Advertisement Advertisement

GÖLGEMİZ, KENDİMİZ VE SAHİP ÇIKMAMIZ GEREKEN KARANLIĞIMIZ

Bir oturuşta okunacak, üzerine tek bir yazı yazılacak bir kitap değil, Gölgeyle Buluşma. Connie Zweig’in yazdığı önsöz sanki kırklarında hayatı altüst olan bir kadının romanını okuyacakmışım gibi bir merak uyandırıyor.

Yazı: Adalet Çavdar

Elimin altında tam anlamıyla bir takoz duruyor hem içerik hem cüsse bakımından. 65 makaleden oluşan ve C.G. Jung, Robert Bly, Joseph Campbell, Rollo May, Marie-Louise von Franz, Barbara Hannah, James Hillman, John A. Sanford, Robert M. Stein, Darly Sahrp, Anthony Stevens, M. Scott Peck, Edward C. Whitmont, Adolf Guggenbühl-Craig, Ernest Becker ve daha nicelerinin yer aldığı Gölgeyle Buluşma kitabı. Berin Orhan’ın arka kapakta belirttiği üzere “Bu eser birey olarak kendini var etme ve anlamlandırma iddiasında olan herkesin kütüphanesinde yer almalı.”

Yazar, kitap editörü Connie Zweig ve terapist, yazar, danışman Jeremiah Abrams’ın editörlüğünde hazırlanan kitabı Türkçeye çeviren Özgür Ertuna. Çevirmenin önsözü ve çeviri üzerine birkaç nottan başlayarak kitabın müthiş bir özveriyle hazırlandığı ortada. Okur ve araştırmacılar için her türlü kolaylık gözetilmiş, okuyanın hayatını değiştirdiği iddia edilen kitap anlaşılan o ki çevirmen için de uzun ve çok şey öğreten bir yolculuk olmuş.

Bir oturuşta okunacak, üzerine tek bir yazı yazılacak bir kitap değil elimdeki. Connie Zweig’in yazdığı önsöz sanki kırklarında hayatı altüst olan bir kadının romanını okuyacakmışımcasına bir merak uyandırıyor bende. Hangimiz bu hayat benim mi değil mi, ben burada bu insanlarla ne yapıyorum, ne yaşıyorum çukuruna düşmedik ki? Hangimizin hayatı defalarca farklı şekillerde sınanmadı ya da hangimiz aklından bir kez bile olsa kötülüğü geçirmedi ya da dilemedi?

Kitabın iki editörünün yazdığı Giriş: Günlük Yaşamın Gölge Tarafı makalesi bize bu kitabın içinde nelerle karşılaşacağımıza dair ipuçları veriyor. “Gölgeyle karşılaşma, yaşamın hızını yavaşlatmayı, bedenin verdiği ipuçlarını dinlemeyi ve gizli dünyadan gelen şifreli mesajları sindirmek için yalnız kalacak zamanı kendimize ayırmayı gerektirir.” Bu cümle aslında bu kitabı okurken geniş okuma, düşünme ve hatta kendimize dair yazma zamanları ayırmamızı öneriyor bir yanıyla. Bizim ülkemizde ve bu zamanda en başta hayat bu kadar pahalı ve gündelik siyaset her yana her ana sirayet etmişken depresyona girmek, uzun uykular uyumak, kendimiz için herhangi bir şey yapmak gitgide lüks haline gelmiş ve bize ait zamanları sadece beynimizi daha fazla uyuşturmak için kullanırken, gölgeyle konuşmak, onunla yüzleşmek ve hatta ona kavuşmak için insan ne kadar zaman ayırabilir ki? Uzun uykular, bedeni hırpalamak ve beyni bomboş şeylerle uyuşturmak dururken buna gerçekten ihtiyacımız olduğunu nasıl anlarız? Gerçek bir umutsuzluk ya da aniden gelen bir karanlık deneyimiyle bir ihtimal. Bu sorunun cevabı da aslında bu kitabın ağır satırları arasında yer alıyor.

Size biraz kendi deneyimimden bahsedeyim. 2012-2013 yılları arasında yaşadığım kayıplar ve geçirdiğim ağır bir trafik kazası sonucu hem de tam 24-25’li yaşlarımda kendimi de kaybettim. Sokaklarda sadece başıma bir şey gelmesi temennisiyle dolaştım. Pek çok şey geldi ama ortadan yok olmayı beceremedim. Sonra destek almaya karar verdim ama terapistime bir şekilde sürekli değil çeşitli olayların gelişiminde ve onların sonucunda yere her defasında tekrar çakılışımla gittim. O yüzden belki iyileşme sürecimi çok uzattım. 2017’den beri düzenli olarak bir terapistle görüşüyorum ve ilaç kullanıyorum. 15 günlük görüşmelerimizde doktorumla aramdaki birkaç şey hayatımı olabildiğince dengeli hale getirmemi sağladı. Birincisi sosyal hayatımda asla olmayan bir insana bütün günah, sevap iyi ve kötü düşüncelerimi anlatma rahatlığı bana çok iyi geldi. İkincisi kendimi kendi sesimden duymak ve derdimi kelimelere, mimiklere, seslere dönüştürerek anlatmak; oradan çıktıktan sonra ne anlattığımı hatırlamasam bile içimdekileri bir enerjiye dönüştürmüş olmanın rahatlığına kavuşmam ve benim gölgelerimden biri olan çocukluğumu artık yok saymaktan, dövmekten onu itip kakmaktan vazgeçmemi sağladı ve hâlâ sağlamaya devam ediyor. İnsan kendini ne kadar okursa okusun ne kadar yazarsa yazsın tek başına ne iyileştirebiliyor ne de gerçekleştirebiliyor. İyi ya da kötü fark etmeksizin ebeveynler, aileler, içinde yaşadığımız toplum bir şekilde cehennem ateşinden kaçmaya çalışan bizleri ayaklarımızdan tutup kaçamazsın diye oraya bağlamaya çalışıyor. O yüzden insanın gölgelerinden biri de bence vicdanı. Çünkü kendimiz dahil kendimizden bile özgür olmaya hem de kendimize de biraz vicdanlı davranmaya hepimizin ihtiyacı var. Vicdanı merhamet ve acımayla karıştırmamayı da öğrenmeye elbette.

