Advertisement Advertisement

Mine: “Kadın mutlu değilse kaos başlıyor. Ben 90’larda kadın olmayı özlüyorum”


Hepimiz onu “Ajlan Mine”nin Mine’si olarak hatırlıyoruz daha çok. Oysa Mine Çağlıyan’ın müzik yolculuğu yıllarca devam etti… 2008’de çıkardığı albümü “Benim Günüm”den sonra uzun süre sessiz kalan Mine, nihayet 2019’a veda ederken yepyeni bir albümle özlediğimiz sesini duyurdu. Ajandakolik’te bugün konuğum 90’lardan bir renk: Mine… 

 Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu

Bugün sizi biraz geçmişe götürüyorum. Türk Pop Müziği’nin en iyi yıllarına… 1993 yılında Raks Müzik etiketiyle çıkan kasetin adı ‘Aşk Olsun’. Ön yüzünde siyah şapkalı iki genç kız gülümsüyor: Ajlan ve Mine. Nostalji bu ya, 90’arda genç olan pek çok müzikseverin hatırlayacağı isimler onlar… Oya Bora, İzel Çelik gibi ikililer hafızamızdan silinmiyor zira. Onlar da öyle! 1999 yılında bir yaz günü Ajlan’ı trafik kazasında yitirirken hepimizin aklına ilk gelen ekürisi Mine’ydi. O günleri hiç unutmadım çünkü Türk pop müziğini dinlediğim ve sevdiğim zamanlardı. Yıllar sonra Mine ile bu söyleşiyi hazırlarken kendimi Zerrin Özer’in “Paşa Gönlüm” şarksında buldum. Hepsi oradaydı; Kerim Tekin, Ajlan, Mine, Deniz Arcak, Of Aman Nalan, kimler kimler… Şimdi Mine yeni albümüyle karşımda, sanki 2020’ye girecek biz değilmişiz gibi… 

Sevgili Mine, en son ‘Benim Günüm’ isimli bir single çıkarmıştın ama sanki aradan 11 yıl değil de daha çok geçmiş gibi. Neden daha fazla şarkı yapmıyorsun? Müzik piyasasında çok sık yer almak istemiyor musun artık?

Gerçekten çok zaman geçmiş. Öncelikle bütün dinleyicilerime ve Ajandakolik okuyucularına tekrar merhaba demek istiyorum. Aslında yazmayı, yeni parçalar yapmayı hiç bırakmadım. Bitmiş birçok yeni parçanın yanında, bir sürü de yeni fikirlerim var sırasını bekleyen. 1995 yılında yaptığım “Oyun Bitti” albümümden sonra pop dünyasında yeterince kendimi ifade edemediğimi anlayıp albüm yapmama kararı almıştım. Kendimi hiçbir zaman tek tip olarak sınırlamayı sevmemiştim zaten. Bir yandan sahne çalışmalarımı sürdürürken öte yandan araştırmaya, çok çeşitli müzik türlerini dinlemeye başladım. Bir caz şarkıcısı olarak akustik müziği çok sevmeme rağmen tam olarak oraya da ait değildim. Elektronik müzik bu yüzden ön plana çıktı. İçinde dans, disco, rock, etnik, swing, blues, Latin gibi birçok tür bir arada bulunabiliyordu. Melankolik tarafım trip-hop’dan çok etkilenmişti. Enerjik ve dans etmeyi seven tarafım house, elektro-house, breakbeat gibi türlerle besleniyordu. Ve yazmaya başladım. “Benim Günüm” böyle çıktı. Ama yerini bulamadı. Belki bir küskünlük yaşadım ama yazmaya ve sahne için yeni projeler üretmeye devam ettim. Bir baktım 11 yıl geçmiş. Verdiğim bu ara bir isteksizlik değil, doğru zamanı, doğru konumlandırmayı ve doğru insanları arayıştı.

“BU ALBÜM UMUTSUZ VE KARANLIK ANLARIMDAN ÇIKTI” 

Ve nihayet şimdi yepyeni bir albümle çıkageldin! Tek bir şarkı değil de albüm olmasına kendi adıma sevindiğimi söylemeliyim. Hadi bize biraz ‘Gecenin Sesleri’ni anlat. Çıkış parçaların aynı zamanda kliplerini de çektiğin ‘Sabah Olmuyor’ ve ‘Uyan’ sanırım.

