ÇİZGİLERLE ALBERT CAMUS
Alfa Kitap Çizgi Roman serisinden çıkan, “Albert Camus’nün Son Günleri”, “Camus ve Cezayir” gibi eserleriyle tanınan “Camus uzmanı”, Jose Lenzini’nin yazdığı, Laurent Gnoni’nin resimlediği, Zeynep Mertoğlu’nun Türkçeye çevirdiği, “Adalet ve Anne Arasında”, Camus’nün “resmi tarihinden” yapraklar içeriyor. Ancak kitabın asıl derdi yazarın tükenmek bilmeyen yaşam sevdasını, tüm “sessiz yığınlar” adına verdiği mücadeleyi onun sanatı içine yerleştirerek anlatıyor olması.
YAZI. Burak SOYER
soyerbrk@gmail.com
“Camus”, Jose Lenzini’nin su götürmez “Camus uzmanlığının” doruk noktalarından biri. 1960 yılında Yonne karayolunda geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Camus’nün içindeki en derin noktaları açığa çıkaran kitap, lüzumsuz bir kronolojik şecere çıkarmak yerine okuru, yazarın içsel dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor.
“Özgür Akademinizin beni nezaketle onurlandırdığı bu nişanı alırken bu ödülün benim kişisel meziyetlerimin ne denli ötesinde olduğunu düşündüğümde minnettarlığım daha da büyüyor. Her insan, özellikle de her sanatçı kabul görmeyi arzu eder. Bunu ben de isterim. Ancak kararınızı, etkisini gerçekten olduğum şeyle kıyaslamadan idrak etmem mümkün olmadı. Ben kendi adıma sanatım olmadan yaşayamam. Ne var ki bu sanatı her şeyin üstünde tutuyor da değilim. Bilakis sanatın benim için gerekli olmasının nedeni kimseden bağımsız olmaması ve bana olduğum gibi, herkesle aynı seviyede yaşam imkânı sağlamasıdır. Sanat benim nazarımda tek başına alınan bir keyif değildir. Ayın şekilde yazarın rolü zor görevlerden azade de değildir. Tabiatı gereği bugün tarih yapanların hizmetinde olamaz: Tarihe maruz kalanların hizmetindedir. Aksi halde yalnız ve sanatından mahrum kalır. Tiranlığın bütün orduları milyonlarca adamıyla gelse yazarın yazarlığını elinden alamaz. Hatta onlarla aynı yolda yürümeyi kabul etse bile. Öte yandan dünyanın bir ucunda, aşağılanmaya maruz kalan isimsiz bir mahkûmun sessizliği, yazarı sürgünden çıkarmaya yeter. En azından özgürlüğün ayrıcalıklarının ortasında bu sessizliği unutmamayı ve sanatın araçlarıyla çınlatmayı başardığı zamanlarda. Yazar, kendisine varoluş nedeni sağlayacak yaşayan bir toplum duygusunu yeniden bulabilir. Bu yalnızca elinden gelince, mesleğini yüce kılan iki görevi üstlenmesi koşuluyla olur: Hakikate hizmet ve özgürlüğe hizmet. Hakikat gizemli, kaçak ve daima edilmesi gerekendir. Özgürlük ise tehlikelidir, hem coşku verir hem de yaşaması güçtür. Ben hiçbir zaman aydınlıktan, var olmanın mutluluğundan, büyüdüğüm öğür hayattan vazgeçmedim. Bu özlem yanlışlarımın ve hatalarımın çoğunu açıklasa da kuşkusuz mesleğimi daha iyi kavramamı sağladı. Bugün dahi, bu dünyada kendilerine biçilen hayata yalnızca kısa ve hür mutlulukları anımsayarak veya elde ederek tahammül edebilen sessiz insanların yanında durmamı sağlıyor.”
Bu uzun alıntı Albert Camus’nün 1957 yılında Nobel Ödülü’nü aldığında yaptığı konuşmadan. Ancak bunun farklı, belki de daha önemli bir anlamı daha var. O da tırnak içinde yer alan her cümle, Camus’nün hayata bakışını, sanatını ve hem kendi içinde hem de kendinden bağımsız olarak adlandırışının en net ifadelerini taşıyor.
