piyano, YEKTA KOPAN sunucu, SERENAD BAĞCAN vokal, FERİT ODMAN davul.
“Dünya Anne”nin oluşum sürecine, hikâyenin başına dönelim. Nasıl doğdu “Dünya Anne”? Şimdiye kadar Türk edebiyatında derin izler bırakan şair ve yazarların eserlerinden esinlenerek bestelediği şarkılarına bu kez kadın şairlerin eserlerini ekliyor, Fazıl Say. “Dünya Anne” ismini biraz irdeleyelim. Say’ın neden bu ismi seçtiğini…
Fazıl Say’ın benim de çok takdir ettiğim ve en sevdiğim özelliklerinden bir tanesi; gelecek 10 yılını ve neler yapacağını planlayarak hiç bekletmeden adım atması ve eyleme geçmesi. Hoş, bunu ilk tanıştığımızda, “20 yıl evvel bestelediğim şarkılarım var Serenad, 3 – 5 yıl sonra onların albümünü yapalım” deyip iki ay içerisinde “İlk Şarkılar” albümümüzü çıkartarak bozmuş olsa da genellikle hedeflediği projelerin kurgusunu kafasında bitirmiştir.
Kadın şairler ile ilgili planını pandemi döneminde “Şu Dünyanın Sırrı” albümünü kaydederken bir sohbet sırasında şu cümleler ile ilk kez ifade etmişti: “Kadın şairlerimizin şiirlerini bestelemek benim boynumun borcu ve sorumluluğum.”
Bir müzisyenin ve bence kanaat önderi ve aydının en önemlisi de bir erkek olarak bu sorumluluğu hissetmesi ve emek vermesi çok değerli ve anlamlı. Zaten bunları düşünebildiği ve hissedebildiği için o FAZIL SAY.
Yeni albümün isminin neden” Dünya Anne” olduğu sorusunun cevabına gelirsek, Nilüfercim; Didem Madak’ın “Maviş Anne” şiirinde “Dünyaya bile bir dünya anne lazım’’ dizesinden yola çıktığını ve bu albüme bu ismin çok yakıştığını söyleyebilirim.
Peki, kadın şairler dedik, Dünya Anne dedik, edebiyatımızın kadın şairlerinin tıpkı diğer pek çok alanda olduğu gibi erkeklerin gölgesinde kaldığını düşünüyor musunuz?
Elbette düşünüyorum hem de çok düşünüyorum. Konserlerimize gelen izleyicilerimiz ve albüm çıktığında dinleyenlerimiz de böyle düşünecekler bence. Kadın şairlerin bambaşka bir tadı var, dehlizlerinize işliyor, her bir kelimenin altında yatan anlamı, duyguyu hatta şairin neler yaşadıktan sonra hangi hislerle bunu ifade ettiğini anlayabiliyor ve hissedebiliyorum. Bu, belki de kadın olduğum içindir.
“Dünya Anne” şarkılarında Didem Madak’tan Ece Temelkuran’a, Gülten Akın’dan Birhan Keskin’e pek çoğumuzun yakından bildiği şairlerin şiirlerini dinliyoruz. Benim için konserin ilk şarkısı, Füruğ Ferruhzad’ın “Kuş Sadece Bir Kuştu” şiiri açılış olarak çok etkileyiciydi. Sizin söylerken içinize işleyen şiirler hangileri oldu?
Her bir şiir bambaşka yerlere dokunuyor içimde. Anne konusu yaşam içerisinde çok özel bir yere sahip olduğundan ve hepimizin bu konuyla ilgili çok duygusal bağlarımızın olmasından mıdır nedir, Maviş Anne içimi titreten bir şarkı oldu. Bence aynı hassasiyet sevgili Fazıl’da da var. Çünkü sözlerle müziğin bu kadar mucizevi bir şekilde birbirlerine kavuşması öteki türlü mümkün olamazdı.
Sezen Aksu’nun “Avcı” şiirini de ilk defa Say bestesiyle dinliyoruz. Ayvalık’ta verdiğiniz konserde sizleri izlerken seyircinin Sezen Aksu ismiyle heyecanlandığını fark etmemek mümkün değildi. Bu coğrafyada bir şair müzisyenin şiirini yorumlamak size neler hissettirdi? Sezen Aksu şarkılarının sizin için özel bir anlamı var mı?