“Gecenin Sesleri” benim melankolik tarafım. (Gülüyor.) Benim için her şey yazarak başlıyor. Genellikle çalakalem yazarım. Onlardan bazen yazı bazen şiir çıkar. Hiç bilmem nereye gideceğini. Ve sonra kelimelerin melodisini duyarım kafamda. “Sabah Olmuyor” ve “Uyan” aynı dönemde arka arkaya böyle çıktı. Diğer ikisi “Black & Blue” ve “Awakening” bu şarkıların İngilizce versiyonları. İkisi de tam çeviri değil ancak anlamları ve duyguları yakın. Bu iki parça da bitirdiğimde beni oldukça tatmin etmişti. Ama Sarp Özdemiroğlu’nun dokunuşuyla, o muhteşem aranjesiyle tam hayal ettiğim sound ve duyguya ulaştılar. Başka biri bu müziği böyle yapamazdı. Yine de bu parçalar da bir süre bekledi. Dediğim gibi doğru zaman, doğru konum, doğru insanlar. CS Müzik & Medya’nın kurucusu değerli prodüktörüm Cem Sayar ile tanışmamız “Gecenin Sesleri”ni sandıktan çıkardı.

“Sabah Olmuyor” uzun bir şarkı. “Uyan” da öyle. Müzikal altyapıları çok kuvvetli. Çok beğendiğimi söylemeliyim. Ama epey de ağırkanlı şarkılar bunlar. Sözler müzik kime ait?

Beğenmenize çok sevindim. Kısaca bu albümün söz ve müziği benim. Aranjör Sarp Özdemiroğlu. Mix & Mastering Murat Yelken. Üç kişi bitirdik işi.

Klipler nerede, ne zaman çekildi?

Klipleri Ekim ayında çektik. Önce “Sabah Olmuyor”, ardından “Uyan.” Beykoz Kundura Fabrikası, Dragos ve Riva’da yaptık çekimleri. Sabah Olmuyor 17 Ocak’ta yayına girecek ve kliple beraber şarkım tekli olarak da çıkacak. Bu iki uzun parçayı, klip için kısaltmak çok zor oldu. Neresinden keseceğimizi bilemedik doğrusu. Ama yaptık. Çıkacak tekliler bu kısa versiyonlar olacak.

Peki bu şarkılardan yola çıkarak “Gecenin Sesleri” için karanlık bir albüm diyebilir miyiz? Elbette bunu negatif bir açıdan sormuyorum. Ama ruhları epey derin, melankolisi yüksek ve hüzünlü bu şarkılar. Sesinin çağlamasında da aynı hisler var.

Evet kesinlikle diyebiliriz. Dedim ya melankolik tarafım; sizin dediğiniz de doğru, negatif değil. Dönem dönem hepimiz umutsuzluğa kapılır, karanlık hiç bitmeyecekmiş gibi hissederiz; bu şarkılar böyle anlarımdan çıktı. Ne karanlık ne de aydınlık baki. Ben melankolik yapıma rağmen güzelliklere, mutluluğa, doğaya kapalı bir insan değilim. Bunlar benim duygularım ama o duygularda takılıp kendimi boğmamayı öğrendim. Bu arada “Uyan”, “Sabah Olmuyor” şarkısının karanlığından kendimi ve etrafımdakileri çıkarabilmek için bir çağrı. Yani “Uyan”da bir ışık var.

