PANDEMİNİN TÜRKİYE SİNEMASINA ETKİLERİ
En son “Bir Başkadır” dizisinin yardımcı yönetmenliği yapan, yönetmen, senarist Damla Kırkalı, koronavirüs nedeniyle kış uykusuna yatan sinema salonlarını, sekteye uğrayan festivalleri, dijital yapımların ağırlık kazanmasını, pandeminin Türkiye Sinemasına etkisini Ajandakolik için yazdı.
Yazı: DAMLA KIRKALI
Çok değil, yalnızca birkaç yıl önce Çin’de adını duymadığımız bir yerde bir virüsün yayılmaya başladığını duyduğumuzda bize hayatlarımızın tamamen ters yüz olacağını, böylesine bir salgına şahitlik edeceğimizi söyleselerdi “distopik bir film” gibi duyulduğunu düşünürdük herhalde. Ne var ki, Mart ayında Türkiye’de ilk vakanın görülmesiyle beraber yepyeni bir gerçeklikle tanıştık. Daha ne olduğunu bile tam anlayamadan evlerimize kapandık, sosyal hayatlarımızı askıya aldık ve beklemeye koyulduk. Aradan tam 10 ay geçti ve her ne kadar artık sokağa çıkmak daha “normal” olsa da hâlâ ne kadar süreceğini hiç bilmediğimiz bir bekleyişteyiz.
Peki kimilerimizin gerçeklikten kaçmak, kimilerimizin gerçeklikle yüzleşmek için sığındığı, öyle ya da böyle bizi hayatla yakınlaştıran ve dolayısıyla, belki de her zamandan daha çok ihtiyacını hissettiğimiz sinema bu ayları nasıl geçirdi?
SETLERİ DURDURMA ÇAĞRISI
Pandeminin ülkemizde baş gösterdiği ilk günlerde, içlerinde Sinema TV Sendikası ve Oyuncular Sendikası’nın da olduğu sektörün başlıca meslek birlikleri setleri durdurma çağrısında bulundu. Henüz devlet kısıtlamalarının yürürlüğe konmasından önceki bu süreçte sektörde devam etmekte olan yapımların (TV, sinema ve reklam) yaklaşık %98’i durdu. Tahmin etmesi zor olmayacaktır; devam eden birkaç set ise ülkenin büyük TV kanallarının dizi yapımlarıydı.
Çok kısa bir süre sonra ise devlet kısıtlamaları yürürlüğe girdi ve sinema salonları kapılarını kapadı. Havaların ısınmasını takiben vaka sayılarındaki düşüş ve yeni “normalleşme” süreciyle beraber tekrar açılsalar da sinema salonları zaten son birkaç senedir yaşanan maddi sıkıntıların üzerine gelen pandeminin zararını telafi edememiş oldu. Zincir sinema salonları da, bağımsız sinema salonları da zaten pahalı olan biletler bir yana, kapalı mekan olmaları sebebiyle seyirciye çok cazip gelmedi. Bu süreçte Rexx Sineması kapandığını duyurarak İstanbullu sinemaseverleri derinden yaraladı. Zaten güçlükle ayakta duran Beyoğlu Sineması ise pandeminin başında çıkarttığı, adını salonun kuruluş yılından alan “1989” adlı dijital bültenle kemikleşmiş seyircinin desteğini alarak bir şekilde kendini idame ettirmeyi başardı ama ileriki günler ne gösterecek belli değil. Zira yeniden konan kısıtlamalar kapsamında tüm salonlar kış uykusuna girdiler.
FESTİVALLER ERTELENDİ YA DA İPTAL EDİLDİ
Film festivalleri de süreçten nasibini aldı. Dünyanın en seçkin festivallerden Berlin Film Festivali henüz salgının bu kadar yayılmadığı Şubat 2020’de gerçekleşerek iptal olmaktan kıl payı kurtuldu ancak Cannes Film Festivali iptal edildi. Mayıs ayını izleyen süreçte ise hem ülkemizde, hem dünyada birçok festival çevrimiçine döndü. Türkiye’nin önde gelen festivallerinden İstanbul Film Festivali Nisan’da fiziki olarak gerçekleşemeyince, yazın düzenlediği açık hava gösterimleriyle sinefilleri sevindirdi. Ardından Ankara, Adana ve Antalya film festivalleri de sınırlı kapasite ve azami tedbirle seyirciyle buluşmuş olsa da her geçen gün perdeyle buluşamayan sinema filmi sayısı arttı. Bu sinema filmleri, bir filmin yolculuğunda festival ayağını pas geçerek doğrudan vizyona girme imkânı da bulamayınca sistemin çarkları giderek ağırlaşmış oldu.
