Advertisement Advertisement

Hülya Sözer: “Ürettiğimiz eserlerle rahatsızlık vermeliyiz”



Onunla tanışmam henüz çok yeni. Aralık başında çıkan özel ciltli Hayvan Çiftliği kitabının sayfalarına hayat verenlerden biri. Orwell’in kitaptaki meşhur hayvan karakterlerini seramiğiyle figürleştiren adeta canlandıran bir sanatçı o. Hülya Sözer’i kitap bahanesiyle daha yakından tanımak ve bambaşka işleriyle sizleri tanıştırmak istedim.


Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu

Seramik sanatçısı Hülya Sözer’in çalışmalarının peşinden gidiyorum bu defa… Özellikle insanın içini ürperten kadın portreleriyle çamura bambaşka bir boyut kazandıran bu genç ve başarılı kadın, seramikle bağ kurmamı sağladı. Sözer ile provokatif sanattan geçtiğimiz hafta 120 bin dolara satılan ‘muz‘a, ‘Hayvan Çiftliği’ kitabının oluşum sürecinden kendi atölye çalışmalarına uzanan bir söyleşi yaptık. Ajandakolik’te konuğum sanatı yoğuran bir el; Hülya Sözer.

Çocukken oyun hamurları vardı, onlarla oynamayı sever miydiniz?

Çok şanslıyım ki evde oyun hamuruyla değil, sokakta gerçek çamurla oynayabilen bir dönemde geçti çocukluğum. Çamur belki her çocuk gibi bulaşmayı çok sevdiğim bir oyundu, fakat benim için aynı zamanda en sevdiğim oyundu.

Çamurla ilk tanışmanız tam anlamıyla ne zaman oldu peki?

Kendimi bildim bileli hayatımda olan çamura ilk dokunuşum üniversitede gerçekleşti. Hem çok tanıdık ve geçmiştendi hem de çok yabancı ve geleceğimdi.

Siz bir seramik sanatçısı mısınız yoksa heyketraş mı? Ya da sizin için her ikisi de diyebilir miyiz?

Heykel birçok malzemeyi içine alan bir sanat dalı. Seramikte bunlardan biri ve ben seramik heykel yapıyorum. Bu durumda her iki söylem de doğru aslında, ama ben “seramikçi”yi kullanıyorum.

“ESERLERİMDE SEMBOLÜM KADIN” 

Çalışmalarınızda daha çok figürler ön planda. Özellikle de kadın yüzleri ve kadın bedeni… Bu kadınlar pek mutlu görünmüyor. Hatta kiminin yüzünde acı ve karmaşa var. Bu, özellikle tercih ettiğiniz bir şey mi? Hüznü, acıyı eserlerinize taşımak…

Kendimi ifadeci olarak tanımlıyorum ve  sembolüm kadın. ‘’Kadın’’ bir sembol olarak bireyin ve toplumun belleğinde birbirinden tamamen farklı, birbiriyle çelişen ve neredeyse iki yüzlü olarak adlandırılabilecek sayısız anlam taşır. Bu kadınlar bazen erkek, zaman zaman hayvan, yer yer  bitki, belki nesne, çoğu kez yalnızca bir duygu durumu  olabiliyorlar. Ve sonunda yine kadınlar. Yani evet birçok farklı duyguyu işlerime özellikle taşımayı bu yolla tercih ediyorum.

Toplumsal konuları ele alıyor musunuz? Yaptığınız çalışmalarda mutlaka şunu anlatmalıyım dediğiniz bir şeyler var mı ya da oluyor mu?

Genelinde değilse de bazı çalışmalarımda işlediğim oldu, istemsiz büyük etkilenmelerim olduğunda zaten elimden o konu dökülüyor.

Çalışmaya odaklanırken genellikle nasıl bir ruh hali içindesiniz? Yalnızlıktan ve kederden beslenen bir sanatçı mısınız?

Yalnızlıktan besleniyorum. Çalışmaya başlarken ve o bağı kurana kadar yalnız kalmak, en önemli ritüelimdir. Tıpkı yeni bir ilişkiye başlamak gibi… Karşınızdakini iyi tanımak ve kendinizi iyi tanıtmak için onunla baş başa olmalısınız. Çok uzun susmak ve/ya bağırarak konuşmak gerekebiliyor. Bu süreç özele girdiğinden kapalı. Ruh halim çoğu kez değişkendir. Etkilendiğim konuyla ilgili gelen görüntü, leke, bir ifade ön zemini hazırlayabiliyorken, çamur üstünde karalamalar yaparken içsel birikimlerle gelenler de başlangıcı oluşturabiliyor. Beslenme noktası bir  kitap paragrafı olabiliyor bazen, bazen de mahalle bakkalıyla konuştuğumuz sosyolojik, politik mevzular da olabiliyor.

