Advertisement Advertisement

HASAN ATEŞ’İN “UZAK DÜNYA ŞİİRLERİ”, OKURU ÇOK UZAKLARDAN ALIP DAHA AZ UZAKLARA DOĞRU YOLCULUĞA ÇIKARIYOR


Hasan Ateş’in “Uzak Dünya Şiirleri”yle henüz tanıştım. Ateş’in ilk kitabı olmasına rağmen şiirlerindeki yetkinlik daha ilk sayfalarda kendini gösteriyor. Hem insanın içinde olduğu hem de aslında bir o kadar uzak olduğu Dünya’nın şiirleri, var oluşu, insanın yaşama olan tutkusunu ve yaşama edinimini dizelerle güzelliyor. 2021 yılında Tilki Kitap tarafından yayımlanan bu ilk kitabın dünyasına şairiyle birlikte daldık. 

Söyleşi: Nilüfer Türkoğlu
nilufer@ajandakolik.com 

Uzak Dünya Şiirleri, uzun süredir bekleyen şiirlerin birikimiyle oluşmuş bir kitap mı? Yoksa pandemi sürecinde mi yoğruldu ve ortaya çıktı?

Kitap evvel zaman içinde yazdığım şiirlerden oluşuyor.

Neden bu kadar geç basıldı, cesaret mi edemediniz yoksa doğru zamanı mı bulmak istediniz?

“Uzak Dünya” konsepti esasında yeni değil, benim 2010’lu yıllarda besteleyip 7DX Demo Party’de yayınladığım bir parçaya uzanıyor: Into the Farland… Babama ithaf ettiğim, benim için özel bir parçaydı. İlerleyen dönemde bir süre müzikten uzaklaşarak düzyazıya meyletmiş, masal formatında olan ama çocuklardan ziyade yetişkinlere hitap eden yazılar yazmış ve bunları Uzak Dünya Masalları / Tales from the Farland adı altında toplamayı düşünmüştüm. Fakat sonradan farkına vardım ki kelimelerle şiir düzeni içinde oynamak beni görece daha çok heyecanlandırıyor; o projeyi bir kenara koyarak çok daha eskiden kaleme almış olduğum şiirleri terekemden çıkardım. Yazılışlarının üzerinden on yılı aşkın bir süre geçtiği için nispeten daha tecrübeli ve tarafsıza yakın bir gözle bakma fırsatı buldum şiirlerime ve gördüm ki Uzak Dünya Şiirleri olarak anılmayı hak ediyorlar. Kitaplaşma süreci bu şekilde gelişmiş oldu. Bu süreçteki desteklerinden ötürü değerli hocam Prof. Dr. Nurullah Ulutaş’a teşekkürlerimi sunuyorum.

Kitabın arka kapağında “Bu kitap, üzerine söylenecek pek çok şeyin olduğu iki buçuk milyon yıllık insanlık tarihi içine düşmüş bir toz zerreciğidir” yazıyor. Sanırım bu sizin ifadeniz. Bunu biraz daha açmanızı istesem…

İfade bana ait ama cümlenin kurulmasındaki altyapıyı hazırlayan birkaç önemli eser var ki adları mutlaka anılmalı. Birincisi, Papalagi: Göğü Delen Adam. İnsan dediğimiz canlıyı yalın bir gözle izleme şansı veren bu kitabı çok önemsiyorum. İkincisi, Metin Münir’den Ölümden Sonraki Hayatım. Üçüncü ama en önemlisi, Harari’nin Sapiens’i.

Kitabımdaki şiirler her ne kadar benim tarafından yazılmış olsalar da her birinin egomdan soyutlanmış bir şekilde insanlık tarihi içindeki yerini almasını istiyorum. Nasıl ki doğmak, doğmaya hak kazanan canlının iradesi dışında gerçekleşen bir eylemse, yazdıklarımın da ortaya çıktığı andan itibaren ortaya çıkarandan bağımsız bir hak ve özgürlüğe tâbi olmasını istiyorum. Bugünkü imkanlarımızla iki buçuk milyon yıl geriye baktığımızda insanlığın hangi aşamalardan geçerek bu çağa geldiğini görebiliyorsak, bundan milyonlarca yıl sonraki insanlığın da bugüne bakarken bu yüzyılın ilk yarısında sapiens’in böyle bir kitap yazmış olduğunu görüp bundan o zaman için faydalı çıkarımlar yapabilmesini umuyorum.

