
“JOKER: İKİLİ DELİLİK”: JOKER’İ BİTİREN BİR DELİLİK!
İlk filmiyle sinemada gişe rekorları kıran Joker, merakla beklenen devam filmi “Joker: İkili Delilik” (Joker: Folie à Deux) ile beyazperdeye geri döndü. 4 Ekim’de vizyona giren filmin yönetmenliğini yine Todd Phillips üstlenirken ilk filmdeki Joker rolüyle En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar kazanan Joaquin Phoenix’e Harley Queen rolünde ünlü müzisyen ve oyuncu Lady Gaga eşlik ediyor. Film, bir devam filmi olarak epey sönük kalıyor.
YAZI: AHMET DUVAN
ahmetduvan15@gmail.com
Filmin konusuna kısaca bir değinecek olursak, ilk filmde işlediği cinayetlerden tutuklanan Arthur Fleck (Joker), kendini en sıkıntılı suçluların kaldığı Arkham Asylum’da bulur. Cezasının belirleneceği mahkeme için günler günleri kovalarken, kendisi gibi bir suçlu olan Lee Quinzel (Harley Queen) ile karşılaşır. Lee, ailesinin evini yakma suçundan hüküm giyen Arthur’un büyük bir hayranıdır. Bir yandan Joker kimliğiyle yaşadığı mücadele, bir yandan tüm halkın ona bitmek bilmeyen sevgisi ve Lee ile birbirlerine duydukları aşk, Arhur’u etkisi altına almaya başlar.
Joker (2019) henüz 5 yıl önce vizyona girdiğinde hepimizin hatırlayacağı gibi dünyada büyük sükse yaratmıştı. Filmi beğenenler kadar beğenmeyenler olsa da eleştirmenlerin çoğu filmin kötü bir film olmadığı konusunda fikir birliği sağlamıştı. Joker’in bu kadar sevilmesinin ardında aslında belirli bir sebep vardı. İnsanlar filmin içerisinde Arthur’un karanlık tarafına ait dürtüsel bir şeyler bulmuştu. Filmin tüm teknik artılarının yanında psikolojik bir avantajı olduğuna basit bir anlatımla değinmek istiyorum. Freud’un Yapısal Kişilik Modeline göre; insanın kişiliğini üç küme oluşturur. Her insan belirli bir ego, id ve süperego kavramına sahiptir. “Ego” dünya içerisinde öğrendiğimiz tüm kurallar bütününü oluşturur. “İd” dürtüsel olarak kuralların dışında kalan vahşileşmiş arzularımızdır. “Süperego” ise doğru ve yanlışın sesi olarak tanımlanır. Süperego, ego ve id’i bastırır ve yönlendirir. Yani karakterimiz üzerinden yola çıkarsak Arthur, kararlarının genelinde süperegosunu kullanamayan ve id dürtüsü ile yola çıkan bir karakter. İnsanların filmin teknik unsurları hariç, Arthur’un kimliğinden etkilendiği durum aslında bastırdıkları “İd” kavramı üzerinden ilerliyor.
NE YAPTIĞI BELLİ OLMAYAN BİR FİLM
Her zaman kendimizde eksik olduğunu düşündüğümüz ve deneyimlemediğimiz bir işleyişi görmek insanoğluna daima ilgi çekici gelmektedir. Arthur’a baktığımızda id’in dinginlenmeyen kaosu ve karanlığı, filmin ilgi çekiciliğine bir katkı sağlıyor. “Joker: İkili Delilik” ise insanların dürtüsel açlığına yine fazlasıyla hizmet ediyor. Bu yüzden ve elbette kişisel zevklerden yine bir kesim tarafından beğenilebilir. Fakat filmin kusurları fazlasıyla göze çarpıyor.
“Joker: İkili Delilik” için karar verememe üzerine kurulu bir anlatı denilebilir. Film ne yapmak ve nasıl anlatmak istediği başta olmak üzere hiçbir şeye karar veremiyor. Bir müzikal mi yapmak istiyor? Hem müzikal hem de hikaye mi anlatmak istiyor? Yoksa hepsini bırakıp tamamen bir klibe mi dönüşmek istiyor? Bunların hiçbirisinin kararını veremiyor. Bu konseptlerin hepsi bölük pörçük ayrı ayrı bölümlerde filmin içerisinde yer buluyor. Müzikal olmak istediği anlarda ana odağına aldığı Lee ve Arthur aşkına ait bir inandırıcılığa sahip değil. Çünkü film bize bu aşkı anlatmaya çalışmıyor sadece gösterişli sahnelerle bunu göstermeyi tercih ediyor. Film, ikinci yarısında Arthur’un mahkemesine odaklanmaya çalışıyor. Mahkeme sahneleri yine sorunlu ve yüzeysel bir senaryo ile ilerlese de mahkemeyi ana odağına alıyor. Fakat sonrasında belki de eli yüzü düzgün ilerlettiği tek şeyi bir bomba ile yok ediyor. Bunu yapanın kim olduğuna dair bir açıklamaya ihtiyaç duymuyor. Sebebi ise basit; film için yine gösterişli bir patlama yeterli oluyor.