Seramiğin, çamurun insan ruhuna, enerjisine ve bedenine iyi geldiğini söylemek mümkün, değil mi? Bunun için bir tür terapi yolu da diyebilir miyiz?

Malzemenin dokunsal his olarak ruha iyi geldiği konusu bilimsel bir gerçek, ancak bu malzemeyle bir dert anlatıyorsanız bu bir terapiden çok şiddetli bir çatışmaya bile dönüşebiliyor. Yani kısaca çamurla ne yapıyor olduğunuza göre değişiyor.


“HAYVAN ÇİFTLİĞİ KİTABIYLA BÜTÜNLEŞTİM” 

Türkiye’de ilk defa bu kadar farklı bir kitap çalışması ortaya kondu. Can Yayınları’nın yeniden yayınladığı, özel ciltli ve şönizli ‘Hayvan Çiftliği’nde sizin hazırladığınız at, domuz, çiftçi gibi seramik figürler de yer alıyor. Nasıl bir çalışma oldu bu, ekibe nasıl dahil oldunuz?

Öncelikle böyle önemli bir  projede yer almanın  benim için çok gurur verici olduğunu söylemeliyim. Emek çok önemlidir ve bu iş birçok insanın büyük emekleri sonucu ortaya çıktı. Bu harika fikri ortaya koyan proje sahibi Ali Granit benimle iletişime geçtiğinde kesinlikle çok heyecanlandım. Hemen sonrasında ekip görüşmeleri sonucu ortak kararla sahneleri belirleyip akabinde çalışmaya başladım. Figürlerin tamamlanması yaklaşık iki ay kadar sürdü.


Benim için adeta kitapla bütünleştiğim bir dönemdi diyebilirim. Heykeller tamamlanıp fotoğraf aşamasına gelindiğinde neredeyse tüm Can Yayınları ekibi benimle birlikte çok kırılgan olan figürleri tek tek ellerinde stüdyoya  taşıdı. Çalışırken kendi zihnimde canlandırdığım sahneleri aynı gözle görüp hayalimizdeki kadrajları mükemmel bir uyumla yakalayan Umut Töre fotoğrafları çekti. Utku Lomlu’nun samandan ahşaba ince düşünülmüş tasarımıyla da kitap son halini aldı. Tüm Can Yayınları ekibine, emeği geçen herkese tekrardan çok teşekkürler.


Yeniden böyle bir çalışmanın içinde yer alacak olsanız sizin seçeceğiniz kitap ne olurdu? Ve içinde hangi karakterlerin seramikten / çamurdan heykellerini yapmak isterdiniz?

Düşündüğümde yüzlercesi geliyor aklıma, fakat bu kez ben seçecek olsam; içinde belki hiç karakter barındırmayan içsel-düşünsel bir kitap seçerdim. Tasvir edilen bir karakteri değil de bir hissi somutlaştırmak isteyebilirdim.

İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’ın ‘Komedyen’ adı verilen ‘Duvara bantlanmış muz‘ çalışması 120 bin dolara alıcı buldu, biliyorsunuz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Eleştirel bir bakış açısıyla konuşulsa da, sanat piyasasının geldiği son durumu yüzümüze tokat gibi çarpan bir iş. Eş zamanlı olarak da çok iyi bir pazarlama yöntemi olduğunu da düşünüyorum.

Özellikle resim ve fotoğrafta muz, bir meyve olmaktan ziyade fetiş bir nesne olarak algılanıyor. Andy Warhol’un muzu kuşkusuz en popüler olanı. Sizin böyle bir çalışmanız var mı ya da olur mu?

Benim manifestolarımda henüz yer bulamadıysa da, ilerleyen zamanlarda işlere böyle bir kapı açacak olursam kullanmaktan kaçınmam.

“GEZİ PARKI EYLEMLERİ İÇİN EFSANEDEN YOLA ÇIKTIM” 

Sanatta provokatif olmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin topluma ters ya da sert gelen ‘işleriniz’ oldu mu hiç?