“POP MÜZİK AKILDA KALICILIĞINI YİTİRDİ” 

90’lardan bu yana çok sulak aktı, müzik renkleri, tercihler değişti. O zamanla 2010’ları karşılaştırmanı istesem senden…

1990’lı yıllarda melodiler ve aranjmanlar çok güçlü, akılda kalıcı ve eğlenceliydi. O zaman da formül müziği yapan vardı ama çoğunluk değildiler. Bir tınısı, bir tarzı, bir sound’u vardı pop müziğin. Şimdi sound!lar çok daha iyi ama melodiler zayıf, hepsi aynı şarkı gibi. Bence bütün dünyada da durum pop müzik için aynı. Alternatif kulvarda yürüyenlerin şansı çok daha az ama oralarda güzel şeyler oluyor. Çok ilginç, yaratıcı ve farklı genç müzisyenlerimiz var. Bizden farklı olarak alternatif müziğin Avrupa ve Amerika’da yerlerini bulabildiğini görüyoruz. Bu batılı ülkelerin yanında Doğu’dan da çok güzel müzikler çıkıyor. Ama pop müzik birkaç istisna dışında akılda kalıcılığını yitirdi.

Bundan birkaç ay önce Oya Bora ile bir söyleşi yapmıştım. Onlara 1990’lar dönemini özleyip özlemediklerini sorduğumda Oya, çok özlediğini, o dönemin çok daha özgür olduğunu söylemişti. Bora da zamanın ve ruhun değiştiğinden dem vurmuştu. Sen nasıl tanımlayacaksın? En çok neleri özlüyorsun? 

90’ların özgür ruhunu ben de çok özlüyorum. Ana akımda sadece müzikte değil, sinemada, TV programında ve dizilerde, performans sanatlarında, modada ve aklınıza gelebilecek her konuda insanlar daha yaratıcı, daha özgün ve korkusuzlardı. Şimdi bu nitelikler alternatif işlere kaydı.

Benim için en önemlisi de kadın özgürlüğüydü. Kadınlar, kişiliklerini ve kadınlıklarını kaybetmeden erkeklerle eşit yol alıyorlardı. Büyük bir aydınlanma döneminin başlangıcıydı o dönem. Sonra bir şey oldu, birileri bunu durdurmak istedi. En basit örneğini moda sektöründen vereceğim; 90’ların mankenlerine bakın, zayıflar ama kadın gibi kadınlar. Sonra sıfır beden algısı yaratıldı. Yeme bozuklukları, psikolojik rahatsızlıklara dönüştü. Kadınlar kendilerinden şüphe duymaya itilirken dünya geriye doğru gitmeye başladı. Bence kadın mutlu değilse her konuda kaos başlıyor. Ben 90’larda kadın olmayı özlüyorum.

Siz de tıpkı Oya Bora gibi Ajlan ile unutulmaz bir ikiliydiniz. Ajlan’la söylediğiniz ‘Aşk Olsun’ 90’larda çocuk olan bizlerin diline pelesenk olmuştu. Ajlan’ı rüyalarında görüyor musun hiç? Sesi, yüzü hafızanda mı? Bize onunla bir anını anlatmanı istesem, dinlemeyi çok isterim.

Ajlan’ın her ifadesini hatırlıyorum. Zaman zaman rüyalarıma giriyor. Onunla ilgili, birbirimizi sinir ettiğimiz anlar dahil, her şeyi özlüyorum. Beraber şarkı söylerkenki ahengimizi, en çok da dostluğumuzu özlüyorum.

Bir gün Suadiye tarafında bir gündüz konseri ya da televizyon çekimindeydik (hangisi olduğunu gerçekten hatırlamıyorum) sokak festivali de olabilir; çeşitli aktiviteler vardı ve bungee jumping de bunlardan biriydi. Sahilde bir alandaydı. Bu arada ikimizde de yükseklik korkusu var. Ajlan bana baktı “Mine ben atlayacağım” dedi. “Gerçekten mi, şimdi mi?” dedim korkuyla. “Hadi Mine ya, denememiz lazım!” diyerek beni ikna etti. Gittik yanlarına, kafalarımızda Ajlan-Mine şapkalarımız, üzerimizde sahne kostümlerimizle. Bize bakakaldılar. Tamam karar verildi, atlayacağız. Aslında ikimiz de son anda vaz geçmeye meyilliydik. Ama birden bir anons yapıldı: “Ajlan ile Mine az sonra bungee jumping yapacaklar.” Artık kaçış yoktu. O vinçle yukarı çıkışımızı, sıkı sıkı birbirimize tutunuşumuzu ve aşağıdan gelen Ajlan-Mine tezahüratlarını hayal meyal hatırladık sonra. Yukarı ulaştığımızda sırayla ikimizi de aşağı ittiler. Çığlıklarla Ajlan-Mine bir aşağı bir yukarı ipte sallandık. O günü hiç unutamam. Alkışlarla yere döndük ve yüksekten korkmaya devam ettik. (Gülüyor.)