Bu topraklarda yaşayıp da gönlü Sezen Aksu’nun şarkılarıyla yıkanmamış, yaralarının acısı dinmemiş, hayatın yüzüne bakmak istemediği zamanlarda radyoyu açmamış, bir şarkı tutmamış ya da balkona çıkıp bağırabildiği kadar bağıramamış, zehrini akıtmamış çok az insan vardır diye düşünüyorum. Sezen Aksu şarkılarının hayatıma mucizevi bir şekilde dokunduğu bir dönem oldu. BLU TV için “Bu Kızın Öyküsü” adlı bir belgesel için 10 Sezen Aksu şarkısı söylemem istenmişti. Her hafta konuya uygun olarak bir şarkısını söylüyordum. İnan, Sezen Aksu şarkılarını dinlemek ile söylemek arasında dağlar kadar fark varmış onu anladım. Teknik olarak çok geniş bir ses aralığına sahip olduğu için ve bunu da sanki saçını topluyormuş gibi bir kolaylıkla bize sunduğundan, önce bir dumura uğradım diyebilirim. Sonrasında daha derin etkiler şarkıları söylemeye ve hissetmeye, duyguyu anlamaya başlayınca geldi. Söylediğim her bir şarkı müthiş bir senkronizasyon ile kendi yaşamımla eş zamanlı olarak bana yol gösterdi, yoldaşım oldu. Kendi bilmese de belli bir dönem onunla yürüdüm hayat yolculuğumu. O kadınsı duyguları bu kadar zariflikle bu kadar kıvrak bir zekayla, harika bir türkçeyle ve bir de yaşanmışlıklarla harmanladığında sonsuza dek dinlenilesi Sezen Aksu şarkıları çıkıyor ortaya.

Nilüfer Türkoğlu ve Serenad Bağcan
Ne güzel anlattınız… Keşke Sezen Aksu bu satırları okusa şimdi. 11 şarkılık repertuvarda genç bir şairin de izleri var. Üstelik çok yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketi üzerine yazılmış şiiriyle. Selenay Kübra Koçer’in “Toprağın Gürültüsü” şiirini es geçmek istemem bu söyleşide. Hem kendisine bir selam da gönderelim böylece. Çok vurucu, çok derin dizeleri olan bir şiir bu. Sanatın, yaşadığımız toplumsal olayları ele alması bakımından önemli bir örnek. Neler diyeceksiniz?
Yaşadığımız bu felaket hepimizi derinden etkiledi, bir yandan da insanlığımızı ve geldiğimiz hazin noktayı da yüzümüze vurdu. Unutmamak, unutturmamak adına ve toplumsal hafızamızda yer etmesi açısından sevgili Selenay şiirini bir kadın, bir adam ve bir çocuk üzerinden anlatıyor. Fazıl’ın müziği, Volkan Hürsever ve Ferit Odman’ın katkılarıyla bir deprem anı da seyirciye yaşatılıyor.
Sizin şiirle aranız nasıl? Şairleriniz var mı?
Şiir ile aram dingin ve sakin olduğum zamanlarda çok iyi, stresli ve meşgulsem hiç iyi değil çünkü şiir ilgi ve odaklanma ister.
Hep söylüyorum. Bir önceki söyleşimizde de bunu söylemiştim. Sesinizde teatral bir şeyler var. Söylerken yaşıyorsunuz ama yaşarken onu oynuyorsunuz da bir yandan. Bunu en çok Timur Selçuk’ta hissetmişimdir ben ve bir de siz de. Özellikle Say’ın bestelediği şiirlerde bunu duyumsuyorum. Mesela bu konserde Türkiye’de kadın özgürlüğünün ilk temsilcileri ve savunucularından biri olan Şükûfe Nihal’in “Suçlu Var” şarkısı buna bir örnek olabilir. O duyguyu verirken içinizde kim bilir neler yaşıyorsunuz.
Sana, şarkıları söylerken yaşadığım konusunda katılıyorum fakat oynadığım konusunda katılmıyorum çünkü oynamak; öncesinde bir çalışma gerektirir oysa ki ben içimden geldiği gibi hareket ediyorum. Şöyle dersek daha açıklayıcı olur bence; sesimin istediğim ifadeyi verebilmesi için bedenimi kullanmam ve beni rahat ettirdiyse o hareketi tekrarlamak olarak açıklayabiliriz.