Tamamlanmış filmleri bir kenara koyup, yapım aşamasındaki hikayelere baktığımızda da manzaranın çok parlak olmadığını görmek zor değil. Zira, zaten yapım maliyeti oldukça yüksek olan sinema filmleri, setlerde alınması gereken Covid-19 tedbirleri ve sigorta bedelleri yüzünden iyice güçleşti. Normalde bile “yüksek riskli” sınıfta yer alan, yoğun insan ve ekipman sirkülasyonun olduğu setlerde, oyuncu ve ekiplerin sağlığı için alınması gereken önlemler bütçelerin en az yüzde 20’sini oluşturuyor. Üstelik, ne kadar önlem alınırsa alınsın salgının önüne tamamen geçmek neredeyse imkânsız. Sinema TV Sendikası’nın son verilerine göre, salgının başından beri kaydedilebilen (zira çalışanlardan PCR testi sonuçlarının gizlenip, çekime devam ettiren yapımlar da oldu) 32 dizi (TV ve dijital platform), 4 sinema setinden toplam 143 vaka görülmüş. Bunun yaklaşık 110’u Eylül ayı itibariyle bildirilmiş vakalar.
PANDEMİYİ KONU ALAN HENÜZ ÇOK AZ PROJE VAR
Dahası, pandemi öncesinde geçen bir hikâye çekmek ise ayrı bir zorluk haline geldi. Kalabalık ya da sokakta geçen bir sahne çekmek artık hem riskli hem de bunun ciddi bir ek maliyeti var. Haliyle yapımcı ve yatırımcılar bu riskleri ve sorumlulukları almaktan iyice çekinir oldu. Diğer yandan, henüz pandemiyi konu alan ya da arka plana koyan çok az proje var. Her sosyal olayda olduğu gibi bunun da sanatsal üretimi etkileyeceği malum. Bu sebeple, yakın bir zamanda salgının tüm dünyada yarattığı neredeyse distopik düzen, toplumsal algıdaki değişim ve birey olarak yaşadığımız psikolojik deneyimlerin yakında hikayelere yansıyacağı kuşkusuz. Belki perdede ille maskeli insanlar izlemeyeceğiz ama bireysel ve kolektif olarak yaşadığımız yalnızlık, kapanma ve fiziksel teması minimuma indirgeme deneyimlerini duyumsayabileceğimiz hikâyelerin sayısı artacaktır. Muhtemelen şimdiden yazılmış olan birçok senaryo geliştirilmeyi bekliyor bile.
Ülkemizde bir sinema filminin finansmanı için tek kamu fonu Kültür Bakanlığı desteği. Uzun bir aradan sonra tekrar senede iki başvuru alınmaya başlanmış olsa da başvuru sayısındaki artış sebebiyle bu destekten yararlanmak halihazırda bir hayli zor. Üstüne yurt dışındaki senaryo geliştirme atölyeleri ve destekleri, ortak yapım marketleri ve networking etkinlikleri de sekteye uğramış olduğundan henüz senaryo aşamasında olan projeler raflarda kalakaldı. Yeni sinemacı adayları da beklemek zorunda kaldı.
DİJİTAL PLATFORMLAR ARTIK DAHA DEĞERLİ
Sinema sektörünün çetin bir dönemden geçtiği aşikâr. Öyle ki, şu anda çekilmekte olan yapımların büyük çoğunluğunu TV ve dijital platform dizileri oluşturuyor. Öte yandan, bu aslında tablo çok da kötü olmadığının bir işareti. Halihazırda giderek hayatımızda daha büyük yer kaplamakta olan dijital platformlar pandemiyle beraber daha da kıymet kazandı. İzleme alışkanlıklarımız ve dolayısıyla yapımların sayısı bu süreçte belki de sonradan tam olarak anlam verebileceğimiz denli değişti. Bu sayede işlerin kaliteleri hem içerik hem de görsel olarak çok daha iyi. Dahası, başta Netflix olmak üzere bu dijital platformlar sinema filmlerinin alışılageldik yolculuklarının (önce festival ardından vizyon ya da doğrudan vizyon) seyrini değiştirip, asıl mecrası haline gelmeye başladı.
İlerleyen günlerin neler getireceği meçhul. Bir daha ne zaman eskisi gibi sinema salonlarında buluşacağımızı, festivallerde yeni bir filmle tanışmanın heyecanını yaşayacağımızı elbette bilmiyoruz. Kesin olan bir şey var ki; en imkânsız görünen zamanlarda bile sanat da, sinema da var olmaya devam edecek.