Senem Demircioğlu: “Klâsik müziği dinleyicisiyle buluşturabilmek için önce sistemin değişmesi gerek”

Başarılı kadınların sesini duymaya bugünlerde çok daha ihtiyacımız var. Onların hikâyeleri güç veriyor çünkü hepimize… Bugün o özel kadınlardan biri konuğum yine…
Mezzo soprano Senem Demircioğlu’yla ilk tanışmam çok sevdiğim Behçet Aysan şiiri ‘Sen Yanıma Gelince’ ile olmuştu. Şiirin büyüsü, Senem’in sesiyle birleşince, canım şair Behçet Aysan’a sarılır gibi olmuştum. İçimin kovuğunda bir şeyler yandı sonra, gözlerimden yaşlar boşaldı. Belki dinlersiniz siz de…

Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu

Tam da bundan iki gün önce doğum günüydü. Yeni yaşında çok daha büyük başarılar bekliyor onu eminim. Sesi de büyüyor, onun gibi. Kocaman oluyor. Fazıl Say’ın ‘Gezi Park III’ baladını dinlediğinizde yerinize mıh gibi çakılmanız olası. Eğer mezzo soprano Senem Demircioğlu’nu henüz keşfetmediyseniz, Ajandakolik için bu bir onurdur; Senem  Demircioğlu bizimle…

Hoş geldin Ajandakolik’e! İlk defa bir opera sanatçısını konuk ediyorum, o yüzden ayrıca çok mutluyum! Yakın zamanda Gürcistan’da Tsinandali Festivali’ndeydin. Nasıl geçti festival? Bu, yalnızca bir müzik festivali miydi?

Evet, geçtiğimiz ay Tsinandali Festivali’nde Fazıl Say ile beraber bir konserimiz vardı. Kendisinin mezzosoprano, piyano ve yaylı quartet için bestelediği “Gezi Park III” isimli eserini ve bunun yanında beş tane şarkısını seslendirdik. Tsinandali Festivali bu sene ilki yapılan bir müzik festivali. Festival, orada olduğum sürede gördüğüm ve uzaktan da takip ettiğim kadarıyla oldukça kapsamlı ve etkileyici bir festival. Thomas Hampson, Mischa Maisky, Yuja Wang ve burayı isimlere boğmak istemediğim için yazmadığım daha bir sürü dünya çapında müzisyenin katıldığı bir festival. Klasik müziğin şampiyonlar ligi diyebiliriz. (Gülüyor.) İlk senesinde içinde bulunmaktan çok keyif aldığım bu festival umarım uzun yıllar devam eder.


İki yıl önce bir dergide çalışırken masama bırakılan kargodan çıkan cd’nizi hatırlıyorum. Piyanist İklim Tamkan’la birlikte çıkardığınız ‘İlk Atlas’ albümünü. İlk defa iki kadının birlikte yaptığı bir albüm dinlemenin mutluluğunu yaşamıştım. Bunu daha da iyi hatırlıyorum. O albüme dönelim mi önce biraz? İklim’le nasıl bir araya geldiniz? Hep birlikte mi çalışıyorsunuz?

Bizim İklim’le yollarımız ben Avusturya’ya master yapmaya gidince kesişti. Kendisi zaten uzun yıllardır oradaydı. Beraber vakit geçirdikçe müzik yapmaya başladık, müzik yaptıkça daha iyi anlaşmaya. Bu 2012’den beri gelişen bir serüven. Biz sadece beraber müzik yapan iki kadın değiliz, ve bu yüzden çok şanslıyız. Dünden bugüne bize bakınca ne kadar çok paylaştığımızı, ne kadar düşüp kalktığımızı, ne kadar evrilip büyüdüğümüzü görüyorum. Arkadaşlığımız yoldaşlığa dönüştü. Bunun da müziğimize olumlu yönde yansıdığı inkar edilemez bir gerçek. Biz ikili olarak yeni projeler üretmeye ve hayata geçirmeye oldukça hevesliyizdir. Beraber çalışmaktan da son derece keyif alıyoruz ve elimizden geldiğince beraber çalışacağımız işler ortaya koyuyoruz. Fakat sadece beraber ve birbirimizle çalışmıyoruz tabii ki. Öyle olsaydı bu, bir müzisyen için köreltici olurdu.

O albümde çok özel şarkılar / şiirler vardı. ‘Yıldızların Altında’, ‘Bu Kekre Dünyada’, ‘Sen Yanıma Gelince’ gibi… Şarkı seçimleri kime  aitti?