Kavurucu sıcaklarla geçen Ege turnesinde sesinizi korumak da zor olmuş olsa gerek. Bunun için neler yapıyorsunuz?
Sesimi korumak benim yaşam rutinimin içinde var zaten. Asitli içecekler içmem, alkol ve sigara kullanmam, erken yemek yemeğe dikkat ederim, son zamanlarda limon, sirke kahve ve çayı da hayatımdan çıkardım. Ambalajlı gıda almam.
Bu yıl Cumhuriyetimizin 100. yılını kutluyoruz. Konserin finalinde Fazıl Say’ın 100. Yıl Marşı’nı da dinliyoruz. Biliyorsunuz, bu yeni marş kimilerince beğenilmedi ve çok eleştirildi. “Lalalalala” diye başladığı için de fazla çocuksu bulundu. Siz marşı ve bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben yıllarca Devlet Çoksesli Korosu’nda şarkı söyledim ve birinci vazifemiz de ülkemizin marşlarını orkestralar eşliğinde söylemekti. O yüzden bu ülkeye ve ordumuza ait bütün marşları bilirim ve söylemişimdir yıllarca. Bir okulun önünden geçerken, Anıtkabir’de yürürken veya herhangi bir yerde marş duyduğumda bilirim ki biz söylemişizdir. Bunu neden söylüyorum, marş konusunda eleştiri yapabilecek yetkinlikteyim. Öncelikle dünya sanatçımız Fazıl Say’ı cumhuriyetimizin 100 yılı için ülkesine bir hediye olarak sunduğu 100. Yıl Marşı’nı bestelediği için kutlamak yerine eleştiri yağmuruna tutmak, hatta vandalizme varan sözlü saldırılarda bulunmanın arkasında yatan şeyleri irdelemek gerekir.
O günlerde olup biteni hayretle izledim, sanki ülkede inanılmaz üst seviyede bir müzik eğitimi varmış ve klasik müziği hatmetmişler de marş konusunda da eleştiri yapabilecek hatta “Olmamış” diyebilecek kadar da kendinden bihaber bir güruhun olması trajikomik bir şekilde güldürdü beni. Düşünsenize ülkenizdeki bir müzisyen halkına bir marş hediye ediyor, ne kadar övünülesi ve mutluluk verici bir olay, nitekim şu günlerde de yarışmalar yapılıyor, ödüller veriliyor, hiçbir marş gündeme geliyor mu ya da eleştiriliyor mu? Hayır! Bence bunun altında çok daha derin bir sorun var. Fazıl Say isminin onlarda yarattığı etkiye bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bu, klavyenin başında oturmuş ona buna saydırarak ya da başkalarının hayatlarına özenerek ama hiç bir şey üretmeyerek sadece öfke kusarak “Ben buradayım beni de görün artık” diye görünür olma isteğinden kaynaklanıyor olabilir mi? Ya da meyve veren ağaç taşlanır misali, üretkenliği, çalışkanlığı, yetenekleri, dünyanın en iyi konser salonlarında alkışlara boğulması, tekrar tekrar sahneye davet edilmesi, Türkiye’de ve dünyada çok seviliyor olması, söylediği bir cümle ile gündem yaratması ve hayata bakış açısı ile hümanistliği, cesareti, en önemlisi de çocuk yönünü kaybetmeden doyasıya kahkaha atabilmesi ve mutlu olabilmesi birilerini rahatsız ediyor olabilir mi? Bence bunu bir düşünmek lazım.
Yıllardır onunla birlikte çalışıyorsunuz. Kariyerinizde çok önemli bir dönemeç Say ile tanışmak ve çalışmak. Bir yandan eküri gibi de oldunuz. Dengeniz, ritminiz, uyumunuz, disiplininiz, tüm bunların birbiriyle ahenk içinde olduğunu söyleyebilmek mümkün sanırım. Onun ürettiklerine, eserlerine siz de sesinizle ruh katıyor, adeta kimlik kazandırıyorsunuz. Bundan dört yıl önce yaptığımız söyleşide sormuştum. Bir daha sorayım. Fazıl Say ile çalışmak nasıl? Size neler katıyor?