İLKİNİ “KİRLETEN” BİR DEVAM FİLMİ
Filmin Arthur üzerinden genişletmeye çalıştığı Anarşizm kavramı üzerine bir bakış açısı bile yok. Aslında hikayesini anarşist bir tutumla şekillendirmek istiyor mu? Yoksa içi boş kalan bu kavramı sadece izleyici ilgisi için mi kullanıyor? Bu soruların cevapları bile kesin bir dille anlaşılmıyor. Film, yolunu bu belirsizlik üzerinden devam ettirirken Arthur bir anda kendisini bir şekilde aklamaya çalışıyor ve; “Aslında ben Joker değilim. Hepsi birer yalandı” diyor. Film yine bir şeye karar veremiyor. Ve kimse Joker’in bu açıklamasını sorgulamıyor. Onun yerine direkt onu terk etmeyi tercih ediyor. Terk edilmenin Joker’in karakterinin değişimi üzerinden sağlanan metinsel anlamı bile sonraki kaçış sahnesinde çelişiyor. Film 2 saat 18 dakika gibi bir süreye sahipken kırılma noktaları fazlasıyla es geçiliyor. Joker’in güçlü olduğu sahneler mutlaka ön plana çıkacaktır. İlk filmi sevenler bu sahnelerin etkisi altında kalacaktır. Fakat filmin kendine dair anlattığı özgün hiçbir anlatımı yok. İlk filmin üstüne hiçbir şey koymuyor hatta ilk filmi “kirletiyor”.
Eğer “Joker: İkili Delilik” içerisindeki tüm eksileri bir kenara koyarak güçlü bir “Harley Quinn & Joker” hikayesi görmek istiyorsak; Harley Quinn’i çizgi romanlardan aşina olduğumuz film içerisinde karakterinden parçalarda görmemiz gerekiyor. Arthur ve Lee’nin tüm bu “aykırılığı” neden istediğini ve yaşananları neden yaptığını da anlamamız gerekiyor. Lee, Arthur’da kendini gördüğünü ve onun hayranı olduğunu söylüyor. Fakat durumun tek açıklaması filmde yalnızca bu cümleyle anlatılıyor. Hikaye çoğu noktada bize bir şey anlatmadan “Hadi bütün kuralları kıralım! Hadi bütün her şeyi yıkalım!” gibi yüzeysel ve basit düşüncelerden ibaret kalıyor. Filmin, Gotham halkı üzerinden anlattığı düşüncenin dünyada bir karşılığı yok. Tamamen ütopik, tamamen dünyamızda yeri olmayan bir düşünce tasvir ediliyor. Bu belli belirsiz aykırılığın etrafında kurulan düşünceyi ele aldıktan sonra yarıda bırakması, Joker’in bir anda tamamen kendini aklamaya çalışması, ikinci filmin ilk filmden taşıdığı bütün hikayesini ve amacını da yok ediyor. Filmin kendi dilinde ve kitlesi için oluşturduğu bir anlam varsa o da filmin sonuyla yok oluyor.
MÜZİKALİTE VE KOREGORAFİ DE BAŞARIZ
“Joker: İkili Delilik”, tematik olarak ilk filmin neredeyse kopyası. Olay örgüsü de karakterin kırılma noktaları da ilk filmle aynı. Hikaye arkı ilk filmin müzikal bir yeniden çekimine dönüşüyor. Müzikalite iyi bir aktarıma sahip olmadığı gibi sahnelerin koreografisi de fazlasıyla sıradan duruyor. Filmden görkemli bir müzikal olması beklenmiyor olsa da karakterlerin hareketleri fazlasıyla basit kalıyor. Kariyerinde sayısız koreografiyi başarıyla sergilemiş Lady Gaga ve çağımızın en önemli aktörlerinden Joaquin Phoenix’in müzikal potansiyeli boşa harcanıyor. Lady Gaga ve karakteri, müzikal yapıya “şarkıcı” olarak yardımcı olması dışında boşluğa düşüyor. Önceki filmden olumlu anlamda değişmeyen Joaquin Phoenix, yine kusursuz bir iş çıkarıyor. Fakat filmin yine bu konuda da yeni bir şey söylemediği aşikar. Film, Arthur’un şizofrenik zihninden faydalanarak sinematografisine boyut atlamaya çalıştığı hayal gücü sahnelerinde bir klip edasında “büyük oynamaya” çalışıyor. Sahnelerin hikayeye katkısı belirli kısımlarla sınırlı kalırken önceki filmden uyarlanan bazı ikonikleşmiş sahneler filmin yapmak istediği şekilciliğine hizmet ediyor.
Bu film yalnızca Joker karakterinin değil bir bütün olarak hikayenin de kimlik arayışı içerisinde sıkışıp kaldığını gösteriyor. “Joker: İkili Delilik”, içerisinde yeni hiçbir gayesi olmayan hatta ne olmak istediğine karar veremeyen ama her denemesinde daha büyük bir belirsizliğe sürüklenen bir devam filmi olarak anılacak.