Daha ne çok anınız var kim bilir…  2019 seni için nasıl geçti? 2020’de yeni projeler, planlar var mı?

2019, blokajlarımı kaldırıp beni uyanmaya teşvik eden bir enerjiyle geldi. Bütün yıl hareket halindeydim. Çok çalıştım, çok seyahat ettim, yeni insanlarla tanıştım ve bir albüm çıkardım. 2020 için çok planım var. Öncelikle arayı açmadan yeni parçalarımı paylaşmaya devam edeceğim. Birkaç yıl önce yazmaya başladığım bir hikâyem var, hararetle ona devam ediyorum. Galiba artık bir hikâye olmaktan çıktı. Sonu nereye varır bilmiyorum ama devam. Aralık ayı başından bu yana yaratıcı oyunculuk ve doğaçlama üzerine sevgili Görkem Gün yönetmenliğinde bir atölye çalışmasına devam ediyorum. Beni çok heyecanlandıran bir çalışma bu; ona da devam. Sonunda küçük bir oyun çıkabilir belki.

Çocuk yogası eğitmeniyim ama bugüne kadar aktif değildim. Daha kapsamlı bir eğitim programına katılarak onu da 2020’de hayata geçireceğim. Bir projem daha var, o da sürpriz olsun.

Bodrum’da hayat nasıl geçiyor? Dönmedin değil mi buralara?

Bodrum’da hayat güzel, hava nefis ama şimdi İstanbul’dayım. Bütün planlarım ve tabii ki kültürel beslenme için buradayım.

Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajanda ya da not defteri tutuyor musun? Eğer evetse içlinde neler var?

Yazmak benim terapim; günlük aktivitem. Aslında çeşit çeşit deftere, hangisi önüme gelirse sürekli bir şeyler karalıyorum. İçlerinde o anki duygularım, bazen birilerine hitaben mektuplar, şiirler, şarkı sözleri, hikâyeler, küçük küçük notlar, hatırlatmalar, çeşitli saçmalamalar dahil her şey var.


“ARTIK SUSMAK YOK” 

Hep çok güzel bir kadındın. Minyonluğun, sarışın kumrallığınla o dönem de hatırlıyorum da pek çok kadına ilham vermiştin… Dönüp bakınca yıllara fiziksel ve ruhsal olarak çok değiştiğini düşünüyor musun? Geçip giden yıllarla aran nasıl?

Teşekkür ederim. Yaşımın farkında değilim pek. Hayatın getirdikleriyle bazen kendimi yaşlı ve olgun bazen de çok genç ve sabırsız hissedebiliyorum. Geçmişe bir takıntım yok. Genellikle bugündeyim. Ama bazen gelecekle ilgili kaygılarım olabiliyor. Bir tarafım hiç değişmedi ama farkındalıkla düzeltebildiğim ve yenilediğim birçok huy, alışkanlık, davranışım oldu. Hâlâ üzerinde çalıştıklarım var. Aslında ana karakter pek değişmiyor; farkında olmanın güzelliğiyle kendinizi evirip çevirebiliyor, törpüleyebiliyor ya da blokajları açabiliyorsunuz. Yaşla ilgili “Gençken bunu düşünebilseydim, bunu anlasaydım, bazı hataları yapmazdım” gibi hayıflanmalarım var sadece. Bunun dışında iyi beslenme ve düzenli spor yaparak hem ruhumu hem bedenimi olabildiğince korumak bana genç hissettiriyor zaten.

Çok teşekkürler. Yeni albümünde yolun açık olsun diliyorum. Ve ne olur sesini daha çok duyalım!

Ben teşekkür ederim beni dinlediğin için. Merak etme artık susmak yok!

You don't have permission to register
Follow us on Social Media