Konuyu buraya getirmemin sebebi ise; Alfa Kitap Çizgi Roman serisinden çıkan, “Albert Camus’nün Son Günleri”, “Camus ve Cezayir” gibi eserleriyle tanınan “Camus uzmanı”, Jose Lenzini’nin yazdığı, Laurent Gnoni’nin resimlediği, Zeynep Mertoğlu’nun Türkçeye çevirdiği, “Adalet ve Anne Arasında”alt başlıklı Camus çizgi romanı. Lenzini’nin özetin özü olarak niteleyeceğimiz bu incelikli çalışması Camus’nün “resmi tarihinden” yapraklar içeriyor. Ancak kitabın asıl derdi yazarın tükenmek bilmeyen yaşam sevdasını, tüm “sessiz yığınlar” adına verdiği mücadeleyi onun sanatı içine yerleştirerek anlatıyor olması.
“Camus” bir biyografi kitabı ve ona uygun biçimde başlayıp Camus’nün Yeşilçamlık hayat hikâyesine sırtını dayayarak ilerliyor. Babasının savaşta ölmesi, yok sayılan bir anne, evin tüm kontrolünü elinde bulunduran ve arada bu kontrolü kaybederek Camus’yü kırbaçlayan bir büyükanneyle geçen çocukluk, ergenlik arasındaki dönem, yazarın kişiliğinin, yaşamı algılama biçiminin ve dolayısıyla da sanatının oluşmasında fark etmeden attığı adımlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu sancılı süreçteki en büyük çıkışı kale direkleri arasında oradan oraya uçup 90’a takılan topları çıkarmakta bulan küçük Albert, ailenin koleje gitmeye kazanan ilk çocuğu olduğunda ve kendini bu ortamda bulduğunda, Cezayir sokaklarında avare avare dolaşarak özgürlüğü de keşfediyor. Ancak Camus’nün üzerinde ısrarla durduğum yaşam tutkusu, onun bu avareliklerinin de sanatına yansımasına sebep oluyor.
Kolej takımında oynarken bir maç sırasında fenalaşıp verem teşhisi konulduğunda hayatının bir parçası olan futboldan kopsa da kendini saha dışında bir mücadelenin içine atarak gazeteciliğe başlıyor. Bu pis hastalıktan kurtulmak için dinlenmek ve bol bol kırmızı et yemek gerektiğini belirten doktorların tavsiyesiyle Camus, kasap olan eniştesinin himayesi altına giriyor ve burada ziyadesiyle kırmızı et tüketerek fiziksel yanını güçlendirirken, eniştesinin duvarları kaplayan kitaplarıyla da yazınsal alana ufak girişler yapıyor. Bundaki en büyük kılavuzu ise hiç kuşkusuz Andre de Richaud’nun “Acı” adlı eseri oluyor. Bir yandan, “Halktan daha fazla bilgi sahibi olan gazetecinin görevi, mümkün olan en fazla ihtiyatla güvenilmezliğini iyi bildiği bilgileri yine halka sunmaktır. (…) Bu da gazetecinin halka bir başka katkısıdır. Gazeteci aktüalitenin siyasi ve ahlaki yorumuna yaslanır. Tarihin düzensiz güçlerinin karşısında, ki haberler de bunun bir yansımasıdır, bir zihnin düşüncelerini ya da birçok zihnin ortak gözlemlerini günü gününe not etmek yerinde olabilir. Ancak bu özen, mesafe ve belirli bir görelik fikri olmadan yapılamaz,” diye nitelediği gazeteciliği bu açıklamasına harfiyen yapması nedeniyle her kesim tarafından aforoz edilen Camus, bildiklerinden şaşmadan artık kendi kitaplarını yazmaya koyuluyor. Sonrasını hepimiz biliyoruz zaten…
“Camus”, Jose Lenzini’nin su götürmez “Camus uzmanlığının” doruk noktalarından biri. 1960 yılında Yonne karayolunda geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybeden Camus’nün içindeki en derin noktaları açığa çıkaran kitap, lüzumsuz bir kronolojik şecere çıkarmak yerine okuru, yazarın içsel dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor.