Advertisement Advertisement

INTERNETİN PERDE ARKASINDA NELER OLUYOR?



Yazı: Batuhan Sarıcan

batusarican@gmail.com

İngiliz gazeteci-yazar James Ball, Pulitzer Ödüllü kitabı “Sistem: Dünyayı Ele Geçiren İnternet Aslında Kimin Elinde” ile gündelik hayatımızı saran ağın perde arkasını, herkes için anlaşılır bir dille anlatıyor.

 

Bazı bilim kurgu filmleri, hepimizi korkutan bir soruyla çıkagelir: Ya robotlar bizi ele geçirirse? Biz de bu soruyu hayatımızın farklı zamanlarında kendimize sorarız; ya ele geçirilirsek?

Şimdi birlikte düşünelim: Sabah uyandığımızda baktığımız ilk şey nedir? Çoğu insanın ilk baktığı şeyin, akıllı telefonları olduğunu düşünmek akıl dışı olmasa gerek. Uyanır uyanmaz internet sayesinde dünyanın diğer ucunda ne olduğundan haberdar oluyor, hangi işte çalışırsak çalışalım internete ihtiyaç duyuyoruz. Kısacası bu ağa ucundan köşesinden ya da bir süreliğine değil, sabahtan akşama kadar dahil oluyor, bu ağın içinde yaşıyoruz.

Çünkü eve verdiğimiz su ve yemek siparişinden eş dost ve akrabalarımızla iletişim kurma yollarımıza kadar her şey bu ağa bağlı. Şimdi soru şu: Bu bizi sanal bir tutsak yapmaz mı? Yapar, yani çoktan ele geçirilmiş durumda olduğumuzu görmek için yeterli bilgiye sahibiz. Bu durumda interneti büyük bir bilgi toplama merkezi ve paralel evren gibi düşünebiliriz. Bu da bizi şunu düşündürür: Bizi ele geçiren ağı kim yönetiyor?

Oxford Üniversitesi’nde Felsefe, Politika ve Ekonomi lisans eğitimi aldıktan sonra yönünü gazeteciliğe çeviren James Ball, araştırmacı karakterini, gündelik hayatın felsefesiyle birleştirdiği kitabı “Sistem: Dünyayı Ele Geçiren İnternet Aslında Kimin Elinde?” ile internetin nasıl çalıştığının ve kimin elinde olduğunun peşine düşüyor. Kitabın zihin açıcı ve alarm niteliği taşıyan uyandırıcı bir kitap olduğunu baştan söylemek lazım.

Şahit olduğumuz değişim

İnternetin hayatın her alanına sirayet etmesi yakın bir geleceğe karşılık geliyor. Öyle ki Ball’un verdiği rakama göre, bugün 1,7 milyar insan, internetin icadından sonra dünyaya gelmiş durumda. Ve bu hikâye, “Dayanıklı, sağlam ve özel bir bilgisayar ağı” kurmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin, 1960’larda birkaç kıdemli akademisyen vasıtasıyla birtakım araştırmalar yapmasıyla başlıyor.

Ball’un, kitabın “Mimarlar” bölümünde anlattığı üzere -ABD Savunma Bakanlığı’nın desteğiyle- Kaliforniya Üniversitesi’nde (UCLA) 1969 yılında neredeyse bir oda büyüklüğündeki bir bilgisayarda, internet üzerinden “ilk mesajın” gönderilmesiyle başlayan süreç, önü alınamaz bir hale dönüyor. Paradigma değişimi yaratıyor.

Bu teknolojide “ışık görülmesi” üzerine internet için 1980’lerde yatırım ve büyüme süreci başlıyor. Alınan sonuçların ardından internet dünya çapında ilgi çekmeye başlıyor. Başta “yerel ve özel bir ağ kurmak” amacıyla geliştirilmeye başlanan teknoloji, sadece otuz yıl gibi kısa bir süre içinde uluslararası bir ağa dönüşüyor ve modern insan hayatının değişmez bir parçası haline geliyor. Bugün internet, soluduğumuz hava kadar zaruri bir nitelikte.

