ENGİN DAL: “MİKROFON TUTKUM KASET DÖNEMİNDE RADYO PROGRAMCILIĞIYLA BAŞLADI”


Engin Dal kurumsal hayatı geride bırakıp mikrofonun peşinden giden bir radyo programcısı, seslendirmen ve “şiir işçisi”. Fakat siz onu muhtemelen Seslenen Adam adıyla tanıyorsunuz. Engin Bey’le, nam-ı diğer Seslenen Adam’la onu kurumsal hayattan koparan tutkusunu, sularında yüzdüğü şiiri ve yeni projelerini konuştuk.

Söyleşi: Ece Karaağaç
ece.karaagac89@gmail.com

 

Engin Bey, merhaba! Ben sizi biraz tanıyorum ama okurlar arasında sizinle ilk kez karşılaşanlar olabilir. 

Mikrofon tutkum kaset döneminde radyo programcılığıyla başladı. İki yıl Turkcell, 13 yıl Siemens olmak üzere 15 yıllık beyaz yakalı iş hayatının akabinde olmak istediği saha içerisinde yazan, okuyan, sunan kimliğimle var olmaya çalışan biri oldum. Amatör ruh, profesyonel bakış açısıyla adanmışlık, aidiyet duygusuyla hareket eden, aşık olduğu işin hakkını teslim etmeye çalışan şiir işçisi, edebiyat geyşası…

Küresel bir şirkette, pek çoklarının gıptayla bakacağı bir işte çalışırken istifa edip şiire ve radyo programcılığına yöneliyorsunuz. O kopuş nasıl gerçekleşti tam olarak, bu kararı nasıl verdiniz?

Çin atasözü der ki; “İşinizi severek yaparsanız bir gün bile çalışmış sayılmazsınız”. Ve Albert Einstein da şöyle ekler; “Hiçbir şeyi riske atmamak, aslında her şeyi riske atmaktır.” Ve parantez açar Ece Karaağaç; “Hayat bütün belirsizliklerin toplamıydı ve mutluluk her ihtimal kadar mümkündü.” Beyaz yaka iken de severek yapıyordum işimi lakin sanat tarafım daha ağır bastı. Hayallerimin taslağı hazırdı. Sadece zaman ve eylem gerekiyordu. Bu cümleden yola çıkacak olursak, bir hayat boyu yapılabilecek en keyifli ve en zararsız eylem. Hayata sıkı sıkıya bağlanmanın temel yollarından biri özellikle de yanınıza inandığınız fikirleri aldığınızda okyanuslarda sörf yapmaktan farkı yok. Yaşadığımız her an önümüzde iki seçenek var; gelişime doğru bir adım atmak ya da güvende hissetmek için bir adım geri kalmak. Ben inandığım, savunduğum, mutlu olduğum yoldayım; dün bitti, yarın bir ihtimal, o yüzden “bugün” mottosuyla adımlıyorum.

Sosyal medyada Seslenen Adam ismini kullanıyorsunuz, bu isim adeta sizin için bir müstear gibi. Neden bu ismi seçtiniz?

“Müstear” diğer tanımıyla alaturka müzikte bir makam. Seslenmek fiiliyatından, şiire olan zaaf ve zaafiyetimden dolayı Tanrı vergisi sesimin frekanslarını bir makam edasıyla hem alaylı hem mektepli şekilde yansıtabildiğimi keşfettim. Nitelik ve yetkinlik parçalarıyla zenginleştirerek hakkını kaygısızca teslim etmeye çalışıyorum. Daha net tanımıyla “ismiyle müsemma” olmak. Konuşan mumyalara, yürüyen heykellere karşı sesimin frekanslarıyla dokunmak, seslenmek duyabilene, hülasa kalp gözü açık olana. Çiçeğin soluma sesi, karanlığın sesi, inancın adım sesi, rengin sesi, taşların sesi, esaretten kurtulan bir kuşun sesi, suyun ayak sesleri, satırların sesli ABC’si aslında.

Son olarak müzik alanında da karşımıza çıktınız, Burcu Durmaz ile bir şiir-müzik işbirliği yaptığınız yeni tekliniz Kimsenin Görmediği geçtiğimiz ay dijital platformlarda yerini aldı. Bize biraz da bu projeden bahseder misiniz? Nasıl doğdu bu proje?

2019 başında istifa ettiğimde tasarladığım ama doğru zamanı beklediğim bir çalışma idi bu. Radyo programcısı olmam hasebiyle iyi bir kulağa sahibim. Şarkı seçimi, okunacak şiir ve Burcu’nun o kadife sesiyle doğaçlama geliştirdim. Profesyonel olarak zorlu bir girizgah oldu. Alman firmasında edindiğim iş ve mental disipline sahip olmayan piyasa koşulları, insanları ile çalışmak inanılmaz zorladı beni. Ki halen bu insanlar büyük bir çoğunluğu oluşturuyor! Maalesef! Ama en büyük şansım sevgili yüce ruh Şadiye Yavuz, Piano Turca, Burcu Durmaz, Şaziye Özlem Turan, Bektaş Şenel ve suç ortağım Kaptan H. Davran. İşe, insanlara karşı sergilenen tutumlar, sözünün eri olmayanlar, vizyon sahibiyim diyen ama esnaf bakış açısından kurtulamayan o kadar kişiyle tanışınca, çalışınca belirttiğim isimler ile çalışıyor olmak gerçekten ama gerçekten kendimi şanslı hissettiriyor. Kekeme özgürlüğümüzde bi’ saye gibi özgün olarak, kopyala, yapıştır yerine kanaviçe gibi kendi inancımı, beni işlediğimi ve yansıttığını düşünerek dominonun ilk taşını ekledim.

