
ORMANIN DERİNLİKLERİNDE: SERİ CİNAYETLER, AMERİKAN KIRSALINDAN MANZARALAR
İthaki Yayınları etiketiyle yayımlanan Amerikalı yazar Joe R. Lansdale’in kitabı “Ormanın Derinliklerinde”, salt bir gerilim-polisiye romanı olmaktan çıkarak bir dönemin Amerika’sına ayna tutuyor ve seri cinayetlerle ikisini sağlam bir dengeye oturtmayı başarıyor.
YAZI: Burak SOYER
Ödüllü yazar Joe R. Landsale’in yazdığı “Ormanın Derinliklerinde”, Amerikan kırsalında siyahi kadınların öldürülmesiyle başlayan seri cinayetleri etrafında dolanan bir polisiye-gerilim romanı olsa da sırtını yasladığı Büyük Buhran dönemindeki Amerikan kırsalından manzaralar, kitabı bu nitelemenin dışına çıkararak sosyo-politik ve folklorik unsurların da çokça yer aldığı, farklı bir okuma alanı açan bir romana dönüştürüyor.
Joe R. Landsale, 1951 yılında Amerika, Doğu Teksas’ta doğmuş. Aynı zamanda bir dövüş sanatları ustası olan Landsale, korku, gerilim, gizem, bilimkurgu türünde onlarca romana, öyküye, senaryoya imza atmış. Yapıtlarında folklorik unsurlarla, sırtını çevirmediği ülkesinin tarihini hafiften kara mizahla harmanlayan yazarın birçok kitabı filme de çekilmiş. Edgar Ödülü, Britanya Fantezi Ödülü, Bram Stoker Ödülü’ne layık görülen Joe R. Landsale’in en önemli romanlarından biri sayılan “Ormanın Derinliklerinde”, İthaki Yayınları Gölge Dizisi’nden Peren Gülmez’in çevirisiyle yayınlandı. Landsale’in gerilim, gizem, polisiyeyi iç içe geçirdiği “Ormanın Derinliklerinde”, Büyük Buhran zamanında Doğu Teksas’taki bir kasabada öldürülen siyahi kadınların izini süren beyaz bir aile üzerinden Amerikan tarihi, ırkçılık, mitler, efsanelerle örülü bir hikâye sunuyor.
Büyük Buhran’da Amerika manzaraları: Çalış, ye, iç, yat
Kitabın anlatıcısı ve ana karakterlerinden, ailenin küçük oğlu Harry, üzerinden geçen 80 yılın ardından, bir huzurevinde ölümle burun buruna bir vaziyetteyken başlıyor yaşanılanları anlatmaya. Birinci Dünya Savaşı bitmiş olmasına rağmen dumanı hâlâ tütüyor. Amerika’nın üzerinde de bu savaşın kalıntılarıyla ülke tarihinin en büyük krizi olan Büyük Buhran’ın kara bulutları dolaşıyor. Harry, kardeşi Tom, kasabanın hem berberi hem de polisi olan babası Jacob ve annesiyle beraber asgari yaşam ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para kazanarak geçinmeye çalışıyor. Günler rutin. Kalk, tarlada, bağda bahçede çalış, ye, yat. Ölmek için zaman tutulan bir süreç yaşamdan daha çok. Harry ve kardeşi işten arta kalan zamanlarda aksiyon olsun diye kasabanın yakınındaki ormana gidiyorlar oynamak için.
“Vaka-ı aidiyeden” ırkçı cinayetleri
Yine böyle bir günde, ormanın içinden geçen Sabine Nehri’nde siyahi bir kadının cesedini görüyorlar. Ceset, sadece bir “cesetten” ibaret değil. Çünkü bunu her kim, nasıl yaptıysa ölü bedenin üzerinde çeşitli “oyunlar” oynamış. Harrry hemen babasına haber veriyor. Jacob olay yerine gelip cesedi önce kendisi inceliyor sonra da kasabanın doktoruna inceletiyor. Yaşadıkları kasabada vaka-i adiyeden sayılan siyahların öldürülmesi gibi değil bu olay. Bu yüzden de sakin bir hayat süren kasaba ahalisinin hayatına “istenmeyen” bir hareket geliyor. Olay çevre köy ve kasabalara da yansıyor ve maktulün ölümünden çok onun ten rengiyle ilgili tartışmalar yükseliyor. Bunlar yaşanırken aynı şekilde öldürülmüş iki siyah kadın daha bulunuyor. Bu iki ceset, kasabada hararetin iyiden iyiye yükselmesine sebep oluyor. Herkes birbirinin “rengine” bakarak kendince bir katil buluyor ve “Artık devlet benim” sözünü şiar edinip “kendi katillerini” cezalandırmaya çalışıyor. O zamana dek Karındeşen Jack dışında, ölülerle böyle “ritüeller” düzenleyen bir katil duymamış olan kasabalı yetkililer, yaşananları bir “seri katil” vakası olduğundan bihaber şekilde aydınlatmaya çalışıyor. Böyle bir ortamda en önemli iletişim aracı olan “dedikodu”nun dolaşıma sokulmasıyla zaten sadece kırıntıları olan “kanun namına” artık hiçbir şey kalmıyor. Bir günah keçisi bulunup bileti kesiliyor. Ancak Jacob tüm bu olup bitende kendini sorumlu tutarak kendini alkole veriyor. Bu sırada Collins ailesini ziyarete gelen büyükanne ve torunu Harry, cinayetleri aydınlatmak için kolları sıvıyor ve esas gerilim de bu şekilde başlamış oluyor.
Politik olana göz kırpmak
“Ormanın Derinliklerinde”de, Joe R. Landsale’in Doğu Teksaslı bir tamircinin oğlu olması, yazarın diğer eserlerinde de rastladığımız “Amerikan bozkırı”ndan hayli ayrıntılı manzaralar sunmasına katkı sağlayarak okuru henüz kitabın başında sokmak istediği atmosferin içine yerleştiriyor. Anlatıcı “yaşlı Harry”nin biz farkında olmadan aradan çekilmesiyle 1933 yılına geri gitmemiz ise öyküye bizzat bizim de tanıklık etmemizi sağlıyor. Cinayetlerin “teknik detaylar” dışında çözülememe sebeplerinden biri olan o dönemdeki Ku Klux Klan’ın etrafta dolaşmasıyla “Ormanın Derinliklerinde”, salt bir gerilim-polisiye romanı olmaktan çıkarak bir dönemin Amerika’sına da ayna tutuyor ve seri cinayetlerle ikisini sağlam bir dengeye oturtmayı başarıyor.