“DÜNYA KONUSUNDA SAPLANTILIYIM”

Uzak Dünya Şiirleri olması da bu yüzden mi? Aslında hem dünyanın içinde ama hem de buradan çok uzaklarda… Dünyevi ama değil.

Dünya konusunda saplantılıyım. Kendi hali ve etrafında sessizce dönen mütevazı bir gezegen bunca yıldır yaşam için elverişli şartları sunuyor ve bizlere ev sahipliği yapıyorsa bence uzak veya yakın birkaç kelamı hak ediyor.

Kitap iki bölüme ayrılıyor: Upuzak ve Uzakça. Yani aslında çok uzakta olanla biraz daha yakındaki… Sanki ilk bölüm, bu dünyanın dışında da ikinci bölüm aşktan da bahsederek daha içimizde, o yüzden bize, insana daha yakın. Şiirleri bu iki bölüme ayırırken bu ayrımı nasıl, neye göre yaptınız?

Ortalama dikkat süresinin sekiz saniye seviyelerine düştüğü günümüz dünyasında, kitabı hem kısa tutmanın hem de iki kısım halinde sunmanın faydalı olacağını düşündüm. Bölümler hakkındaki tespitleriniz çok doğru. Kitap, kurgusu itibarı ile okuyucuları çok uzaklardan alıp daha az uzaklara doğru bir yolculuğa davet ediyor. Dolayısıyla birinci kısım başlığına pekiştirme öntakısını uygun görürken, ikinci kısım başlığına küçültme ekini getirdim. Türkçeyi belki sırf bunun için bile seviyor olabilirim. (Gülüyor)

 Orhan Veli’nin “Giderayak” şiirine de atıfta bulunuyorsunuz. Ne diyor şair, “Kendimize hüzünler icat ettik, avunamadık. Yoksa biz… Biz bu dünyadan değil miydik?” Bu dünyadan olmadığımızı düşündüren ne sizce? Şiirlerinizle Orhan Veli’nin şiirlerine yakın hissettiğiniz izlenimi alıyorum. Öyle mi?

Giderayak şiiri, başından sonuna, mısralarının dizilişi itibarıyla bende farklı dünyalar çağrıştıran ve sevdiğim bir manzum eser. Şiir karamsar bir dünyadan bahsederek giriş yapıyor, çaresizlik dile getiriyor ve ardından o vurucu dizeyle kapanış yapıyor: “Biz bu dünyadan değil miydik?” Bu tip şiirlere; yani sizi bir noktadan alıp, gezintiye çıkarıp, bir başka noktaya taşıyıp, sonunda aklınızdan vuran bir dizeyle kapanan şiirlere hayranım. Ancak şunu not etmeliyim ki ben birçoğunun aksine bu şiirin son iki dizesinde Orhan Veli’nin umutsuzluktan bahsettiğini değil de bir durum tespiti yaptığını düşünenlerdenim. Bu dünyaya tümüyle ait olamadığını hissetmek… Bunu Orhan Veli’nin Anlatamıyorum şiirinde de görebilirsiniz. Hatta İstanbul’u Dinliyorum şiirinde bile… Yoksa bir insan bir şehri gözleri kapalı neden dinlesin?

“ŞİİRE BİR NEVİ MÜZİK GÖZÜYLE BAKIYORUM”

Yazın hayatınıza ilham veren başka şairler, yazarlar var mı? İkinci Yeniciler mesela?

Geçmişte yapılanların her birinin değerli olduğunu idrak etmekle birlikte her geçmişte yapılana körü körüne bağlanmayı doğru bulmuyorum. Ben şiire bir nevi müzik gözüyle bakıyorum: Müzik notalarla yapılır, şiir kelimelerle. Her kelimenin kendine ait bir duygusal değeri ve cümle içine girdiğinde kendine has bir ezgisi var. Benim bazen bir kelimeyi, o kelimenin anlamından kopmak pahasına, sırf okuyucuya çağrıştıracağı duygu nedeniyle şiirimde kullandığım olmuştur. Ben ilhamımı okuduğum ve duyduğum her tür eserden alıyorum. Bir gazete yazısı, şans eseri rastladığım bir YouTube videosu pek âlâ bir esin olabiliyor.