Yazarın da belirttiği üzere başta tamamen basit amaçlarla kurulan internet, özellikle 2010’larda sosyal medyanın toplumsal olaylarda da kullanılmasıyla birlikte siyasi bir nitelik kazanıyor, Küreselleşmenin de amacına hizmet ederek kapitalizmin ateşleyicisi konumundaki reklamcılık sektöründen tutun devletlerin istihbarat ajanslarına kadar birçok amaçla kullanılır hale geliyor. Bireyin bilgi edinme hakkı için özgür bir alan olarak gözüken internet, zamanla birey hakkında bilgi toplama havuzuna dönüyor, özgürlükleri kısıtlayan bir mecraya dönüşüyor. Bu noktada aklımızda hep şu soru beliriyor: İyi ama ben kimim ve benim bilgimi kim ne yapsın?

İnternete bağlı herhangi bir teknolojik cihaz için verdiğimiz tüm izinler, bizi perde arkasındaki bazı odakların hedefi haline getiriyor. Sözgelimi internette sevdiğiniz bir kitabı araştırmaya başladığınızda bir gün sonra başka bir aplikasyonu kullanırken o kitap ya da bir gün önce aradığınız başka bir ürün size reklam amacıyla sunuluyor. Bu masumane gözüküyor gibi olabilir ama değil. Ball’un araştırmalarını okurken anonim olma hakkımızın nasıl elimizden alındığını ve metaya dönen bilgilerimiz için nasıl ve kimler arasında bir savaş yaşandığını anlıyoruz. Tabii anladıklarımızın birçoğu, buzdağının yalnızca görünen kısmı.


“Bilgi güçtür.”

Ball bu süreçleri bize gayet sade ve anlaşılır bir şekilde aktarıyor. Bir gazeteci olarak internetle ilgili araştırmalarını bize yansıtırken konusunda uzman ve hatta perde arkasında bir şekilde yer almış kişilerle de görüşerek onların bilgi birikimini de bizimle paylaşıyor. Mesela internetin “aslında ne olduğunu” açıklayan dijital kanaat önderi Steve Crocker gibi insanlarla konuşuyor. UCLA’daki ilk deneyler sırasında orada bulunan ve internetin sağlam bir temele oturmasını sağlayan protokolleri geliştiren isimlerden biri olan Crocker, internetin ilk yıllarında bile “bilgi edinme hakkı” gibi masum bir amaçla geliştirilen bir şey olmadığını, “nükleer caydırıcılık” ve “olası düşmanlar hakkında bilgi edinmek ve korunmak” gibi gayelerin söz konusu olduğu bir teknoloji olduğunu belirtiyor.

Bu ilk projelerde yer alan Crocker gibi isimlerin öğrencileri, bugün Google ve Facebook gibi şirketlerde önemli mevkilerde yer alıyor. Bunu bilmek de sistemin işleyişine ve kimin elinde olduğuna dair önemli detaylar sunuyor. Crocker’ın şu sözleri ise internete neden milyarlarca dolar yatırım yapıldığını açıkça gösteriyor: “İnternetle birlikte nelerin yaşanacağını bilseydiniz bu bilgiyi kullanarak çok zengin veya çok güçlü ve hatta hem zengin hem güçlü olabilirdiniz.”

Perde arkasında ne oluyor?

Sistem, internetin zamanla neye dönüştüğünü görmek için önemli bir okuma. Mesela bir sitenin çerezlerine ister istemez onay verdiğinizde neler oluyor; perde arkasında neler dönüyor? Ball’un görüşmüş olduğu bir başka isim; teknolog ve melek yatırımcı Brian O. Kelley, reklam engelleyici (adblocker) kullanmayıp çerezlere izin verdiğimizde neler olduğuyla ilgili şunları söylüyor: “Aslında yaşanan şey, bilgilerimizin internette adeta bir açık artırmaya çıkarılması ve en yüksek teklifi verene -ki bu teklifin en yüksek olup olmadığı tartışılır- satılmasıdır. Çılgınca değil mi? Benim için daha önemli olan şey, bilgilerimizin sadece bir kişiye satılmamasıdır, açık artırmayı kaybedenler de hangi siteleri ziyaret ettiğimizi öğrenmiş olurlar. ‘Bildikleri tek şey benim çerezim’ diyorsanız yanılıyorsunuz. Hayır, çerezinizi aklınıza gelebilecek her türden bilgiyle eşleştirmeye çalışmakla meşgul koca bir endüstri var.” (s.171-172)