Eserleriyle kendimi ve yorumculuğumu keşfettiğimi söylemiştim, bu albümle birlikte yine keşifteyiz. Bu sefer müzik tarzımızda biraz rock biraz caz esintileri var. Onunla çalışmak benim için artık çok kolay. Ne istediğini biliyorum, ortak bir müzik dilimiz var, sahnede bir anda gelen bambaşka bir yoruma cesaretle açığız. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim onun çalışına, tuşesine, müzik kalitesine, yorumuna ve bestelerine hayran olmamak elde değil.
Konser boyunca Yekta Kopan’ın tüm bu kadın şairlerden yola çıkarak özellikle vurguladığı kavramlar; umut, onur ve neşenin Serenad Bağcan için anlamlarını sorsam…
Sanki beni tarif ettin… Aslına bakarsan sevgili Nilüfer, her insan bu üç kısa gibi görünen fakat içeriği sayfalarca dolu olabilecek kelimeler üzerinde biraz düşünmeli
UMUT etmezsek yaşam sevincimizi, bizi harekete geçirecek kıvılcımı bulamayız.
ONURumuz; umudumuzu gerçekleştirme yolunda bizi, eğilip bükülmeden dürüstçe hedefe ulaştıran iç pusulamız.
NEŞE ise en saf, en güzel, en doğal var olma halimiz
Yakın zamanda başka projeleriniz ve yeni konserler olacak mı?
Elbette bu yıl Dünya Anne konserlerimiz devam edecek. Mesela bu akşam “Geleceğe Söz Ver” Burs Programı kapsamında Sabancı Üniversitesi Tuzla Kampüsü Amfitiyatro’da bir konserimiz var. Albüm müjdesini zaten biraz önce verdim. Diğer projelerim ise biliyorsun halam Selda Bağcan ile kız kardeşlerim Sonat Bağcan ve Seda Bağcan ile “4 Bağcan Kadını” konserleri veriyoruz. Bu projeyi yurt dışına taşıyacağız. Yeni yıl sonrası bir single çıkaracağım. Ve şimdilerde yalnızca bir düşünce halinde olan, gerçekleştirebildiğimde ise herkesin çok hoşuna gidecek sürpriz bir projem var. Ama bu şimdilik bende saklı.
Fazıl Say çok sevdiği bir sözden yola çıkarak “Bahçemizi yetiştirmek gerek” diyor. Son olarak siz “Dünya Anne” için bir “Dünya Anne” olarak Ajandakolik okuruna neler söylemek istersiniz?
Beni şu an Dünya Anne yaptın yani, sen de anneliği yeni tadan bir anne olarak, bak bakalım söyleyeceklerim senin de kızına söyleyebileceğin şeyler mi?
Ben DÜNYA ANNE! Üzerimde yaşayan siz evlatlarım, öncelikle şunu söylemeliyim ki hepinizi ayrı ayrı çok seviyorum ve hepinizi görüyorum. Ben, benim bahçemi sizlerle doldurdum, sizlere de alan açtım. Şu güzelim yaşanılası dünyada önce kendi bahçeniz için çalışın, iyi düşünceler, güzel davranışlar, harika dostlar ve dostluklar ekin o bahçeye. Doğruluk ve dürüstlükle sulayın. İçinizdeki hayal ve gerçekleştirmek istediğiniz şey güneşiniz olsun. Yeri geldiğinde onun için yanmaya gönüllü olun, yeri geldiğinde karanlıkta kalın ama umut etmekten asla vazgeçmeyin. Yaratın, yarattıkça neşeniz ve hayat sevinciniz hep sizde kalacak. Yeter ki ne yaratacağınızı keşfedin. Bulmak mı istiyorsunuz; şimdi bahçenize bakma zamanı. Bakın ve görün.
DAHA ÖNCEKİ SÖYLEŞİMİZ İÇİN:
Serenad Bağcan: “Acıdan besleniyor, şarkılar. Aslında sanat da öyle…”
Bülent Aydın
Çok değerli Serenad hanımın ifade gücü sadece şarkılar ile sınırlı değilmiş. Duygu ve düşüncelerini ne kadar sade ve içten ifade etmiş.