Şarkı seçimleri, değişkenlik göstererek ortak paydada buluştuğumuz bir süreçte oldu diyebilirim. Mesela “Bu Kekre Dünyada”, İklim ve benim albümde olmasını çok istediğimiz bir parçaydı. “Yıldızların Altında” şarkısını prodüktörümüz Fazıl Say bize önerdi, hiç aklımızda yoktu. Bunların dışında da aslında baştan şarkı yarattık ve o şarkılarda da iş bölümümüz kendiliğinden oluştu. Ben opera mesleğimden ötürü şarkı formuna ve prozodiye daha hakim olduğum için şiirleri seçtim. Her şiir rahatça şarkı olamıyor maalesef. Ben şarkılaşabilecek şiirleri getirdim ve bestelenmesi için emin ellere teslim ettim.

Mezzo soprano Senem Demircioğlu’nun hayatına girelim. Kimsin sen? Opera sanatçısı olmaya nasıl karar verdin? Ailenin etkisi oldu mu kariyerinizde? Hikâyen nasıl biçimlendi, senden dinleyelim…

Benim hikâyem 8 yaşında TRT Çocuk Korosu ile başladı. Oradan 11 yaşında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano bölümünü kazandım, oradan da üniversiteye geçerken “Ben operacı olacağım!” diye verdiğim radikal bir kararla kariyerime çizilen yönü değiştirdim. Fakat verdiğim bu karar sayesinde bugün aşık olduğum mesleği yapabilen şanslı insanlardan biri olduğumu söyleyebilirim. Ben bu seçime ailem tarafından yönlendirilmedim. Fakat bir gün bile ellerini omzumdan çektiklerini de görmedim. Her ne karar verdiysem her zaman arkamda durup bana destek oldular. Bu yüzden kendimi hep çok şanslı hissetmişimdir.


“FAZIL SAY’DAN ÖĞRENİLECEK ŞEYLER HİÇBİR ZAMAN BİTMEZ”

‘İlk Atlas’ albümünün müzik prodüktörlüğünü Fazıl Say yapmıştı. Festivalde de bir aradaydınız, birlikte aynı sahnede yer aldınız. Fazıl Say’la çalışmak nasıl? Heyecanlı olmalı!  

Bu festival benim Fazıl Say ile ilk çalışmam değil. Biz beraber çalışmaya 2012 senesinde ben daha son sınıfta okurken başladık. Üç soprano için yazdığı “Ses” eserinin mezzo soprano solosunu seslendirdim. Ve o günden beri çeşitli zamanlarda çeşitli platformlarda çalışıyoruz. Fazıl Say ile çalışmak her seferinde geliştirici bir tecrübe. Ondan öğrenilecek şeyler hiçbir zaman bitmez. Hem çok keyifli hem de çok disiplinli bir çalışma ortamı diyebilirim.

Peki ya ekürin İklim’le? Onunla da bir gün söyleşi yapmayı çok isterim…

İklim’le çalışırken alışverişimiz çok fazla. Biz bir terazinin iki tarafı gibiyiz. Çok zıt iki karakter olduğumuz için birbirimizi çok iyi dengeliyoruz. Yaptığımız işe çok kafa yoruyoruz. Günün sonunda içimize sinen bir müzik çıkartana kadar birbirimizi yoruyoruzdur da belki ama üretimin bu hali bence değerli ve keyifli olan. Bu frekansa sahip olan bir ikili olduğumuz için mutluyum.

Peki bundan sonra Fazıl Say’la yola devam mı? Sizi daha sık mı aynı sahnede göreceğiz?

Fazıl Say ile 7 senedir süren bir yolumuz var, halihazırda. Bundan sonra da uzun yıllar devam edecek umarım.

Söylemeyi en sevdiğin şarkılar / aryalar neler?

Bu soruya verilecek liste çok uzun. (Gülüyor.) O yüzden bir albümden şarkı bir de opera aryası söyleyip kısa keseceğim. Söylemeyi en sevdiğim şarkı;  “Bu Kekre Dünyada”. Söylemeyi en sevdiğim arya; J. Massenet’in “Werther” operasından Charlotte’un aryası “Werther! Qui m’aurait dit la place”.

“Opera sanatçısı olmasaydım şunu olurdum” dediğin bir meslek var mı?

Prefosyonel sporcu, muhtemelen voleybolcu olurdum.

Türk müzik dinleyicisinin klâsik müziğe eğilimini nasıl buluyorsun? Sence yeterli mi?