Daha önce Şükrü Erbaş’ın “Ömür Hanım’la Güz Konuşmaları” şiirini de seslendirmiş ve Şükrü Erbaş’la bizzat tanışmıştınız. Şiirlerin kâğıt üzerindeki canlılığını ses ile yeniden yaratmak zordur, Şükrü Erbaş’tan olumsuz bir tepki almaktan korktuğunuz oldu mu hiç?

Lügatımı mayaladığım, sevgili mir’im Şükrü Ağabey’in kalemine karşı ayrı bir zaafım, zaafiyetim var. Şiir her zaman kıymetliydi bende. Edebiyatın en samimi çocuğu diye nitelendiriyorum kendimce şiiri. Bir kelimeyle bile oynasan düşürüyor yüzünü, büzüyor kifayetini. Bu sıralarda belki sosyal medyanın ilgi odağı olmasından kaynaklı başlı başına bir çığır yaşıyor. Ne kadar hissedip ne kadar anladığımdan emin olsam da, etrafımdaki herkes, kendiyle alakalı şiire kulak kabartıyor. Bir nevi duygusal insanların matemidir, dikenleriyle sevmek gibi hayatı. İşte bu noktada benim yansıtma biçimim devreye giriyor. Kendime teskin ettiğim en önemli kıstasım “her kelimeyi” imgeleyerek okumak. Kendine geçiyor mu geçmiyor mu diye sor. Ve bu soruların ışığında tek gerçekliğim ben inandıysam tamamdır. O yüzden kaygısız ve endişesiz bir şekilde oluştu, yerini ziyadesiyle buldu.

Genç şairler arasında da şiirlerini takip ettiğiniz, beğendiğiniz, seslendirmek istediğiniz isimler var mı?

Yaştan ziyade yaşayan olarak değerlendirebilirim. İlk etapta iki dalganın birbirine geçişi gibi metaforlu şiirleri daha çok seviyorum. Filtre olarak; yalın, zarif, buruk bir tebessüm barındıran, ironinin deneyi tadında, mitolojik imgeler, soluğu, sayesi, nabzı şeklinde ele alıyorum. Bu minvalde Gonca Özmen, Naile Dire, Altay Öktem, Şilan Avcı, Haydar Ergülen, Çisel Onat, Birhan Keskin, Mehmet Can Doğan, Tozan Alkan gibi. Liste çok uzun. (Gülüyor.). Özellikle Birhan Keskin’den seslendirmek istediklerim var.

Gelelim geçtiğimiz yıl yayımlanan kitabınız “En Sevgiliden Ey Sevgiliye”ye. Bu kitapta bir araya getirdiğiniz denemeleri “şiirsel yazıtlar” olarak tanımlıyorsunuz. Nedir şiirsel yazıt, “En Sevgiliden Ey Sevgiliye”yi eline alan bir okur neler beklemeli?

Yazıt nedir sorusuna cevaben “bir şiir şairini seçebilseydi, benimkiler beni seçmezdi” diyebilirim sadece. Aklımın odalarından izdüşümlerini, zihnimin kıvrımalarını, beni, benden ziyade olanı, kalabalıklara karşı tek başınalığı. Yanına öfkeyi, merhameti, adalet duygusunu, emeği, aşkı, özgürlük tutkusunu ve bir büyük toplumsal barışı da katarak elbette… Yazmanın büyülü eylem gerçekliğinde ilk adım…

Son olarak yakın zamanda dinleyicilerinizle ya da okurlarınızla buluşturmayı planladığınız yeni bir projeniz var mı?

Şiirin meşalesini taşımak, merhalesine ses olmak adına Kaptan H. Davran ile single düetimiz hazır. Şilan Avcı’nın “Baba” şiiri de kum sanatçısı Ramazan Yumrutepe’nin mahir elleriyle klip haline getiriliyor. Beynelmilel alanda sesim ile yer alacağım toplum ve insan odaklı İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Almanca’ya çevirilecek, geleneksel hale getirmeyi planladığım, içinde resim-fotoğraf da olan bir projem var. Sunuculuk ile ilgili tekrardan devreye almaya çalıştığım özgün bir formatta röportajlar ve son olarak Storytel çatısı altında yine şiir ile ilgili girişimler var. Umarım ince ince nakışladığım şekilde muvaffak olurum. Her nasip vaktine esir…

YORUM YAP

You don't have permission to register
Follow us on Social Media