Aman öğrenseler ne olacak demeden önce olaya şuradan bakalım: Kendinizi, ihtiyacınız olmayan bir elektronik cihazı alırken buluyorsanız ve bunu yaparken de borçlanıyorsanız bu sizin için büyük bir sorun değil mi? Satın alma tercihlerinizin yanlış yönde etkilenmesinden, ödemek için yıllarınızı verdiğiniz, sabah akşam çalıştığınız, sizi hayattan geri bırakan borçlarınızdan bahsediyoruz. Bu, üzerinde durulması gereken, bize dair önemli konular. Kitapta buna benzer olarak düşündüren ve hayatınızda bazı küçük ama etkili kararlar almanızı sağlayacak birçok bilgi var.

Kafanızdaki bazı önemli sorulara cevaplar bulacaksınız 

Ball’un görüştüğü, internetin kuruluşunda veya bugününde yer alan diğer paydaşlardan da çok önemli bilgiler ediniyoruz. Mesela internette gezerken trafiğimizi kimler görebiliyor? Bu bilgiyle neler yapılabilir? Gördüğümüz şeyleri şekillendirenler kimler ve amaçları ne? Bizim internetteki gezintimizden kimler, nasıl paralar kazanıyor? Ülkeler, internet güvenliğine neden bu kadar fazla fon ayırıyor? Siber savaşlar neden oluyor? Bir internet içeriği toplumsal hayatta ve karar mekanizmalarında neleri değiştirebilir? Arka planında internet bulunan skandallar neden yaşanıyor? Şirket ile devletler arasında neler yaşanıyor? Bu ve buna benzer birçok sorunun cevabını buluyoruz kitapta ya da en azından bunlarla ilgili fikir sahibi oluyoruz.

Aynı zamanda interneti araç olarak kullanan büyük teknoloji aktörlerinin, Amazon, Apple, Facebook ve Google’ı da bünyesinde barındıran Alphabet’ten ibaret olmadığına dair de önemli bilgiler öğreniyoruz. Ball, önce mekanizmayı, ardından işleyişi, sonra bu sürecin yönetimini ve taraflar arasında yaşanan savaşı gösteriyor ki bu, dünyayı şekillendirmeye ve kontrol etmeye çalışmaya karşılık geliyor. Biz de bu süreçte hangi noktada olduğumuzun farkında varıyoruz.

Herkes için anlaşılır bir dil

Sıkça teknik terimlere rastlasak da Ball’un kitaptaki üslubu, bunca karmaşık ve iç içe geçmiş bilgilerden oluşan bir meseleyi herkes için anlaşılır kılıyor. Kısaca “Sistem” denen ağın işleyişine dair fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Ball, işin bir şekilde içinde bulunanların bile tam olarak kavrayamadığı zor konuları basit bir şekilde anlatma gayretiyle, bazı şeyleri anlamak için bilgisayar mühendisi olmaya gerek olmadığına ikna ediyor bizi.

Komplo teorileri kurmak yerine sıfır noktasından ve sistemi bilen isimlerden aldığı görüşler ve gerçek bilgilerle sağlam bir kaynak niteliği taşıyan Sistem, Yasin Konyalı’nın çevirisi ve Timaş Yayınları etiketiyle raflarda okurunu bekliyor. Yazarın “dijital sömürgecilik” olarak nitelendirdiği bir düzene işaret eden bu kitabı okuduktan sonra sistemi daha iyi anlayacaksınız ve basit bir arama yaparken bile daha dikkatli olacaksınız. Her şeyden de öte, ele geçirilmek için robotlara gerek olmadığını, zaten ele geçirilmiş olduğumuzu düşüneceksiniz.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media