Bütün bu girişin ardından kitap bize gölgeyi tanımlayarak anlatmaya başlıyor, gölgenin evrimini, onun bildiklerini, tarih ve edebiyattaki yerini, rüyalarda ve gerçek yaşamda nasıl ortaya çıktığını anlatıyor. Sonrasında işin benlik kısmına geçiyor; sahte benliği, ihaneti, inkarı, anne-kız ilişkinin karanlık taraflarını ve ebeveynlerin nasıl gölge olduklarına geçiyor. Aile içerisinde gölge kavramını anlatmaya kardeşlik üzerinden, eşler üzerinden ve kuşaklar üzerinden devam ediyor. Kötülüğü, sağlığı, hastalığı, gölgenin bedenle ve cinsellikle arasındaki ilişkiyi anlatıp sonrasında bütün bunları toplumsal hayatta yönlendiriyor. İş yeri, başarı, sahtelik, yalancılık, kusurlar ve hatalar, teknoloji ile benliğimizin aldığı yaralar ve vahşi dünya ile aramızdaki uçurum ile beden ve benlik ilişkisini kapatıyor. Kitap buradan sonra dinlere ve siyasete yöneliyor. İnsan kötülüğünün temeline, masumiyetin tehlikesine ve içsel bölünmelerimizi nasıl kabul edeceğimize değiniyor. Sonrasında dünya yönetimi ve siyasal yapılardaki bizler ve onlar üzerinden gölgeleri tanımlıyor. Bütün bunları anlattıktan sonra gölge terapisine dair bilgiler veriyor, yöntemler anlatıyor. Ve son bölümde gölgemizi nasıl sahipleneceğimizi ve onu nasıl evcilleştireceğimize dair onunla yaşamayı öğrenme biçimleri sunuyor.

Ben yazarken yoruldum, çevirmeni burada bir kez daha tebrik ediyorum. Gerçekten çok zor bir işin altından alnının tam anlamıyla akıyla çıkmak bu olsa gerek.

Ben bu kitabı içinde tanıdığım bildiğim sevdiğim yazarların yazdıklarına öncelik vererek, konu başlıklarından ilgimi çekenleri göz önüne alarak okudum. Bu kitabı çok uzun süre başucumda tutacağımı, ara ara açıp okuyacağımı, daha çok sağını solunu karalayacağımı biliyorum. Bazı kitapların ilginç zamanlamaları oluyor, bu kitabın bana gelişi ve onun üzerine çalışmamda böyle bir garip zamanlama. Neye neden niçin olduğunu bilmediğim bir melankoli ile baş etmeye çalışırken sevdiğim birinden ayrılıp, çok uzak geçmişten pek tanımadığım ve karşılıklı olarak birbirimizi sevmediğimize emin olduğum birisiyle vicdani sebeplerle görüşmek zorunda kaldığım bir zaman. Hayatını belli bir yaştan sonra tamamen kendi tercihleriyle kurmuş bir kadın olarak, kurduğum hayatın ne kadar doğru artık ne kadar sürdürülebilir ve bu hayatta kaderin ne kadar rol aldığını sorguladığım bir dönemde öfkemi yeniden evcilleştirebilir miyim acaba diye sorarken yaşadığım bir gölgeyle buluşma aslında.

Kitaptan bir alıntı ile sonlandırayım bu yazıyı, buna neden ihtiyacımız olduğunu bir kez daha hatırlatmak niyetiyle herkese şifa olmasını dilerim.

“Gölgenin tedavisi bir anlamda ahlaki bir sorundur. Diğer bir deyişle neyi bastırdığımızın, bastırmayı nasıl gerçekleştirdiğimizin, rasyonelleştirme vasıtasıyla kendimizi nasıl kandırdığımızın, ne tür hedeflerimiz olduğunun ve bu hedefler uğruna neleri incittiğimizin hatta tamamen kaybettiğimizin farkına varmaktır. Öte yandan gölgenin tedavisi bir sevgi sorunudur. Sevgimiz ne dereceye kadar kendimizin yıkık dökük ve harap taraflarına, iğrenç ve sapık yönlerine uzanabilir? Kendi zayıflığımız ve hastalığımız söz konusu olunca ne kadar şefkat ve merhamete sahibiz?” Sayfa 388 / Gölgenin Tedavisi / James Hillman

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media