Advertisement Advertisement

Doğu Yücel: “Varoluşumu anlamlı kılan tek şey yazarlık”


Yazarlığının kumaşında gazetecilik olanlardan, Doğu Yücel. Dergicilik geçmişinden gelen ve yedi yaşından beri sözcükler üreten biri o. Bir yanda öyküleri bir yanda filme çekilmiş senaryoları bir yanda da romanları var. ‘Düşler, Kabuslar’ arasında gezinip ‘Gelecek Masalları’, ‘Hayalet Kitap’lar yazıyor. ‘Varolmayanlar’dan değil üstelik, ‘Güneş Hırsızları’yla ilgileniyor. Bunlarla yetinmeyip ‘Kimdir bu Doğu Yücel?’ diye soracak olanlarınıza üşenmeyip söyleşinin sonunu getirmesini öneririm…

Nilüfer Türkoğlu

İlk tanışmamız Instagram üzerinden film tavsiyesi istememle oldu aslında. Ev halkı olarak İspanyol polisiye filmlerine sardığımız bir dönemde film paylaşımlarını gördükçe sorasım geldi. O sıralarda, son kitabı ‘Kimdir Bu Mitat Karaman?’a henüz başlamış ve bu mizah sosuna bulanmış polisiyenin peşi sıra yazarlığıyla da tanışma fırsatı yakalamıştım. Aylar sonra yeniden Instagram’da buluştuk. Bu defa Ajandakolik’ten söz açtım ve söyleşilerine ara vermesine rağmen beni kırmayacağını söyleyerek konuğum oldu.                                                    Doğu Yücel’e teşekkürlerimle…

FREELANCE YAZILAN YAZILARIN TELİFİNİ ALMAK İÇİN SAĞLAM SİNİR SİSTEMİ GEREKİYOR.

Sen de benim gibi basından geliyorsun. Blue Jean dönemlerini hatırlıyorum. Yazıyla geçinmenin zor olduğu bir ülkede yaşıyoruz. İnsan ekmeğini sadece yazarlıktan çıkarabilir mi? Bir yanda kira bir yanda faturalar ve ev geçindirme derdi bir yanda da sosyal bir hayat…

Sadece kitaplarla geçinebilmeyi başaran kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordur. Çok satan dört beş isim belki… Ki onlar bile zaman zaman televizyon programı yapmak gibi yazarlık dışındaki işlere girişiyorlar. Diğer yandan dergilere, web sitelerine yazılar yazarak hayatını geçindirebilen yazarlar var. Ama o da, çok zor bir hayatı göğüslemek anlamına geliyor. ‘Freelance’ yazılan yazıların telif haklarını almak bildiğin üzere sağlam sabır ve sinir sistemi gerektiriyor.

Geçen yıl bu zamanlarda Can Yayınları’ndan ‘Kimdir bu Mitat Karaman?’ isimli ilk ‘gerçekçi’ ve hatta polisiye türde diyebileceğimiz romanın çıktı. Ben Mitat’ın ezik ve özgüvensiz hallerini okurken hem gülmüş hem de içten içe üzülmüştüm ona. Biraz anlatsana, kim bu Mitat Karaman, çevrenden romana uyarladığın biri mi? Senden bir şeyler var mı içinde?

Kendimden çok şey var tabii ama çocukluğumdan beri yaptığım gözlemlerin de payı muhakkak. Kendimi bildim bileli utangaç ve sosyalleşmekte zorlanan biriyim ama çocukluğumdan beri benden bin kat utangaç kişiler gördüm. Özellikle okul hayatında onları görürsünüz. Lisede alt sınıfta bir kız vardı, uzaktan gözlemlerdim onu, her teneffüste dolabının yanına gider ve dolabını düzenler gibi yapardı. Aslında bu onun kaçış yöntemiydi. Hiç arkadaşı yoktu. Onun gibi başka insanlar da hep ilgimi çekmiştir. Ben onlar gibi değilim ama onları çok iyi anlayabiliyorum. Bu kitapta o mutlak yalnızlık ve bunun dışında kendini her anlamda beceriksiz hissetme halini tüm psikolojik yanlarıyla ama bir yandan da komik ve heyecanlı bir macerayla yansıtmak istedim.

‘Hayalet Kitap’, ‘Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’, ‘Varolmayanlar’… Mitat’a gelene kadar hep hayallerin içinden geçip de yazmışsın gibi. Hayalperestlik bir yazarın olmazsa olmazlarından mı?