Türk müzik dinleyicisinin klâsik müziğe eğilimi azımsanamayacak kadar çok aslında. Özellikle ilgiyle gelen ciddi bir genç kesim var. Fakat bence sorun, klasik müziğe eğilimlerini gösterebilecekleri mecraların eksikliği. Yeteri kadar sahne yok, olanlar özel. Bir ülkenin metropol şehrini düşünün ki tek bir tane opera evi var ve onun da kapasitesi çok küçük. Özel sahneler gayet güzel işler yapıp güzel isimler getiriyor fakat onların da bilet ücretleri öğrenciler için el yakıcı. Yani klâsik müziği dinleyicisiyle buluşturabilmek için önce sistemin değişmesi gerek.


Yetkin Dikinciler ve İklim Tamkan’la birlikte yine şiir ve müziğin buluştuğu bir melodramda ‘Yarın’a Davet… Nazım Hikmet’te de sizi dinleme şansı elde ediyoruz. Biraz bu projeden de bahseder misin?

Bu proje bize İzmir Karşıyaka Belediyesi’nden sipariş olarak geldi aslında. İklim ve ben de projeyi şekillendirirken Yetkin Dikinciler’i düşündük. Yetkin bizim mahallelimiz olduğu için ulaşmamız zor olmadı. (Gülüyor.) O da projeyi sevip bizimle çalışmak isteyince üçümüz oturup kurguladık, bu müzikli sahne gösterisini. Ve bu üçlünün enerjisi o kadar iyi tuttu ki, bir seferlik diye yola çıktığımız bu gösteriyi hâlâ sahnelemeye devam ediyoruz. Seyirciden aldığımız geri dönüşler de bize çok keyifli bir iş yaptığımızın sağlaması oluyor her seferinde.

Seni dinleyebilmek için ajandamıza hangi günleri not edelim? Nerelerde olacaksın?

Sezon boyunca “Yarına davet, Nâzım Hikmet” melodramını oynayacağız, Ekim ayı gösterileri; 8 Ekim’de Kocaeli Sabancı Kültür Merkezi’nde, 15 Ekim’de İstanbul’da Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi’nde,  30 Kasım ‘da ise Fazıl Say’la birlikte Avusturya Salzburg’da Stiftung Mozarteum’da.

Ajanda demişken Ajandakolik’in klâsik bir sorusu var: ajandan ya da tuttuğun bir not defteri var mı? Varsa içinde neler var?

En sevdiğim soru bu olmuş olabilir. (Gülüyor.)  2006 yılından beri acayip düzenli bir ajanda kullanıcısıyım. Asla telefon ajandası kullanamıyorum ve eski kafalı olduğumu söyleyenlerin sayısı oldukça çok. Her sene Aralık ayı yeni ajandamı alacağım için ayrı bir mutluluk sebebi. İçinde  seyahatlerim, konserlerim, provalarım, derslerim gibi günlük planlarım var.

Operayla ilgili büyük bir hayâlin var mı? Şu rolü oynasam dediğin…

Tabii ki var. İstenecek roller hiç bitmez çünkü repertuvar da bitmeyen bir derya deniz. Hayâlim ise ömrümün çoğunun sahnede geçmesi sanırım, rol göz etmeden.

Operada emekli olma yaşı kaç aşağı yukarı? 

Kişi kendine ne kadar özen gösterir ve emek verirse o kadar uzar bu süre. Bu iş bir beden işi, sporculuk gibi. Fakat aynı şekilde ses o vücudu terk etmeye başladığı zaman da kişinin kendisini objektif bir şekilde dinleyebilip mesleği bırakabilmesi çok önemli.

“BEN OLDUM DİYENDEN USULCA UZAKLAŞIRIM”

Biraz klişe olacak ama kariyerinin şu aşamasında “Oldum!” diyebiliyor musun? Bir opera sanatçısı bunu diyebilir mi yoksa hep gelişmeye ve daha iyi olmaya açık mı opera sanatçılığı?

Bu “oldum” meselesi sırf müzisyenlik için değil, genel olarak insanlık için çok yanlış bir kelime bence. Çok egoist ve gelişimden uzak. Oldum demek bir kenara, diyenden de usulca uzaklaşırım. Hiçbir meslek dalının gelişim süreci bitmez bence ama, söz konusu üreten ve duygularıyla iş yapan bir meslek grubuysa olmaya yaklaşılmaz bile. Her gün yeni bir deneyim, yeni bir farkındalıktır.

Yeni bir albüm, ‘ikinci bir Atlas’ olur mu acaba?

Bir iki şarkılık tadımlık projeler düşünüyoruz artık. 10 şarkılık büyük bir albüm yapacağımızı uzun bir süre sanmıyorum.

You don't have permission to register
Follow us on Social Media