İnsan olma bilincini vurguladığınız ilk şiir, okura biraz fikir veriyor diğer şiirlerle ilgili aslında: “Saman olma, fidan ol; uza boy atabildiğine.” Vicdan, hakkaniyet, adalet, sevgi, saygı gibi kavramların giderek değerlerini yitirdiği bir devirde fidan olabilmeyi başaran insanlar bir avuç gibi; oysa saman olanlar giderek artıyor, bu toplumda, dünyada… Siz ne düşünüyorsunuz?

Kitaba vurucu bir şiirle giriş yapmak istemiştim, zannediyorum amacıma ulaşmışım.

İnsan dediğimiz, bir ikilem içerisinde yaşıyor. Kendini tüm canlılar arasında üstün bir yere konumlandırmış ve ayrıcalıklı olduğu kanısında. Fakat günün sonunda her an herhangi bir sebeple ölebileceği gerçeğiyle yüz yüze. Ortalama yaşam süresi giderek uzuyorsa da kendisine ayrılan süre her daim kısıtlı. Bu süreyi samanlığa da fidanlığa da çevirmek sadece ama sadece kendisinin elinde. İnsan, eşref-i mahlukat olduğu yanılgısından kurtuldukça huzura erecek.

Ajandakolik’ in klasik bir sorusu var. Ajandanız veya not defteriniz var mı? Varsa içlerinde neler var?

Benim not defterim Evernote. (Gülüyor) Kullandığım tüm cihazlarda kurulu olduğu için her koşulda not tutabilme özgürlüğü veriyor bana. Dokuz yıl önce kullanmaya başlamışım ama içindeki dijital arşiv ondan da geriye gidiyor. Benimle aynı ada sahip rahmetli dedemin bana bıraktığı soy kütüğü Şereceyi Ateşoğulları var mesela. Rahmetli babam Mustafa Necat Ateş’in okul yıllığına yazdığı bir şiiri taratıp orada saklamışım. Önemli bulduğum Wikipedia makaleleri ve tabii ki aklımda belirdikçe not aldığım birçok dağınık düşünce de arşivimde.

Şairlerin azılı birer romantik olduğu düşünülür. Sizin ud çaldığınızı biliyorum. Hatta Udperest isimli bir projeniz var. Besteleriniz var. Kapanışı müzikle yapalım isterim. Şiirlerinize besteler yapmayı düşünüyor musunuz, var mı böyle bir plan?

Müzikle ilgim ortaokul zamanlarıma dayanıyor. Önce mandolin ile başlayan çabalarım, sonra o zaman sahip olduğumuz Amiga 500 ile bilgisayar ortamına taşındı. Sonraları sesini Yeni Türkü’nün şarkılarından duyarak aşırı derecede etkilendiğim ud enstrümanı ile önce amatör sonra zamanla profesyonel anlamda ilgilenmeye başladım. Takip eden yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle çalışmalarımı hem kayıt hem de elektronik altyapı olarak desteklemeye başladım. Udperest, hem bu çalışmalarımı değerlendirmeyi hem de müzik dünyasında ud çalgısına odaklanan bir platformun eksikliğini gidermeyi planladığım bir proje olarak şu anda markalaşma sürecinde. Projemin ilk fikirlerini paylaştığım üstadlarımdan olumlu dönüşler aldığım için kendimi şanslı hissediyorum. Özellikle Doç. Dr. Sami Dural ve Münir Nurettin Beken’e bu bağlamda teşekkür ederim.

Şiirlerimin bestelenmesi konusuna gelecek olursak; bunu bu konudaki yetkin müzisyenlerin takdirine bırakmak istiyorum. Bu noktada ismini anmadan geçmek olmaz: Gönderdiğim kitabımı beni kırmadan zaman ayırıp okuyan saygıdeğer üstadım Cengiz Onural’a güzel dönüşleri için şükranlarımı sunuyorum.

Çok teşekkür ederim. Yolunuz açık, okurunuz bol olsun.

Ben de teşekkür ediyorum bu keyifli söyleşi için.

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media