E tabii ki. Hikayeler aslında gündüz gördüğümüz düşlerdir. Onları kâğıda dökerken biraz daha kontrollü davranırız sadece. Bence hayalperestlik sadece bir yazarın değil, her insanın olmazsa olmazlarından biri olmalı. Yoksa bu hayat çekilmez.

Hayal gücünü besleyenler neler? Sinema tutkunu biliyorum.

Sinema, müzik, edebiyat, tiyatro elbette önemli kaynaklar. Ama en büyük hazine hayatın kendisinde. Sıkıcı bir metrobüs yolculuğunda bile bir detay, güzel bir hikaye için ilk kıvılcımı çakabiliyor.

20’li yaşların başında ve hatta daktiloyla yazdığın hikayelerin de sonra yeniden basılarak Can Yayınları etiketiyle çıktı. Tüm bu hikayeleri yeni baştan düzenlerken, bir bakıma editörlüğün üstlenirken, yazılara müdahale etmek sana neler hissettirdi? Nasıl kıydın cümlelerine?

Her kitap, yazarın o kitaptan önceki ruh halini, hayal dünyasını, duygularını karakterini yansıtan bir tür günlüktür aslında. O yüzden ‘Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları’ ile ‘Hayalet Kitap’ın 2018 edisyonları için o metinlere geri dönünce bir tür zaman yolculuğu yaşadım. 20’li yaşlarındaki kendimle yüzleşme gibi bir şeydi bu. Evet, bilimkurgu, korku, büyülü gerçekçilik gibi tarzlarda öyküler bunlar ama yaşadıklarımdan o kadar iz var ki… Çocukluğumun güzel hatıraları, travmatik anları, ergenlik krizleri, çalkantılı üniversite hayatım, hepsine geri döndüm. Yazarlık olaraksa kendime çok eleştirel davrandım ama yine de bir denge gözetmem gerekiyordu. Bazı amatör cümleleri parlatsam da çoğunu olduğu gibi tuttum. O öykülerin saflığına dokunmak istemedim.

MİTAT’IN DEVAM ROMANI İÇİN NOTLAR ALIYORUM.

Bu aralar ne yapıyorsun? Yine bir polisiye kitap söz konusu olabilir mi yoksa fantastik bir şeyler mi yazıyorsun?

2015-2018 arası çeşitli dergilerde ve yayınlarda öykülerim yayımlandı. O öykülerin üzerinden geçiyorum ve yeni öyküler yazıyorum. Büyük olasılıkla 2019’da yeni öykü derlemem yayımlanacak. Ayrıca Mitat’ın devam romanı için notlar alıyorum, onu da 2020’in ilk aylarına yetiştirmek istiyorum.

Doğu Yücel bir aşk romanı yazar mı sence?

Yazdım ya, Hayalet Kitap. Platonik aşk, aşktan sayılmıyor mu?

Sesli kitap oluşumuyla ilgili düşüncelerini merak ediyorum. İnsanlar okumak yerine uygulamaları indirip metroda, orada burada kitapları dinlemeye başladı.  Sence bu, okumanın gücünü azaltıp insanı kolaya alıştırmıyor mu?

Sesli kitap bence çok güzel bir gelişme. Zaten dünyada çok kullanılıyordu, nihayet Türkiye’de de yaygınlaşmasına sevindim. Edebiyat sonuçta hikâye anlatma sanatıdır. İnsanlara bu hikayeler nasıl ulaşacaksa öyle ulaşsın. Büyük şehirlerde insanların en az iki saati yolda geçiyor. Bu zaman zarfını sesli kitap dinleyerek geçirmeleri çok anlamlı ve çok faydalı. Kolaycılık olarak da görmüyorum, ben de arada bir sesli kitap dinliyorum, kitap okumaya yakın bir odaklanma gerektiriyor. Ha tabii ki, bir kitabı, sevdiğiniz cümlelerin altını çizerek okumak gibisi yok.

Sanırım senin iki kitabın ‘Kimdir Bu Mitat Karaman?’ ve ‘Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları’ da çok yakında Storytel’de olacak kitaplar arasında…

Evet, öyle dediler. Heyecanla bekliyorum ben de.

ASIL EKSİK İNTERNET YAYINCILIĞINDA…

Dergicilikten geliyorsun; basının şu anki durumu nasıl değerlendiriyorsun? Dergiler, gazeteler kapanıyor, gazeteciler işten çıkartılıyor, kağıdın durumu malum…

Medya zamana uyum sağlamalı. Matbu dergiler bir bir kapanıyor ama diğer yandan çok tutan bir dergi ekolü de var. Ot, Kafa gibi dergiler hâlâ büyük satışlara ulaşabiliyorlar. Ben asıl eksiği internet yayıncılığında görüyorum. Mesela hâlâ ciddi anlamda müziğe odaklanan kapsamlı bir web sitesinin olmaması çok ilginç geliyor bana.

Ot, Kafa demişken, popüler edebiyat dergilerinde hep ünlü isimler yazıyor. Yeni yazarlara veya ünlü olmayan yazarlara bu tip mecralar pek de geçit vermiyor gibi… Hadi verdiler diyelim, telif konularında bonkör değiller. Ne dersin? 

Ot’ta bir dönem yazdığım için onun özelinde konuşabilirim. Telif veriyorlar, daha iyi olabilir ama eskiye kıyasla kötü diyemem. Yeni yazarlara yer verdiklerini de gördüm. Her sayıda iki sayfa amatörler köşesi oluyor, ilk yazıları/öyküleri orada yayımlanıp daha sonra kitap yayımlatan yazarlar oldu. Bence telif meselesi Ot ve onun ekolünden önce daha kötüydü. Adam Öykü’de, Varlık’ta hiç öyle bir anlayış yoktu. Onlar da haklıydı, az satıyorlardı. Ama Ot ve benzerleri işleyen bir formül buldu. Saman kağıtla maliyeti ucuza getirdiler, okurun bir damarını yakaladılar ve büyük satış rakamlarına ulaştılar. Ha bu satış rakamlarına göre verdikleri telifler az, ona katılıyorum. Keşke yurt dışındaki gibi olsa. Amerika’da, İngiltere’de genç yazarlar çok şanslı. Stephen King’in, Salinger’ın biyografilerinden biliyoruz, ilk öyküleriyle kazandıkları para onlar için müthiş bir motivasyon oluyor, yazmaya devam ediyorlar. Türkiye’de ise her konuda olduğu gibi engelleri aşıp durmadan mücadele etmeniz gerekiyor.

Peki… Hayallerini ve gerçeklerini kağıda dökerken yazı masanın üzerinde neler var?

Şu anda dört kitap kulesi, kalemlik, not defterleri, babamın fotoğrafı, kum saati, Boba Fett figürü, Eddie figürü, Dracula biblosu, Banker lamba, bir kahve kupası ve bir kuru kafa kumbara var.


Babanın hangi fotoğrafı olduğunu görmek isterdim… 1985 yılında çok erken kaybettiğimiz oyuncu/yönetmen Erkan Yücel’i analım sayende…

Evet, 41 yaşında vefat etmişti. Bu sene ben de 41 oldum ve bu yüzden onun bu kısacık hayatına ne kadar çok şey sığdırdığını daha fazla idrak ettim. Kaybedeli 33 sene oluyor ama insanların hafızasındaki yeri hâlâ eskisi gibi sağlam. Üstelik yeni nesiller de internette karşılaştıkları eserleriyle onun değerini anlamaya başladı. ‘Endişe’ ve ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’ şu an dijital platformlarda bulunabiliyor. TRT arşivini açınca ‘Ceza Avukatının Anıları’nda ‘Çekiç ve Titreşim’ bölümündeki performansı da görülür hale geldi. Darısı ‘Hakkari’de Bir Mevsim’in başına…

Ferit Edgü bir keresinde onun için  ‘Hakkari’de Bir Mevsim’ de “Benim tanıdığım Halit’i, benim yazdığımdan çok daha iyi, çok daha insancıl boyutuyla yansıtan oyuncu” demiş. Hiç bir araya gelip de babanı konuştunuz mu Ferit Edgü’yle?

Hayır, Ferit Bey’le tanışmadım hiç. Bodrum’da yaşıyor hatırladığım kadarıyla. Ama başka biriyle tanıştım, o da romanda bahsedilen ve babamın oynadığı Halit karakterine ilham veren Halit’in oğluydu. Facebook’tan bana ulaştı ve bir süre konuştuk.

Senin için ne büyük bir anlamı vardır. Yazıya geri dönecek olursak hikaye ve romanların için çok not alır mısın? Ajandan var mı mesela? Ve bize biraz yaratma sürecinden bahsetsen… 

Tabii, evimde her odada birkaç tane not defteri vardır. Aklıma bir şey gelirse hemen not alırım. Yoldayken aklıma bir fikir gelirse cep telefonunun not defterine yazarım ya da ses kaydı alırım. Öykü yazarken önce bir tretman çıkarmam ama az çok başını, ortasını, sonunu bilir olurum. Sonra yazmaya başlarım. Bir öykünün üzerinden en az 6-7 defa geçerim. Romanda önce tretman çıkarırım, madde madde bir yol haritası oluşur, onu duvarıma asarım. Sonra bu yol haritası çok değişir, yol bozuktur, tali yollara girersiniz, trafik görürsünüz, başka bir yola girersiniz ama yine de size rehberlik eder, en azından nereye gitmeye çalıştığınızı anlarsınız. Bir romanın üzerinden 15-20 defa geçerim. Bir heykeltıraş ya da bir marangoz gibi. Bazı önemli paragraflar için ayrı dosya açarım, onlara alternatifler yazarım. Aralarından en iyisini seçerim. Zor ve karmaşık bir süreçtir. Sonra editöre gider. Onun yorum ve düzeltilerinden sonra son kez üzerinden geçerim ve yayımlanmaya hazır olur.

GAZETECİLİK ETİĞİ DENEN OLGUYU YAZARLIĞIMA TAŞIMAYA ÇALIŞAN BİRİYİM.

Dergi geçmişinin edebiyata bir katkısı olduğunu düşünüyor musun? 

Elbette. Zaten bence her deneyimin edebiyata katkısı var. Her meslek bir şeyler katar insana. Yazar arkadaşım Barış Müstecaplıoğlu, İnsan Kaynakları Müdürü. Her mülakatta bir kişinin hayatını, karakterini az çok öğreniyor. Garsonlar her gün belki yüz insanla iletişime geçiyor. Bunun yanı sıra olumsuz deneyimler de, kayıp düşmek, ayağını kırmak, ne bileyim hasta olmak, bunalıma girmek, hepsi yazarlığınıza bir şeyler katabilir, bunu kullanmayı bilirseniz. Gazetecilik ve dergicilik özelinde söyleşiler yoluyla insanları tanımak yazarlığa olumlu etkide bulunmuştur. Ama bence asıl katkı, gazetecilik etiğidir, hani bugün pek umursanmayan! Gazetecilik etiği denen olguyu yazarlığıma da taşımaya çalışan biriyim ve bunun samimiyet boyutunda bir katkısı olduğunu düşünüyorum.

Pera Müzesi’nde gerçekleşen edebiyat söyleşilerinden birinde “Yazmak mı okumak mı elinizden alınsa, hangisini bırakırdınız?” sorusuna “Okumayı bırakırdım çünkü üniversite yıllarında yeterince okudum. Bundan sonra okumadan yazabilirim” diye cevap vermişsiniz. Ekşi Sözlük’te bu cevabınızın “tuhaf” olduğu yorumu yapılmış. Okumaktan mı vazgeçersiniz gerçekten, bunca iyi kitap dünya üzerinde okunmayı beklerken?

Bu varsayımsal, eğlenceli bir soru olarak soruldu orada. Ben dergici olduğum için buna benzer yüzlerce soru sorardım müzisyenlere, sanatçılara. Atıyorum, The Beatles mi, Pink Floyd mu, müzik mi aşk mı gibi… Bir müzisyen ikisinden de vazgeçemem deyince sorunun bütün eğlencesi ölürdü, keyfim kaçardı. Geçen gün Noel Gallagher ile benzer bir soru-yanıt yapmışlar, mutlaka izleyin, çok eğlenceli “şu mu bu mu” soruları var. Sadece bir tanesinde Noel yanıt veremiyor, o da aşırı sert bir soru. Çocukları arasında seçim yapması isteniyor. Şimdi bu soruya gelecek olursak: İyi yazmak için, hayatı anlamak için elbette okumak, çok okumak şart. Ama diğer yandan ben yedi yaşımdan beri yazıyorum. Bu hayatta beni hem mutlu eden hem de varoluşumu anlamlı kılan tek şey yazarlık diyebilirim. Çalışma masamdayken, bir öykümde günlerdir çözemediğim bir meseleyi çözdüğüm yaşadığım haz ve tamamlanmışlık hissini başka hiçbir eylemde yaşayamam. Şimdi size soruyorum, böyle düşünen biri o soruda hangisinden vazgeçer?

Sosyal medyanın dünyadan silinip gitmesini isteyenlerden olabilir misin?

Hayır tabii ki. Sosyal medyayı seviyorum. Her zaman insanların konuşarak değil, yazışarak daha iyi anlaşabileceklerini savunmuşumdur. O yüzden eleştireceğim tonla şey olmasına karşın, sosyal medya ve internetin insanın evriminde önemli bir rolü olacağını düşünüyorum.


STAR WARS, HİKAYE ANLATICILIĞININ ZİRVELERİNDEN BİRİ.

Bilim kurguyu da çok seviyorsun. Hatta ‘Star Wars’ hayranısın değil mi? J.J. Abrams’ın yönettiği serisinini dokuzunucu bölümü 2019’da geliyor. Sence nasıl olacak?

Star Wars bence bilimkurgu değil. Daha çok uzay operası, fantastik uzay macerası, bilimkurgu görünümünde bir masal diyebilirim onun için. Ama tabii ki çok büyük bir Star Wars hayranıyım. Hikaye anlatıcılığının zirvelerinden biri olarak görürüm Star Wars’u. J.J.Abrams’ın dokuzuncu bölümü için hiç ümitli değilim. George Lucas hayattayken çekilen her Star Wars filmi bir fan filmidir nihayetinde. Murakami yaşarken ‘Sahilde Kafka’nın devamı yazılabilir mi mesela? Ya da Wachowski kardeşler işin içinde olmadan ‘Matrix’in devamı gelebilir mi? Bu çok saçma. Kimsenin bunun hakkında konuşmuyor oluşu da çok üzücü. Lucas’ın ‘prequel’ filmleri ne kadar eleştirilse de orijinal filmlerdeki psikolojiyi ve felsefeyi taşımış, bunun üstüne politik bir zenginlik katmıştı. Bence Star Wars yazarları, Lucas’ın inşa ettiği Star Wars felsefesini ve duygusunu hatırlamalı önce. Yeni filmlerden o felsefeye en yakın film ‘Rogue One’dı, diğerleri sadece eğlencelik filmler. Üstelik sorunlu filmler.

‘Black Mirror’ için bir hikaye yazmak ister miydin mesela? Nasıl buluyorsun diziyi? İzledin mi? Şimdi dördüncü sezon da hazır gelmişken…

Tabii ki. ‘Alacakaranlık Kuşağı’ ekolünden bir dizi olduğunu düşünüyorum ‘Black Mirror’ın. ‘Alacakaranlık Kuşağı ve X-Files’ gibi her bölümde ayrı hikaye anlatan, bilimkurgudan fantastiğe birçok türü kapsayan, protest ve yaratıcı bir dizi.

2019’dan bir beklentin var mı? Hayalin var mı mesela?

10 Ocak’ta ‘İstanbul 2099’ ismini taşıyan bir öykü derlemesi çıkacak; Kutlukhan Kutlu ve Aslı Tohumcu editörlüğünde hazırlanan bu derlemede bir öyküm yer alıyor. Bunun dışında 2019 için hedeflerim, öykü kitabımı yayımlatabilmek ve ikinci Mitat romanını yayınevine teslim etmek. Hayalim ise bir öykümden (Evim Güzel Evim) uyarlayarak yazdığım tiyatro oyununun sahnelenmesi olabilir. Bir de ‘Küçük Kıyamet’ten beri sinemada kalem oynatmak istiyorum, bir türlü olmuyor. 2019’da sinema veya dijital platformlarda bir şeyler yapsam ne güzel olur.

Spotify’da bu aralar en çok ne dinlediğini sorsam…

Yapılan best of 2018 tarzı playlist’leri dinliyorum.

Netflix’te en çok ne izlediğini sorsam…

Ben dizi insanı değilim. Çok nadir bir diziye kapılıyorum. Netflix’te en son ‘The Haunting of Hill House’u sevdim, o da aslında biraz yönetmeni Mike Flanagan’ı sevdiğim için. Bir de tüm sezonu kapsayan bir hikaye olsa da her bölümde ayrı bir hikaye anlatmayı başarması da güzeldi. ‘Roma’yı sinemada izledim. Bir de Netflix yapımı olduğu halde Türkiye’deki Netflix’te olmayan ‘Kindergarten Teacher’ı izledim, çok iyiydi. Blutv’yi daha çok izliyorum sanırım, ‘Bozkır’ ve ‘Bartu Ben’ dizilerini çok beğendim.

Hadi bir yazara teşekkür et ki sana çok katkı sağlamış olsun…

Muzaffer İzgü. 16 yaşımdayken okulumuza gelmişti, önerileri ve öğütleri benim seviye atlamamı sağlamıştı. Onunla tanışmıştım, evine de gitmiştim, çok iyi bir insan, çok iyi bir yazardı. Parlak bir yeni nesil geliyorsa bunda katkısı olan bir yazardır. Bir de Müfit Özdeş. O da toy bir yazarken öykülerimi okumuş, eleştirileriyle yolumu aydınlatmıştı. Bu vesileyle onun tek kitabı olan ‘Son Tiryaki’nin yeniden basıldığını da söyleyeyim. Hatta canım çekti, şimdi onu okuyayım.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media