Advertisement Advertisement

OSCAR ÖDÜLLÜ YÖNETMEN ALAN BARILLARO’DAN BİR İLK ROMAN: “SUYUN BİZİ GÖTÜRDÜĞÜ YER”


İnanılmaz Aile, Kayıp Balık Nemo ve Oyuncak Hikâyesi gibi filmlerin yapımında yer almış Oscar ödüllü yönetmen Alan Barillaro’nun ilk romanı “Suyun Bizi Götürdüğü Yer”, hassas ve cesur bir kızın korkularıyla yüzleşmesinin dokunaklı hikâyesi.

YAZI: Nagihan KAHRAMAN

Dünyaya bir canlının, bir insan yavrusunun gelecek olması en büyük heyecan kaynaklarından biridir şüphesiz. Ancak bu, genel olarak yetişkinlerin dünyasında ses bulan bir şey büyük oranda; çünkü eğer siz de bir çocuksanız ve sizin ardınızdan bir bebek doğacağı haberini aldıysanız bu biraz zorlu bir süreci de beraberinde getirebilir. Bir çocuğun kardeşi olmasından bahsediyorum, evet. O güne dek anne ve babasının “kıymetlisi” iken bir anda ebeveyninin kendisine olan sevgisinin birisine daha paylaştırılacak olması ihtimali bir çocuk için kabullenmesi zor bir durumdur. Gerçekte elbette azalacak bir sevgi yoktur ancak bunu bir çocuğa anlatmak zaten yeterince zorken bir de annesinin ve doğacak kardeşlerinin sağlık problemi ile cebelleşmesi bir çocuğun dünyasında hepten bir faciaya sebep olabilmektedir. Bu yazıda bahsedeceğim kitap da bu meseleye odaklanan ve bir yaz sürecinde her şeyin nasıl değişebileceğini gösteren bir gençlik romanı: Suyun Bizi Götürdüğü Yer.

Roman, Alan Barillaro’nun ilk romanı ancak biz yazarı aslında yönetmen kimliği ile tanıyoruz. Yazarlığı ve yönetmenliğini yaptığı kısa filmi Piper ile 2017 yılında Oscar ödülünü kazanan Barillaro, zaman içinde pek çok animasyonun yapımında yer aldı. Kayıp Balık Nemo, Oyuncak Hikâyesi 2 ve VOL-İ bunlardan birkaçı. Suyun Bizi Götürdüğü Yer de yazarın hâli hazırda yaşadığı Kanada dolaylarında geçen bir roman. Genç Timaş Yayınları’nın Gençlik Kitaplığı’nın Gümüş Romanlar serisinden çıkan kitap özellikle on bir yaş ve üzeri okurlara hitap ediyor ve çevirisi Tuğçe Nida Gökırmak’a ait. Renkleriyle daha en baştan okuru çeken kapağının tasarımı da yine yazarı görüyoruz.

SU BİZİ NEREYE GÖTÜRÜR? 
Ava, 11 yaşında bir çocuktur ve yakında ikiz kardeşleri doğacaktır. Annesi hamilelik sürecinde çeşitli sağlık problemleri ile karşılaştığı için de Ava’yla ilgilenmesi güçleşeceği için yazı geçirmesi adına kızlarını büyükannesi ve büyükbabasının yazlık göl evlerine göndermek durumunda kalırlar. Ebeveyninin böyle bir karar almasında ise doktorlarının etkisi büyüktür. Çünkü doktora göre annesi biraz daha “yük”ü kaldıramayacaktır. Yük mü? Ava, ailesi için bir yük müydü? “Bu kelime kulaklarında uğulduyordu. O an anlamıştı Ava, her kelime eşit değildi. Bazı kelimelerin gücü vardı. Biri, kelimeleri sesli dile getirmeye karar verdiğinde, hayatının tüm gidişatını değiştirmeye güçleri vardı.” (s.10-11)

Tam da böyle hassas bir yerden başlayan roman, Ava’nın kendini bir anda büyükanne ve büyükbabasının göl evinde bulmasıyla devam eder. Ava’yı “tadını çıkarması” söylenen bir yaz beklemektedir ancak annesinin sağlığı noktasında bu denli endişeliyken küçük kızın günlerini keyifli geçirmesi pek olası değildir ona göre. Aslında Ava’nın asıl endişelendiği kişinin kendisi olduğunu kabullenmesi de zaman alacaktır. Doğacak kardeşlerini de annesinin sağlığını bozdukları gerekçesiyle içten içe suçlamaktadır. Haklıdır da bir yandan, neticede 11 yaşındaki bir çocuktan yetişkin kabullenişinde bir tavır beklenemez. Bu noktada büyükannesi ve büyükbabasının oldukça makul, sakinleştirici ve olgun tavırları gözden kaçmıyor. Öyle ki Ava’nın bu süreci bir nebze de olsa rahat geçirmesindeki en büyük etken bu yaşlı çifttir. Gölün orada Ava’yı bekleyen bir de sürpriz biri vardır ki o da bütün bir yazı nispeten iyi geçirmesinin ve bir arkadaşlık bağı kurabilmesini öğrenmesinin en güzel yollarından biridir.

Normalde yazlarını geçirdikleri bu şehirden uzak yerde Ava çok mutlu olacakken bu defa beklenen doğum sebebiyle kötü şeyler olacağına daha doğrusu büyükannesinin dediği birkaç şey sebebiyle kuşlar tarafından lanetlendiğine dair bir inanç geliştirir. Hatta deyimi yerindeyse doğayla sözleşme yapar; doğa ondan her şeyi alabilir ama annesi dışında! Devamında bulduğu kızılgerdan kuşu yumurtalarını bir nevi sahiplenen bu küçük kız annesinin sağlığıyla ilgili alacağı her haberi adeta bu kuş yumurtalarının ve devamında da doğan yavruların gelişimine bağlar. Bir tür batıl bir inanç geliştirir kendi içinde çünkü korku içindedir. Annesini kaybedeceğine dair korkusu onu bu tarz düşüncelere itmektedir ve unutulmaması gereken en önemli şeylerden biri kardeşleri olacak olsa da Ava’nın da henüz bir çocuk olduğudur. Bu bakış açısıyla bakınca küçük kızın aşırı davranışları, hırçınlıkları ve kendini kaptırdığı bu kötü düşünceleri hoş görülebilir. Büyükannesi ve büyükbabasının yardımlarıyla vahşi doğaya ait hayvanlara yardım etmeyi ve onların doğasını da kolayca öğrenecektir. Kendisi ikiz kardeşlerini beklerken bu küçük kızın aslında annesiz iki kuş yavrusunu hayatta tutma çabası da yazarın okurlara minik bir oyunu olarak düşünülebilir. Oysa her şey olur, düzene girer; deyimi yerindeyse su akar yolunu bulur. Romanın adı da bizim kültürümüzde yer alan bu atasözü ile bağlantılı düşünülebilir. Su, alır bir şeyleri bir yere götürür ve orada yepyeni bir şeye dönüşür, insan da buna alışır. Bu, romanda göl bağlamında hem somut bir yere oturuyor hem de bunu elbette soyut bir yerden ele almak mümkün. Öte yandan atlamamak gerekir ki Alan Barillaro, roman boyunca heyecanı bir an bile kesmeden soluksuz okutuyor romanını. Ava’nın annesi sağlığını koruyabilecek mi ve ikiz kardeşleri sorunsuz bir şekilde doğabilecek midir? Kızılgerdan kuşları da hayatta kalabilecek mi ve çıkan fırtınadan hep birlikte hasar almadan kurtulabilecekler midir? Sırf bu soruların cevabı için bile okurda okuma isteği oluşuyor. Hem genç hem de yetişkin okurlara iyi okumalar!

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media