Provokatif çalışmalarım oldu. 2013 yılında yaptığım işlerden iki tanesini buna örnek gösterebilirim. Biri yedi figürün yer aldığı ‘Yedi Uyuyanlar’. Ünlü ‘Yedi Uyuyanlar’ efsanesini anlatan bir çalışma bu. Bu efsanede halkına yüz çevirmiş yedi gencin hikâyesi anlatılır. Bu bir direniş ve uyanış efanesidir. Ben de buradan yola çıkarak Gezi Parkı eylemleri için bu işi çalışmıştım. Toplumuna yüz çeviren ve aynı düşüncede olmadığı halkına dur diyen, isyan eden bir grubu canlandırdım aslında.
Diğer çalışmada ise işaret parmağıyla cinsel organını gösteren bir kadın figürü görüyoruz. Gözlerinde de itici bir ifade var. “Alın işte burada” der gibi bir ifade… Bunlar rahatsız edici görüntüler aslında. İçinizi açan bir sanat eseri görmüyoruz burada.

Amacınız bu mu peki? Sanat seriyle rahatsızlık vermek mi? 

Zaman zaman ürettiğimiz eserlerle rahatsızlık vermeliyiz kanımca. Hiçbir şey güllük gülistanlık değil zaten. Ve biz bir şeyler yaparken genellikle dert anlatıyoruz. O yüzden mutlu görüntüler görmüyoruz. Rahatsız etmeliyiz ki birilerinin dikkatini çekelim. Bu sayede sanat eseri bir şeyler anlatabilsin, birilerine mesaj verebilsin. Bu mesajı da bazen rahatsızlıkla vermeliyiz ki daha etkili olabilsin. Bu tip çalışmalarda aldığım geri dönüşler de tıpkı sizin de dile getirdiğiniz gibi mutsuz, karmaşık kadınlarla ilgili olabiliyor. “Bu figürlerin yüzleri neden hiç gülmüyor?” gibi sorular alıyorum. İnsanlar bu eserlerin mutsuz görünmesinden dolayı frahatsızlık duyuyor. Bunlar benim için kötü eleştiriler gibi görünse de aslında çalışmalarımın işe yaradığını, mesajın yerine ulaştığını gösteriyor.


Atölyenizde workshoplar düzenliyor musunuz?

Haftanın belli günlerinde atölyemde  devamlı dersler veriyorum. Şimdilik günlük etkinlik yapmıyorum. İlerleyen dönemlerde olacak.

Seramikle uğraşmak isteyen ya da yeteneğini mesleğe dönüştürme arzusunda olanlara önerebilecekleriniz neler olabilir?

Öncelikle sabırlı olmalılar ve çok çalışmalılar. Çünkü günümüzde bu artık bir şans meselesi değil. Yola idealist olarak devam edeceklerse maddiyatı tamamen ikinci plana ya da direkt devre dışı bırakmak durumundalar. İnsan ilişkilerinde iyi olmalarını ve bağlantılarını sağlam kurmalarını tavsiye edebilirim. Konfüçyüs’ün de dediği gibi “Sevdiğiniz işi yaparsanız bir gün bile çalışmış sayılmazsınız.”

Ajandakolik’in klasik bir sorusu var. Ajandanız ya da not defteriniz var mı? Eğer vasa içinde neler var?

Teknoloji her ne kadar hayatımda-hayatımızda olsa da, klasik alışkanlıkları olan biriyim. Kitabı elime almalıyım ve notumu telefona değil defterime yazmalıyım. Bu sebeple birçok not defterim var. İçlerinde daha çok, bir çalışmaya başlamadan önce yaptığım ön araştırmalar, etkilendiğim konular, anlık gelen fikirler, çalışma eskizleri gibi notlar oluyor.

Başka bir sanat dalıyla uğraşsaydınız heykel dışında ne olabilirdi bu? Ya da öyle bir eğiliminiz, yeteneğiniz var mı?

İyi bir göze sahipseniz özellikle plastik sanatların yapılabileceğini düşünüyorum. Nitekim ben en çok istediğim şeyi yapıyorum. Şayet yeteneğim olmasaydı arkeoloji alanında çalışmalar yapmak isterdim.

2020 için yeni projeleriniz var mı?

2020 için öncelikli olarak kişisel sergim için çalışıyorum.  Karma sergi, etkinlikler ve fuarlar devam edecek. Bunun yanı sıra yurtdışı sergilerine ağırlık vermeyi planlıyorum.

You don't have permission to register
Follow us on Social Media